RSS Feed for This Post

İnsan’ı devirmek için kökünden sökmek gerekir(1)

Kirpiler ve İnsanlar

“Soğuk bir kış sabahı çok sayıda kirpi ısınmak üzere bir araya toplanır. Ama kısa süre sonra dikenlerin batması  yüzünden yeniden uzaklaşırlar. Isınma ihtiyacı onları tekrar bir araya getirdiğinde dikenler yine batar ve üşümekle diken arasında gidip gelirler, ta ki birbirlerine katlanabilecekleri uygun mesafeyi bulana kadar. Bunun gibi, insanlar da hayatın tekdüzeliğinden kurtulmak için bir araya gelirler ama ötekilerin nahoş ve sıkıntı verici özellikleri yüzünden uzaklaşırlar.” (Arthur Schopenhauer(*) , Yaşam Bilgeliği Üzerine Aforizmalar, 1851)

İnsanlar sadece yalnızlıktan kaçmak için bir araya gelmiyorlar elbette. Birlikte çalışmak, üretmek için hemen herkes Schopenhauer‘ın kirpileri gibi “ötekilere” muhtaç. Ancak insanların kirpilerden bir farkı var: Yaşam koşullarını sürekli iyileştirme arzusu. “İlkel” yaşam biçimleriyle yetinmiyor insanlar. Kirpiler gibi doğada bulduklarını yemek yerine tarım yapıyorlar. Mağaralarda yaşamak yerine ev yapıyorlar, hastahane, okul, yol, köprü vs.

Kirpilerin dikenleri belli bir boydan sonra uzamayabilir ama bizim “dikenlerimiz” uzamaya devam ediyor hâlâ. İnternet bize yetmiyor, daha hızlı internet istiyoruz, cep telefonundan erişmek istiyoruz… Bunda kızacak, darılacak bir şey yok sanırım. Çünkü insanın tabiatı bu. Yeni doğan çocuklar içine doğdukları ortamı “ilerlemiş” değil “normal” kabul edip üzerine yeni bir şeyler koyuyorlar: Daha hızlı, daha lezzetli, daha büyük, daha ucuz… Oğulların dikenleri babalarınkinden uzun oluyor her asırda.

Ama biz ekmeğimizi, pastamızı, çikolatalı gofretimizi, televizyonumuzu ürettikçe bunları üretme/satın alma gücü olMAyan insanlara daha çok batıyor dikenlerimiz. Onlar yine de bizim yanımızda kalmak zorundalar “ısınmak” için. Temel mesele bu. Güç değil gücün kontrolü, güç ile kurulan ilişki.

Marxist devrimin teknik ve ekonomik zemini : İlk önce devrilen neydi?

Tüfek icad olmadan, mertlik bozulmadan(?) önceki dönemlerde bir şehir düşleyin. Bu şehrin valisi, tüccarı, imamı, kadısı olun 5 dakikalığına. Ya da sıradan bir vatandaş. Cemiyeti ilgilendiren Her hangi bir meseleyi “ötekilerle” tartışırken mesleğiniz ne olursa olsun paylaştığınız ortak “sayısal parametreler” olacaktır:

  • Bir atın hızı, taşıyabileceği yük miktarı,
  • Bir insanın günlük yemek ihtiyacı,
  • Toprağın verimi,
  • Dokumacı ve çömlekçilerin üretim hızı,
  • İnsan ömrü,
  • Kılıçların uzunluğu, okların menzili…

Bu şehir basit bir şehirdir. Şehrin en zengin insanları ile en fakirleri arasındaki fark “önemsiz” sayılabilir. Büyük bir evde oturan, ipeklere, altınlara bürünmüş, hizmetçilerine emirler yağdıran bir zengin ile aç gezen bir insan arasındaki “uçurum” komşuların yardımıyla biraz örtülebilir, “makul” seviyeye getirilebilir.

Bu “basit” şehirlerin ülkesi de basit bir ülkedir. Adı konmasa bile “Kapital” topraktır. Altındaki maden, üstündeki tahıl ve hayvan, içinden geçen yollar, kıyısındaki limanlar… Toprağın hakimi hem ekonomik hem de askerî hakimiyet sahibi demektir. Toprak için siyaset, toprak için savaş, toprak için diplomasi yapılır. Bu ülkede para “sadece” ticareti kolaylaştıran bir araçtır. Hükümdarın ve çok zengin diğer kimselerin, baronların, kontların, toprak ağalarının zenginlikleri de toprakla ölçülür. Bunların dışında kolay kolay KAPİTALLEŞMİŞ PARA bulamazsınız.

Şimdi yukarıda verdiğimiz parametrelerin bir gecede yüz ile, bin ile çarpıldığını farz edin. Meselâ bir tarla sahibi bir yılda ürettiği buğdayın 100 mislini o yaz üretiyor. 100 kere fazla yük taşıyabilen atlarıyla yüz kere daha hızlı giderek buğdayını uzak şehirlerde satıyor SADECE BİR KAÇ GÜN İÇİNDE! Kazandığı parayla şehre geri dönüp daha da kârlı başka bir işe yatırıyor… Böyle bir “mucizeden” sonra bazı “şanslı” tüccarların ve toprak sahiplerinin HIZLA VE BÜYÜK MİKTARDA PARA biriktireceklerini tahmin edebilirsiniz. Eskiden kuşaklar boyu birikim gerektiren miktardaki bir kapital artık bir ömre hatta bir kaç yıla sığabilecektir. Bu “yeni zengin” vatandaşlar elbette ülkenin hükümdarıyla rekabet edebilecek kadar zenginleşecektir, bu da kaçınılmaz. Bir başka deyişle iktidara ortak hatta talip olacaklardır. Çünkü TOPRAK = KAPİTAL şemasından yeni bir dünyaya geçtik: PARA = KAPİTAL.

Tamamen fantastik gibi görünse de makineler sayesinde(=yüzünden) 1700’lerden itibaren dünyanın böyle bir değişim sürecine girdiğini söylemek yanlış olmaz. Meselâ İngiltere’de ilk defa servise konan buharlı trenler ile at arabalarını karşılaştırın. Asırlarca at arabalarını geliştiren, at sayısını, tekerlek yapısını vs yavaş yavaş iyileştiren bir halk birden bire buharlı trene geçiyor. Üstelik bir saatte 50 km gidebilen bu trenler kısa bir süre sonra rayları 140 km hıza sahip daha “modern” versiyonlara bıraktılar. Yine o çağdaki savaşlara, kendisini “medenî” ilân etmiş milletler ile “ilkel” halklara bakarak DEĞİŞİMİN HIZI hakkında fikir edinebilirsiniz. Özellikle Afrika’daki sömürge savaşlarında zavallı insanlar topraklarını (=kapitallerini) mızrak ve deriden kalkanlar ile savunurken İngiliz askerlerinin topları ve makineli tüfekleri vardı. Örneğin 1879’da Zulu Krallığı’nın “yutulmasıyla” sonuçlanan muharebeler genellikle bir kaç yüz İngiliz askeri ile 5-6 bin Zulu savaşçısı arasında yapılıyordu. Bir kaç yüz  teknisyen yardımıyla işleyen makinelerin işsiz bıraktığı onbinlerce İngiliz tarım işçisi gibi Zulu savaşçıları da teknik asimetri sebebiyle ezildiler. Son derecede çarpıcı bulduğum bir başka örnek ise Karadeniz’in hakimiyeti için Rus ve Osmanlı ordusu arasındaki muharebelerdeki teknik asimetridir. Osmanlı bahriyesinin topçu subayları hatıralarında zırhla kaplı Fransız yapımı gemilere isabet ettirdikleri güllelerin geri sekip denize düşmesine hayretle seyrettiklerini yazarlar. Yine Fransız mühendislerin icadı olan parça tesirli güllelerin isabet ettiği güvertelerdeki insanların bir anda ölmesi büyük paniğe yol açıyormuş Osmanlı gemilerinde.

Aslında bu değişimler eskisi gibi yavaş olsaydı insanlar bir şekilde uyum sağlayabilirdi. Eskisi gibi yani 1600’lü yıllara kadar olduğu gibi. Fakat DEĞİŞİMİN HIZI en az kendisi kadar büyük bir sorun teşkil etti, hâlâ da ediyor. Uyum kabiliyeti en yüksek olanlar ile en yavaş/şanssız/tembel olanlar arasındaki uçurum derinleşmeyi sürdürüyor. Tabi ticarî ve teknik gelişmelerin tahlili çok detaylı olarak yapılabilir ama okumakta olduğunuz Marx ve Marxizm incelemesi kapsamında en mühim nokta iki GELİŞME TÜRÜNÜN birbirini beslemesi kanaatimce. Yani DAHA HIZLI üretim, üretilen malların müşteriye DAHA HIZLI ulaşması, kârın DAHA HIZLI birikmesi, biriken sermaye ile telgraf, tren vb alanlardaki yeni gelişmeleri finanse edilmesi…  Türkiye’nin Ulus-Devlet Sorunu adlı kitapta anlattığımız gibi :

Aslında Fransa 28 Haziran 1889 tarihli kanundan 100 yıl önce, 1789 Devrimini takip eden yıllarda çağdaşı birçok Avrupa devleti gibi ulusa EL KOYMA ihtiyacı duymuştu. Zorunlu askerlik hizmetinin de devrim yıllarında gene Fransa’da ortaya çıkması elbette bir rastlantı değildi. 5 Eylül 1798’de Jean-Baptiste Jourdan tarafından hazırlanan bir başka  kanuna göre “Bütün Fransızlar askerdir ve vatanlarını savunmak zorundadırlar” denildi. Aslında bu, dönemin savaş koşullarının hazırladığı bir ihtiyaçtı:

  • Endüstri devrimi “sayesinde” 1800’lü yıllardan itibaren savaşlar da hızla endüstrileşti. Örneğin Hiram Maxim dakikada 500 mermi atabilen ilk makineli tüfeklerden birini icad etti. Bu bir tek askerin 100 tüfeğe eşit bir ateş gücüne sahip olması demekti. Gene bu teknik ilerleme “sayesinde” acemi bir asker çok sayıda profesyonel askeri öldürebiliyordu.
  • Patlayıcıların askerî kullanımı yaygınlaştı. Süvari taarruzları gibi ustalık ve kahramanlık gerektiren manevraların savaşın sonucu üzerindeki etkisi azaldı.
  • Fabrikalarda hızla ve ucuza üretilebilen silahlar ile sıradan vatandaşları donatmak ve büyük ordular kurmak çok daha ucuz, kolay ve hızlı bir hal aldı,
  • Trenin yaygınlaşması sayıca çok büyük orduları şehirlerden savaş alanlarına taşımayı bir sorun olmaktan çıkardı,
  • Telegraf sayesinde uzak cephelerde savaşan orduların idaresi mümkün oldu.

Diğer yandan Avrupa’nın nüfusu hızla artıyordu, 1800’den önce 200 milyondan az olan bu sayı meselâ 1915’te 500 milyonu bulmuştu. Günlük gazetelerin yaygınlaşması ile insanlar bölgesel kimlikleri dışında yeni “renkler” kattılar kimliklerine: Fransızca veya Almanca konuşanlar, Protestanlar, işçiler, … Bu kimliklerin her biri siyasî rant sağlama potansiyeline sahipti Avrupalı güç odakları için. Meselâ Rusya’nın ekim devriminden sonra “işçi sınıfı” algısını büyük başarıyla kullandığına tanık oluyoruz. 

Özetlersek, bu çağdan itibaren bütün dünyayı etkileyecek, daha önceki devirlerde görülmemiş garip bir şey oluyor Avrupa’da. Teknik ilerleme ile ticarî ilerleme GİDEREK ARTAN BİR HIZDA birbirini besliyor. Bu anlamda Fransız ihtilali, Alman ve İtalyan ulus-devletlerinin doğuşu ya da komünist devrimlerden önce, hepsini tetikleyen bir ilk “devrim” olarak görülebilir bu Teknik-ticarî devrim. Zira yıldırım hızıyla gelen bu ilk DEVİR-ilme kendisinden sonraki siyasî tercihlerin, ideolojilerin, IRK VE SINIF KAVGALARINI MÜMKÜN KILIYOR. Bu devrim kendisinden sonraki devrimler için gerekli olan “teknik ve ekonomik” zemini doğuruyor.

Dipnotlar

(*) Karl Marx ile hemen hemen aynı çağda yaşadı  ünlü Alman düşünür Schopenhauer. 1860’ta biyolojik hayatı son bulana kadar modern dünyayı, endüstrileşmeyi ve kentleşmeyi tecrübe etti. Metnin devamında bu “ideal” mesafenin insanlar için nezaket kuralları olduğunu söylemesi oldukça manidar.

 Türk Solu 

Kendini « sol » olarak tarif eden hareketler hiç olmadıkları kadar zayıf ve bölünmüş bir tablo çiziyorlar bugün.  Türk Solu Dergisi’nin ırkçı söylemlerinden CHP’nin darbe çağrılarına uzanan bir kafa karışıklığı hakim. Muhalefet boşluğunun müzmin bir hastalığa dönüştüğü şu dönemde Türk solu bu boşluğa talip olabilir mi? Daha önce Dikkat Kitap kategorisinde yayınladığımız Pozitivizm Eleştirisi gibi bu kitap da Türkiye’deki sola tarafsız bakan bir çalışma. İyimser görüşler kadar geçmişe dönük ağır eleştiriler de var. İlginize sunduğumuz 82 sayfalık bu kitap Türkiye’deki “sol” grupların sorgulamalarına, projelerine ışık tutmak amacıyla derlenmiş makalelerden oluşuyor. Kitabı buradan indirebilir ve paylaşabilirsiniz. Kitapta ele alınan başlıca konular: Solda özgürlükçü hareketler, 68 Kuşağı, Devrimci sol, Kemalizm, ulusalcı sol akımlar, Sol ve İslâm, Cumhuriyet Gazetesi.

Trackback URL

  1. 6 Trackback(s)

  2. Haz 21, 2011: İnsan’ı devirmek için kökünden sökmek gerekir(2) : Derin Düşünce
  3. Haz 25, 2011: İnsan’ı devirmek için kökünden sökmek gerekir(3) : Derin Düşünce
  4. Tem 8, 2011: Aldatılmak güzeldir: Marxist Propaganda(2) : Derin Düşünce
  5. Tem 8, 2011: Yanılmaz kehanetler: Marxist Propaganda(3) : Derin Düşünce
  6. Ağu 3, 2011: Liberal Totalitarizm(2):Adolf Hitler Reloaded! : Derin Düşünce
  7. Ağu 26, 2015: İnsan’ı devirmek için kökünden sökmek gerekir(3)

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin