RSS Feed for This Post

Birlikte Yaşayabilecek miyiz? (Alain Touraine)

Kürt Hareketi “toplumsal bir hareket” midir?

Böyle bir soru sormak biraz saçma, biraz yersiz karşılanabilir… Bir taraftan “Kürt halkını görmezden gelmek”, diğer taraftan ise “teröristleri masum göstermeye çalışmak” şeklinde yorumlanmaya müsait bir soru… Ancak son dönemde BDP tarafından başlatılan “sivil itaatsizlik” eylemlerinin ardından böyle bir sorunun cevabının ne olabileceğini gerçekten merak ettim…

Bu konu da başvuracağım kaynak ise Alain Touraine…

Touraine, “Birlikte Yaşayabilecek miyiz?” isimli eserinde bulunduğumuz dönemin post-modernizm çağı olmadığını, aksine modernliğin bunalımı evresini yaşamakta olduğumuzu iddia eder. Post-modernizme geçiş aşaması olan bu dönem içerisinde önemli olan öğe Öznedir…

Özne ile kastedilen ise ilk aklımıza geleceği üzere birey değil, daha soyut bir olgu… Kendisi şöyle ifade eder:

“…Özne ne belli bir bilinçtir, ne bir eyleyen, ne de belli bir kişi.”

Özne için bizden somut örnekler vermek gerekirse “başörtüsü” bir öznedir… “Kürt olmak” bir öznedir… Hatta “laiklik” de yine bir öznedir…

Touraine’den devam edersek:

“… Özne geçmişte çeşitli biçimlere bürünmüştür: Din, siyasa, sınıf ya da ulus; benim sürekli yinelediğim ve savunduğum düşünceyse, Öznenin bugünkü toplumumuzda ancak “kendi kendisine gerçekleştirdiği biçimde, yani kişisel Özne olarak karşımıza çıktığıdır.”

Buradan yola çıkarsak “toplumsal hareket” olması gereken Kürt Sorunu’nun öznesinin ne olduğunu sorduğumuzda vereceğimiz cevap tabii ki en genel haliyle “Kürt olmak” olacak… Kısacası bir kimlik sorunu… Ancak bu noktada kimlik sorunun her şeyden önce kimliği taşıyan en özele, bireye ait olduğuna da dikkat etmek gerek:

 “Maalouf’a göre ise kimlikten kast olunan, ne insanın bağlı olduğu milliyeti, ırkı, ne de inandığı dini. Kimlikle kastedilen, tabii ki bu değerlerin de bir arada bulunduğu o insanı özel olarak tanımlayan aidiyetler…”(“Ölümcül Kimlikler”)

Bu nedenle “Kürt olmanın” sadece siyasal bir kimlik olarak addedilmesi eksik kalabilir… Böyle bir durum ise, şu an olduğu gibi, Kürt Sorunu’nu çözüme ulaştıracak bir toplumsal hareketin sadece milliyetçilik, ideoloji kavramlarına sıkışıp kalmasına neden olur… Bu yüzden Touraine ideolojiye ve siyasete indirgenmeyen, siyasal bir güce dönüşmeyen hareketlerin günümüzde daha etkili olduğunu iddia etmekte:

“Ayrıca siyasal aracılıklara en bağımlı hareketler, geçmişin, kendi ulusal ya da sınıfsal ideolojilerinden ödün vermeyen en güçlü toplum hareketleri olmuştur. Yeni toplum hareketleri sivil toplum hareketlerinin ve sivil toplumun “zayıflıkları” bağımsızlıklarının bedelidir. 1970’lerin “yeni toplumsal hareketleri” saman alevi gibi çabuk geçmiştir, çünkü siyasal erkin öncesinde ya da yanında yer almıştır. Siyasal bir güce dönüşmeyen kadın hareketleriyse, tersine, kişisel davranışlara, aile ilişkilerine, hukuk ve eğitim anlayışlarına çok daha etkili bir biçimde girmiştir.”

Touraine’nin ortaya attığı bir kavram daha var: Toplumsal başkaldırı… Touraine’e göre toplumsal hareket ile toplumsal başkaldırı arasında net çizgilerle çizilmiş farklar vardır:

“Toplum hareketleri acıya, sefalete, köleliğe karşı çıkan başkaldırılardan çok farklıdır. Toplum hareketleri olumlu hedeflere doğru yönelir, oysa başkaldırıların tanımında toplumsal, kültürel ya da siyasal bir hedef değil, neyi reddediyorlarsa o yer alır; hem de halkın acısına dayanır, hem de küresel terimlerle tanımlanmış ve büyük ölçüde erişilmez olan bir düzenin yadsınmasına.”

“Kürt Sorunu da acıya, sefalete, köleliğe karşı bir başkaldırıdır” denilebilir elbette…

Evet, acılar yaşanmıştır… Ancak başkaldırı yine Touraine’nin söylediği gibi sadece reddetmekle kalır… Fakat reddetmek zaten Kürt Sorunu’nun ve bu ülkenin bu zamana kadar makus talihi olmadı mı?… Bir yandan Kürtler’i yok saydık… Kürtçe’yi “bilinmeyen bir dil” olarak tarif ettik… Diğer yandan ise şehitlerin arkasından Kürtçe ağıtların yakıldığını,  bu şiddet sarmalında bu zamana kadar en fazla Kürt vatandaşlarımızın hayatını kaybettiği gerçeğini reddettik…

Kısacası, zaten Kürt Sorunu’nu toplumsal bir başkaldırı olarak gördüğümüz için bu acıları yaşadık dersek mantıksız olmaz…

Diğer taraftan, Touraine toplumsal hareketlerin farklı veçheleri oluğunu ileri sürer. Bunlar kültürel hareketler, siyasi hareketler ve ekonomik hareketlerdir… Toplumsal hareketin bu farklı veçheleri o toplumun gelişmişliği oranında ayırt edilebilir durumdadır. Diğer bir ifadeyle, gelişmiş bir toplumda yaşanan toplumsal hareketin ekonomik sebepler mi yoksa siyasi sebepler mi ihtiva ettiği net olarak algılanabilir… Ancak gelişmemiş toplumlarda yaşanan toplumsal hareketlerin hangi sebeplerden kaynaklandığı tam olarak anlaşılamaz.

Kürt Sorunu’na baktığımız zaman ise, bulunduğumuz demokratik gelişmişlik seviyesini göz önüne alırsak, sorunun farklı veçhelerini okuyamama ya da göz ardı etme sorunu yaşadığımızı söyleyebiliriz… Kürt Sorununu sadece kültürel hareket olarak ya da siyasi hareket olarak değerlendirmemiz mümkün değil…  Diğer taraftan ise sadece siyasi bir hareket olarak algılanması kültürel ve ekonomik sebepleri göz ardı etmemize neden olmakta.

Bu sebeple sorunun farklı yönlerinin görülebilmesi toplumsal hareketin Özne temelinde geliştiğini, gelişmesi gerektiğini daha net gözler önüne serer… Şöyle ki; Kürt Sorunu’nun ekonomik veçhesi vardır… Ekonomik yönden “Kürt Toplumsal Hareketi”nin oluşturulması ve çözüme ulaşması maksadında Özne’nin (Kürt bireyinin) temel alındığı somut hedeflerin belirlenmesi ve Kürt bireyinin ekonomik yönden sorunlarının çözülebileceğini hedefleyen bir toplumsal hareketin oluşturulması gerekir… Yine aynı şekilde siyasi veçhesi ele alınarak Özne’nin (Kürt kimliğinin, temel hak ve özgürlüklerinin)  temel alındığı ve bu sorunların çözümüne yönelik somut hedefleri kapsayan bir toplumsal hareket meydana getirilebilir…

Düşünün, televizyonlarda izlediğimiz çevik kuvvet polislerine taş atmaya gelen çocuklara top dağıtarak o çocukların oradan uzaklaştırılması bile bu duruma bir örnek teşkil eder. Böyle bir eylem esnasında aslında ne “Apo’nun doğum günü”, ne de benzeri bir mazeret bu yaşananların merkezinde değildir. Orada bulunan çocuk ne için bulunduğunun farkında bile değil belki de… Ancak Öznenin “Kürt çocuğunun oyun ve ilgi ihtiyacı” olarak okunduğu böyle bir olayda sorun gerçek ¨seklini ele verir…

İşte yaşanan tüm olaylar aslında bu örneğin daha büyük boyutlarına karşılık gelmiyor mu?..

Mesela Kürtçe’nin kullanımına yönelik tabelaların asılması olayın siyasi veçhesinde atılan somut ve müspet bir adımın örneği… Buradaki eylemin özne kısmını “Kürtçenin sosyal yaşamda kullanım ihtiyacı” teşkil eder…  Diğer taraftan o dönem Cumhurbaşkanı’nın “Norşin” açılımı da bu somut adımın aslında olumlu bir tepki aldığı/alabileceğinin örneği olarak okunabilir…

Tam tersi bir örnek verirsek, sivil itaatsizlik adıyla başlatılan bir eylemde çadırların molotoflarla, ses bombalarıyla doldurulması, “sivil itaatsizlik” adı altında her gün sokak eylemlerin düzenlenerek ortalığın savaş alanına çevrilmesi toplumsal bir hareketin temelinde Öznenin yer almadığını gösterir bize… Özne bu noktada siyasal araçlara ve ideolojik çarklara kurban edilmiştir…

İşte Touraine’nin toplumsal hareketin temeline Özneyi oturtmak konusundaki ısrarı da buradan kaynaklanır:

“Çözümlemenin merkezinde özneyi koymada ısrarcı olmamın temel nedeni toplum hareketini -nasıl bir toplum hareketi olursa olsun-, onu gizleyen bu tür hareketlerin temelinde Öznenin özgürlüğüne çağrıda bulunulduğunu görmemizi engelleyen siyasal araçlardan ve ideolojik çarklardan kurtulmak istememdir.”

Şimdi sonuç kısmına gelirsek; şahsen benim Touraine’den anladıklarım Kürt Sorunu’nun toplumsal hareket vasıflarını kazan(a)madığı yönünde… Ve yine bu zamana kadar yaşananlar Kürt Sorunu’nu her iki tarafın da toplumsal başkaldırı olarak okumaya çabaladığını gösteriyor… Ya da sadece bir yönden bakılarak eksik olarak okunduğunu, okunmak istendiğini…

Bu yüzden, Kürt Sorunu’nun çözüm merkezine sadece ve sadece Özne’nin yani Kürt kimliğinin, Kürt bireyinin, Kürtçe’nin (birçok ekleme yapabilirsiniz) oturtulduğu bir hareketin varlığına ihtiyaç duymuyor muyuz?..

Ki bu ihtiyaç her ki taraf için de geçerli… Hem böyle bir “hareketin” başını çektiğini iddia edenler, hem de bu sorunun çözmek isteyenler için…

 

… Bu konu ilginizi çektiyse…

Türk milliyetçiliği birleştirir mi yoksa parçalar mı?

 İllâ ki bir tutkal/çimento mu gerekiyor? Milliyetçilik tutkalı adil ve müreffeh bir düzene alternatif olabilir mi? Adaletin, hukukun hâkim olmadığı ortamlarda Türklerin kardeşliği ne işe yarar? Belki de Türk Milliyetçiliği diğer milliyetçilikler gibi yok olmaya mahkûm bir söylem. Çünkü var olmak için “ötekine” ihtiyacı var. Ötekileştireceği bir grup bulamazsa kendi içinden “zayıf” bir zümreyi günah keçisi olarak seçiyor. Kürtler, Hıristiyanlar, Eşcinseller, solcular…150 sayfalık bu kitapta Türk Milliyetçiliğini sorguluyoruz. Müslüman ve milliyetçi olunabilir mi? Türkiye’ye faydaları ve zararları nelerdir? Milliyetçiliğin geçmişi ve geleceği, siyasete, barışa, adalete etkisiyle. Buradan indirin.

 

 

Türkiye’nin Ulus-Devlet Sorunu

Devlet gibi soğuk ve katı bir yapı bizimle olan ilişkisini hukuk yerine ırkımıza ya da inançlarımıza göre düzenleyebilir mi? GERÇEK hayatı son derecede dinamik ve renkli biz “insanların”. Birden fazla şehre, mahalleye, gruba, klübe, cemaate, etnik köke, şirkete, mesleğe, gelir grubuna ait olabiliriz ve bu aidiyet hayatımız boyunca değişebilir. Oysa devletimiz hâlâ başörtüsüyle uğraşıyor, kimi devlet memurları “ne mutlu Türk’üm” demeyenleri iç düşman ilân ediyor, Sünnî İslâm derslerini zorla herkese okutuyor… Bizim paramızla, bizim iyiliğimiz için(!) bize rağmen… Kürt sorunu, başörtüsü sorunu, Hıristiyan azınlıklar sorunu… Bizleri sadece “insan” olarak göremeyen devletimizin halkıyla bir sorunu var. Türkiye’nin “sorunlarının” kaynağı sakın ulus-devlet modeli olmasın? 80 sayfalık bu kitap Kurtuluş savaşı’ndan sonra Türkiye’ye giydirilmiş olan deli gömleğine işaret ediyor.  Ne mutlu “insanım” diyene! Kitabı buradan indirin.

Kendi ülkesini işgal eden ordu

Hiç bir yeri işgal edemeyen ordular kendi ülkelerini işgal ederler. Çünkü bir ordunun ayakta durması için insan emeği ve maddî destek gereklidir. Beceriksiz ordular disiplinsiz olduklarından YABANCI DÜŞMAN ile savaşamazlar. Kolayca yenebilecekleri İÇ DÜŞMANLAR uydururlar ve bu bahane ile kendi ülkelerini işgal ederler. Başbakan asarlar. Milletvekillerini hapse atarlar. Korumakla yükümlü oldukları halkı işkenceler altında inletirler.  İşgalciler kimseye hesap vermezler. Halkın isyan etmesine engel olmak için “etrafımız düşmanla çevrili” diyerek  KORKU PROPAGANDASI yaparlar. Eleştirilerden uzak kalmak için farklı inançlardan ve kültürlerden olan insanların birbirine düşman olması da bu eşkiyaların işine gelir. Bu sebeple terörü destekleyebilir hatta teröristlere silah ve para yardımında bulunabilirler. Okuyacağınız kitap kendi ülkesini işgal etmiş bir ordunun kısa tarihidir. Buradan indirebilirsiniz.

Trackback URL

  1. 5 Yorum

  2. Yazan:Mustafa Akbaş Tarih: Nis 18, 2011 | Reply

    Türklerle Kürdlerin beraber yaşayabilecegine inanmiyorum ama yan yana yaşamayı becerebilirlerse büyük kazançları olur.

  3. Yazan:MY Tarih: Nis 18, 2011 | Reply

    “Türklerle Kürdlerin beraber yaşayabilecegine inanmiyorum ama yan yana yaşamayı becerebilirlerse büyük kazançları olur.”

    Bu “çözüm” Üç soruyu beraberinde getirir:

    1) Kürd olup da Türklerin arasinda yasayanlar ve Türk olup da çogunluk Kürd olan yerlerde yasayanlar?

    Bir nüfus mübadelesi mi yapacaksiniz? Istanbul sokaklarinda “Türk olamayacak kadar esmer” insanlari yakalayip doguya mi göndereceksiniz? Sonra Diyarbakir sokaklarinda gezen “fazla açik renk” olanlari tutup batiya mi yollayacaksiniz?

    Ya da yolda süphelendiklerinizi durdurup Kürtçe/Türkçe imtihana mi tabi tutacaksiniz?

    Kürtçe bilen bir nineyi Hakkâri, Van, Bingöl vb bir yere göndereceksiniz ama istanbul’da yasarken “yeterince” kürtçe ögrenmemis olan çocuklarini ve torunlarini batida birakacaksiniz. Bu saçmaligin adina da “Büyük Kazanç” diyeceksiniz öyle mi? Sanki Kürdler köy yakmalar ve zorunlu göçlerden yeterince aci çekmemis gibi kemalist modelde kurulacak bir Kürt Ulus-Devlet için yeniden böleceksiniz Kürd ailelerini. Kürtlere ragmen, Kürtlerin iyiligi için(!)

    2) Anne-Babasindan biri Kürd digeri Türk olanlari ne yapmayi düsünüyorsunuz?

    Bunlari da testereyle ortadan ikiye bölersiniz belki? Hani dediniz ya “yanyana” odun istif eder gibi! Ya da sinirda bir tampon bölge olusturursunuz, “kani bozuk” melezleri böyle bir gettoda yasatirsiniz.

    3) Zaza, Kirmanci ve Sorani kimligi ne olacak?
    Bunlari da zorla “NE MUTLU KÜRDÜM DiYENE!” diye bagirtacak misiniz? Zazalarin aslinda asimile olmus Kürtler olduklarini, çamurda yürürken “zart-zurt” diye ses çikardiklari için böyle anildiklarini mi iddia edeceksiniz?

    Netice:
    Birinci dünya savasi sonunda yapilan bir çok mübadele oldu ve hepsi de insanlarin perisan olmasina yol açti. Aileler ve sosyal doku parçalandi.

    Kürtlerle Türkler birlikte yasamanin yollarini bulacaklar. çünkü yanyana, alt-alta, üst-üste konan esyadir. insan esya degildir. Türkler ve Kürtler bunu ülke bölünmesin diye degil, insanlar, aileler, YÜREKLER bölünmesin diye yapacaklar.

    Türk milliyetçileri ile Kürt milliyetçilerinin bölünmeyi istemesi bir tesadüf mü acaba? Akli olanlar için de bura büyük bir isaret var.

  4. Yazan:Mustafa Akbaş Tarih: Nis 18, 2011 | Reply

    Ideal tabiki beraber yaşamak olacaktir ama buna taraftarlarin eşit kabul edilmesi gerekir. Yani karşisindakini kendine eşit göreceksin. Karsi tarafi diliyle,kütürüyle, tarihiyle kabul edeceksin. Bunu Türk tarafi hep engelledi. Eşit görmeyi bırak, ülkenin Kürd vatandaşını yok bile saydı.
    Gercekci olmak gerek. Bariş içinde yanyana yaşamayi başarirsak büyük kazanç olur.

    Başıörtülü oldugu için müslüman türk kızlarını üniversitelere alınmıyor.

    Türkün Türkü hazım edemedigi yerde, bir beraberligin olmadigi yerde, nasil Kürdlerle bir beraberlik olacak.

  5. Yazan:MY Tarih: Nis 18, 2011 | Reply

    “Başıörtülü oldugu için müslüman türk kızlarını üniversitelere alınmıyor. Türkün Türkü hazım edemedigi yerde, bir beraberligin olmadigi yerde, nasil Kürdlerle bir beraberlik olacak”

    Sorun halklar arasinda degil, devletin köhnemis adalet ve egitim sisteminde. Adina “ulus-devlet” dedigimiz ve Hitler Almanya’sindan, Mussolini Italya’sindan esinlenerek kurulmus Kemalist ideolojidir bizim derdimiz.

    Özetle Kürt sorunu yok, devletin halkiyla bir sorunu var. Bunun için sadece Kürtler degil tesettürlü kadinlar, bazen Ermeniler bazen de Alevîler magdur oluyor. çünkü rant yiyici elitler kendileri disinda kalan herkesi “düsman” ilan edecek biçimde bir “makbul vatandas” tarifi yapmislar.

    çaresi yok mu?

    insanlarin eylemlerini “ötekinin haklarina saygili/saygisiz” diye ayirabilirsek iki adim birden atmis oluruz:

    1) Ne olduklarina göre degil ne yaptiklarina göre ayirmak. Yani iskence yapmis bile olsa bir insana (cezasini çektikten sonra) yeni bir hayat yasama imkani vermek. Ebediyyen “iskenceci” diye etiketlemek yerine. Tabi bu “terörist” etiketi için de geçerli.

    2) Kürt ve Türk milliyetçilerinin yaptigi gibi “benim halkim cici, öteki kaka” deme aptalligindan kurtuluruz.

    Bazi erkekler kadina karsi siddet uyguluyor, bazi kadinlar erkeklere karsi baska türlü haksizliklar yapiyor. Ama buna bakarak kadinlarla erkeklerin birlikte yasayaMAyacagini söylemiyoruz. kanunî bir çerçeve çizmeye çalisiyoruz, yerine göre esit, yerine göre “insafli” birseyler kurmak lazim. Meselâ esitlik diye tutturursak kadinlara dogunm izni verMEmek gerek. bunun gibi durumlara karsi adalet ve insaf ölçüsüyle kimi zaman bir tarafi kayirmak da gerekebilir.

    ilk yorumda dedigim gibi Kürt-Türk iki ayri “cins” insan degil. Icabinda “kadinlar su tarafa toplansin” diyebilirsiniz. Ama kendisini hem Kürd hemde Türk hisseden, iki halki da seven bir sürü insan var. Bunlarin zekâsindan ve tecrübesinden istifade etmek yerine 19cu asirdan kalma bir fasizmi insanlara dayatmanin alemi yok. Türkiye kendini düzeltmeye çalisirken Kürtçülük yapanlarin 1930 model bir Kürdistan veya buna benzer bir federasyon vb istemesini yersiz buluyorum.

    Sorunumuz ne Kürtler ne de Tesettürlü kizlardir. Sorunumuz A LA TURKA BiR FASiZM OLAN KEMALiZM’dir. Bu bize zorla giydirilmis bir deli gömlegidir. Bunu çikarmak lazim. Yoksa insanin deli gömleginden kurtulmak için kolunu ya da basini kesmesi son derecede aptalcadir. Kürtleri Türklerden ayirmak da bence kolumuzu/basimizi kesmeye esdegerdir. (bkz. Makalenin sonunda önerdigimiz ULUS-DEVLET kitabi ve birinci yorumum)

  6. Yazan:aziz yılmaz Tarih: Nis 19, 2011 | Reply

    İştirak ederken en çok zorlandığım ve çoğunlukla toparlayamadığım konudur “Kürt Sorunu”…Tanımlarken bile sıkıntı yaşıyorum adına ne diyeyim diye.Kürt sorunu dendiği anda bile farklı anlamlara yol açabilecek algılar oluşabiliyor.Zira bu tarz bir tanımlama, Kürt milliyetçiliğine vurgu yapılıyor ya da böyle bir çağrışım yaratıyor diye kimi itirazlar var.Ki bir etnik kimliğe vurgu yapıldığından kısmen de kabul edilebilir bir itirazdır bu.Ancak diğer yandan bu tanımı “Kürtler sorunlu”dur babından anlayan bir başka hassasiyet daha var.Sanırım bu şekilde anlayan veya düşünen kesimler de kendine göre kısmen haklı zira sorunlu olan Kürtler değil,başta sorun yaratmaya elverişli olan -yanlış/hatalı-sistemin kendisidir.Ne var ki,yanlış ve hatalı olan sistemin kendisi sorgulanamdığından işte böyle kimsenin hoşnut olmadığı ve kendine göre kırmızı çizgilere hapsettiği bir tanımla tanımlanıyor.
    Düşünebiliyor musunuz sorunun adını koyarken bile her anlama çevrilebilecek/her türlü anlam kaymasına yol açabilecek sorunlu tanımlarla ayrışmaya ilk adımı atıyoruz.Oysa adına ne dersek diyelim ortada bir sorun var.Kimlik temelli mi,aidiyet eksenli mi,yoksa ekonomik midir sorun?Belki biri belki hepsinin kısmi etkileri vardır.Hatta yazıda da belirtildiği gibi tamamen birey olamamaktan kaynaklı bir kimlik-etnik anlamda değil-bunalımın sonucu da olabilir.
    Tabi bütün bunlar toplumbilimin,sosyolojinin alanları.Ancak yine de üzerinde konuşup tartışmaya değer.Açıkçası otuz yılı aşkın bir süre toplumca onca tahribat yaratmış bir sorunla kederimizmiş gibi yaşamaya alıştığımıza ya da bir şekilde bu başaşağı süreci değiştirebilecek bir çözüm üretemediğimize göre,sorun,sistemin çarpıklığı kadar biz yanı İNSAN’ın sorunudur.Ve sanırım en kısa zamanda tanım ve kavramları bir kenara bırakarak “İnsan olarak neredeyiz”e odaklanmak durumundayız.Yani her şeyden önce Türk/Kürt vs’yi bir kenara bırakarak sadece İnsan’ı merkeze alabilecek empeti denen haslet/beceriyle tanışmanın zamanı gelmiş ve geçmiştir.
    Bakın benzer konuyu işleyen bir yazıya bir yorumcunun “cami taşlayan BDP’liler”diye bir yorumu var.Mahlasını bile sözkonusu olayla ilgili haberden esinleyerek seçmiş bu arkadaşımız.Haberi ballandıra ballandıra büyük bir iştahla anlatıyor.Tasvip edilebilir bir olay değil tabi cami taşlamak,imam dövmek-ki yorumda böyle geçiyor,olayın içyüzü hakkında bir bilgiye sahip değilim-ancak gerçek şu ki bu ülkede Kürdüyle/Türküyle cinnet geçirecek bir topluma dönüştük.BDP konvoyuna kaldırım taşlarıyla saldırılıyorsa,ve BDP’li oldukları idda edilenler cami taşlama noktasına gelmişse durup bir düşünmek lazım.Lakin bu vahamete kafa yormak yerine “kim kime taş attı”meselesi daha bir önem arzeder olmuş.Yani yaşanan toplumsal cinnet değil de taş atan tarafın kimlerden olduğu önem kazanıyor.Hani zannediliyor ki bir tarafı terörist,vahşi,ırkçı vs gösterdin miydi akan sular duracak her şey süt liman olacak!Her neyse bu faslı geçiyorum.
    Birlikte yaşayabilecek miyiz?sorusuna geleyim.Birlikte yaşayabilecek bir zemin/ortam var ise birlikte yaşamanın bir anlamı olur.Ya da şöyle söyleyeyim birlikte yaşayabilecek adil,eşit,demokratik bir hukuk düzeni varsa birlikte yaşanabilir.Bunlaın ikisi de yokken belki zoraki yaşarsınız-şimdi yaşadığımız gibi-ama sadece yaşarsınız!Peki mevcut durumda bizim dilimizden düşürmediğimiz kardeşlik,birliktelik,birlik bütünlük vs ne durumdadır,kulağa hoş gelen bu söylemlerin neresindeyiz?
    Bakın,Türk Solu olarak kendilerini tanımlayan bir grup(dikkat edin SOL!)”Kürt İstilası”diyor batı illerine göçetmiş Kürtler için.Saldırıları,linçleri,provokasyonları şimdilik geçiyorum.Aynı mahalleyi paylaşan çocukların oyun kavgalarının bile Kürt-Türk çatışmasına dönüştüğü bir dönemden geçiyoruz.Kısacası adı her neyse bu anlamsız kavga artık bizi toplumca cinnet geçirme noktasına getirmiş.Dolayısıyla evet sonuna kadar birlikten,beraberlikten yana olalım.Ve bunu yaratmanın koşulları da imkansız değil.Ama gerçekleri de görmek zorundayız.Birisi çıkıp artık “birlikte yaşanmaz”dediğinde de çok garipsenmemeli.

  1. 1 Trackback(s)

  2. Eki 28, 2012: Ölümcül Kimlikler (Amin Maalouf)

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin