Batan bir banka için dua ettikleri kadar Filistin’e dua etmediler »
By my on Şub 4, 2015 in Amerikan Saldırganlığı, FETÖ ve Gülenistler | 36 Comments
By my on Şub 4, 2015 in Amerikan Saldırganlığı, FETÖ ve Gülenistler | 36 Comments
By Dursun Kackar on Şub 3, 2015 in FETÖ ve Gülenistler | 1 Comment
“Bir kimse lanet edince, lanet edilen buna müstahak değilse, kendine döner” (Hadis) Gülenistler başkalarına beddua ettikçe lanet dönüp dolaşıp onları vuruyor; kendi başlarına giderek daha büyük felâketler geliyor.
“Bir kimse lanet edince, lanet edilen buna… par derindusunce-org
… Münafıklar üzerine okumak için…
(Son güncelleme: Üçüncü sürüm, 28 Ocak 2014)
Türkçe Olimpiyatlarını ve Türk okullarını sevmiştik. Gözü yaşlı vaizin Amerika’da yaşamasına alışmıştık. 1980 öncesinde komünizme karşı CIA ile işbirliği yapmasına “taktik” demiştik. Fethullah Gülen aleyhine açılan davalardan birinin iddianamesinde“pozitivist felsefeye karşı olmak” ile suçlanıyordu. Biz de karşıydık pozitivizme. “Aferin” dedik, “bizdensin”.
Bugün gerçek şu ki Fethullah Bey’in ekibi manşetle, kasetle hükümet devirmeye çalışan, yalan haberle Türkiye’yi ve Müslümanları sürekli zora sokan çirkin insanların tahakkümü altında. Bizim sevdiğimiz, güvendiğimiz “küçük eller” ise koyun sürüsü gibi suskun. Medyada, devlet kurumlarında, emniyet ve adaletin içinde çeteleşme, ergenekonlaşma var. Gülen cemaati dünya ile uğraşmaktan ahirete vakit ayıramıyor. Gülen cemaati bir cemaatten başka herşeye benziyor.
Kitabın ilk yarısında Fethullah Bey’i ve ekibini öven, yapılan iyi işleri savunan, destekleyen makaleler bulacaksınız. Bugün yaşadıklarımızla birlikte değerlendirince can acıtan bir soru kendini dayatıyor bize: Fethullah Gülen ve kurmayları bizi baştan beri kandırdı mı? Yoksa “küçük eller” dediğimiz masum insanların güzel teşkilâtı sonradan mı kokuştu? Kitabı buradan indirebilirsiniz.
Kaybedenler Klübü: Anti-demokratik bir muhalefetin kısa tarihi
T.C. kurulurken Hitler, Mussolini ve Stalin başrolleri paylaşıyordu. İki dünya savaşının ortalığı kasıp kavurduğu o korkunç yıllarda “bizim” Cumhuriyet gazetesi’nin faşizme ve faşistlere övgüler yağdırması bir rastlantı mıdır? Kemalistlerin ilâhı olan Atatürk’ün emriyle 80.000 Alevî Kürd’ün Dersim’de katledilmesi, Kur’an’ın, ezanın yasaklanması, imamların, alimlerin idam edilmesi, Kürtleri, Hristiyanları ve Yahudileri hedef alan zulümler de yine Atatürk ve onu ilahlaştıranlar tarafından yapılmadı mı?
Bu ağır mirasa sahip bir CHP ve Türk solu şimdilerde “İslâmî” olduğu iddia edilen bir cemaat ile, Fethullah Gülen’in ekibiyle ittifak içinde. Yobaz laiklerin, yasakların kurbanı olduklarını, baskı gördüklerini iddia ediyor bu insanlar. Ama bir yandan da alenen İslâm düşmanlığı yapan her türlü harekete hatta İsrail’e bile destek vermekten çekinmiyorlar. Tuttukları yol İslâm’dan daha çok bir ideolojiye benziyor: Gülenizm. Millî istihbarattan dershanelere, dış politikadan bankalara kadar her konuda dertleri var. Ama Filistin’de, Doğu Türkistan’da, Irak’ta, Suriye’de, Arakan’da zulüm gören Müslümanları dert etmiyorlar. Acayip…
Türk solu, CHP ve Fethullah Bey… Nereden geldiler? Nereye gidiyorlar? Elinizdeki bu kitap meseleyi tarihsel bir perspektifte ele almayı amaçlıyor.Buradan indirebilirsiniz.
Hükümeti devirmek isteyen birileri mi var?
4 Türk bankası çalışanlarını sömürmek, tüketiciyi kandırmak ve haksız rekabetten dolayı çok ağır cezalar yediler. Hemen ardından Türkiye tarihin en büyük anti-kapitalist ayaklanmasını yaşadık. Göstericiler “Sosyalist Türkiye” ve “yaşasın devrim” sloganları atarak orak-çekiçli pankartlar, Deniz Gezmiş posterleri taşıdılar. Tuhaf olan ise bazı bankaların ve holdinglerin bu ayaklanmaya destek olmasıydı. Anti-kapitalist göstericiler 20 gün boyunca İstanbul’un en lüks otellerinden birinde bedava kaldılar. Tuhaflıklar bununla da bitmedi. CNN, BBC, Reuters ve daha bir çok medya kuruluşu bir kaç sene önce, üstelik yabancı ülkelerde çekilmiş yaralı ve ölülerin fotoğraflarını “Türkiye” diyerek servis etti. Tayyip Erdoğan’a destek için toplanan AKP’lilerin fotoğrafı CNN tarafından kazayla(?) “Ayaklanmış Protestocular” olarak yayınlandı.
Dünyada da tuhaf şeyler oldu:
“Kazalar” bu kadar çoğalınca insanlar ister istemez bazı şeyleri sorguluyor:
Elinizdeki kitap bu sorulara ve darbe iddialarına cevap arıyor. Buradan indirebilirsiniz.
Genel seçimler yaklaşırken başladı Taksim Gezi Parkı olayları. İnsanlar öldü, yaralananlar, tutuklananlar oldu. Taksim’deki sanat galerileri bile yağmalandı. Maddî zarar büyük: Yakılan otobüsler, özel araçlar, iş yerleri. Ancak hâlâ isyancıların ne istediğini bilmiyoruz. Taksim Dayanışma Grubu’ndan çelişkili açıklamalar geliyor. Polisi ya da göstericileri suçlamadan önce şunu bilmek gerekiyor: “Çapulcular” ne istiyor? Daha fazla demokrasi? Sosyalizm? Devrim? Darbe? Elinizdeki e-kitap bu sorulara cevap arıyor. Buradan indirebilirsiniz.
By admin on Şub 2, 2015 in Site İstatistikleri | 0 Comments
Bu yılın başından beri e-kütüphanemizden 33.486 kitap indirildi. Felsefe, sanat ve tarih kitapları siyasetten çok daha fazla ilgi gördü. Bilimin putlaşmasını sorgulayan Bir Pozitivizm Eleştirisi ve Maymunist imanla nereye kadar? İsimli iki kitabın 2000den fazla okunarak ilk iki sıraya yerleşmesi özellikle sevindirici. Yayınlandığı günden beri 5 yıldır her ay ilk 10’a giren Derin insan bu ay da 1803 okumayla şaşırtmadı bizleri. Kitap Tanıtan kitaplar da ilk 15’teki yerlerini aldılar. Her biri 40’tan fazla yazar ve kitapla tanışma imkânı veren bu kolektif eserler bütün zamanların en iyileri arasında. Son yıllarda sanata ve sanat tarihine daha fazla yer ayırdık sayfalarımızda. Ayrıca sanat-din ilişkisine de önem verdik. Bu çabamızın karşılıksız kalmadığını görmek, özellikle de Senin tanrın çok mu yüksekte? ve Soyut Sanat Müslümanın Yitik Malıdır isimli e-kitaplarımızın ilk 15’e girmesi son derecede sevindirici.
Türk solunun ve solcularımızın şiddetle, terörle, intihar bombacılarıyla yollarını ayırmakta zorluk çekmesi sebebiyle sol-şiddet ilişkisi ocak ayında sık sık gündeme geldi. Derin Marx biraz da bu yüzden ilgi görmeye devam eden bir kitap. Ne yazık ki Türkiyeli solcular Marx’ı ve Marxist literatürü yeterince okumuyorlar. Bu kitabımızın söz konusu boşluğu bir nebze olsun dolduracağını ümid ediyoruz.
Türkiye siyasetinin müzmin hastalığı muhalefetsizlik. Halkına güvenmeyen hatta “aptal” diyen, oy sandığından başka her yola baş vuran tuhaf bir muhalefetimiz var. Son olarak hükümeti devirmek için mini etek ve dekolte giymeyi tavsiye eden muhaliflerle bu “strateji” dibi buldu. Okurlarımız da bu acayipliği sorguluyor olmalı ki Fethullah Gülen’i iyi bilirdik ve Kaybedenler Klübü‘ne büyük ilgi gösterdiler.
Barış sürecini takip eden müspet gelişmeler Kürtlerin kültürüne ve tarihine olan ilgiyi arttırdı. Kürt Tarihi Üzerine yayınlandığı ilk günden beri ilk 10’dan düşmeyen bir kitap. İlk 10 ve ilk 15 listelerinin tanıdık kitaplarından bir diğeri Suzan Nûr Başarslan’ın kaleme aldığı Roman nedir? Nasıl Yazılır?. Zaman, mekân, konu, tarz ve daha bir çok temel konuda roman yazmanın inceliklerini sunun e-kitap genç yazarların ilgisini çekmeye devam ediyor. Zaman’ın eskitmediği kitapların sonuncusu Derin Zaman. İnsanlık tarihi kadar eski bir soru varsa “Zaman nedir?” olmalı. Fizik bilimi ve ontoloji kadar iyilik, şans ve kader gibi ahlâkî sorgulamalara kadar uzanan rengârenk bir konu Zaman.
Evet… Ocak ayında en çok okunan ilk 15 kitabın listesi şöyle:
1. Bir Pozitivizm Eleştirisi | 2336 |
2. Maymunist imanla nereye kadar? | 2165 |
3. Derin insan | 1803 |
4. Derin Zaman | 1531 |
5. Kitap Tanıtan Kitap 1 | 1333 |
6. Derin Marx | 1318 |
7. Kürt Tarihi Üzerine | 1289 |
8. Senin tanrın çok mu yüksekte? | 1247 |
9. Tarih şaşırmaktır | 1176 |
10. Kitap tanıtan kitap 2 | 1135 |
11. Fethullah Gülen’i iyi bilirdik | 1071 |
12. Ölümden bahseden kitap | 1067 |
13. Kaybedenler Klübü | 991 |
14. Soyut Sanat Müslümanın Yitik Malıdır | 783 |
15. Roman nedir? Nasıl Yazılır? | 782 |
By my on Şub 1, 2015 in Avrupa, Hz Mevlânâ, Keşkül Yazıları, Tasavvuf, Uygar(?) Batı | 4 Comments
(Keşkül Dergisinde yayınlandı)
Her şeyin fiyatını bilip değerini bilmeyen bir kültürün çocukları Mesnevî’nin kıymetini anlayabilir mi? René Guénon’un tabiriyle Avrupa’da yaşayan insanlar “nicelik tahakkümü” altında ve bu koşullarda İnsan’ı hayvanlardan ayıran niteliklerin anlaşılması imkânsız görünüyor. Çünkü “anlamak / öğretmek” insanın bilmediklerini bildikleri cinsinden ifade edilmesiyle olur. Peki Avrupalıların hiç bilmediği Mevlânâ’yı iyi bildikleri ekonomik değerler cinsinden ifade edebilir miyiz? Yani borsa endeksleri, Amerikan doları, Japon yeni gibi değerleri kastediyorum. Bunları kullanarak insanî değerleri anlatabilir miyiz?
İnsanî değerlerle menkul kıymetleri aynı kefeye koymamız belki Tasavvuf’a aşina insanları şok edecek. Ama “değer / kıymet / value(ing.) / valeur(fr.)” gibi kelimelerin böyle hoyratça kullanılmasına hiç itirazınız yok mu? … diye sorasım gelir. Alıp satma serbestliğine “hürriyet” denilen bir coğrafyada nefsin kölesi olmayı (ve ondan kurtulmayı) kimseye anlatamazsınız ki! Biraz karamsar mı oldu? Yine René Guénon’un şu sözlerini hatırlayalım:
“… Modern Batı insanların daha az çalışıp kanaatkâr olmasına tahammül edemez. Sadece nicelik önemsenir ve 5 duyu ile algılanmayan ne varsa yok hükmündedir. Bu yüzden maddî üretim yapmayanlar “tembel” damgasını yerler. Şark insanına yönelik önyargılar büyük ölçüde buradan beslenir. Hatta dindar geçinenler nezdinde bile maddî karşılığı olmayan tefekkür gibi faaliyetler alay konusudur.
Böyle bir dünyada insan aklının ve iç dünyasının kıymeti yoktur. Çünkü bunlar görünmez, dokunulmaz, sayılmaz ve terazide tartılmaz. Ne kadar anlamsız olursa olsun dışarıdan görünebilecek eylemlerin kıymeti vardır. Bu yüzden Anglo-Saxon kültüründeki spor saplantısının her geçen gün topluma sirayet etmesine şaşmamak gerekir. Bu dünyanın ideali kas gücünü azamî geliştirmiş olan “hayvanî insan” denebilecek bir yaratıktır. Hayran olduğu kahramanlar ise kaba saba olsa bile sporculardır. Halkı coşturan onların başarıları, rekorlarıdır. Böyle bir toplum insanlıkta dibi bulmuştur ve sonu yakındır …” (Modern Dünyanın Krizi)
Evet… Manevî değerler ile maddî değerlerin birbirine karıştığı tuhaf bir devir Read the rest
By Aylin do Nascimento on Oca 31, 2015 in Amerikan Saldırganlığı, Kitap Alıntısı, Uygar(?) Batı | 1 Comment
“… Batılı bir yabancı orduya direnirse ‘vatansever’ denir. Eğer Batı ordularına direnen varsa ‘fanatik / terörist’ veya ‘yabancı düşmanı’ olur; sadece aşağılanmayı ve nefreti hak eder. Zaten Batılılar ele geçirdikleri her yerde bu işgali “adalet, özgürlük ve uygarlık” adına yapmıyorlar mı? Herkesi kendileri gibi düşünmeye mecbur edip farklı fikirleri yasaklamıyorlar mı? […] Batıda iki türlü insan var. Saf olanlar “uygarlaştırma misyonu” gibi süslü sloganlara aldanıyorlar. Bunlar açgözlülere ve şiddet yanlısı insanlara alet olduklarının farkında değiller. […] Doğulular Batıyı işgal etmeye çalışmıyorlar. Avrupalıların eziyetinden ve işgalinden kurtulmakla meşguller. Batının bu işgali doğuluların zihniyetini bile kontrol altına almakta. Ama ne acayip ki saldırganlar kendilerini mağdur gibi gösteriyor …”
… Bu konuda okumak için…
Derin Lügat Maddesi: Amerikanca / American Language / اللغة الأمريكية
Bayrak yakmanın ve Amerikan/İsrail mallarını protesto etmenin dışında bir şeyler yapmak gerektiğini düşünenler için yapılmış bu çalışmayı ilginize sunuyoruz. ABD desteği son bulmadan Ortadoğu’nun psikopatı İsrail’in saldırganlığı bitmeyecek ve Ortadoğu’ya huzur gelmeyecek gibi görünüyor. Vietnam’da ve Latin Amerika’da yaşanan katliamlar Ortadoğu’da devam ediyor. Ancak ne askerî ne de ekonomik olarak bu iki ülkeye üstünlük sağlayamayan insanlar Afganistan’da, Filistin’de, Irak’ta ABD bombaları altında can vermeye devam ediyorlar. Barışçı yollarla bir şeyler yapmaya niyetli, “yangına gagasıyla su taşıyanlar” ise Amerikan kamuoyunu uyarma çabasında. Fakat ne yanmış yıkılmış okullar, ne de kolları bacakları kopmuş bebek fotoğrafları Amerikalıların vicdanını uyandıramadı. Amerikalılar neden bu kadar gaddar? Dünyanın geri kalan kısmında yaşayan insanlara karşı niçin bu denli acımasız? Amerikan’ın bu saldırganlığı sıradan Amerikalılara da büyük zarar veriyor aslında. Sadece Irak’ın işgali için harcanan yüz milyarlarca dolar ile ülkelerini baştan yapabilir, zengin-fakir demeden herkese yüksek kaliteli sağlık ve eğitim hizmeti götürebilirlerdi. Oysa milyonlarca Amerikalı sefalet içinde yaşıyor. Kimi ekonomik kriz yüzünden kimi Katrina kasırgası gibi bir doğal felaketlerden dolayı evini, işini kaybetti. Devlet ise bu insanları yüz üstü bıraktı. Neden? Bu 37 sayfalık kitap klişelerin ötesinde bir bakış açısı öneriyor. Buradan indirebilirsiniz.
By Tahsin K. on Oca 29, 2015 in Kemalizmin Zararları | 2 Comments
…Kemalcilik ve Atatürkizm üzerine e-kitap…
Evet… Tarih şaşırmaktır. Atatürk’e şaşırmak, Kürtlere şaşırmak, Lozan’a şaşırmaktır. Geçmişe hayret edip bugüne eleştirel bakabilmek, yarını hazırlamaktır Tarih. Geçmişe değil geleceğe dönüktür amacı. Özetle siyasî bir propaganda aygıtı değildir. Gaz vermek, “Asker millet” üretmek, atalarımızla gurur duymak için tarih araştırılmaz. Eğer resmî tarihin beyin yıkamasından bıktıysanız bu kitap ilginizi çekecektir…Buradan indirebilirsiniz.
Alaturka Laiklik: “Beni bir bir sen anladın, sen de yanlış anladın!”
Türkiye Cumhuriyeti’nde Alevîlere zorla Sünnî İslâm öğretilirken Sünnîlerin başörtüsü devlet dairelerinde yasaktı. Türk Ordusu’nun istihbaratı camileri ve namaz kılanları fişliyordu. Hristiyan Ermenilerin ne kiliseleri, ne yetimhaneleri ne de cemaat lideri seçimleri özgürce yapılamıyordu. Rumların ruhban okulları özgür değildi. Yahudiler diğer gayrı Müslimler gibi askerde ayrımcılığa uğruyordu. Ateistlerin kitapları, internet siteleri yasaklanabiliyor, kapatılabiliyordu. Gayrı Müslimlerin alın teriyle biriktirdikleri vakıf malları 1970′lerde gasp edildi, daha yeni geri verildi. Sahi Laiklik neye yarıyor? Bu kitap son yıllarda Türkiye’nin gündemine gelen, birbirinden ayrı gibi duran ama çekirdeğinde Yobaz Laiklik Meselesini barındıran konuları ele alıyor.Buradan indirebilirsiniz.
“Kemalizm Türk kadınına özgürlük verdi” gibi sloganlarla düşünmeye daha doğrusu ezberlemeye itildiği için sık sık şaşırmaya mahkûm bir kuşak bizimki. Tarihi, belgeleri, siyasî söylemleri ve sloganları aklın imtihanına tabi tutan herkes hayretler içinde kalıyor. “İyi de biz bunu bunca sene nasıl yuttuk?” diye sormaktan alamıyoruz kendimizi. Kemalist düşüncenin, çağdaşlığın ve Atatürk devrimlerinin yılmaz bekçisi “çağdaş Türk kadını’nın sesi” Cumhuriyet Gazetesi’nin başyazarı olan Yunus Nadi kadınların siyasete atılmasına nasıl tepki vermiş meselâ? “Havva’nın kızları, Meclis’e girip yılın manto modasını tartışacak” Kadınlar Halk Fırkası kapatılınca yerine Türk Kadınlar Birliği kurulmuş. O da kapatılınca Cumhuriyet Gazetesi’nde şu başlık atılmış: “Türk Kadınlar Birliği kapatıldı, fesat çıkaran hatun kişilere haddi bildirildi.” Derin Düşünce Fikir Platformu yakasını resmî tarihten kurtarmak isteyen okurlarına ezber bozan bir kitap öneriyor : Kadın hakları ve Kemalizm ilişkisine alternatif bir bakış
By Şivan Taşkıran on Oca 28, 2015 in Komünizm, Marxizm, Sosyalizm, Türk Solu, Yunanistan | 0 Comments
… Türk Solu ve şiddet üzerine okumak için…
Etrafınızda “ben solcuyum” diyen kaç kişi var? Birgün Ya da Cumhuriyet Gazetesi, Türk Solu Dergisi okuyan? Yürüyüşlerde Marx, Lenin, Deniz Gezmiş ve Atatürk posterlerini yanyana taşıyan kişileri tanıyor musunuz? İşçi sendikalarında aktif rol oynayan dostlarınız var mı? Bu insanlar hasretle beklediğimiz sol muhalefeti kuramadılar bir türlü. Neden?
Marxist ve Marxçı (Marx’a dair ama marxist olmayan) miras ile yüzleşmedi Türk solcuları. Oysa Marx anlaşılmadan hiç bir sol projenin anlaşılmasına da imkân yok. Leninist, Stalinist, Maoist… Hatta Kuzey Avrupa’nın sosyal demokrat modellerini de çözemezsiniz. Marx’ın bıraktığı yerden devam edenleri anlamak için de gerekli bu okuma; dünya soluna bugünkü şeklini veren düşünürleri anlamak için: Rosa Luxemburg, Ernst Thälmann, Georg Lukács, Max Adler, Karl Renner, Otto Bauer, Walter Benjamin, Jürgen Habermas,… Buradan indirebilirsiniz.
Kendini « sol » olarak tarif eden hareketler hiç olmadıkları kadar zayıf ve bölünmüş bir tablo çiziyorlar bugün. Türk Solu Dergisi’nin ırkçı söylemlerinden CHP’nin darbe çağrılarına uzanan bir kafa karışıklığı hakim. Muhalefet boşluğunun müzmin bir hastalığa dönüştüğü şu dönemde Türk solu bu boşluğa talip olabilir mi? Daha önce Dikkat Kitap kategorisinde yayınladığımız Pozitivizm Eleştirisi gibi bu kitap da Türkiye’deki sola tarafsız bakan bir çalışma. İyimser görüşler kadar geçmişe dönük ağır eleştiriler de var. İlginize sunduğumuz 82 sayfalık bu kitap Türkiye’deki “sol” grupların sorgulamalarına, projelerine ışık tutmak amacıyla derlenmiş makalelerden oluşuyor. Kitabı buradan indirebilir ve paylaşabilirsiniz. Ele alınan başlıca konular: Solda özgürlükçü hareketler, 68 Kuşağı, Devrimci sol, Kemalizm, ulusalcı sol akımlar, Sol ve İslâm, Cumhuriyet Gazetesi.
Sosyalizm İslam’a uyar mı? (Tartışma)
Bir yanda zekât üzerinden eşitlikçi bir İslâm yorumu yapan anti-kapitalist Müslümanlar. Diğer tarafta bir türlü iktidar olamayan, sosyalizmi bilmeyen, kemalizmi demokrasi zanneden devletçi, hatta darbe yanlısı bir Türk solu.
Türk solu geçmişiyle yüzleşemekten korkuyor. Solcunun solcuyu katlettiği 1 Mayıs 1977 bir tabu. Deniz Gezmiş’in ulusalcı duruşunu da eleştiremiyorlar. Evet… Türk solcuları iktidara yürümek için bir koltuk değneğine muhtaçlar. Peki ya İslâm? Sosyalizm İslâm’a ne kazandırabilir? Sosyalist devletlerin Müslümanlara yaptığı onca eziyetten sonra Müslümanlar sosyalizm ile ittifak yapabilir mi? Derin Düşünce okurları tartıştılar, biz de kitaplaştırdık. Buradan indirebilirsiniz.
By Aisha Benghazi on Oca 28, 2015 in hizbullah, islamcilik, İsrail, Suriye | 0 Comments
… Bu konuda e-kitap okumak için…
Sunuş: Müslümanlar dünyanın toplam nüfusunun %20’sini teşkil ediyorlar ama gerçek anlamda bir birlik yok. Askerî tehditler karşısında birleşmek şöyle dursun birbiriyle savaş halinde olan Müslüman ülkeler var. Dünya ekonomisinin sadece %2-%3′lük bir kısmını üretebilen İslâm ülkeleri Avrupa Birliği gibi tek bir devlet olsalardı Gayrı Safi Millî Hasıla bakımından SADECE Almanya kadar bir ekonomik güç oluşturacaklardı. Bu bölünmüşlüğü ve en sonda, en altta kalmayı tevekkülle(!) kabul etmenin bedeli çok ağır: Bosna’da, Filistin’de, Çeçenistan’da, Doğu Türkistan’da ve daha bir çok yerde zulüm kol geziyor. Müslümanlar ağır bir imtihan geçiyorlar. Yaşamlarını şekillendiren şeylerle ilişkilerini gözden geçirmekle başlıyor bu imtihan. Teknolojiyle, lüks tüketimle, savaşla, kapitalizmle, demokrasiyle , “ötekiler” ile ve İslâm ile olan ilişkilerini daha sağlıklı bir zemine oturtabilecekler mi? Müslüman’ın Zaman’la imtihanı adındaki 204 sayfalık bu kitap işte bütün bu konuları sorgulayan ve çözümler öneren makalelerden oluşuyor.
İslâmcılık, Devrim ile Demokrasi Kavşağında
“[…] Hakikatin muhatabı insanlardır, devletler değil. Hakikat bir iktidar söylemi olamaz ve bir iktidara uyruklaştırılamaz. Nitekim şu anda İran rejimi devrimci niteliğini yitirdiği gibi, uyguladığı abartılı ve akıl dışı baskılarla da, insanları giderek İslam dışı arayışlara itmekte. Aynı şeyleri Osmanlı’da ve tersinden Türkiye’de de yaşamadık mı?”
Böyle diyordu Ümit Aktaş kendisiyle yaptığımız röportajda. Müslümanlar “modern” bir dünyada Müslümanca yaşamanın yollarını arıyorlar Türkiye’de, iran’da, Mısır’da ve Avrupa’da, Amerika’da… Kâh demokratik yöntemler kâh devrimler, isyanlarla. Bu arayış bir çok faktörü hesaba katmayı gerektiriyor çünkü çok şey değişti 1400 yıldır: Teknoloji, ekonomi, toplumsal hayat.
Müslümanca yaşamak için devletin de “Müslüman” olması mı gerekiyor? Bu o kadar net değil. Çünkü İslâm’ın gereği olan “kısıtlamaları” insan en başta kendi nefsine uygulamalı. Adı “İslâmî devlet” konsa bile dinî mecburiyet ve yasakların kanun gücüyle uygulanması vatandaşı çocuklaştırıyor ister istemez. Dahası iyi-kötü ayrımı yapmak, iyiden yana tercih kullanacak cesareti bulmak gibi insanî güzellikler devletin elinde bürokratik malzeme haline geliyor.
21ci asırda Müslümanca yaşamak için İslâm’ın özüne dair olanı, değişmezleri koruyup son kullanma tarihi geçmiş geleneklerden kurtulmak kolay olmayacak. AKP’yi iktidara taşıyan fikrî yapıyı, Demokrasi – İslâm ilişkisini, İran’ı ve Milli Görüş’ü sorguladığımız bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.
By Katrin Baskiotis on Oca 28, 2015 in feminizm, Kadın, Kitap Alıntısı | 0 Comments
“… Kadının kişiliğini yaratan ne terbiye, ne baskı. Ona özellik veren aşk ve omuzlarına yüklendiği misyon. Çağdaş toplum kadını erkekleştirme yolunda. Cemiyeti değerli bir yardımcıdan mahrum eden bir yöneliş bu. Üstelik kadına mutluluk da getirmiyor. Mutluluk vaadi laf.
Kadının içinde bulunduğu şartlar… bundan daha büyük adaletsizlik olur mu? Neden kadın erkeğe boyun eğmek zorunda kalsın? Erkeğe, yani yaratılışı bakımından, hatta ahlâk ve zekâ bakımından kendisinden daha aşağı bir varlığa. Neden herkesten küçük görülsün? Niçin en büyük sayılan zevklerin dışında bırakılsın? Neden erkek kadar hakları yok? Neden erkek için şeref sayılan, kadın için yüz karası? Erkekten daha ahlâklı olması neden istenir? Neden çok daha büyük fedakârlıklara zorlanır?
Bütün bu haksızlıklar erkeğin eseriydi bana göre. O, hayatta aslan payını kendine ayırmıştı. Kısacası, bir adaletsizlikti bu. Ve kolayca ortadan kaldırılabilirdi.. Bu sözde haksızlıklar kadının misyonundan, bu misyonun bizde yarattığı eğilimden doğuyordu. Bizde, yani bütün kadınlarda. Kadın bu misyonu başarabilsin veya başaramasın.. Eşitsizliğin kaynağı, toplumdaki âhenk. Orgdaki ses âhengi çeşitli boylardaki borulardan gelir. Toplumdaki âhenk de ayrı ayrı misyonları, ayrı ayrı özellikleri olan kadınla erkekten …”
… Bu konuda e-Kitap okumak için…
Kadınlar… Günümüzün Don Kişotları
Suzan Başarslan’ın dediği gibi “kadına dair söylenmesi gereken ne kadar söz varsa erkeğin söylediği” bir dünya bu. Sadece söz mü? Yaşama hakkı bile. Bugün Çin’de ve Hindistan’da yüzbinlerce kız bebek daha doğmadan ultrason ile ana karnında görülüp yok ediliyor. Erkeklerin güç mücadelesinde kadınlar eziliyor. Cumartesi anası oluyor, cezaevlerinin önünde sıra bekleyen, şehit tabutlarının üzerinde ağlayan oluyor. Şampuan veya otomobil satarken bedenini kullandıran, arka planda, silik, soyunan, tüketen, “figüran”… Kadınlara özne olma hakkını vermeyen erkekler mi yoksa bu hakkı alamayan kadınlar mı? Kadınlıklarını kaybetmeden, erkekleşmeden var olabilecek mi birgün kadınlar? 96 sayfalık bu kitapta Kadın’a ait kavgaları ve Kadın’ın kimlik arayışını sorguluyoruz. Buradan indirebilirsiniz.
“Kemalizm Türk kadınına özgürlük verdi” gibi sloganlarla düşünmeye daha doğrusu ezberlemeye itildiği için sık sık şaşırmaya mahkûm bir kuşak bizimki. Tarihi, belgeleri, siyasî söylemleri ve sloganları aklın imtihanına tabi tutan herkes hayretler içinde kalıyor. “İyi de biz bunu bunca sene nasıl yuttuk?” diye sormaktan alamıyoruz kendimizi. Kemalist düşüncenin, çağdaşlığın ve Atatürk devrimlerinin yılmaz bekçisi “çağdaş Türk kadını’nın sesi” Cumhuriyet Gazetesi’nin başyazarı olan Yunus Nadi kadınların siyasete atılmasına nasıl tepki vermiş meselâ? “Havva’nın kızları, Meclis’e girip yılın manto modasını tartışacak” Kadınlar Halk Fırkası kapatılınca yerine Türk Kadınlar Birliği kurulmuş. O da kapatılınca Cumhuriyet Gazetesi’nde şu başlık atılmış: “Türk Kadınlar Birliği kapatıldı, fesat çıkaran hatun kişilere haddi bildirildi.” Derin Düşünce Fikir Platformu yakasını resmî tarihten kurtarmak isteyen okurlarına ezber bozan bir kitap öneriyor : Kadın hakları ve Kemalizm ilişkisine alternatif bir bakış
By my on Oca 27, 2015 in Edward Hopper, Figüratif Sanat, Resim Sanatı | 0 Comments
Bekleyiş bir kavşaktır; iki dünyanın kesiştiği yerde
“… Bekleyiş fizikî olduğu kadar fikrî bir tavır değil midir? Bekleyiş bir kavşaktır, iki dünyanın kesiştiği bir yer… Bir“içerisi” vardır ve bir de “dış” dünya. Camdan dışarı bakan insan herhalde bunun en güzel rumuzu olmalı. Pencerede veya kapıda bekleyen insan figürü bu iki mekân arasındaki münasebeti sorgular. Edward Hopper’ın eserlerindeki iç mekânlar ve şehir manzaraları bu sorgulamanın temel iki mevhumudur. Birbirini dışlayan iki mevhum …” (Emmanuel Pernoud)
Edward Hopper’ın ünlü bir tablosuna bakıyoruz: People in the sun. (1963, Smithsonian American Art Museum). Zaman sanki durmuş gibi. Sessiz ve güneşli bir öğleden sonra, iyi giyimli insanlar birbirleriyle konuşmaksızın güneşleniyorlar. Ama plajdaki insanların aksine giyinikler. Ayaklarında çoraplar var; şapkalı hanımın boynunda bir eşarp. Hava serin olmalı. Bir dağın yamaçlarındalar, belli. Thomas Mann’ın romanı Büyülü Dağ’daki sanatoryumun sakinleri geliyor hemen akla:
“… Öğlen yemeğinden sonra, o güzel günlerde pansiyonerlerin büyük bir kısmı yemek salonu önündeki terasa yerleşip bir müddet hareketsiz kalmayı adet haline getirmişlerdi …”
Ressamımız Hopper bu romanı 40’lı yılların sonunda okumuş. Zaman üzerine ilginç bir tefekkür olan eserden kalıcı şekilde etkilendiğini düşünüyorum. Zira bir çok tablosunda bekleyen insanlar görürsünüz. Hareket edenler bile (Nighthawks’taki barmen, Gas’teki benzinci…) adeta donup kalmışlar. Bu figürlerde insanı şaşırtan şeylerden biri Read the rest