RSS Feed for This Post

İnsancıklar / Dostoyevski

dostoyevski-insanciklar-88

Bazen yalnız olmak istediğim, kendi kendime hüzünlendiğim anlar olur. Böyle zamanlar gitgide daha da sıklaştı. Anılarımda bana öylesine esrarengiz gelen, beni anlatılmaz bir şekilde sarıveren bir şeyler var ki, bazen etrafımda olanlara duyarsız kalarak saatlerce oturup her şeyi unutuyorum. Şu anki hayatımda acı ya da tatlı olan hiçbir şey yok. Her şey bana geçmişimi, özellikle de altın çağlarımı, çocukluğumu hatırlatıyor. Ama böyle zamanlar da büyük bir can sıkıntısıyla sona eriyor. Bitkin oluyorum. Gücümü kaybediyorum. Düşlerim beni tüketiyor. Sağlığım da gitgide kötüleşiyor. Ama bugün, sonbaharda pek sık görülmeyen taze, parlak ve aydınlık sabah, beni tekrar hayata döndürdü. Sabahı neşeyle karşıladım. İşte sonbahar! Köydeyken sonbaharı nasıl da severdim! O zamanlar çocuktum ama ne duygular yaşardım. Sonbahar akşamlarını sabahlarından daha çok severdim. Evimizin birkaç yüz metre ilerisinde bir tepenin altında bir göl olduğunu hatırlıyorum. Hâlâ görür gibiyim. Bu göl kocaman, aydınlık ve kristal kadar pürüzsüzdü. Bazen eğer durgun bir akşamsa göl de sakin olurdu. Su ayna gibiydi.

Taptaze ve soğuk! Çimenlere çiğ düşerdi. Kıyıdaki köylerde ışıklar göz kırpar, hayvan sürüleri eve dönerdi. İşte o anlarda gölüme bakmak için evden gizlice kaçardım ve seyrederken kendimi kaybederdim. Suyun kenarında balıkçılar ateş yakarlar, ışığı suda çok çok uzaklara yansırdı. Gökyüzü buz mavisi olurdu, ufukta önce ateş kırmızısı olan çizgiler gitgide solardı. Ay çıkardı. Ürkmüş bir kuşun kanat sesini, hışırdayan sazlıkları ya da suda sıçrayan bir balığı duymak mümkündü. Koyu mavi sudan, beyaz, ince ve şeffaf bir buhar yükselirdi. Karanlıklara gömülen uzaklarda her şey sanki bir libas gibiydi: Kulübeler, tahta evler siste boğulurken yakınlardaki tekneler, adalar ve kıyı sanki bıçakla kesilmiş gibi netleşirdi. Kıyıya bırakılmış kullanılmayan bir varil hafif hafif suda sal anır, söğüdün sarı yaprakları sazlarla sarmaş dolaş olurdu. Gecikmiş bir martı kâh soğuk suya dalıp kâh yükselerek sisler içinde kaybolurdu. Etrafı seyredip dinlerken kendimden geçerdim. Çok mutlu olurdum! Daha küçücük bir çocuktum… Sonbaharı çok severdim. Hasat zamanını, yılın bütün işlerinin bittiği, köylülerin kulübelerde toplaştığı, herkesin kışı beklediği sonbahar sonlarına bayılırdım. Yılın bu zamanlarında her şeyi kasvet bürürdü. Sarı yapraklar, çıplak kalan ormanı çevreleyen patikaya saçılırdı.

Orman özellikle akşamları nemli sis çöktüğü zaman, gitgide daha karanlık bir hal alır, ağaçlar korkunç hayaletlere, kocaman devlere benzerdi. Eğer gecikecek olursam ve ötekilerden geride kalırsam korkuya kapılıp adımlarımı sıklaştırırdım. Yaprak gibi titremeye başlar ve sanki ağaçların arkasından her an korkunç bir şeyin çıkabileceğini düşünürdüm. Bu arada rüzgâr kuru dallar arasından hışırdayıp fısıldaşmaya başlar, son kalan yaprakları da kopartıp havada döndürürdü. Vahşi çığlıklarıyla bir kuş sürüsü büyük ve gürültülü bir grup halinde rüzgârın arkasına takılır ve gökyüzünü karartırlardı. Korkuya kapılır ve sanki birisinin: “Koş çocuğum koş! Gecikme, her an korkunç şeyler olabilir. Durma koş!” dediğini duyar gibi olurdum. Bunun üzerine dehşete düşer, nefesim kesilene dek koşardım. Nefes nefese eve gelirdim. Evde daima bir gürültü ve neşe olurdu. Biz çocukların hep yapılacak bir şeyleri vardı: Bezelye ve haşhaş kabuğu soymak gibi. Nemli odunlar sobada çıtırdardı. Annem çalışmalarımızı neşe içinde izlerdi. Yaşlı dadımız Ulyana bize eski günlerden söz eder ya da büyücülerin ve ruhların korkunç hikâyelerini anlatırdı. Biz çocuklar dudaklarımızda gülümsemeyle birbirimize sokulurduk. Sonra birdenbire susardık… Dinleyin! Bir ses var! Sanki biri kapıyı çalıyordu! Ama bir şey yoktu.

Bu Frolovna’nın çıkrığının sesiydi. Birden kahkahayı basardık! Sonra geceleri korkudan uyuyamazdık. Korkunç rüyalar görürdük. Gece yarısı uyanır, kıpırdamaya bile korkardım. Gün ağarana kadar yorganın altında titrerdim. Sabah papatya kadar taptaze kalkardım. Pencereden bakardım. Kırlar kırağı kaplı olurdu. Sonbahar kırağısı çıplak dallarda sallanırdı. Gölün üzerini de ince bir buz kaplar, yüzeyinden beyaz bir duman yükselirdi. Kuşlar neşeyle şarkı söylerdi. Güneş her şeyin üzerine parlak ışıklar saçar, ince buzu cam gibi keserdi. Her şey aydınlık, parlak ve mutluydu!

Sobada çıtırtılar olurdu. Hepimiz semaverin etrafına yerleşirdik. Bütün gece dışarda kaldığı için buz kesen kara köpeğimiz Polkar, dostça kuyruğunu sallayarak pencereden bakardı. Atının üzerinde bir köylü ormana odun kesmeye giderdi. Herkes çok mutlu ve memnundu!… Ambarlara buğdaylar yığılır, samanla kaplı koca koca yığınlar güneşte altın ışıklar saçardı! Her şey sakin ve huzur doluydu. Tanrı bize iyi bir hasat verirdi ve herkes o kış ekmeği olacağını bilirdi. Köylüler karılarının ve çocuklarının aç kalmayacağını bilirdi. Akşamları ve kutsal günlerde kızların danslarının ve şarkılarının sonu gelmezdi. Hepsi Tanrının evinde şükran gözyaşları ile dua ederlerdi. Çocukluğum hayatımın altın çağıydı!..

Onları hatırladıkça çocuk gibi ağlıyorum. Her şey öylesine canlı gözlerimin önüne geliyor ki, bütün geçmişim aydınlık bir şekilde önümde duruyor ama bugünüm karanlık ve kasvetli! Nasıl bir sonum olacak acaba, nasıl? Biliyorsunuz bu sonbahar öleceğime inanıyorum. Çok hastayım. Hep ölümü düşünüyorum. Ama böyle ölmek ve buraya gömülmek istemiyorum. Belki de ilkbaharda olduğu gibi öyle yatacağım. Belki de tam anlamıyla iyileşemedim. Şu anda içim çok sıkılıyor. Fedora bir yere gitti. Ben bütün gün yalnızım. Bir süredir kendi başıma kalmaktan korkuyorum. Sanki odada biri varmış gibi geliyor bana. Sanki biri benimle konuşuyor. Özel ikle de hayal ere dalıp tekrar kendime geldiğim zaman bunu hissediyorum ve korkuyorum. İşte bu yüzden size böyle uzun bir mektup yazdım, çünkü yazdıkça bu duygudan kurtuluyorum. Şimdilik hoşça kalın. Zamanım ve kâğıdım yok, onun için burada kesiyorum. Elbiselerimi ve şapkamı rehine verince aldığım paradan sadece bir gümüş rublem kaldı. Siz ev sahibinize iki gümüş ruble verdiniz. Bu iyi, bir süre için sesini çıkarmaz. Giysilerinize de çekidüzen vermeniz lazım. Hoşça kalın. Çok yorgunum. Neden bu kadar güçsüzleştiğimi bilmiyorum. Ufacık bir iş bile beni yoruyor. Eğer bir iş çıkarsa nasıl yapacağım? Bu düşünce beni öldürüyor.

… Yeni kitaplar keşfetmek için …

Kitap tanıtan kitap 7

kitap-tanitan-kitap-7 - kucuk Ücretsiz kitap indirin74 kitap indirin Dost Kazanma ve İnsanları Etkileme Sanatı / Dale CarnegieKitap tanıtan kitapların 7cisine damgasını vuran düşünür Susan Sontag oldu. 1977’de yayınladığı“Fotoğraf Üzerine” isimli cesur kitaptan bahseden 4 makale ile başlıyoruz. Mehmet Özbey’in kaleminden eskimeyen bir kitabı ziyaret edeceğiz sonra: Yüzyıllık Yalnızlık (Gabriel Garcia Marquez) Değerli yazarlarımızdan Mehmet Salih Demir ve Mustafacan Özdemir tek bir kitaba ve tek bir yazara odaklı kitap sohbetlerinden farklı makaleler hazırladılar. Bunlar kavram ve/veya olaylara odaklı, birden fazla kitaptan ve müelliften istifade eden çalışmalar: Terör, vicdan, modernleşme, bilim felsefesi (Kuhn, Heidegger, Derrida, Gadamer, Dilthey, Mach, Baudrillard, Toulmin) … Suzan Nur Başarslan’ın yazdığı Türk romanının tarihçesi veSeksenli Yıllarda Türk Romanı Ve Post Modern Eğilimlerde bu kategoriye dahil edilebilir. Bunların  yanısıra yazar kadar hatta bazen daha fazla ünlenmiş kitaplara adanmış makaleleri de yine bu sayıda bulacaksınız: Zeytindağı (Falih Rıfkı Atay), Hayy Bin Yakzan (İbn-i Tufeyl), Körleşme (Elias Canetti), Taşrada Düğün Hazırlıkları (Franz Kafka). Kitap tanıtan Kitap 7’nin daha önceki sayılardan bir diğer farkı da Georg Simmel’e adanmış iki makale içermesi. Karl Marx ve Max Weber arasındaki kayıp halka olarak nitelenen Simmel’in “Büyük şehir ve zihinsel yaşam” (Die Großstädte und das Geistesleben, 1903) isimli özgün çalışmasından bahsettiğimiz makaleler kitabın sonunda. Buradan indirebilirsiniz.

Önceki kitap sohbetleri:

Trackback URL

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin