Main Content RSS FeedÖnceki Yazılar

F-35 gerçekten hayalet mi? Görünmezlik nedir ve nasıl çalışır? “görünmez” denen uçak nasıl görüldü ve vuruldu? »

  • Lockheed Martin silah devinin Amerikan ordusuyla birlikte bize de kakalamaya çalıştığı “hayalet” uçak f-35 gerçekten hayalet mi? Bu görünmezlik nedir ve nasıl çalışır? Geçmişte “görünmez” denilen uçaklar nasıl görüldü ve vuruldu?
  • Yugoslav ordusunun hava savunma silahları çok iyi durumda değildi ama ellerinden geleni yapıyorlardı. Amerikan ordusu ise savaş gemilerinden fırlatılan füzelerle de şehir merkezlerini vurmaktaydı.
  • Neydi olay? NATO’nun Yugoslavya’yı bombalaması (Deliberate Force) sonrasında ABD’nin istediği yeni saldırı, Bosna Savaşı’ndan beri tecrit olan ve ambargo altında bulunan Yugoslavya’ya karşı 24 Mart 1999 tarihinde 11 NATO ülkesinin ordularınca başlatılmıştı.
  • Yugoslavya gibi 2003’te yine “hayalet” uçaklarla vurulan bir başka ülke Irak oldu. Bağdat’ın 2003’te bombalanmasını takip eden katliamları hepiniz biliyorsunuz. Iraklılar da Yugoslavlar gibi hava savunma silahlarını kullandılar ama bir F-117 indiremediler. Neden?
  • Yugoslavya’daki NATO komutanı Wesley Clark, F-117’leri yalnız başına gönderdi. Yani eskort eden başka uçak yoktu etrafta. Oysa Irak’ta F-16 ve F-22’lerle birlikte uçuyorlardı. Yani bu uçaklar “görünmez” değildi; zor görünen uçaklardı. Radar ekranındaki görüntüleri daha küçük/silik denebilir.
  • Gerçekte görünmezlik diye bir şey yok. Ancak sıradan bir uçak 150 km’den fark edilirken “hayalet” uçak aynı radara 20 km yaklaşabilir. Bu da savaşta büyük bir avantaj demek. Bunu sağlamak için sinyali emen boyalar ve dağınık yansıtan yüzeyler kullanılır.
  • Radar sinyallerini yani elektromanyetik dalgaları “emen” bu boyalara mikroskopla bakıldığında piramide benzer çıkıntılar görebilirsiniz. Piramitler, dalganın yaptığı sıçramaları arttırır. Her sıçramada, radyo dalgası enerji kaybeder ve böylece daha düşük sinyal gücüyle yansır. Karbon gibi yalıtkanların kullanılması da bu enerjinin azaltılması içindir.
  • Çakma hayalet F-117 Yugoslav ordusu tarafından vurulunca ABD için ağır bir darbe oldu. Zira Ruslar “görünmezlik” teknolojisiyle ilgili bütün sırları ele geçirmiş oldular. Bu açından da bakınca, F-35’lerin görünmezliği daha zayıf. Zira Ruslar, S-400 ve S-500 için bu bilgileri kullanıyorlar.
  • Peki 1999’da Yugoslavlar F-117’yi nasıl vurdu?

Read the rest

Kore savaşı hakkında çok bilinen yalanlar ve az bilinen gerçekler… »

  • ABD, Şangay’a 3000 km mesafede nükleer silah yüklü uçakları kalkışa hazır bekletiyor. Sebep? Kuzey Kore’deki nükleer füze krizi. Peki Avrasya’nın doğudan kuşatılması ne zaman başladı? Kore neden ikiye bölündü? Suriye ve Doğu Türkistan’a ışık tutacak hangi dersler çıkartılabilir?
  • Normalde bir savaş bittiğinde kimin kazandığı belli olur. Kazanan ordunun bayrakları kale burçlarına çekilir. Oysa Kore savaşı, kazananı değil kaybedeni belli olan bir savaş: Kore halkı, tıpkı Almanlar ve Polonyalılar gibi vatanlarının bölünmesini çaresizce izlediler. Aileler parçalandı.
  • Kore savaşı denince aklımıza soğuk savaş dönemindeki 1950-1953 savaşı ve Kore’nin bölünmesi gelir. Oysa 2ci dünya savaşı biterken teslim olan Japonya, Kore’yi 35 yıldır işgali altında tutuyordu. Yani Koreliler için “Kore savaşı” 1910’da başlamıştı; bizim İkinci Meşrutiyet dönemine tekabül eder.
  • Koreliler Japonların yenilmesini, Rusların ve Amerikalıların gelişini sevinçle karşıladılar. Çünkü Japonlar Kore lisanını yasaklamış ve halkı Japonca konuşmaya mecbur etmişler, kadınları fuhuşa zorlamışlar, erkekleri biyolojik silah kobayı yapmışlardı.
  • Fakat Amerikan ve Rus ordularının Kore’yi “kurtarması” Almanya’nın “kurtuluşuna” benzedi. Neden? İki devlet, Japon askerlerinin esir edilmesi ve Kore’nin silahsızlandırılması gibi işleri paylaştılar. 38ci paralelin kuzeyini Ruslar, güneyini de Amerikalılar halledecekti.
  • Tabi işler hallolduktan sonra serbest seçimlerin düzenlenmesini, geçici hükümet kurulmasını ve “kurtarıcı orduların” Kore’den çıkmasını bekleyebilirsiniz ama el âlemin verdiği özgürlük, bilek gücüyle alınan özgürlük gibi olmuyor. (Polonya, Irak ve Almanya’ya sorun)

Read the rest

Alman derin devleti neden Almanya’ya hizmet etmiyor? »

  • Enerji, güvenlik ve diplomaside Alman devleti, Amerikan menfaatlerini Almanya’nın üstünde tutuyor. Alman devleti para kaybediyor, prestij kaybediyor, kendi vatandaşlarına zarar veriyor ama Amerika’yı asla üzmüyor. Neden?
  • Almanya, diğer Avrupa ülkeleriyle beraber Rus gazına aşırı bağımlı. Bu zaaftan kurtulmasını sağlayacak tek ülke Türkiye zira gerek İran gazi gerekse Körfez’den veya Doğu Akdeniz’den gelebilecek gaz için en iyi güzergâh Türkiye. Fakat Almanya hâlâ PKK’ya ve FETÖ’ye destek oluyor.
  • Oysa güçlü Türkiye, hem Almanya’nın gaz tedarik güvenliği için gerekli bir garanti. Bunun gibi onlarca farklı dosyada Almanya menfaatlerine uygun davranmak yerine başka bir şeye, başka bir güç odağına hizmet ediyor. Federal hükümet, istihbarat,… devlet kurumları aynı gücün etkisinde…
  • Bunu gücü keşfetmek ve iddiamızı ispat etmek için soğuk savaş yıllarına geri döneceğiz… Adından başka hiçbir şeyi soğuk olmayan o savaşa… 1968, Batı Almanya için uğursuz bir yıl oldu. Neden?
  • 1968’de Almanlar bir dizi “intihar” ile sarsıldı. 8 Ekim 1968’de Federal İstihbarat Teşkilatı (BND) genel başkan yardımcısı Horst Wendland kendini vurdu. Aynı gün Nato’daki lojistik genel başkan yardımcısı Amiral Hermann Ludke kendini öldürdü.
  • Ludke sıradan bir insan değildi. NATO’nun bütün mühimmat ve petrol stoklarının yerini ve miktarını biliyordu. Ludke casusluk şüphesiyle sorgulanmaktaydı. Yani Avrupa’da bulunan 7.000 (yazıyla yedi bin) nükleer başlığın yerini değiştirmek gerekecekti!

Read the rest

Sinemada siyasî propaganda nasıl yapılır? »

  • Filmler, siyasî tercihlerimizi biz farkına varmadan değiştirebilir mi? Gençler, isyana teşvik edilebilir mi?
  • Bir film, sinema salonunda seyredildiği zaman, insanların şuur altında önemli izler bırakır. Neden? Karanlık sebebiyle göz ve kulaklarınız filme kilitlenir. Evde olmadığınız için dikkatinizi dağıtacak şey yoktur. Bir de diğer seyircilerin varlığı, hissettiklerinizi yoğunlaştırır. Meselâ…
  • Evde bir komedi filmini tek başına seyredip gülmekle arkadaşlar arasında aynı filme gülmek farklıdır. Benzer şekilde sinema salonunda, yüzlerce insanla birlikte gülmek, korkmak daha yoğun yaşanır. İşte bunu iyi bilen ülkeler, sinemayı yıllardır siyasî propaganda aracı olarak kullanırlar.
  • İlkel propaganda, doğrudan düşmanı hedef alan, “biz iyiyiz, onlar kötü” diyen filmlerdir. Soğuk savaşta Ruslar ABD karşıtı çok film yaptılar. Daha önce Nazi Almanyası da düşmanlarını kötüleyen filmler çevirdi. Fakat düşmanı doğrudan kötülemek çok etkili değil. Neden?
  • Zira seyirci özgür iradesine karıştığınızı düşünür ve bundan sıkılır. Etkili propaganda filmleri, gerçek amaçlarını gizlemişlerdir. Meselâ uzaydan gelen bir grup, bir şehrin çocuklarını esir alır ve robotlaştırır. Bu aslında komünizmi temsil eder. Ama görünüşte billim-kurgudur.
  • Bu tür örtülü propagandanın bir başka faydası daha var: Hedef kitleniz kimse ona göre film yaparsınız. Meselâ gençler tarihi film seyretmek istemiyorsa komünizmin tarihindeki kötü olayları anlatmanız etkisiz olur. Bilim-kurgu seviyorlarsa komünizmi hatırlatan uzaylılar işinizi görür.
  • Almanlar da çok çalıştı ama bu örtülü propaganda işinin sırrını en iyi çözenler Amerikalılar oldu. Hollywood ve Pentagon arasında imzalanan milyarlarca dolarlık sinema kontratlarını ve bu işin perde arkasını şu kitapta anlatmıştık: Amerika Tedavi Edilebilir mi?
  • İlginç bir örnek: Star Wars. Şimdiki gençler burun kıvırabilir ama benim kuşağım (1970’lerde doğanlar) için bu lazer tabancaları, robotlar filan oldukça yeniydi. Star Wars, görsel efekt olarak o döneme kadar yapılan filmlerden üstündü…

Read the rest

F-35 savaş uçağına ve Amerika’ya ne kadar güvenebiliriz? »

Görseller ile birlikte okumak isterseniz silsile burada.

ABD bizi tehdit ediyor: “S-400 alırsanız F-35 vermem” diye. Peki F-35 gerçekten güvenilir bir uçak mı? Radar, uçuş kontrol ve silahları yöneten yazılım iyi tasarlanmış ve düzgün çalışan bir sistem mi? F-35 bilgi sistemi korsan saldırılara açık mı? Fetö gibi bir örgüt yahut bizzat CIA ordumuzu felç edebilir mi?

Türkiye açısından F-35 kullanmak 3 büyük sorun arz ediyor:

  • Mühendislik hatalarından kaynaklanan arızalar,
  • Yazılım güvenliğindeki açıkların Rusya, Çin gibi devletlerce ve terör örgütlerince bize karşı kullanılması,
  • ABD’nin “arıza” maskesiyle FETÖ’ye bilgi ve kontrol vermesi.

Paranoyak mı geldi? 21 Nisan 2009 tarihli Wall Street Journal haberine göre korsanlar ABD hükümetinin bilgi ağlarına girmiş ve F-35 hakkında yüzlerce terabayt gizli bilgiyi çalmıştı. O günden beri neler oldu? Sorunlar düzeltildi mi? Bakalım:

  • Yazılım konusuna girmeden önce şunu belirtelim: F-35 birçok yeni teknolojinin ve tasarım unsurunun bir arada kullanıldığı bir ürün. Bu sebeple teknolojik riskler diğer uçaklardan daha yüksek. Muhtemelen seri üretime geçmek için erken ama ekonomik baskı sebebiyle yine de üretiyorlar.
  • F-35 projesi kötü yönetildi. Geliştirme ve bütçesi kontrol altına alınamadı. Amerikan ordusunun da uçağa güveni sarsıldı. Pilot kaskından yakıt deposuna, motordan radara kadar her yeri arızalandı. Test uçuşlarında beklenmedik kazalar meydana geldi.
  • Yazılım kısmına geri dönelim. F-35, Rus ve Çin rakiplerine göre teknolojik üstünlük sağlamayı amaçlıyor. Bu yüzden uçakta çok sayıda elektronik sensör ve işlemci var. Bunların birlikte çalışmasını ve pilot ile aralarındaki bilgi akışını sağlayan program milyonlarca satır kod.
  • Bu ise büyük sıkıntı. Neden? Karmaşık bilgi-işlem sistemlerinin test edilmesi, en az üretilmesi kadar yüksek maliyetli. Üstelik bu sistem, F-35’te olduğu gibi bir uçağı kontrol etmek için kullanılacaksa uçakla birlikte farklı şartlarda ayrıca test edilmesi gerekiyor. Yine para, para, para…
  • Ayrıca F-35 Amerika’nın “müttefikleri” ile bilgi paylaşmak için tasarlanmış bir bilgi sistemine sahip. Yani İsrail, Yunanistan veya PKK’ya açık destek veren Avrupa ülkeleri ile aynı veri ağı içinde uçacak. Uçuş sonrası bakım için veriler üretici firma ile de paylaşılacak.
  • Meselâ 15 Temmuz gecesi Erdoğan’ı taşıyan uçağın F-35’lerce korunduğunu düşünebiliyor musunuz? Pilotlar FETÖ’cü olmasa bile uçağın silah sistemleri uzaktan harekete geçirilebilir yahut en azından konumları Amerikan ordusuna iletilebilirdi.
  • Yakın gelecekte PKK’yı vurmak için F-35 ile yapılacak saldırılarda uçaklarımızın hangisinin nerede olduğu, hangi tip bombaların yüklendiği, yakıt seviyesi, kullanıma hazır cephanenin miktarı Amerika’nın elinde olabilir. PKK’ya tırla silah gönderen “müttefik” Amerika…

Read the rest

Rus derin devleti nedir ve nasıl çalışır? »

  • 1968’de 4 ülke 4 denizaltısını garip şartlarda kaybetti: Rus K-129, İsrail donanmasından INS Dakar, Fransız denizaltısı Minerve ve ABD denizaltı USS Scorpion. Biz bunlardan birincisine bakacağız. Neden? Çünkü önce Ruslar sonra Amerikalılar K-129’u bulmak için muazzam para ve zaman harcadı.
  • Üstelik ABD’nin arama faaliyetlerini, konunun uzmanı olan deniz kuvvetleri değil CIA yapmıştı. CIA, 2010’da o döneme ait gizli dosyaları halka açarken K-129 aramalarına ait kısımları sansürlemişti.
  • NATO kod adıyla GOLF 2 sınıfından bir denizaltıydı K-129. (Bu ayrıntının önemini ileride göreceksiniz) Kamçatka’daki Rybatchi deniz üssüne bağlıydı (şimdiki adı Viliuchinsk) 15. denizaltı filosundaki altı denizaltından biri olan K-129, Sovyet Pasifik filosunun bir parçasıydı.
  • K-129, 1967 yılında balistik füzelerle donanmış iki günlük devriyenin gerçekleştirilmesinden sonra, 24 Şubat 1968’den itibaren limana döndüğü sırada üçüncü bir devriye için tekrar görev emri alır. Bu garip durumdur zira kaptan izne gönderdiği denizcileri acilen geri çağırır. Üstelik…

Read the rest

Derin Lügat güncellendi. Sürüm 10.0 yayında. »

  • Yeni sürümlere dair not: Eski sürümleri indirip okumuş olanların işini kolaylaştırmak için kelimelerin sırasını değiştirmiyoruz. Yani her yeni sürümde okumaya kaldığınız yerden devam edebilirsiniz.
  • Bu sürümdeki yeni kelimeler: Nobel Ekonomi Ödülü, Sıfır tolerans, Işık, Feminizm, Moda, Tüketim, “Şimdi” mefhumu.

İnsanlık neredeyse 4 asırdır “ilerleme” adını verdiği müthiş bir gerileme içinde. Tarihteki en kanlı savaşlar, sömürüler, soykırımlar, toplama kampları, atom bombaları, kimyasal ve biyolojik silahlar hep Batı’nın “ilerlemesiyle” yayıldı dünyaya. En korkunç barbarlıkları yapanlar hep “uygar” ülkeler.  Her şeyin fiyatını bilen ama hiçbir şeyin değerini bilmeyen bu insanlar nereden çıktı? Yoksa kelimelerimizi mi kaybettik?

Aydınlanma ile büyük bir karanlığa gömüldü Avrupa. Vatikan’ın yobazlığından kaçarken pozitivist dogmaların bataklığında kayboldu. “Yeniden doğuş” (Rönesans) hareketi sanatın ölüm fermanı oldu: Zira optik, matematik, anatomi kuralları dayatıldı sanat dünyasına. Sanat bilimselleşti, objektif ve totaliter bir kisveye büründü. (Bkz. Rönesans’ın Kara Kitabı)

Kimse parçalamadı dünyayı “Birleşmiş” Milletler kadar. Güvenliğimiz için en büyük tehdit her barış projesine veto koyan BM “Güvenlik” Konseyi değil mi? Daimi üyesi olan 5 ülke dünyadaki silahların neredeyse tamamını üretip satıyor. “Evrensel” insan hakları bildirisi değil güneş sisteminde, sadece ABD’deki zencilerin haklarını bile korumaktan aciz. Bu kavram karmaşası içinde Aşk kelimesi cinsel münasebetle eş anlamlı oldu: ing. To make love, fr. Faire l’amour… Önce Batı, sonra bütün insanlık akıl (reason) ile zekânın (intelligence) da aynı şey olduğunu sanmışlar. Oysa akıl iyi-kötü veya güzel-çirkin gibi ayrımı yaparken zekâ problem çözer; bir faydayı elde etmek ya da bir tehditten kurtulmak için kullanılır. Bir saniyede 100.000 insanı ve sayısız ağacı, böceği, kediyi, köpeği oldürecek olan atom bombasını yapmak zekâ ister ama onu Hiroşima üzerine atmamak için akıl gerekir.

İster Batı’yı suçlayalım, ister kendimizi, kelimelerle ilgili bir sorunumuz var: İşaret etmeleri gereken mânâların tam tersini gösterdikleri müddetçe sağlıklı düşünmeye engel oluyorlar. Çözüm ürettiğimizi sandığımız yerlerde yeni sorunlara sebep oluyoruz. Dünyayı düzeltmeye başlamak için en uygun yer lisanımız değil mi? Kayıp kelimelerin izini sürmek için yazdığımız Derin Lügat’ı ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

Sivil nükleer riskler »

  • Nükleer enerji ve risk üzerine konuşalım. Çernobil ve Fukuşima kazaları ister istemez insanları endişelendiriyor ve nükleer enerji korkusu körükleniyor. Çernobil özelinde bazı çarpıcı bilgiler de vereceğiz ama önce sağlıklı bir bakış açısı ile temeli sağlamlaştıralım.
  • Nükleer enerji ile ilgili risklerin doğru anlaşılmasını engelleyen sıkıntılardan biri nükleer silah ile sivil nükleer enerji arasındaki farkın unutulmasıdır. Bu “unutkanlık” kasıtlı olarak sürdürülen kampanyalar yoluyla diri tutulur. Neden?
  • Enerji sadece ekonominin bir parçası değildir. Devletler birbirleri üzerine tahakküm kurmak için enerjiyi, en çok da petrolü kullanırlar. Eğer nükleer enerji yaygınlaşırsa bu mekanizma zayıflar ve Amerikan dolarının değeri düşer. (Bkz. ekitap: Petrol kandan ağırdır)
  • İkinci mesele, sivil nükleer ile ilgili risklerin diğer endüstriyel risklerden ayrı tutulmasıdır. Oysa boya, asit, ilaç, kimyasal gübre üretilen fabrikalar, petrol boru hatları, tünel ve köprüler de endüstriyel risk arz ederler ve binlerce insanın ölümüne yol açabilirler.
  • Güvenlik için gerekli olan mühendislik kurallarının eksik uygulanması, çok sık olarak hayat kaybına ve çevre kirliliğine yol açar. İstanbul yakınlarında 1999’da meydana gelen deprem hepimizin hafızasında. Onbinlerce ölü, yüz bin yaralı, 500.000 insan evsiz kaldı.
  • Enerji üretimi ve taşınması, bütün endüstriyel faaliyetler gibi risk arz eder. Meselâ 2010’da patlayan Deep Water Horizon petrol platformu, koskoca bir körfezin kaybedilmesine yol açtı. Ama bu kaza bir istisna değil. Petrol boru hatları ve petrol taşıyan gemiler sık sık kazalara yol açıyor.
  • Gelelim Çernobil kazasına.

Read the rest

Şimdi / Now / Maintenant / Jetzt / الآن »

Ne değildir?

Vehim, illüzyon, yanılgı değil.

Nedir?

İnsanın, gerçekliğin yenilenmesine şahid olması.

Neden?

Rudolf Carnap, Einstein’ın “Şimdi” olarak adlandırdığı şey hakkında ciddi şekilde endişelendiğini söylemişti çünkü Einstein’ın fizik bilgisi bile bunu açıklamakta yetersizdi. Carnap, Şimdi’yi tecrübe etmenin insan için özel bir şey olduğunu, geçmişten ve gelecekten esasen farklı bir anlam taşıdığını, ancak bu önemli farkın fizik bilimi içinde olmadığını ve olamayacağını belirtti. Fizikçilere ne kadar zor gelse de itiraf edilmesi gereken bir gerçekti bu. Carnap’a göre, bilim dünyasının dışında olan ve Şimdi’yle ilgili önemli bir şey bulunduğundan şüpheleniyordu. Newton fiziğindeki “t” zamanı gibi Einstein’ın izafiyet teorileri de Şimdi’yi açıklayamıyor.

Bu “Şimdi” bulmacasının kaynağı, pozitif bilimin nesnel gerçekliğe odaklanması ve şimdiki anın indî (sübjektif) deneyimlerle tanımlanması. Bu nedenle, bazı bilim adamları Şimdi’nin hiç mevcut olmadığını bile söylemiş. Tanıdık pozitivist yobazlık: “Bilim bir şeyi ifade edemiyorsa o şey yok demektir”.

Fotoğraf, sadece objektifin önünü değil arkasını da gösterir

Naklen yayında bazen uzak bir yere bağlanırlar ve farklı mekânlardaki insanlar aynı Şimdi’nin içinde görünür. Bazı oyunlarda da bu özellik var: Aynı ekranı birkaç oyuncu paylaşabilir bu yolla: Eşzamanlı görüntüler aynı Şimdi’nin içindedir. “Split screen” denen bu teknik sinemada çok kullanılır: 24 (Surnow ve Cochran), Kill Bill (Tarantino), Requiem for a dream (Aronovski), Rear Window (Hitchcock). Aynı anda bir insanın yüz ifadesini ve gördüklerini görürsünüz. Yahut iki ayrı evde olanları… Aynı Şimdi’nin içinde gerçekleşen birkaç olayı bir ekrana sıkıştırabilen sinemadan fotoğrafa geçelim şimdi. Dikkat, ekran bölmek yerine aklımızı ikiye böleceğiz ve iki farklı şeyi aynı anda akledeceğiz…

Fotoğraflar sadece objektifin önünü değil arkasını da gösterir. Fotoğrafçı yüksek bir duvar üzerinde miydi yoksa yere mi uzanmıştı? Fotoğrafçının konumu hakkında fikir vermeyen yani objektif bir fotoğraf çekemezsiniz. Peki ya panoramik çekimler veya uydu fotoğrafları? Read the rest

Ingmar Bergman ve 7.Mühür (The Seventh Seal) »

– Mutsuz görünüyorsunuz?
– Canımı sıkan biriyleyim.
– Kim?
– Kendim.
İsveçli yönetmen Bergman, siyah beyazdaki farklı kontrast ve tonlama perspektifiyle öne çıkan kendine has tarzı olan ve hatta yüzyüze görüşemeseler bile Andrei Tarkovski ‘yi bile etkilemiş bir adam. Cannes Film Festivali’nde “Jüri Özel Ödülü” alan filmi ise The Seventh Seal.
Filmin konusu bir şövalye(sağdaki) ölüme(soldaki) satranç maçı teklif eder ve eğer şövalye kazanırsa ölüm karşında serbest kalacaktır. Filmdeki satranç takımı Bergman öldükten sonra 143.000$ a satıldı. Ayrıca film 37 günde çekildi ve Bergman filmi çektikten sonra ölüm korkusunu yendiğini söyler.
Bergman, dini kullananların bazen sırf din adına ne denli gerçekten uzak ve “Veba”lı olduğu gerçeğini yüzümüze çarpar bu filmde. Hayatı savaşlarda geçen şövalyeye ölüm geldiğinde onu oyalayıp, bugüne kadar yüzleşmediği Varoluş, Tanrı ve Din ile yüzleşir.

Read the rest