RSS Feed for This Post

Sevgililer Sevgilisi bugün bize geliyor dense ne yapardık?

20080421_derindusunceorg_kd.jpg 

  Bu günlerde her yerde İnsanlığın İftihar Tablosu konuşuluyor. O’nun kokusu sanki her yanımızı sarmış gibi. Gazetelerde O.. dergilerde O.. televizyonlarda O.. konferanslarda O.. evlerimizde O.. gönüllerimizde O. Bende sizin ve tüm insanlığın Kutlu Doğum Haftasını gönülden kutlarım….   

Bir Kutlu Doğum Haftası insana ne anlatmalı? Cemaatle kılınan namazlar, kulak  verilen sohbetler ve belki de bir mevlid dinlemek midir bugünleri değerlendirmek?

Televizyonda izlenen bir mevlid programıyla üzerimize düşen vazifelerden azat mı oluruz?

Bunları söyleyen genç adam devam etti:  İnsanları dinleme moduna getirebilmek bile büyük emek ister. Hâlbuki insan dinlediğinin ötesinde düşünmeli, düşündüklerini de uygulayabilmelidir. Yıllardır kandiller, ramazanlar, bayramlar kutluyoruz. Belki de yüzlerce kez güzel sözlere kulak verdik, kulaklarımızı aşina ettik. Ama geriye dönüp bakın bir hele; ne kadar yol almışız. Ben kendim yol alamadığımı söylemeliyim. Kalbim titremiyor, Allah’ın adı anıldığında içimde birşeylerin değişmesini istiyorum, aklım söylüyor; ama kalbim hissetmiyor. Peygamber’imiz(sas) diyoruz; ama O’na sevginin nasıl gösterileceğini bilmiyorum. İnandıklarımız, hayatımıza neden şekil vermiyor? Uygulamaya geçmeyen onlarca şeyin içinde umutsuzluk girdabında boğulup gidecek miyiz?

Kafalardaki bu sorulara birisi şu sözleriyle cevap vermeye çalıştı: Hak yola yeniden girme, Hakk’a yönelme adına işe tövbeyle başlamalı, Yüce Yaradan’la yeniden muvafakata varmalı.

İnsan eski alışkanlıklarından kurtulma adına kendini muhasebeye çekmeli. Sonra kalbin çırası, ruhun gıdası olan tefekkür yoluna çıkılmalı. Çünkü tefekkür, hadiselerden ibret almaktır.

İnsan, dünyanın debdebesinden Allah’a sığınmalı. İman, ibadet ve ihsan ruhunun

asıl vatanı olan kalbe yönelmeli ve “Ey kalbleri evirip çeviren Allah’ım! Kalbimi dininle sabitleyip perçinle!” demeliyiz. Allah’ın arzu etmediği şeylere maruz kalacağımız endişesi taşımalıyız.

Ama bunun yanında Allah’ın lütuf ve ihsanlarının da yanımızda olacağı ümidini hiç yitirmemeliyiz. Haram ve helallere karşı hassas olmalıyız. Hayat ve davranışlarımız gerekli, lüzumlu şeylere;

yani Allah’a, Peygamber’e kilitlenmiş, gereksiz fâni ve zâil şeylere ise gerektiği kadar yer ayrılmış olmalı. Biz, Allah’ın emirlerini yerine getirip yaşama ve O’na kulluk sorumluluklarını temsil etmenin yanında gerçekten bir “kul” olduğumuzu göstermeliyiz. Bu sayılanları yapmak için insanın

epey bir mesafe alması gerekmez mi? Evet! Bunlar için hayatımızı yeniden gözden geçirmeliyiz.

Önceliklerimiz neler, onları yazmalı; sonra bunların karşısına Yüce Yaratıcı’yı ve O’nun Resulü’nü koymalıyız. Hangi taraf daha ağırlıklı, hangi taraf daha dolgun bir bakalım! İnsan bilmediğinin düşmanıdır. İnsan ilmediğine uzaktır, soğuktur. Biz, bize Allah (cc)’ın sözlerini getiren o yüce Nebi’yi tanımaktan, O’nu hissetmekten belki de anlamaktan uzağız. Sanki söylenilenler bize değilmiş gibi bir haldeyiz. Hayatımız hep ertelemeler, geçiştirmelerle dolu. Halbuki bir Kutlu Doğum Haftası’nı hissedebilmeli, yaşamalı, kalben duyabilmeliyiz. Belki de en önemlisi Efendimiz (sas)’i bugünlerde evine davet edebilecek cesareti gösterebilmekten geçiyor.

Alemlere rahmet olarak gönderilmiş o insan bu hafta evlerimizi ziyaret ediyor olsaydı, evimizde ne gibi değişiklikler yapar, hangi tavır ve davranışları hayata geçiştirmeye çalışırdık? O, son bir söz olarak şunları kaydetti:

“Büyük bir iş yapmak mı istiyorsunuz? Önce küçük bir adım atın. Her şeyi değiştirmeye kalkmayın. Önce kendi ruh dünyanızı restore edin. Bunun ardından evinizin de, eşinizin de çocuklarınızın da değişeceğini göreceksiniz.

Ey Sevgili

Ey sevgili!

Ey insanlığın gönlündeki sümbül!

Mademki bağban sensin, bu bağ niye sensiz kalsın?

Bizi yalnız bırakma. Ruhlarımızı sensizlik ateşi ile yakma!

Ey sevgili, en sevgili,

Sevgin öyle doldurdu ki kalbimi!

Hasretin öyle acıtıyor ki benliğimi…

Ne kadar isterdim

Ne kadar isterdim ya Resulallah!

Sen nefes alırken

Yeryüzünde nefes alıp veren,

Bir incecik ot olmak

Bir incecik ot olmak

Ve sen

Sevr’e tırmanırken kademinin altında

Yan yatıp

Hakka secdeye varmak

Ne kadar isterdim

Ya Resulallah

Aşkın olmasa, kalbim sevmeyi öğrenir miydi?

Bu müthiş zamanın dehşeti özletiyor Asr-ı Saadet’i!

Gel demeye bilmem dilimin kudreti kâfi mi?

Özledik efendim seni,

Gel Sevgililer Sevgilisi!

                                ( kutlu doğum anısına Rafet Günay)

 Gazetecilik Neden Dibe Vurdu?

Gazeteciler bizi bilgilendiriyor mu yoksa aldatıyor mu?  Gazetecilik galiba dürüstçe yapılmasına imkân olmayan bir meslek. Çünkü birbirine zıt işlerin aynı anda icra edilmeleri gerekiyor: Habercilik, savcılık, komiklik, amigoluk…  Gazeteci kendisine bilgi verebilecek herkesle iyi geçinmek için biraz politik davranmak daha doğrusu yalan söylemek zorunda. Ama aynı zamanda ondan gözü kara bir savcı gibi olayların üzerine gitmesi, iyi bir hâkim gibi dürüst olması da bekleniyor. Bir bilim adamı gibi konuları derinlemesine irdelemesi ama sıkıcı olmadan toplumun her kesimini eğlendirebilmesi… Gazetecilerden halkı aydınlatmaları isteniyor ama aynı zamanda da halka benzemeleri. Yoksa gazeteleri satılmıyor, TV kanalları izlenmiyor. Bu koşullarda “gazeteci gibi” gazetecilik yapılabilir mi? Derin Düşünce yazarları sorguluyor…

Buradan indirebilirsiniz.

 Alaturka Laiklik: “Beni bir bir sen anladın, sen de yanlış anladın!”

Türkiye Cumhuriyeti’nde Alevîlere zorla Sünnî İslâm öğretilirken Sünnîlerin başörtüsü devlet dairelerinde yasak. Türk Ordusu’nun istihbaratı camileri ve namaz kılanları fişliyor. Hristiyan Ermenilerin ne kiliseleri, ne yetimhaneleri ne de cemaat lideri seçimleri özgürce yapılamıyor. Rumların ruhban okulları özgür değil. Yahudiler diğer gayrı Müslimler gibi askerde ayrımcılığa uğruyor. Ateistlerin kitapları, internet siteleri yasaklanabiliyor, kapatılabiliyor. Gayrı Müslimlerin alın teriyle biriktirdikleri vakıf malları 1970′lerde gasp edildi, hâlâ geri verilmiyor. Sahi Laiklik neye yarıyor? Bu kitap son yıllarda Türkiye’nin gündemine gelen, birbirinden ayrı gibi duran ama çekirdeğinde Yobaz Laiklik Meselesini barındıran konuları ele alıyor.Buradan indirebilirsiniz.

 Derin Düşünce nedir?

Sitemizde siyasetten tarihe, kadın haklarından felsefeye, sanattan bilime kadar bir çok konudan bahsediyoruz. Ama zaman zaman da kendimizden söz ediyoruz. Derin Düşünce nedir?  Sitenin geçmişi, geleceği, ortak projeler, yazar olmak isteyenlere öneriler, okunma istatistikleri… Derin Düşünce’nin bir kimliği, tarihi ve kendine has “yaşam” tarzı var. Eğer aramıza yeni katıldıysanız bu kitap “yöre halkına” kaynaşmanızı kolaylaştıracaktır :)

 Liberalizmin Kara Kitabı

Liberalizm asırlardır bir çok aşamalardan geçmiş, tarihi olaylarla kendisini imtihan etmiş bir düşünce geleneği. Değişmiş yanları var ama sabitleri de var. Bu sabitlerin içinde liberalizmin tehlikeli yönleri hatta YIKICI UNSURLARI da var. Bunları ortaya çıkarmak için “doğru” soruları sormak ve liberal perspektifte kalarak yanıt aramak gerekiyor… Büyük bir kısmı bu gelenekten olan düşünürlerin fikirlerinden istifade ederek liberalizmin kusurlarını ele alıyoruz bu kara kitapta: Adam Smith, Mandeville, John Stuart Mill, Hayek, Friedman, Röpke, Immanuel Kant, Alexis de Tocqville, John Rawls, Popper, Berlin, Mises, Rothbard ve Türkiye’de Mustafa Akyol, Atilla Yayla, Mustafa Erdoğan… Liberallere, liberalimsilere ve anti-liberallere duyurulur. Buradan indirebilirsiniz.

Maymunist imanla nereye kadar?

Evrim ve Big Bang gibi konular genellikle sağlıklı biçimde tartışılmaz. İdeoloji ve inançlar, felsefî tercihler bilim-SELLİK maskesiyle çıkar karşımıza. Özellikle evrim tartışmaları “filanca solucanın bölünmesi” veya falanca Amerikalı biyoloji uzmanının deneyleri etrafında döner ve bir türlü maskeler inmez. Madde ve o Madde’ye yüklenen Mânâ maskelenir… Oysa perde arkasında tartışılan başkadır. İnsan’a, Hayat’a dair temel kavramlardır. Sadece et ve kemikten mi ibaretiz? Yokluktan gelen ve ölümle yokluğa giden, çok zeki de olsa SADECE VE SADECE bir maymun türü müdür insan? BİLİM DIŞINDA bir insanlık yoksa Aşk yoksa, Sanat yoksa, Güzellik yoksa ve Adalet yoksa Hayat‘ın anlamı nedir? Aşık olmak hormonal bir abartıysa, iyilik enayilikse, neden birbirimizin gırtlağına sarılmıyoruz ekmeğini almak için? Neden bir çocuğa tecavüz edilmesi midemizi bulandırıyor ve neden fakir bir insana yardım etmek istiyoruz? Taj Mahal’in, Ayasofya’nın, Notre Dame de Paris’nin değeri bir arı kovanı veya termit yuvasına eşdeğer ise, Mesnevî boşuna yazıldı ise neden Hitler’i lanetliyoruz ve neden Filistin’de can veren bebeklere üzülüyoruz? Maymun olmanın (veya kendini öyle sanmanın) BİLİM DIŞINDA, psikolojik, siyasî, ahlâkî, hukukî öyle ağır sonuçları var ki…  Evrim senaryosunu kabul etmenin etik ve siyasî neticeleri ve evrimciliğin etimolojik değeri … Derin Düşünce’nin yorumcuları tarafından konuşuldu. Biz de bu sebeple söz konusu iki tartışmayı 116 sayfalık bu kitapta topladık. Buradan indirebilirsiniz.

Trackback URL

  1. 1 Yorum

  2. Yazan:alperen Tarih: Nis 22, 2008 | Reply

    GÜL’E HASRETİZ
    ALPEREN GÜRBÜZER

    Allah Rasulünün bitkilerden en çok değer ver¬diği ve kokladığı “gül”, önce Mekke’de doğmuş, daha sonra o gül’ün kokusu bütün cihanı sarmıştır. Sevgiyle, fethedilemeye¬cek kale yoktur çünkü. Kılıcın yapamadığını çoğu kere gül tek başına yapabilmiştir. Gül, sevgilinin bakışlarındaki nur ve pırıltıdır. O pırıltıya, insanlar akın akın O’na koşar. O’nun sevgi dolu kolların¬da yeni bir hayata başlamanın sevincini yaşar.
    Gül’e sevgi dedik. Yani sevginin sembolü…
    Turi Sîna’da Musa (A.S)’a Allah (C.C.):
    “- Ya Musa benim için ne yaptın?” Musa (A.S.), bu hitab karşısında; “- Yarabbi, sizin için oruç tuttum, namaz kıldım, zekât ver¬dim…” der. Allah’ü Teâlâ (C.C.), Musa (A.S.)’a: “- Namaz, oruç, zekât vs. senin için.” Musa (A.S.) bir an şaşırır. “- Allah’ım, o halde sizin nezdinizde en makbul ibadet ne¬dir?” Bunun üzerine Allah (C.C.): “- Ya Musa benim indimde en makbul amel, benim için bir kulu sevmektir..” Evet, bir kulu sevmek, Allah için en güzel amel. Öyle bir sevgidir ki: “Ya Habibim sen olmasaydın… Sen olmasaydın… Sen olmasaydın, Kâinatı yaratmazdım” buyruğunda yer alan sır bir “gül”ün ifadesidir. Gül, aynı zaman da aşktır ve sevileni sevene, seveni sevilene bağlayan bir koku… Sevmenin alâmeti de seve¬nin sevdığine itaat etmesidir. Rasûlüllah (S.A.V.)’de, en yüce mertebede olduğu halde, “Emr olduğun gibi dosdoğru ol” uyarınca hep itaatkâr kaldı. Hilâl’in ışık kaynağı “gül” sayesinde mü’minler, vahye ve sünnete itaatkar oldu. Peygamberimiz(SAV) ümmetine; ‘amellerin en faziletlisi Al¬lah için sevmek ve Allah için buğz etmektir” ferman buyurarak, ne yapmamız gerektiğine dikkat çekmektedir. Bizleri şu Hadisi şerifleriyle uyarmıştır. “Şüphesiz yumuşak davranmak her şeyde olsa, onu süslendirir. Bir şey (söz, hal ve aşağıya hakeret) den alınırsa muhakkak onu lekelendirir.” Yine bir Hadisi şeriflerinde; “Öğretiniz, kolaylaştırınız, bir de öfkelendiğiniz zaman sus” diye ikaz etmişlerdir. Sevmek, yumuşaklık ve sükût hali gül’ü tanımlar. Allah (C.C.) ‘ın rızası iki şeyden ibaretir: 1. Allah’ın yaptığını beğenmek. 2. Kalb kırmamak, gönül yapmak. Allah (C.C.) Kur’an-ı Kerim’de; “İnsanlara iyiliği emrediyor, kendinizi unutuyor musunuz? Hâlbuki kitabı da okumaktasınız. Hiç mi aklınız ermiyor?” (Bakara Sûresi: 44) buyurmaktadır. Ayeti celileden de anlaşıldığı gibi başkalarına eziyet vermeyi men ediyor. Zaten insanlara eziyet vermek, haklarına tecavüz etmek nefsin “subuiye kuvvetinden”dir. Nefsin subuiye kuvvetinin fiiline: “münker” denir. Subuiye kuvvetinin terbiyesi için: yumuşak ol¬mak, kendimizi kusurlu görmek, sükût etmek, abdest ve gusul almak, “Euzübillahimineşşeytanirracim” demek kalbi zikirle meş¬gul etmek, gazaplanmada ölçüyü aşmamak, bir hiddete kapılıp da yüze vurmamak ve sükûtla meclisi terk etmek gibi gerekli unsur¬lardır. Resûlüllah (S.A.V.): “Biriniz gazaplandımı hüküm etmesin” buyuruyor. Hadisi şerif’den de anlaşıldığı üzere, insan her an nef¬sin subuiye kuvvetine kapılıp, gazaba gelebilir, bu durumda sükût etmenin etkili bir çözüm olduğu ortaya çıkıyor.
    Gönül, kalbin köşelerinden bir köşedir. Gönül konusunda Muhammed Şemseddin (K.S.) “Miftah’ül kulub” adlı eserinde uzun uzun bahseder. Gönüller açan bu kitabında özetle şu ifade¬ler yazılıdır: “Kalbe ilahi tecelli geldiği zaman, o gönül titremeye başlar. Titrerken de Allah’dan özel bir hediye ihsan edilir. Gelen hediye yumurta şeklinde bir cevher şişe olup, içi nur doludur. Rastgele bir kimse o gönüle dokunsa da o gönül kırılsa nurlar dökülür. Sıçrayan parçalar dokunan adamın, kalbine saplanır. İşte batını hastalıklar dokunan adamın kalbine bundan hasıl olur. Allah korusun öldürücü zehir gibidir. Allah cümlemizi kalp kır¬mayıp gönül yapanlardan eylesin. Gönlün dili “gül” dür. Karanlığı aydınlatan ışık ise Nübüvvet kokusudur. İslâm’da bir gönül kırmanın beşbin defa kabeyi yıkmaktan daha ağır olduğu vurgulanmıştır. Yunus Emre “bu yol bir gönlün içine girmektir” diyerek gönlün ehemmiyetini belirtmiştir. Hz. Ebubekir sıddık (R.A.) mağarada Peygamber (S.A.V.)’le başbaşa bulunduğunda, Resûlüllah (S.A.V.): “- Ya Ebubekir, gönlünü gönlüme bağla” demiş, böylece “Rabıta”nın ilk dersi verilmiştir mağarada… Gönlü gönle bağla¬mak rabıtadır. Necip Fazıl’ın, “O ve Ben” eseri ile “rabıtayı şerife” eserleri okunmaya değer. Üstad, kelimenin tam anlamıyla: “Kamil insanın gönlü, Hakkın aynasıdır” tarzında ifade ediyor. Kudsi hadis’de: “Bir kulu sevdiğim zaman onun dili ve eli olurum” beyanları “Rabıta” olayını, teyid eder. Yunus Emre Rabıtayı şöyle tarif eder: “1000 hacca gidip geleceğine bir gönle girmeye bak.” Evet, bu konuda gül’e hasret bir nesil olarak diyoruz ki: Gönlü muhabbet ateşiyle yanmayan ya cehennem ateşiyle yanacak ya da kabir ateşiyle yanacaktır. Başka ateş yok. Ya gönlü hak ateşin de “gül”e çeviririz, ya da dünyanın hevası ateşinde (Allah ko¬rusun) cehenneme… İnsan iki ateş arasında… Aşk ateşini tercih edenler gül deryasına dalıp, Allah aşkıyla her dem olur. Dünyanın hevası ateşine talib olanlar, zulmet bataklığına düşmekten kurtulamaz¬lar. Gül zulmü bertaraf eden tek silahtır. Nübüvvet nuru ise ışık¬tır. Güneşin dışı aydınlık, içi karanlıktır. İç aydınlık yalnız in¬sanda… İnsan onun için, insan “eşrefi mahlûkat”tır. Yaradılmışların en üstünü. Sevginin çilesi yalnız insanda. Bu günkü insanlık düştüğü girdabtan çıkabilmek için, sevgiye hasret. İnsanlık kay¬bettiklerini tekrar yakalamak çabasında… Batı teknolojik se¬viyenin en üst doruğuna ulaştı, ama vücud tekniklerini keşfede¬medi. Batının bu konuda rehberi bizim kültürümüzdür. Pir-i Tür¬kistan Ahmet Yesevi, Mevlâna ve Yunus Emre, bizden çok batıda yankı buluyor. Çünkü batı ruhunun boşluğunu, bu “Gönül sultanları”yla telafi edebileceğini idrak eder gibi. Biz ise kendi kıymet¬lerimizin kıymetini bilemedik. Müslümanların bu günkü perişanlığı, sevginin tükenmesi dolaysıyladır. “Gül”ü inkâr, in¬sanın inkârıdır. Ay füzesini yapan da, aya ilk ayak basan da sevgi ile dolu idi. Sina Çölü’nü aştıran ruh da, “gül”dü. Sevgi fikrin, ilmin ve hemen hemen her şeyin barutudur. İnsanlık ancak bu barutla hamle yapabilmektedir. Ateistler manevi subjektif değer¬leri inkâr etseler de farkına varmadan romantik Nazım Hikmet’in meyvelerini topluyorlar. Bizim ülkemizle taban tabana zıt olsa da, İsrail’in kendi dünya görüşleri açısından “Arzı Mevudu”da, bir tür romantizmdir. Romantizm menfi fikirleri bile harekete geçirebi¬liyor. Aziz Nesin ateistti. Ateizme gönül bağladı. Davası uğruna vakıflar yaptırttı, konferanslar tertib ettirtti, yüzlerce kitap yazdı. Hekimoğlu İsmail, haklı olarak; “Aziz Nesin bunları yaparken be¬nim müslümanım ne yapıyor?” diyor. Bu gün inanan insanın en büyük eksikliği sevgiyi, aşkı, romantizmini kısaca “gül”ünü yitir¬mesidir. İnsanların gönlünü fethedemeyen toplumlar, insanın bedenine hâkim olmaya çalışmaktadırlar. Batıda görülen “Neron” adlı vahşi insan tipleri, boğa güreşleri, Kazıklı Voyvoda ve insanların arslana yem verilmesi “gül” den yoksunluğun gö¬s-tergesidir. Batının orta çağda engizisyon mahkemeleri “gül”ü adeta giyotine vermiştir. Bizim tarihimizde ne kazıklı Voyvodo, ne Neron, ne giyotin, ne şu ne bu… Bu tür insanlık dışı unsurlar görülmez. Bizde düşmana bile bir ölçü tayin edilmiştir. Denilir ki, dostla düşman iki ayak gibidir. Düşman gidince tek ayakla kalınır. Tek ayakla da bir yere varılmaz. Her şey zıddıyla bilinir. Gül, zıdlıkları hoş görü ile karşılar. Gül’e hasret bir nesil yetiştirmek şarttır Başta da zikrettiğimiz gibi hadis’i kudsi’de: “Habibim eğer sen olmasaydın bunca felekleri yaratmazdım” buyuruyor. Allah (C.C.), en evvel O’nun cevherini (gül) yaratmıştı. Onun nuru Kâinatın aslıdır. Annesi Âmine Hatun, dedesi Abtulmuttalib’e: “- Doğan çocuğumu secdede olduğu halde gördüm. Sonra ellerini semalara kaldırarak bir şeyler söyledi” der. Bunun üzerine Abtulmuttalib: “- O’nun çok yüce bir makam sahibi evlat olacağına in¬anıyorum” diyerek, “Adı güzel, kendisi güzel Muhammed (S.A.V.)”in ta doğarken nübüvvetini seziyor. Öyle bir gül kokusu ki, kısa zamanda etrafın dikkatini celbediyor. Bir gün, Allah Resûlüne (S.A.V.) sordular: “- Beni severmisin ya Ali? “- Severim ya Resûlüllah.” “- Hasan’la Hüseyin’i severmisin?” “- Severim.” “- Kızım Fatıma’yı sever misin?” “-Severim ya Resûlüllah.” Bu karşılıklı soru cevap ikileminde, en son olarak Fahri Kâinat (S.A.V.) Hz. Ali (K.V.)’e tekrar sorar: “- Peki ya Ali üç sevgi kalbde nasıl birleşir?” Bu suale Hz. Ali (K.V.) şaşırıp cevap veremez. Eve gelen Hz. Ali (K.V.) düşünceli durmakta. Duruma bir anlam veremeyen Hz. Fatıma anamız: “- Ne düşünüyorsun? Bir şey mi oldu?” Hz. Ali (K.V.) durumu anlatınca, anamız Hz. Fatıma tebessüm ederek, “-Buna cevap veremedin mi?” Ve ilave ediyor: “- İnsanın Allah (C.C.) ve Resûlüne (S.A.V.) sevgisi kalbi, zevcine (eşine) olan sevgisi nefsi, çocuklarına olan sevgisi ise ta¬bii ve fıtridir.” der. Ertesi gün Hz. Fatıma anamız’dan, akıl dolusu sözleri, bir gün önce veremediği Allah Resûlüne iletince, Peygamberimiz (S.A.V.) buyurdular ki: “- Bu cevapdan nübüvvet kokusu geliyor. Ya Ali!” Evet, gül kokusu ve nübüvvet kokusu gelen bu eve Ehl-i Beyte sonsuz bir sevgi duymak kadar tabi ne olabilr ki? Gül ko¬kusu, daha Kâinat yaratılmadan önce vardı. Peygamber (S.A.V.) Hatemül Enbiya ama aslında ilk Hilâl. Yani sonun başlangıcı. Gül, kokusu kıyamete dek sürecek. Nübüvvet nuruda ışık vermeye devam edecek. Sevmek gül’e hasret kalmaktır, taassubculuk değildir. Başkasını küçümsemek hor görmek taassubculuk. Tanışmak, sevgi dolu olmak toplumda dayanışmayı ve ünsiyeti sağlar. Hz. Fatih’in İstanbul’u fethetmedeki kumandanlık meziyeti olduğu gibi, Fatih’in gül koklarken resimlenmesi, nekadar manalı. Günümüzde Moğol serdarlarına benzeyen gülden mahrum kuru kahramanlara imreniyoruz. Önemli olan savaş yerine ilim, üre¬tim, aşk, sanat olmalı. Kuru kahramanlık o devrede vazifesini tamamlamış tekrar o misyonu zamanımızda canlandırmanın an¬lamı yok. Deli Dumrul mu? Mimar Sinan mı? Cengiz Han mı? Elinde gül koklayan Fatih mi? Ve hangisi zamanımıza ışık tu¬tuyorsa tercihimizi o yönde kullanmalıyız. Göçebe dinamizmi ye¬rine, bigi ve teknikte maharetli ideal insan tipi oluşturalabilir pekâlâ. Alp’lik tarihte “kılıç”tı şimdi ise bilgisayar ol¬muş, stratejik silahlar olmuş, kalem olmuş, meslekler ve meş¬rebler olmuştur. Erenlik ise tarih de, bugün de değişmeyen tek olgu. Pir-i Türkistan Ahmet Yesevi’nin temellerini attığı Horasan kültürünün en büyük yönü; değişmeyeni kavrayabilmesidir. Erenlik dün de “gül”dü, bugün de “gül”dür. Gül nübüvvet ko¬kusu, gül zikir, gül hadimiyet, gül maneviyat ve kısaca gül vücud’un iç dinamikleridir. Gül, iç dünyaya akıp değişmeyen tek hakikat. Allah’ü Teâlâ ve Tekaddes Hz.leri (C.C.), “Sanat şaheserim olan bu kalbe imza attım. Onu imanla ve sevgiyle doldurmazsanız mühürlerim” buyuruyor. Gönül mühürlenince gerçekte her şey biter. Gönül gözü ile görmeyen bir şey görmüş sayılmaz. Ha¬dis’i Kudsi’de: “Kulum bana bir karış yakın olursa ben ona bir zira olurum, o bana yavaş gelirse ben ona süratle rahmetimi ona yağdırırım. Eğer o süratle gelirse bende onun kulağına, gözüne, eline, ayağına kuvvet veririm. O da kuvvetimi işitir, görür, tutar, yürür” buyurmaktadır. Kalbe ait olan önemli gerçek önsezi, bey¬nin kompitür ekranına yazılmış olanlarını hisetme sanatına “önsezi” denir. İç sıkntı sevinme buna misaldir. Cenab-ı Allah’ın (C.C.) akıl ile kavranması mümkün değildir. Akıl beş duyunun çerçevesinden hareket eder, kalp ise sezer. Bu yüzden Kur’an-ı Muciz’ül beyan doğrudan kalbe hitab eder: „Allah kalblerini ve kulaklarını mühürlemiş ve gözlerini perdelemiş ve gözlerine perde inmiştir ve bunların hakkı azim bir azaptır (Bakara Sûresi ayet 7).” Onun için Evliyaullah, metod olarak akıldan çok, kalb¬den hareket ederek insanları irşâd ederler. Bu metodları sayesinde beşeriyet Ehlullah’a, gönül sultanları demişlerdir. Allah dostları, ümmetin “gül” koklayıcılarıdır. Evliyaullah, aynı za¬manda kalp uzmanları olup, manevi tasarruf sahipleridir. Gerçek irşâd budur. Evliyaullah’ın elinde ki gül ne kadar anlamlı, düşünebiliyor musunuz? Kalb: gül, irşâd ise Nübüvvet nuru demek… Topluma fuhşu ve kinle düşmanlığı hâkim kılan nefsin “vehmi kuvveti”dir. Vehmi kuvvet, kalb’in yetmiş küsür şubelerini bozar. Resûlüllah (S.A.V.), “Kanın dolaştığı yerde muhakkak şey¬tanda dolaşır. Onun dolaşmaması için en kuvvetli silah “Lailahe illalahul-fealu’dur” buyurmakta ve hadisi kudsi’de de; “Kim gazap¬landığı zaman beni anarsa ben de gazap ettiğim zaman onu hatırlar mahv etiğim kimseler içerisinde (zikir) edeni mahv etmem” beyan ediliyor. İşte şifa budur. İnsan Allah’ı zikrederek “gül”e ulaşır. Gül sahibi olan insan vehmi kuvvetini de yenmiş olur. Gül her derde devadır. Karanlık dünyamızı zikirle Nübüvvet nuruna (ışığa aydılığa) çevirmek mümkün. Fıtraten insanda üç sevgi var¬dır: 1. Allah sevgisi 2. Nefis sevgisi 3. Mahlûk sevgisi: Resûlüllah (S.A.V.), “Kişi sevdiği ile beraber haşrolunacak” buyurarak kendimizi Allah sevgisine ulaştıracak sepeblere yapış¬mamızı beyan etmektedir. Yine Peygamberimiz (S.A.V.): “Kişi kendine dost edindiği kimsenin dini üzerinedir. Dikkat edin ki, siz kiminle dostluk yapıyorsunuz” buyurmaktadır. Gül ağacının gül¬leri dostlar için, dikenleri ise düşmanlar içindir. Fakat insan, ba¬zen aşırı derecede sevdiği kimseye her türlü zayıf tarafını da aça¬bilir. İlerde bir düşmanlık meydana gelirse onlara silah vermiş olabilir. Bunun içindir ki, “düşmandan bir defa, dostan bin defa sakının” sözü hükema tarafından tavsiye edilmiştir. Resûlüllah (S.A.V.) “Bir şeyi aşırı sevmen kör eder ve sağır eder (hatalar görünmez) buyurarak bu konuda ölçüyü ortaya koymuştur. Hatta aşırı sevgi insan iradesinide bozar. Her şey de olduğu gibi sevgide de ölçülü olmak gerek. Yine Peygamberimiz dostluk ko¬nusunda: “Kiminle arkadaşlık yaparsan güzel arkadaşlık yap” buyurmuşlardır. Arkadaş edindiğimiz arkadaşlarda güler yüzlü, tatlı dilli olmak zaruridir. Çünkü Hz. Ali (K.V.)’e isnad edilen bir şiirde “okların açtığı yaralar iyileşip kaynaşır, ama dilin açtığı yara ne iyileşir ne de kaynaşır” şeklinde sözler, insanlarla ilişkilerde nasıl davranılacağı hususunda bizlere, işaret vermektedir. Aynı zamanda gül ölçüdür. Nübüvvet nuru ise o ölçünün işaretcisidir. Gül’e hasret bir nesil yetiştimek şarttır. Bütün meseleler “gül”den uzak kalmamızdan kaynaklanmakta. Beşeriyetin bir an ev¬vel özlediği “gül”e ulaşmasında ne var ne yok bütün imkânlar seferber edilmelidir. Gül’e ulaşan insanlık ister istemez Allah Rasûlünün de şu sözlerine muhatab olacaktır: “Allah bir insanı sevdimi Cibrile şu emri verir, “Ben filan adamı severim.” Cibril de semada olanlara filan oğlu, filanı Allah sever siz de onu sevin der. Yerdekiler de artık onu sever.” Peygamberimiz (S.A.V.) âlemlere rahmet olarak gönderildi. Daha önce de Peygamberler geldi. Hepsi çeşitli çilelere maruz kaldı. Nuh (A.S.) kavminin helak ol¬ması için dua etti. Onlar helak oldu. İbrahim (A.S.) da mülk âlemine baktı. Asilerin isyanını görünce onların aleyhinde dua etti. Helak oldular. Resûlüllah (S.A.V.) çok cefa çekti. Fakat o: ümmeti… Ümmeti… Ümmeti… Dedi. Beddua etmedi, af edilmeleri için niyazda bulundu. Hadis’i Kudsi’de: “Rahmetim gazabımı geçti” düsturunca hareket etti. Ve Resûlüllah (S.A.V.) kendisine yapılan eza karşısında; “Allah’ım ümmetime hidayet eyle, onlar bilemiyorlar” dedi. İşte gül Peygamber’in (S.A.V.), kitabla, kalemle, akılla izah edilemeyecek tavırları, deryayı ummandır. Hz. Ebubekir gül Peygam¬beri için şu sözleri söylüyor: “Hz. Peygamber’e salavat getirmek, günahları yok etmek bakımından sudan daha fazla temizleyicidir.” Gerçekden de O’nun gül kokusu en büyük temizleyicidir. Gül, gönüleri temizleyen tek ilaç. “Gül”ü tarif etmek zordur. Karınca kararınca biraz aralayabildiysek, şükürler olsun. Sözün özü; “Nebi” “gül”e âşık, gül de Nebi’yi Ekrem’e âşık, Allah Rasulü’nün kalbi gül’dür. O kalp gül’e hasret. Bizlerde Gül’e kavuştuğumuzda gönüller elbet durulacak İnşallah…

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin