RSS Feed for This Post

Din ve Vicdan Özgürlüğü III

Önceki bölümler

Din ve Vicdan Özgürlüğü II

Din Özgürlüğü’ne Genel Bir Bakış

Bir önceki yazımızda genel manada, kurumsallaşma ve iktidar sevdasından bahsetmiş bununla paralel din ve mezhep kavgalarına, vurgu yapılmıştı. Evet, İslam tarihinde de mezhep kavgaları vardır. Dönem dönem, takım tutar gibi kör fanatizm üretenler olagelmiştir. Ancak yine de bu Hıristiyanlığa göre daha azdır.  

Tarihsel sürece ve dinin inanç ilkelerine bakıldığında böyle olmasının da gerekçeleri, gün yüzü gibi aşikar. Söz konusu gerekçeleri Prof.Dr. Saffet Köse, “Din Özgürlüğü ve Barış Yolunda İki Farklı Tecrübe” adlı eserinde belirttiği üzere, burada maddeler halinde kısaca bahsetmek gerekirse; 

1. İçtihadın Mutlak Hakikatı İfade Etmediği Düşüncesi : Bu düşünce başlı başına mezhep kavgalarına engel olabilecek bir faktör olarak karşımıza çıkıyor. Öyle ki; sadece Allah rızasını gözeten mezhepler, ortaya çıkardıkları hükümleri, Hiristiyan mezheplerin aksine mutlak hakikat olarak değil, hataya açık beşeri fikirler olarak değerlendirmişlerdir. Bir başka deyişle, bir içtihadi hüküm isabet ve hata ihtimallerini beraberinde taşır. Bu bakımdan bu hükümler mutlak hakikat olarak adledilmezler. Bir içtihadın değeri diğer içtihadla ölçülemez. Dahası, ihtiyaç durumunda mezhepler arası fikir alışverişi sürekli canlı tutulmuştur. Hatta Peygamber Efendimizin (S.A.V) “Ümmetimin İhtilafı(görüş farklılığı) rahmettir” hadisi şerifine ters düştüğü gerekçesiyle, bir mezhebi resmileştirmekten kaçınan halifeler dahi olmuştur tarihte… 

2. Peygamberler Dışında Hiç Kimsenin Masum Olmadığı İlkesi : Peygamberlerin masum oluşu bile, peygamberlik görevleri ile ilgili konulardır. Ayrıca onlar da görevleri sebebiyle hesaba çekileceklerdir: 

“Elbette kendilerine peygamber gönderilen kimseleri de, gönderilen peygamberleri de mutlaka sorguya çekeceğiz!” (Araf Suresi, 6) 

Dolayısıyla hiç kimsenin Tanrı  adına hareket etme serbestisi yoktur. Konumu ne olursa olsun, ister alim ister zalim ister yönetici olsun herkes, Tanrı adına değil, kendi adına hareket eder. Görüşleri tenkit edilebilir, tasarruflarından sorgulanabilir.  

Öyle ki Hz. Ebubekir kendisine “Allah’ın halifesi” diyeni ikaz etmiş, “Resulullah’ın Halifesi” olarak düzeltmiştir.  

Onlar, Allah’ı  bırakıp bilginlerini ve rahiplerini rablar (ilahlar) edindiler ve Meryem oğlu Mesih’i de. Oysa onlar, tek olan bir İlah’a ibadet etmekten başka bir şeyle emrolunmadılar. O’ndan başka İlah yoktur. O, bunların şirk koştukları şeylerden Yücedir. (Tevbe Suresi, 31) 

Bu ilke, suistimallere açık “Teokratik Düzen” kurmanın da engelidir aynı zamanda. 

3. Bireysel Sorumluluğun Esas Alınması  : Vahiy insanlara ulaştıktan sonra, buna iman edip etmemek insanın kendisine aittir. Dilerse iman eder, dilerse ahirette sonuçlarına katlanmak suretiyle reddeder. Bu konuda Peygamber ve ümmetinin vazifesi sadece tebliğden ibarettir.  

4. Zorlama ve Baskının Yasaklanması  : Kur’an-ı Kerim dini inanç noktasında ilke olarak zorlamayı ve insanlara baskı kurmayı yasaklar. “Dinde zorlama yoktur. Çünkü doğruluk sapıklıktan iyice ayrılmıştır.”(Bakara Suresi, 256)

“Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzünde bulunanların hepsi elbette topyekün iman ederlerdi. Böyle iken sen mi mü’min olsunlar diye, insanları zorlayacak mısın?” (Yunus Suresi, 99) 

Esasen din konusunda baskının yasaklanması, insanın yaratılış gerçeği ve iman olgusunun yapısıyla yakından ilgilidir. Zira inanç, insanın iç yapısıyla ve kalbiyle ilgili bir durumdur. Zorlama ve baskıyla kalbe ya da gönüle girildiği vuku bulmamıştır. İkna edilmeden oraya girmek mümkün değildir. İnsanı, inanç noktasında gerçek anlamda özgür kılan da budur. Gönülden bağlı bulunmayan itaat sahtedir, belki de ikiyüzlülüktür.  

Şayet zorlama ve baskı bir işe yarasaydı, İslam dini bunu emreder, ve nihai hedefi yasaklamak olan içki, faiz, muta nikahı gibi eylemleri tedrici yolla (kademe kademe) ortadan kaldırmazdı. Bu ise üzerinde düşünülmeye değer bir konudur. 

SONUÇ:  

Din ve Vicdan Özgürlüğü konu başlığını tekrar özetleme niyetinde değilim. Sonuç bölümünü, biraz olsun vicdanımın sesini duymak için ayırdım. Bu vesileyle sizlerde benimle beraber, isterseniz dinleyin:  

Adamın biri, Mevlânâ Celaleddîn Rûmî hazretlerine, “Sen Hristiyanlara bile kucak açıyorsun, Yahudilerle biraraya geliyorsun; günah işleyenlere dahi “gel” diyorsun, sarhoşa el uzatıyorsun… Böyle yapmakla İslam’ın onurunu iki paralık ediyor, dinin izzetine dokunuyorsun. Sen zındıkın tekisin, seni Cehennem bile kabul etmez!..” diyerek bir düzine hakarette bulunur. Hazreti Mevlânâ ona sadece “Sen de gel, sana da bağrımı açıyorum!” demekle yetinir.  

Evet, “Vicdan Genişliği” lazımdır bize… 

Vicdan genişliği, bütün insanlığı  kucaklamak demek. Baskı ve zorlama olmaksızın bütün insanlığın hidayetini dileyip, ona kucak açmak demek. Bütün insanlığın ebedi sadedini dileyen ruh yüceliğidir aynı zamanda. Mamur bir gönlün, bütün insanlığı kucaklaması, kalb kapılarını herkese açması, hep affedici, bağışlayıcı, mürüvvetkâr olması demek. Tıpkı Peygamberimiz (S.A.V.) yaptığı gibi, tıpkı Mevlana Hazretlerinin yaptığı gibi… 

Peygamber Efendimiz (SAV) insanları ebedî hüsrandan kurtarma dâvasına o kadar gönülden bağlanmıştı ki, Kur’ân-ı Kerim, O’nun bu konudaki ızdıraplarını, çırpınışlarını; “Neredeyse sen, onlar bu söze (Kur’âna) inanmıyorlar diye üzüntünden kendini helâk edeceksin” (Kehf, 18/6) diyerek dile getiriyordu.

İşte, Rasûl-ü Ekrem Efendimiz’in bu hali, ondaki vicdan genişliğinin tezahürüydü. 

Vicdan asıl itibarıyla çok geniştir. Ama kötü ahlak, insanda darlık hasıl eder. Cehalet, kibir, gurur, bencillik, kıskançlık gibi fenalıklar sebebiyle vicdanımız; daralır, büzüşür ve bir hodgamlık dehlizine dönüşür. Milli öğütüm sisteminin de vicdanımıza neler yaptığı ayrıca düşünülmeli. Endoktrinasyon ve çeşitli propagandalar da, vicdanımızı daraltan etkenlerdendir. Dahası korku (irtica korkusu, şeriat korkusu, bölünme korkusu) ve paranoyakça yaşam tarzının empoze edilmesi de; vicdanımızı körelten ve yaralayan bir yöntem olduğu unutulmamalı.  

Bir diğer önemli husus şudur ki; 

İnsanların İslam’ın ulvî hakikatleriyle tanışamamaları konusunda müslümanlar olarak biz de suçluyuz. Necip Fazıl’ın Reis Bey’i gibi “Amerika’da biri öldürülse, suçlu benim” diyebilmeliyiz. Hindistan’da bir kısım insanlar fareye ya da cinsel organlarına tapıyorsa, “suçlu benim” diye haykırmalı ve titremeliyiz. Zira, dinimizi gerektiği gibi temsil edemedik ve onu dünyanın dört bir yanına “hal diliyle” taşıyamadık. Dolayısıyla, bir nevi fetret devri diyebileceğimiz bu dönemde, herkesi cehenneme gönderen gaddar bir savcı misali kesip atmamalı; Cenâb-ı Hakk’ın rahmetinin enginliğini düşünüp insanlara biraz müsamaha nazarıyla bakarak hep bir avukat gibi davranmalıyız.  

Evet, gönlümüzde herkesin oturabileceği bir sandalye bulunmalıdır.  

O gönül ki; hiçbir yere sığmayan Yüceler Yücesinin, sığdığı tek yerdir. 

Not : Gönlümüzde herkesin oturabileceği bir sandalye bulunmalıdır. Bu doğru. Şayet iddialar doğruysa ki, şaşırmadığımı da parantez içinde belirtmeliyim; bu söylediklerim, “Balyoz”, “Kafes” ve bilumum “Eylem Planları” hazırlayanlar için geçerli değil. Onlar için ne gönlümde ne de sandalyemde yer olmadığını ifade etmeliyim. Zira söylediklerim, insanlar için geçerlidir. Onlar için sadece acımak geliyor elimden ve bir de Allah’tan ıslahlarını dilemek.

… Bu makale ilginizi çektiyse…

 Alaturka Laiklik: “Beni bir bir sen anladın, sen de yanlış anladın!”

Türkiye Cumhuriyeti’nde Alevîlere zorla Sünnî İslâm öğretilirken Sünnîlerin başörtüsü devlet dairelerinde yasak. Türk Ordusu’nun istihbaratı camileri ve namaz kılanları fişliyor. Hristiyan Ermenilerin ne kiliseleri, ne yetimhaneleri ne de cemaat lideri seçimleri özgürce yapılamıyor. Rumların ruhban okulları özgür değil. Yahudiler diğer gayrı Müslimler gibi askerde ayrımcılığa uğruyor. Ateistlerin kitapları, internet siteleri yasaklanabiliyor, kapatılabiliyor. Gayrı Müslimlerin alın teriyle biriktirdikleri vakıf malları 1970′lerde gasp edildi, hâlâ geri verilmiyor.

Sahi Laiklik neye yarıyor? Bu kitap son yıllarda Türkiye’nin gündemine gelen, birbirinden ayrı gibi duran ama çekirdeğinde Yobaz Laiklik Meselesini barındıran konuları ele alıyor.Buradan indirebilirsiniz.

Trackback URL

  1. 5 Yorum

  2. Yazan:bulduk Tarih: Oca 27, 2010 | Reply

    Eline sağlık kardeş güzel bir yazı olmuş.Zaten peygamberane düşünceyi ve hareketi elde ettikten sonra Allahın izniyle önümüzde hiç bir engel kalmayacaktır.insanlığın kurtuluşunun himmeti milleti olanlar tarafından olacağına inanıyorum. Asıl mesele o manayı yakalayabilme ve daha sonrada bunu topyekün bir insanlığa götürebilme.Tabi bu kolay olmayacaktır.Halen günümüzde bir müslümanın bir hiristiyanla görüşemeyeceğini,tokalaşamıyacağını ve dolayısıyla fikirlerini ve hoşgörüsünü hiç anlatamayacağını düşünen okadar çok “din alimi?” varki .Herhalde islamı anlatmaya ilk önce onlardan başlanmalıydı.Ama herşeye rağmen ümitvarız ve yolumuzun doğru olduğuna canı gönülden inanmışız .mutlu sona ulaşıncaya kadar durmayacağız.saygılar…

  3. Yazan:Mustafa Tarih: Oca 27, 2010 | Reply

    maddeleriniz daha dogrusu Saffet beyin fikirleri hakkinda fikirlerimi belirtmek istedim müsaadeniz ile…

    Efendim “mezheb” iki sahada ayri ayri degerlendirmeleri vardir Islamda. Cok mühim nokta. Itikatda mezheb ile amelde mezhebi ayni kefeye koymak ümkin degildir. Itikatda ehli sünneti temsil eden esariyye ve maturidiyye bir bütün olarak diger firkalara (firkaya “mezheb” denilmesi tam uyusmuyor).karsi “hakki temsil” etdigine inanir. Digerleride kendilerinin dogru yolda olduklarina inanirlar. Her ne kadar birbirlerini hata ve yanlis yoldan gitmek ile suclasalarda genis capda birbirleri ile yasamayi bilmisler huzur ve sulh icinde yasamislar. Küfre düsmeye yol acan inanclar olmadikdan sonra ehli sünnet digerlerini yine müslüman bilmisler ve “ehl-i bidat” kelimesinde onlari toplamislar. Huzur ve baris icinde yasamak icin illa hepsi inkluvizm denilen “hepsi dogru” veya “benimki yanlis onlarinki dogru olabilir” sübheciligi veya “kimse sadece ben dogru yoldayim demesin kimseyi yanlislikla suclamasin” zihniyetleri gerekmez.
    Hiritiyan “mezhebleri” bizim bildigimiz mezheb ile alakasi yoktur. “Firka” terimi daha uygundur.

    Yukarida yazmis oldugunuz notlar oldukca düsündürücüdür. Birkac acidan.
    Illa vicdancilik ve “teokrasiye karsiligi” ve inkluvizme meyli illa Islam ile bagdastirmak istiyorsunuz. Demek isteniliyorki “ey batici liberaller pesinde kostugunuz ilkeler ve degerler aslinda Islamda vardir”. Efendim benzer taraflar cokdur ama biri digerinin icine sigmaz.
    MIsaller ve ibareler vererek “isbat” olmaz. Bu isbat degil ikna etmege calismaktir. Mizrak cuvala sigmiyor ve sigmayan tarafida göstermemek siyaseti…veya kücümsemek veya “yok edici “yorumlamak””
    Islamiyet sistematik ve genis oldugu icin evirip cevirp belirli felsefi sistemlere uydurmak olmuyor.

    Mevlana ile alakali bir not: Efendim selcuklular zamaninda ictimai baris cok mühim idi. Hiristiyan nufusu orati olarak yüksek idi. Yunus Emre ve Mevlananin ve daha nice alim ve evliyanin musamaha ve iyi iliskilere agirlik vermeleri fitne fesadi önlemek maksadi ilede baglantisi vardir. Haclilarin basinlari ve hiristiyanlari destekleyen Mogollarin agirliklarinin bulundugu devrlerdir. Sadece bu “politik sebebler”e indirmek olmaz tabi. Islam ahlakinda olan seylerdir. Allahu tealanin mahlukatina deger vermek Islamda tabii olan seydir.

  4. Yazan:MB Tarih: Oca 28, 2010 | Reply

    Mustafa Bey

    Yazı başlığı “Din ve Vicdan Özgürlüğü”, o yüzden konuyu dağıtmama adına mezhepler konusuna detaylıca değinilmedi. Elbette siz dilediğiniz şekilde açıklama yapabilirsiniz.

    Demek isteniliyorki “ey batici liberaller pesinde kostugunuz ilkeler ve degerler aslinda Islamda vardir”. Efendim benzer taraflar cokdur ama biri digerinin icine sigmaz. Misaller ve ibareler vererek “isbat” olmaz. Bu isbat degil ikna etmege calismaktir. Mizrak cuvala sigmiyor ve sigmayan tarafida göstermemek siyaseti…veya kücümsemek veya “yok edici “yorumlamak” “Islamiyet sistematik ve genis oldugu icin evirip cevirp belirli felsefi sistemlere uydurmak olmuyor.(Mustafa)

    Böyle bir sonuca nasıl ulaştınız? Hayretler içerisinde okudum…

    Eleştirilerinizi biraz daha somutlaştırabilirseniz sevinirim…Zira, itirazlarınıza cevap verebilmek için önce sizi anlayabilmem lazım…

    saygılarımla…

  5. Yazan:aziz yılmaz Tarih: Oca 28, 2010 | Reply

    Elinize sağlık Mehmet bey kardeşim.Hoşgörüyü esas alan kucaklayıcı/birleştirici bir yazı olmuş.Özellikle kamplaşmaların,farklılıklardan ötürü ötekileştirmelerin had safhaya ulaştığı günümüz toplumunda tam da böylesi bir dile ihtiyacımız var(dı).Aslında bu dil islam inancının,islam dininin dilidir;temel ilke ve prensibidir aynı zamanda.Fakat günümüz toplumunda çok etkili olan ideolojiler, giderek dini inancın da ideolojilere indirgendiği bir düşünce iklimine evrilince, doğal olarak(kasıtlı ve bilinçli olmasa da)dinin,farklı düşünce biçimleriyle bir ideoloji gibi yarıştırıldığı bir din algısı oluştu.Bu da çoğu zaman dinin bir dogma gibi anlaşılmasına neden oldu…özellikle de din(ler)e önyargılı yaklaşanlar tarafından.
    Din ve vicdan özgürlüğünün ideolojilerle karşılaştırılmaması gerektiğini,tersine din ve vicdan özgürlüğünün aynı zamanda “ötekiyle” empati kurulması anlamına geldiğini hatırlatan emek verilmiş bu güzel yazı için sizi gönülden kutluyor sevgi ve barış mesajları içeren yazılarınızın devamını diliyorum.
    Sevgi,saygı ve selamlarımla.

  6. Yazan:MB Tarih: Şub 11, 2010 | Reply

    Sevgili Aziz Bey

    Yorumunuza uzun bir süre cevap veremedim. Kusuruma bakmayın…

    O kadar saf, o kadar temiz ve geniş bir vicdanınız var ki, iç güzelliğiniz yorumlarınıza da yansıyor…Yorumlarınızı okurken ruhumun ve vicdanımın temizlendiğini hissediyorum. Sizden öğrenecek çok şeyimiz var.

    Sevgiyle kalın

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin