Main Content RSS FeedÖnceki Yazılar

Teslimiyet / submission / soumission / تسليم »

Bazen zordur kolay olanı seçmek. İnsan sebeplere güvenir, eşyaya, topluma, makam sahibi insanlara umut bağlar. Sebeplerin neticeleri içerdiği vehmiyle hareket eder. (Bkz. Derin Lügat, Sebep-Sonuç) Sebeplerde kudret arar:

“…Gereklilik fikri algılarımızla teyid ettiğimiz bir şey değil. Demek ki içimizden gelen bir izlenim bu veya düşüncelerimizin sonucu.[…]Neticede gereklilik ya da sebep-sonuç ilişkisi (=illiyet) varlıklardan kaynaklanan bir olgu değil. Biz olayları gözlerken onları sebep ya da sonuç olarak birbirine bağlıyoruz. Gereklilik bizim düşünme alışkanlıklarımızın bir sonucu. “yan yana” gelen, aynı anda olan veya biri diğerinden önce meydana gelen olayları birbirine bağlamak için ürettiğimiz açıklamalar bunlar. Geçmişte olmuş olan şeylere bakarak gelecekte de böyle olacağı beklentisi içine giriyoruz. Akıl yürütme değil alışkanlıktır insanın rehberi. Eğer alışkanlık olmasaydı hiç bir şeyden emin olamazdık ve belleğimizde o an taze olanlar ve hemen o sırada algıladıklarımız dışında hiç bir şey bilemezdik. Gereklilik hissi olmasaydı insanlar ne hareket edebilirlerdi ne de düşünebilirlerdi….” (David Hume / Human Understanding)

Olaylar gerçekte kolyedeki inciler veya bir labirentin odaları gibi birbirlerine bağlı değillerdir. Bir Olay olmadan önce yoktur ki. Akl-ı meaş olayların olma ve birbirlerini tetikleme ihtimallerine bakarak bir “harita” oluşturur. Biz bu haritaya bakarak “doğru ve iyi” kararlar veririz. Oysa Hayat görünmez, yaşanır. Yani başımıza gelen olaylar mekânsal değil zamansaldır. (Bkz. “Zaman Nedir?” isimli e-kitap)

Bu yüzden insanların hürriyet sahası okun doğru atılmasıdır. Hedefi vurmak istemek ne kötü bir kalp hastalığı, ne büyük bir kibirdir! Aspirin baş ağrısını geçirme neticesini ihtiva etmez; sadece asetilsalisilik asit vardır terkibinde. Bunun için Gazâlî Hz. Buyurmuştur ki:

“Ateş ile pamuk yanyana gelince pamuk yanar. Sanırsın ki ateş pamuğu yaktı. Eğer ateşte böyle bir kudret olsaydı su ateşi söndürmezdi”

ALLAH bir şeyi yaratırken sebepleriyle yaratır. Bu beşerî sebepler aklımıza perdelenirse aciz kalırız ve mucize deriz. (En’âm, 6/106; Ra’d, 13/16; Zümer, 39/62; Ğâfir, 40/62) Aslında mucizelerin de sebepleri vardır ama bizce mâlum değildir. (Yâsin 82)

Tavsiye Okuma

Makaleler

Kitaplar

  1. Mektubat, Ici cilt (İmam-ı Muhammed Masum Hz.)
  2. Hikem-i Ataiyye (Ataullah İskenderî Hazretleri)
  3. Derin Lügat, Sebep-Sonuç bahsinde verilen kaynaklar,
  4. John Locke, David Hume ve Ludwig Wittgenstein’ın “causality” üzerine yazdıkları denemeler
  5. Hume ve Wittgenstein’ın süphecilik / septisizm, kesin bilgi ve hata konulu denemeleri
  6. Yalın Aklın Kritiği (Immanuel Kant)
  7. Zaman algısı ve Zaman’ın kavramsallaştırılması hakkında Essai sur les données immédiates de la conscience:  Henri Bergson‘un 1888′de yazdığı doktora tezi.

 

Din siyaseti yönetmezse siyaset dini yönetir »

din-siyaset

Türkiye Cumhuriyeti’nde Alevîlere zorla Sünnî İslâm öğretiliyordu ve Sünnîlerin başörtüsü devlet dairelerinde uzun zaman yasak idi. Türk Ordusu’nun istihbaratı camileri ve namaz kılanları fişliyordu. Hristiyan Ermenilerin ne kiliseleri, ne yetimhaneleri ne de cemaat lideri seçimleri özgürce yapılamıyordu. Rumların ruhban okulları özgür değildi. Yahudiler diğer gayrı Müslimler gibi askerde ayrımcılığa uğruyordu. Ateistlerin kitapları, internet siteleri yasaklanabiliyor, kapatılabiliyordu. Gayrı Müslimlerin alın teriyle biriktirdikleri vakıf malları 1970′lerde gasp edildi, uzun süre geri verilmedi.

Sahi Laiklik neye yarıyor?

“Laiklik din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasıdır” diye ezberletildi bize okullarda. Çağdaş, uygar, gelişmiş ülkelerin seviyesine çıkmak için gerekliydi güya.“Sakın ha sakınçocuklar!” derdi öğretmenimiz, “laiklik dinsizlik demek değildir”.

Aslında yerli malı değil; Fransızlar Vatikan’ın baskısından kurtulmak için icad ettiler laikliği. T.C. usulü Alaturka laiklik ise babasının ceketini giymiş bir çocuktaki gibi iğreti duruyor üzerimizde. Eline sopayı geçiren “laiklik adına” patlatıyor “ötekine”. Zenciyi zenciye kırdırmaktan başka bir işe yaramadı bu güne kadar: Varlık Vergisi, 6-7 Eylül olayları, 28 şubat…

Elinizdeki bu kitap son yıllarda Türkiye’nin gündemine gelen, birbirinden ayrı gibi duran ama çekirdeğinde Yobaz Laiklik Meselesini barındıran konuları ele alıyor. Buradan indirebilirsiniz.

Sebep-Sonuç / Nedensellik / İlliyet / Causality / العلاقة السببية »

disli_carkSebepler çıldırmamıza engel olmak için gerekli vehimler, illüzyonlardır. Sebeplerin kudreti yoktur ve sonuçları ihtiva etmezler. Aynı anda ya da peşpeşe gerçekleşen (iktiran, fr. ing. concomitance) olaylara bakarak aralarında fikrî bir bağ kuran insandır. Bu bağı kurarken 5 duyusunu ve tümevarım yöntemini kullanır. Oysa hisler aldatılabilir; bilimsel “kanunlar” güncellenebilir. Matematikçi ve epistemolog Bertrand Russell‘ın örneğindeki gibi:

 ”…Mantıklı hindi çiftliğe varır varmaz her sabah saat 9′da yem verildiğini fark etti. Ama iyi bir tümevarımcı olduğu için hemen bir sonuca varmak istemedi. Bekledi ve her gün tekrar tekrar gözlemledi. Bu gözlemlerini değişik koşullarda tekrar etti: Çarşambaları, perşembeleri, sıcak ve soğuk günler, yağmurlu ve yağmursuz günler. Her gün yeni bir gözlem Read the rest

Değer / Kıymet / Value / Valeur / قيمة »

Ne değildir?

Rönesans’tan itibaren manevî değerler ile maddî değerler için kullanılan kelimeler birbirine karıştı. Önce Vatikanizm içeriden yıkması ve ardından Fransız ihtilaliyle silinme noktasına gelen Hristiyanlık lisanını (=aklını) kaybetti. Aydınlanma Çağı ile artan karanlık zihinlere de zulmet ve zulüm getirdi. Nihayet 1900’lerin pozitivizmi ise tabutun son çivilerini çaktı: Avrupa’da dünyevî değerler ile uhrevî değerler için aynı kelimeleri kullanılıyor artık. Şımarık elitler yüzünden bu karışıklık İslâm coğrafyasınada sirayet etti. (Bkz. Soyut Sanat Müslümanın Yitik Malıdır isimli e-kitap, Rönesans ve Merkezî perspektif ile ilgili bölümler)

İngilizcede “values”, Fransızcada “valeurs” tıpkı Türkçedeki “menkul kıymetler” ve “insanî değerler” gibi kullanılıyor. Mesele sadece teorik değil, lisandaki arıza kalbe yansıyor: Read the rest

Garsonlar Milletin Efendisidir! (K. Atatürk) »

kemalizm

 

…Kemalcilik ve Atatürkizm üzerine e-kitap…
Tarih şaşırmaktır

Evet… Tarih şaşırmaktır. Atatürk’e şaşırmak, Kürtlere şaşırmak, Lozan’a şaşırmaktır. Geçmişe hayret edip bugüne eleştirel bakabilmek, yarını hazırlamaktır Tarih. Geçmişe değil geleceğe dönüktür amacı. Özetle siyasî bir propaganda aygıtı değildir. Gaz vermek, “Asker millet” üretmek, atalarımızla gurur duymak için tarih araştırılmaz. Eğer resmî tarihin beyin yıkamasından bıktıysanız bu kitap ilginizi çekecektir…Buradan indirebilirsiniz. 

 

Alaturka Laiklik: “Beni bir bir sen anladın, sen de yanlış anladın!”

Türkiye Cumhuriyeti’nde Alevîlere zorla Sünnî İslâm öğretilirken Sünnîlerin başörtüsü devlet dairelerinde yasak. Türk Ordusu’nun istihbaratı camileri ve namaz kılanları fişliyor. Hristiyan Ermenilerin ne kiliseleri, ne yetimhaneleri ne de cemaat lideri seçimleri özgürce yapılamıyor. Rumların ruhban okulları özgür değil. Yahudiler diğer gayrı Müslimler gibi askerde ayrımcılığa uğruyor. Ateistlerin kitapları, internet siteleri yasaklanabiliyor, kapatılabiliyor. Gayrı Müslimlerin alın teriyle biriktirdikleri vakıf malları 1970′lerde gasp edildi, hâlâ geri verilmiyor. Sahi Laiklik neye yarıyor? Bu kitap son yıllarda Türkiye’nin gündemine gelen, birbirinden ayrı gibi duran ama çekirdeğinde Yobaz Laiklik Meselesini barındıran konuları ele alıyor.Buradan indirebilirsiniz.  

Kadın hakları ve Kemalizm

“Kemalizm Türk kadınına özgürlük verdi” gibi sloganlarla düşünmeye daha doğrusu ezberlemeye itildiği için sık sık şaşırmaya mahkûm bir kuşak bizimki. Tarihi, belgeleri, siyasî söylemleri ve sloganları aklın imtihanına tabi tutan herkes hayretler içinde kalıyor. “İyi de biz bunu bunca sene nasıl yuttuk?” diye sormaktan alamıyoruz kendimizi. Kemalist düşüncenin, çağdaşlığın ve Atatürk devrimlerinin yılmaz bekçisi “çağdaş Türk kadını’nın sesi” Cumhuriyet Gazetesi’nin başyazarı olan Yunus Nadi kadınların siyasete atılmasına nasıl tepki vermiş meselâ? “Havva’nın kızları, Meclis’e girip yılın manto modasını tartışacak” Kadınlar Halk Fırkası kapatılınca yerine Türk Kadınlar Birliği kurulmuş. O da kapatılınca Cumhuriyet Gazetesi’nde şu başlık atılmış: “Türk Kadınlar Birliği kapatıldı, fesat çıkaran hatun kişilere haddi bildirildi.” Derin Düşünce Fikir Platformu yakasını resmî tarihten kurtarmak isteyen okurlarına ezber bozan bir kitap öneriyor : Kadın hakları ve Kemalizm ilişkisine alternatif bir bakış

Muhakkak ki Sultan-ı Muhabbet, memleketinde şerik kabul etmez »

WADUD

 
“De ki: ‘Benim ve bana tâbî olanların, basiret (بَصِيرَةٍ) üzere (kalp gözüyle basar ederek, Allah’ı görerek) Allah’a davet ettiğimiz yol, işte bu yoldur. Allah’ı tenzih ederim. Ve ben, müşriklerden değilim.” (Yûsuf 108)

Hz. Mahmud Sâmi Ramazanoğlu’nun (k.s.) Yûsuf Sûresi Tefsiri’ni okurken birden bire Zaman’ın tünelinde geriye fırlatılmış buldum kendimi. Hafızamda hıfz edilenler birden bire Şimdi’ye akıverdiler: Seneler önce bir ilim yayma cemiyetinin toplantısına gitmiş idim. Malümat sahibi olan fakat ilimden nasibini (henüz) almamış bir ilâhiyat profesörü kürsüde Mevlânâ Hazretleri’nin Mesnevî’sinden şikayet ediyordu:

“… Efendim Mesnevî romantik hikayedir, şiirdir, sanattır. Biz Müslümanların böyle eğlencelerle kaybedecek vakti yoktur. Başımıza ne geldiyse bunların yüzünden… Bu şairler ve şimdi de romancılar yüzünden İslâmî hareketler ileri gidemiyor…”

Ön sıralarda oturan bir genç kendini daha fazla tutamamış olacak, birden atıldı:

“Efendim ALLAH da hikâye anlatmıyor mu?”

Sonra peşpeşe Yûsuf suresinden ayetler okumaya başladı:

“…. Biz Kur’ân’ı vahyetmek sûretiyle en güzel beyânı kıssa olarak anlatacağız. Halbuki sen daha evvel bundan habersiz olanlardan idin … Muhakkak ki Yûsuf’un (a.s.) ve kardeşlerinin kıssalarında ehl-i kalbin tefekkür ve tedebbür edeceği bir çok ibret vardır. Bu uydurulabilecek bir söz değildir. Ancak kendinden evvel gelenlerin tasdîki ve herşeyin tafsîlidir, izâhıdır. Aynı zamanda îman eden bir cemaat için bir hidayet ve rahmettir o …”

Salonda aniden bir ölüm sessizliği oldu. Kürsüde iken mosmor kesilen profesör konuşmasını kısa kesip Read the rest

Batı’nın İslam algısı, aslında kendisinin aynadaki yansımasıdır »

korku“… Avrupa’nın emperyalizmini ahlaki ve son tahlilde arızi bir sorun olarak gören elitler, modernleşmek için Avrupa’ya benzemek gerektiğine de aynı kesinlikle inanmışlardı. XX. yüzyıldaki pek çok bağımsızlık savaşının ardından Batılılaşmanın bir resmi devlet politikası haline gelmesi, bu çelişkinin çarpıcı örneklerinden biridir. Emperyalist Avrupa’yla ‘uygar Avrupa’ arasındaki bu çelişki, modernite projesinin sorgulanmaya başlandığı XX. yüzyılın ikinci yarısına kadar devam edecektir. […] Batı’nın İslam algısı, aslında kendisinin aynadaki yansımasıdır. Ötekinin dışlanması üzerine kurulu ben tasavvurları, ötekiyle ilişkilerin çatışma ve savaş üzerinden yürütülmesi sonucunu doğuruyor. Kendinin hâlâ tarih ve medeniyetin merkezindeki yegane aktör olarak görmek isteyen bir Avrupa yahut Amerika’nın başkalarına yönelik barışçıl ve kuşatıcı bir tasavvur geliştirmesi kolay değildir …”

(İslam ve Batı, İbrahim Kalın)

 

… Bu konuda okumak için…

 

 İslâmcılık, Devrim ile Demokrasi Kavşağında

Müslümanca yaşamak için devletin de “Müslüman” olması mı gerekiyor? Bu o kadar net değil. Çünkü İslâm’ın gereği olan “kısıtlamaları” insan en başta kendi nefsine uygulamalı. Aksi takdirde dinî mecburiyet ve yasakların kanun gücüyle dayatılması vatandaşı çocuklaştırıyor ister istemez. İyi-kötü ayrımı yapmak, iyiden yana tercih kullanacak cesareti bulmak gibi insanî güzellikler devletin elinde bürokratik malzeme haline geliyor. 21ci asırda Müslümanca yaşamak kolay değil. Yani İslâm’ın özüne dair olanı, değişmezleri korumak ama son kullanma tarihi geçmiş geleneklerden kurtulmak. AKP’yi iktidara taşıyan fikrî yapıyı, Demokrasi-İslâm ilişkisini, İran’ı ve Milli Görüş’ü  sorguladığımız bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.    Müslüman’ın Zaman’la imtihanı

Sunuş: Müslümanlar dünyanın toplam nüfusunun %20’sini teşkil ediyorlar ama gerçek anlamda bir birlik yok. Askerî  tehditler karşısında birleşmek şöyle dursun birbiriyle savaş halinde olan Müslüman ülkeler var. Dünya ekonomisinin sadece %2-%3′lük bir kısmını üretebilen İslâm ülkeleri Avrupa Birliği gibi tek bir devlet olsalardı Gayrı Safi Millî Hasıla bakımından SADECE Almanya kadar bir ekonomik güç oluşturacaklardı. Bu bölünmüşlüğü ve en sonda, en altta kalmayı tevekkülle(!) kabul etmenin bedeli çok ağır: Bosna’da, Filistin’de, Çeçenistan’da, Doğu Türkistan’da ve daha bir çok yerde zulüm kol geziyor. Müslümanlar ağır bir imtihan geçiyorlar. Yaşamlarını şekillendiren şeylerle ilişkilerini gözden geçirmekle başlıyor bu imtihan. Teknolojiyle, lüks tüketimle, savaşla, kapitalizmle, demokrasiyle , “ötekiler” ile ve İslâm ile olan ilişkilerini daha sağlıklı bir zemine oturtabilecekler mi? Müslüman’ın Zaman’la imtihanı adındaki 204 sayfalık bu kitap işte bütün bu konuları sorgulayan ve çözümler öneren makalelerden oluşuyor.

 

Dertli olan gelsin dermanı buldum, âh ile vah ile cevelan ederken, canımın içinden cananı buldum »

Piyasa mı iyidir yoksa bürokrasi mi? »

“… Ekonomisi büyük ölçüde piyasa güçleriyle belirlenen bir toplumda örneğin, tüm ekonomik fiillerin, ayakta kalabilmek için verimliliğe önemli yer vermesi gerekir. Ayrıca büyük ve karmaşık bir teknoloji toplumunda, onu oluşturan büyük ölçekli birimlerde de (firmalar, kamu kuruluşları, çıkar grupları) genel ilişkilerin yönlendirilmesi gerekiyorsa, bunun bir ölçüye kadar bürokratik akılcılık ilkelerine göre yapılması gerekiyor. Dolayısıyla, toplumumuzu ister piyasa ekonomisinde olduğu gibi ‘görünmeyen el’in işleyişine bırakalım, ister kolektif olarak yönetmeye çalışalım, kendi ahlaki görüşümüze uysun ya da uymasın, modern akılcılığın gereklerini bir ölçüye kadar yerine getirmek zorunda kalıyoruz […] Atalarımızda var olan, yeryüzüyle ve onun ritmiyle aramızdaki ilişkiyi biz kaybettik. Kendimizle ve kendi doğal varlığımızla olan ilişkimizi kaybettik ve bizi hem içimizdeki hem de çevremizdeki doğayla aralıksız savaşa mahkûm eden bir tahakküm buyruğu yönlendiriyor …” 

 (Modernliğin Sıkıntıları, Charles Taylor)

 

… Bu konuda okumak için…

Liberalizmin Kara Kitabı

Liberalizm asırlardır bir çok aşamalardan geçmiş, tarihi olaylarla kendisini imtihan etmiş bir düşünce geleneği. Değişmiş yanları var ama sabitleri de var. Bu sabitlerin içinde liberalizmin tehlikeli yönleri hatta YIKICI UNSURLARI da var. Bunları ortaya çıkarmak için “doğru” soruları sormak ve liberal perspektifte kalarak yanıt aramak gerekiyor… Büyük bir kısmı bu gelenekten olan düşünürlerin fikirlerinden istifade ederek liberalizmin kusurlarını ele alıyoruz bu kara kitapta: Adam Smith, Mandeville, John Stuart Mill, Hayek, Friedman, Röpke, Immanuel Kant, Alexis de Tocqville, John Rawls, Popper, Berlin, Mises, Rothbard ve Türkiye’de Mustafa Akyol, Atilla Yayla, Mustafa Erdoğan… Liberallere, liberalimsilere ve anti-liberallere duyurulur. Buradan indirebilirsiniz.

 

Derin MAЯҖ

Etrafınızda “ben solcuyum” diyen kaç kişi var? Birgün Ya da Cumhuriyet Gazetesi, Türk Solu Dergisi okuyan? Yürüyüşlerde Marx, Lenin, Deniz Gezmiş ve Atatürk posterlerini yanyana taşıyan kişileri tanıyor musunuz? İşçi sendikalarında aktif rol oynayan dostlarınız var mı? Bu insanlar hasretle beklediğimiz sol muhalefeti kuramadılar bir türlü. Neden?

Marxist ve Marxçı (Marx’a dair ama marxist olmayan) miras ile yüzleşmedi Türk solcuları. Oysa Marx anlaşılmadan hiç bir sol projenin anlaşılmasına da imkân yok. Leninist, Stalinist, Maoist… Hatta Kuzey Avrupa’nın sosyal demokrat modellerini de çözemezsiniz. Marx’ın bıraktığı yerden devam edenleri anlamak için de gerekli bu okuma; dünya soluna bugünkü şeklini veren düşünürleri anlamak için: Rosa Luxemburg, Ernst Thälmann, Georg Lukács, Max Adler, Karl Renner, Otto Bauer, Walter Benjamin, Jürgen Habermas,… Buradan indirebilirsiniz.

Beş Psikanaliz Dersi / Sigmund Freud »

mafia-bluesYönetmenliğini Harold Ramis’in yaptığı Mafia Blues (Analyze This) gerçekten unutulmayacak bir filmdi. New York’lu bir mafya babası olan Paul Vitti (Robert de Niro) ile sıradan bir psikiyatristin (Billy Crystal) sıradışı hikâyesi çok komik bir şekilde anlatılıyordu: Dertli mafya babası Paul Vitti sebebini anlamadığı korkular ve ağlama krizleri yüzünden “mesleğini” yapamaz hale gelmişti. Çok da inanmayarak gittiği “doktor” psikanaliz yaparak hastasının çocukluğuna uzanan bir travmayı adım adım çözecekti.

Mafia Blues komikliği yanında Amerikalıların psikanalize bakışını göstermesi açısından da dikkate değer. Zira Freud’un ve Lacan, Jung gibi bu sahaya önemli  katkılar yapmış isimlerin aksine Amerikalılar işin “pratik” tarafına odaklandılar. Felsefeden, psikolojik ve sosyolojik köklerinden koparılan psikanaliz adeta kişisel gelişim doktrinlerine dönüştü hızla: 5 derste liderlik, mutlu evliliğin sırları vs gibi alâkasız kılıflara büründü.

Freud yanlış mı yaptı yoksa yanlış mı anlaşıldı?  Read the rest