RSS Feed for This Post

Sanat İktidar İlişkisi Bağlamında Tiyatrocuların Yürüyüşü

Sanat ile iktidar ilişkisi insanlık tarihi boyunca oldukça çetrefilli bir mesele olagelmiştir. Çeşitli ideoloji ve inançlar bağlamında sanat ve sanatçı tanımları ile sanatçının iktidar açısından “görevleri” değişiklik arz eder.

Rus sinema yönetmeni Andrei Tarkovsky “Sanat, bir insanın muktedir olduğu en iyi şeyi, yani umudu, inancı, aşkı, güzelliği ya da istediği ve umduğu en iyi şeyi güçlendirir. Yüzme bilmeyen bir insan suya atladığında vücudu – kendisi değil – kendini kurtaracak içgüdüsel hareketler yapmaya başlar. İşte sanat da suya atılmış bir insan bedeni gibidir, insanlığın manen boğulmasını engelleyecek bir içgüdüdür. Sanatçı, insanlığın manevi içgüdüsünün bir temsilcisidir.“der. Bu anlamda sanat, insanlığın yaşamakta olduğu çürümeden kurtulmanın da en değerli ve gerekli yoludur. Bir çeşit ilhamla konusunu belirleyen ve bu konuyu peygamberi bir öngörü ile topluma sunan sanatçı, elbette toplum için öncü bir figür olarak önem kazanır.

Herhangi bir sanat dalı ile o sanatı icra edenin ilişkisi değişik şekillerde olabilir. Bir sanat alanında iştigal etmek, o insanı her zaman sanatçı yapmaz. Bu açıdan bakıldığında dünya tarihi, bir sanat dalıyla meşgul olan birçok zanaatkâr ya da sanat esnafı tanımışken, çok az sanatçıya şahit olmuştur.

Sanat ile iktidar ilişkisi, büyük oranda zanaatkâr veya sanat esnafları yoluyla kurulur. Çünkü sanat, bir iktidarın toplum nezdinde haklandırılmasını en derin şekilde sağlayabilecek bir araç olarak görülür. O yüzden bütün ideolojiler, o ideolojilerin propagandası için bir sanat ve sanatçı profili tanımlarlar. Artık yapılması gereken sanat dallarının büyük prestijini ve peygamberane öngörü iddiasını toplumu tepeden şekillendirmekte kullanmak ve bunun için gerekli olan zanaatkâr ve sanat esnaflarını yetiştirmektir. Ancak gerçek sanatçı her zaman kendi “yaratımı” ile her türlü iktidar arasına bir mesafe koyar. Bu tür bir gerçek sanatçının sanatı bir toplumsal protesto ya da öngörü içerecekse de, bunu bir tür ilhamla ve politik angajmanın şehvetine kapılmadan yapar.

Özellikle totaliter ideolojilerin yöneticilerinin kendi propagandaları için çeşitli sanat dallarını teşvik ettiklerini dünya tarihinden biliriz. Ancak bu teşvik, saf sanatı ve bu tür bir sanatı üreten gerçek sanatçıyı kaldırabilen bir teşvik olmaktan uzaktır çoğunlukla. Hemen tüm sanat dallarında üretim yapan SSCB’de, propaganda amaçlı eser üretenlerin bir tane dahi nitelikli sanat eseri yaratamamaları sanat ve sanatçının bu doğasıyla ilgili bir şeydir. Onca desteğe rağmen SSCB’den bir Dostoyevski çıkmamasını, SSCB dönemi büyük sanatçılarının hemen hepsinin rejim tarafından dışlandığını, bir kısım sanatçının ise sadece rejim muhalifliği yüzünden Batı tarafından büyük sanatçı kategorisine yükseltildiğini düşünürsek, her türden iktidar ile sanatçı arasında bir ilişkinin kurulmaya çalışıldığı daha net anlaşılır. Ancak gerçek sanatçı için bu ilişki, daha baştan kopması gereken bir şey iken, sanat esnafı için bir tarafı kopuk olsa da diğer tarafa çok daha güçlü bağlarla bağlı bir yapı anlamına gelir.

Peki gerçek bir sanatçı, davranışlarında toplum için her zaman öncü bir figür müdür? Eğer ortaya koyduğu sanat eseri bağlamında düşünülürse evet öyledir. Çünkü sanatçı eserini yaratırken aklın kısıtlayıcı ve daraltıcı ortamından sıyrılır, bir tür ilhamla aklın, ruhun ve kalbin mükemmel bir uyumuna ulaşır. Ancak ilhamının dışında sanatçı, aklı ve davranışlarıyla aynı zamanda entelektüel bir figür olarak değerli olmayabilir. Yani ortaya konulan sanat eseri mükemmel bir eser dahi olsa, sanatçı o eserinin dışına çıkıp, ideolojisinin, inançlarının ve eğitiminin kendisine biçtiği rolü bir propaganda gibi yürütmeye kalktığında, sanatçı olarak değerini yitirme tehlikesiyle de karşı karşıya kalır. İlhamıyla mükemmeliyete ulaşmaya niyetlenen sanatçı; aklı, bilgisi ve ideolojisiyle davrandığında aynı mükemmeliyeti yakalayamayabilir.

Bu kısa girizgâhtan hareketle tiyatrocuların ve bir takım başka sanat erbabının yürüyüşüne gelirsek, konunun görüldüğünden çok daha karmaşık olduğunu görebiliriz. Kendilerini toplumun öncü figürü olarak gören ve gösteren bu sanat erbabının bir kısmının, sadece tiyatro zanaatkârı ve sanat esnafı olarak değerlendirilmesi gerektiğini söyleyebiliriz. İçlerinde, bence çok az olan gerçek sanatçıya gelince; sanatlarındaki değerlerini farklı bir alanda entelektüel öncülük talep ederek ortaya koymaya çalışmaları, onları her zaman entelektüel olarak öncü kabul etmemize gerekçe olamaz.

Zanaatkâr ve sanat esnaflarının iktidarla ilişkilerini görebileceğimiz bazı göstergeler vardır. Öncelikle talep edilen bu öncülük sahici bir birikime değil, sanatın prestijini kullanan bir ticarete işaret eder. Bu tür bir ticaretin en bariz özelliği, bir tür iktidara ya da baskıya karşı duruyormuş izlenimi verirken, ondan çok daha güçlü ve yaygın olan bir iktidar biçimine göz kırpmasıdır.

“Darbe için her türlü şart hazır, hala neden yapmıyorlar” diye çığırtkanlık yapanların; özgürlük, eşitlik ve insan haklarını sadece kendi gibiler için isteyenlerin ortaya koymaya çalıştıkları sanatçı öngörü hissiyatı, sahici bir öncülükten ziyade, kendilerini şartlandırdıkları ideolojinin iktidarına göz kırpmak demektir.

Daha önce de belirtildiği gibi, totaliter bir ideolojiye angaje olmuş devletlerin en önem verdikleri şey, angaje “sanatçı” yetiştirmektir. Kemalist ideolojinin yetiştirdiği organik aydınlar gibi, organik sanat esnafları da, çoğunlukla darbeci bir zihniyetin devam ettirici şartlarını ortaya koyma işlevi görmüşlerdir. Bu sanat esnafının en belirgin özelliği, topluma tepeden bakması ve toplumun demokratik tercihlerini her fırsatta aşağılamasıdır. Gerçek sanatçı olup da bir iktidar biçimine angaje olanların yaptığı şey ise, o sanatçı figürü ve yaratımını, toplumun tercihlerinde ve entelektüel dünyada da anlamlı kılmaya çalışmaktır. Kendi yaratımını, iktidara yönelik bir meta haline döndürmek!

Auschwitz ile ilgili yaptığı filmde Alain Resnais, kampta görevli olan subayların, hemen kampın yanında olan lojmanlarında, klasik müzik konserlerinin ve tiyatro faaliyetlerinin olduğundan bahseder. Istwan Szabo da “Taraf Tutmak” filminde sanatın iktidarla ilişkisine değinir. Sayısı gerçekten az olan gerçek sanatçılar, sanatsal yaratımı ile vicdanı arasında köprü kurabilen ve tam da bu yüzden hiçbir tür iktidara prim vermeyen insanlardır. Sadece bu tür sanatçı sanatsal yaratımı ile yaşantısını “birlemiş” ve gerçekten her alanda öncü olmayı hak etmiş demektir.

Organik sanatçı figürü (ki bütün iyi niyetle bakma girişimime rağmen son yürüyüşü bu tür bir angajmanın dışa vurumu olarak görüyorum) sanatın ismini ve insanda yarattığı prestiji, kendisini yakın hissettiği iktidarı ortaya koymak için kullanan ve bu yüzden sanatın ticaretini yapan bir figürdür. Sanat alanındaki “prestijli” isimlerin, “şimdiye kadar biz böyle gördük, bunun değişmesine izin vermeyeceğiz” diyerek, değişime karşı totaliter bir iktidar yapısının ve militarizmin savunmasını yapmaları, sanatın ruhuna ters davranmak demektir. Zanaatkârlık, sanat esnaflığı veya organik sanatçılık tam da bu demektir zaten. Bu tür kişiler arasından, isimlerinin bütün şaşaasına rağmen gerçek sanatçı çıkabilme olasılığı çok ama çok düşüktür.

… Bu makale ilginizi çektiyse…

Sanat karanlıkta çakılmış bir kibrittir…

 ”…Neden bir natürmorta iştahla bakmıyoruz? Tersine ressam “yiyecek-gıda” elmayı silmiş, elmanın elmalığı ortaya çıkmış. Gerçek bir elmaya bakarken göremeyeceğimiz bir şeyi gösteriyor bize sanatçı. İlk harfi büyük yazılmak üzere Elma’yı keşfediyoruz bütün orjinalliği, tekilliği ile…” 

Bu kitapta Derin Düşünce yazarları sanatı ve sanat eserlerini sorguluyor. Toplumdaki yeri, siyasî, etik ve felsefî yönüyle… Denemelerin yanı sıra son dönemde öne çıkan, ekranları, kitap raflarını dolduran eserlere (veya ürünlere?) dair eleştiriler de bulacaksınız. Buradan indirin.

 

Derin Göz

 

Sanat’a bakmak için çeşitli yapıtlardan, ressamlardan istifade ettik: Cézanne, Degas, Morisot,  Monet, Pissarro, Sisley, Renoir, Guillaumin, Manet, Caillebotte, Edward Hopper, William Turner,Francisco Goya, Paul Delaroche, Rogier van der Weyden, Andrea Mantegna , Cornelis Escher , William Degouve de Nuncques.

Peki ya baktığımızı görmek, gördüğümüzü anlamak? Güzel’i sorgulamak için çağ ve coğrafya ayırmadık, aklımızı uyaracak hikmetli sözlere açtık kapımızı: Mevlânâ Hazretleri, Gazalî Hazretleri, Lao-Tzû, Albert Camus, Guy de Maupassant, Seneca,  Kant, Hegel, Eflatun, Plotinus, Bergson, Maslow, …

 (Buradan indirebilirsiniz)

 

 Baudolino (Umberto Eco)  Suzan Başarslan

Yazınsal bir yapıt, “basit bir obje değil, çok yönlü anlam ve ilişkilerle tabakalaşmış bir niteliğin çok yönlü organizasyonudur.”* Bu organizasyonun incelemesi de kendisi kadar zor bir organizasyonu gerektirir ki, bu yüzden bir yapıtın incelemesi adına günümüze değin, birçok kuram ve inceleme yöntemi geliştirilmiştir. Bu makalede Umberto Eco’nun yazdığı Baudolino adlı romanın incelemesi Gerard Genette’nin “Yapısal Metin İnceleme” yöntemine göre yapılacak ve yapıt, üç düzlemde incelenecektir. Bakış açısı, anlatıcı türü, ana düşünce, eserin yazılış tekniği, dil… gibi sorunlara da değinilecektir. İncelemede Şemsa Gezgin tarafından İtalyancadan Türkçeye 2003′te çevrilen Baudolino esas alınacak, tespit ve yorumlar çeviri yapıttan yola çıkılarak belirlenecek ve ifade edilecektir.  İncelemeyi kitap halinde indirmek için buraya tıklayın

 

Trackback URL

  1. 18 Yorum

  2. Yazan:özlem Tarih: May 21, 2009 | Reply

    Aklınıza sağlık Enver bey,
    çok doğru tespitler. sanatçının zanaatkar rolüne bürünmesinde bence totaliterizm kadar dinden arındırılmış insan ruhunun ıssızlığını ve hayal gücünün sönüklüğünü de göze almak lazım. zira totaliter rejimlerden iyi sanatçı çıkabilir ama hem totaliter hem de tanrısını yitirmiş ülkelerin ve çağın insanları bunu çok daha zor beceriyor.
    modern dünyada demokrasiyi en iyi şekilde içselleştirdiği söylenen çoğu ülke bu yönden tam anlamıyla yoz ve zavallı. Bırakın sanatı tüm estetik anlayışlarına dahi vuruyor. Konfor, fonksiyonellik,kalite, uygun maliyet, kar.:)

    Benim için o yürüyüşe katılanlardan sanırım bir tek Genco Erkal hayal kırıklığıdır. zira lise yıllarımda izlemeyi çok sevdiğim bir tiyatro sanatçısı idi. Sonra basörtülü olunca hani bir canlının tehlike sinyali alması gibi siz de hangi ortamda canınızın sıkılacağını hissedip o ortamlara girmemeyi vazgeçmeyi öğreniyorsunuz. Meğerse o kadar da sevmiyormuşsunuz o şeyi.:)

    belki de bu yüzden dindar insanlar sanat arayışını bu ülkede hep daha klasik sanat kollarında sürdürüyor. Dikkat ediyorum Hat, Tezhip, ebru, klasik çalgılar… Sanırım nasıl eğitim alanında köşebaşları tutulmuşsa sanat kollarında da aynı şekilde tutulmuş. Bir de dönüp hesap sormuyorlar mı en çok ona bayılıyorum. neden türbanlılardan büyük bilim adamı çıkmaz dünya çapında sanatçı çıkmaz vs. Yesinler sizi:)
    Neyse tekrar elinize sağlık. Bu konuda birkaç yazı okumuştum ama en derin ve düşündürücü olanı sizin ki olmuş.

  3. Yazan:Onur Cobanoglu Tarih: May 21, 2009 | Reply

    zira totaliter rejimlerden iyi sanatçı çıkabilir ama hem totaliter hem de tanrısını yitirmiş ülkelerin ve çağın insanları bunu çok daha zor beceriyor.
    modern dünyada demokrasiyi en iyi şekilde içselleştirdiği söylenen çoğu ülke bu yönden tam anlamıyla yoz ve zavallı. Bırakın sanatı tüm estetik anlayışlarına dahi vuruyor. Konfor, fonksiyonellik,kalite, uygun maliyet, kar.:)

    Hangi ulkelerin istikrarli bir sekilde iyi sanatci cikardigina ve gelismis sanat/estetik anlayislari olduguna dair siz birkac ornek verebilir misiniz?

  4. Yazan:eg Tarih: May 21, 2009 | Reply

    özlem hanım,
    özellikle din (ve dindar) ile sinema etkileşmesinin bizim ülkemizde çok bakir bir alan olduğunu düşünüyorum. islam dini ve estetiğinin sinemaya çok ciddi bir katkı sağlayabileceğini düşünüyorum. maalesef türkiye’de bu konuda çok çok yeni başlayan estetik arayışları var. semih kaplanoğlu’nun son iki filmi, derviş zaim’in nokta filmi ile birlikte birkaç film daha sayılabilir belki. önümüzde daha dokunulmamış devasa bir alan var ve bunun sinema diline getirebilecğei imkanların önemli olduğunu düşünüyorum. o yüzden bence özellikle belirli bir birikimi olan dindarların sanattan ve sinemadan uzak durmamaları gerekli.

    bu ülkedeki sinema eleştirmenlerini ve sinemayla ilgili entelektüel dünyayı az çok bilen birisi olarak, cidden de bir dindar insanın türkiye sinemasına (hem yönetmen hem de eleştirmen) olarak çok önemli katkıları olabilecğeini düşünüyorum. çünkü diğer yollar (siyasi ya da belirli sinema kuramlarına dayalı eleştiri yolları) kendisini tüketti.halbuki daha başlanmamış devasa bir alan bizi bekliyor.sinema kesinlikle doğulu bir sanattır (ahmet uluçay’dan alıntı). bu “doğulu” sanata islam dini mensuplarının (özellikle tasavvufu da çıkış noktası yaparak) çok büyük katkı yapabilecğeini düşünüyorum.

    avrupa sineması kendisini tekrar ediyor. en az 10 yıldır sinemanın büyük ülkesi fransa’dan bir tane bile iyi film çıkmıyor. ingiltere ha keza. amerika zaten artık sinema endüstrisinin sinema sanatını öldürdüğü ve gömdüğü yer. inanın bana bu ülkede son 2 yılda yapılan ve kıyısından köşesinden de olsa islam (ve doğu) estetiğinden faydalanan (yumurta, süt, nokta hatta ve hatta tamamen farklı bir amaç ve çıkış noktasıyla yapılmış olsa dahi estetiği ile sonbahar)filmler izlediğim ve cannes, venedik vesaire gibi yerlerde büyük ödüller verilenlerden çok daha iyi filmler. sinemanın geleceği islam dünyası ile birlikte çin, japonya, tayvan, kore gibi kadim dinlerin yaygın olduğu yerlerde bence.

  5. Yazan:suzannur Tarih: May 21, 2009 | Reply

    Picasso’nun Guernica’sı geldi aklıma bu yazıyı okuduğumda,sanatçı kimdir ve kim olmalıdır? Bir şeye karşı olmalı mıdır ya da karşı olması gereken vakit geldiğinde her şeyi göze alarak ne kadar dik durabilir(kime göre dik, kime göre eğik?)?
    Fildişi kulesinden ne zaman çıkmalıdır sanatçı? O kuleyi karşı olması gerekenlerin metasıyla örerken…
    Sanatçı ne deresede iktidardan (güç ve para) uzakta kalabilir?
    Aslında hiçbir zaman, ya onu savunur ya da onu reddeder ama reddederken dahi o iktidarla bir şekilde ilişki içindedir. Onu reddettiği ürün/sanat eseri dahi bir şekilde iktidara bulaşmış olur. Onun üzerinden kıymet kazanır. Paradoks.
    Sanat eseri ve sanatçı daima burjuvaziyle (genel anlamda söylüyorum, sadece Avrupa zenginleri için değil) ve yönetimdeki insanlarla hep iç içe olmuştur, onları reddederken dahi. Daima bir düşüncenin etrafında şekillenmiş, (İslami sanatlar dahi İslam fikrinin temayüzü değil midir) bu düşüncenin de en çok tartışıldığı, geliştiği, değiştiği alanda, tam merkezde yer almıştır. Medeniyet inşa ederken onu sadece iktidarla inşa etmezsiniz, sanatla onu perçinlersiniz. Bu noktada sanatın gelişimi dahi iktidar-sanat ilişkisi içinde net bir değerlendirmeyle ortaya konabilir. Fuzuli, Bağdat’tan ah eder, İstanbul’dan (saraydan) uzakta kaldığı için? Peki gerçek sanatçı değil midir? Elbette sanatçıdır…
    Sanatçılar bencildir, sanatı için bazen onaylamadığımız şeyler yaparlar, varlık sebepleri yetenekleridir de onu gösterebilmek için bazen yanlış/doğru adımlar atarlar.
    Kısacası iktidara yakınken de uzağındayken de, iktidarla olan ilişkileri sayesinde (pozitif veya negatif) kalıcı hale gelirler.
    Namık Kemal, iktidara karşı olarak sanatıyla vücud bulur, Nedim tam iktidarın göbeğinde şaşaa içinde yaşayarak…
    Sonuç, sonuç yok, sanatçının olduğu her yerde paradoks ve fululuk kaçınılmaz.Tıpkı bu olayda, beğenmesek de, varlıklarını başka bir iktidarın gölgesine dayayanlar gibi…

  6. Yazan:eg Tarih: May 22, 2009 | Reply

    “Sanatçılar bencildir, sanatı için bazen onaylamadığımız şeyler yaparlar, varlık sebepleri yetenekleridir de onu gösterebilmek için bazen yanlış/doğru adımlar atarlar.”

    suzan hanım dediğim gibi aslında herkesin bir sanat ve sanatçı tanımı var ve bunlar üzerinden yürütüyoruz tartışmalarımızı. ancak beni yazıda birkaç kademe belirlemeye çalışırken, en ayrıcalıklı yeri de (ki bu yerdeki sanatçıların dünya tarihinde cidden de çok az olduğunu düşünüyorum) eseri ile vicdanı arasında köprü kurabilmiş olanlara verdim. ancak iktidarla ilişkisi olup da gerçekten sanatçı olarak nitelendirdiklerim de var. bunlar eğer sanat eserinin prestijini iktidarla kurdukları ilişkide iktidarı beslemek için kullanıyorlarsa bunların yaptığına da kendi eserlerinin tüccarlığını yapmak adını verdim. ancak bir sanat dalıyla iştigal edenlerin ezici bir çoğunluğunun sanatçı olarak adlandırılamayacağını, ama sanat esnafı veya zannatkar olarak adlandırılmasının daha doğru olacağını düşünüyorum.

    tarkovsky galiba mühürlenmiş zaman’da ya da bir röportajındaydı, picasso için birşey söyler. der ki “isminin bütün şaşaasına rağmen picasso’nun sanatın yanına yaklaşabildiğini düşünümüyırum” . doğrusu picasso için ben de aynı şeyleri düşünüyorum.

    ben sanatçının negatif ya da pozitif olarak iktidarla ilişkisiyla kalıcı olabildiine inanmıyorum. tam tersi iktidara karşı kayıtsızlığı (ve iktidarı kişisel olarak reddetmeleri) büyük sanatçı yapar diye düşünüyorum(bu konumda sanatçı bir nevi ermiş gibidir zaten). ama en başta söylediğim gibi bu konumdaki bir sanatçı (mevlana benim için o konumdadır işte)dünya tarihinde çok ama çok azdır.

    en başta sizden alıntıladığım şeye şimdi cevap vereyim…bense sanatın insan eylemleri içinde bencil olmayan tek eylem olduğunu düşünüyorum. bencilse de zaten kategorize ettiğim bölgenin en alt kısmındaki konuma sahip bir sanat(ımsı)dır yapılan…çünkü sanat, sanatçı için zorunlu bir boşalmaya tekabül eder. yani bu boşalma bencil bir görüntü verdiğinde dahi,bencillikten değil zorunluluktan olur bence…ama dediğim gibi benim bu şekilde tanımladığım sanatçı dünya tarihinde çok az. 20yy batı dünyasında ise mumla aramak lazım bulmak için…

  7. Yazan:eg Tarih: May 22, 2009 | Reply

    aslında konuyu şöyle açmak gerekli.

    yarattığı sanat eseri sanat açısından değerli bir insan sanat eserinin verdiği prestiji iktidarla ilişkisinde ve bir tür iktidarı (kültürü ya da düşünceyi değil) yüceltmek ve ondan nemalanmak için kullanabilir mi? eğer kullanıyorsa bu yaptığı o sanatçının sanatçılık düzeyine nasıl bir katkı yapar?

    bir sanat eserinin elbette ait olduğu kültürel havza ile ilişkisi vardır. olmalıdır da zaten. ama bu kültürel ilişki ile iktidar ilişkisi zorunlu olarak aynı şey manasına mı gelir? yani diyelim ki islam kültürü için değerli sanat eserleri bu değerlerini hakim iktidarla kurdukları ilişkiyle mi elde ederler, yoksa grçekten büyük sanat eseri olmalarından mı? değerini iktidarla ilişkisinden alan sanat eserleri evrenselliklerini nasıl kazanırlar? ya da bir sanatçı yarattığı sanat eserini mecburi olarak iktidarla olumlu ya da olumsuz bir ilişkide mi kurar? bence böyle olmaz. islam sanatında mesela tasavvufun çok önemli bir yeri vardır ve dayanağını tasavvuftan alan sanat eserleri büyük oranda iktidara kayıtsızdırlar. iktidar denen şeyi dünyevi bir çocukluk halinin tezahürü ve hırs olarak görürler. bugün yunus’un şiirlerinin ulaştığı sadeliğe ulaşabilen ne kadar az şiir var tüm dünya şiirinde. bence bu yunus’un iktidara karşı kayıtsızlığı ve Allah’tan başka dünyevi bir iktidara sağır olmasından kaynaklanıyor.bu noktada sanatçı ile ermiş aynı şey oluyor(çünkü ikisi de ilhamdan besleniyor). sanatçı ilhamını aldığı kaynakla sanatı arasına ne kadar duvar kurarsa(iktidar da o duvarlardan birisidir bence)yarattığı sanat eseri o derece sanattan uzaklaşır, kendisiyle birlikte… divan şairlerinin bazıları ile iktidar arasında ilişki vardır; ancak benim kast ettiğim iktidar ilişkisi bu değil. mesela hiçkimse fuzuli’ye propaganda şiiri yazmıştır diyemez herhalde. fuzuli’yi fuzuli yapan leyla ile mecnun divanıdır, su kasidesidir vesaire…ama iktidara övgü şiiri yazdıysa (ki ben hatırlamıyorum varsa da)da fuzuli’yi fuzuli yapan bu şiirleri değildir.

    aslında üzerinde düşünülmesi ve çokça tartışılması gereken bir konu bu. yıllardır üzerine düşünürüm ama gerçekten bir sonuca varamadım ben de.

  8. Yazan:özlem Tarih: May 22, 2009 | Reply

    Bence bu konuya bir de hangi sanat diyerek bakmak lazim. Mesela ben bir klasik müzik eserini dinlerken bestecisi saray müdavimi mi imiş anarşist mi imiş çok da ilgilenmem. Ama sinema ya da edebiyat biraz farklı. Orada elbette iktidar şakşakçılığına propoganda malzemesine dönüşmüş bir eser estetik de olsa benim için artık bir üründür. Aslında sanat bir başkaldırı bir itiraz oldukça güzel bu gibi alanlarda. Belki de o yüzden totaliter rejimlerde ne kadar boğmaya çalışsa da çok iyi sanatçılar çıkabiliyor.
    Onur bey örnek istemiş. Bilmiyorum İran sineması ve resim sanatı ile mesela İngiliz sinemasını kıyas edin desem kendisi için yeterli olur mu? Ya da 20. yüzyıl modern mimarisi ile ortaçağ batı ve islam eserlerini.
    Mimar Sinan’ı. Ben istikrar diye bir kelime kullandığımı hatırlamıyorum.

  9. Yazan:Tuncay Yılmazer Tarih: May 22, 2009 | Reply

    Hakkı Devrim bugünkü Radikal’de soruyor: Enver Gülşen’i tanıyor musunuz diye?

    Enver Hocam, Eline sağlık. Yazının değeri bu tip yazılarla daha iyi anlaşılıyor.

    …………..

    Müminler kanadının en aklı başında olanı diye bildiğimiz bir gazetede, «Araştırmacı-Yazar»lardan biri bu gösteriyi şöyle değerlendirmişti: «Kemalist ideolojinin yetiştirdiği organik aydınlar gibi, organik sanat esnafı da çoğunlukla darbeci bir zihniyetin devam ettirici şartlarını ortaya koyma işlevi görmüşlerdir. Bu esnafın en belirgin özelliği, topluma tepeden bakmaları ve toplumun demokratik tercihlerini her fırsatta aşağılamalarıdır. (…) Bu tür kişiler arasından, isimlerinin bütün şaşaasına rağmen gerçek sanatçı çıkabilme olasılığı çok ama çok düşüktür» (Yeni Şafak, 20 mayıs).
    *
    Yazı içinde yayımlanan fotoğrafa, «organik esnaf» arasında kimler varmış? diye baktım.
    Ön safta gördüklerim, soldan sağa bakın kimlerdi: Macide Tanır, Fazıl Say, Genco Erkal, Gülriz Sururi, Haldun Dormen, Engin Cezzar, İzzet Günay… Gene benim bildiklerimden Zuhal Olcay, Ali Poyrazoğlu, Rutkay Aziz, Müjdat Gezen de oradaydılar.
    Hepsi canım ciğerim. Haber verseler gider, o kadar ayakta dikilemesem de bir pencereden onları alkışlardım. Adını verdiklerim başta olmak üzere, o kafilenin her yaptığına katılabilirim.
    Yazıya imza atan araştırmacı yazarın adı Enver Gülşen. Daha önce bir yazısını okumamıştım. Siz tanıyor musunuz?

    http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=RadikalYazarYazisi&ArticleID=937098&Yazar=HAKKI%20DEVRİM&Date=22.05.2009&CategoryID=98

  10. Yazan:eg Tarih: May 22, 2009 | Reply

    tuncay bey,
    doğrusu hakkı devrim’in yazısından sizin yorumunuzla haberim oldu. kendisini okumam pek. bu yazısı üzerine gökhan özgün radikal’de yazmaya başladığında (gökhan özgün ilk yazılarında müthiş bir başlangıç yapmış ve radikal ve doğan grubunun geleneksel çizgisine ters bir noktaya işaet ediyordu)gökhan özgün’e söylediği şeyler aklıma geldi.

    gökhan özgün için “yakın zamanda bana bir komşu geldi(gazetedeki sayfanın komşusu) bu komuşunun yazarlığını falan bilmem. adını da hiç duymadım…”vesaire deyip gökhan özgün’e giydirmeye kalkmıştı. gökhan özgün de cevaben hakkı devrim’in seviyesine ve anlayış kapasitesine uygun bir cevap yazmıştı. doğrusu ben hakkı devrim’in anlayış kapasitesine uygun bir dil bilmiyorum. o yüzden cevap vermeye değmez:))

  11. Yazan:Librarian Tarih: May 22, 2009 | Reply

    Konu ile ilgili olarak bir haber portalında yapılan “geyik”i dikkatlerinize arzederim. Bkz:

    http://www.haber24.com/Guncel/1-45214/Darbe-olursa-pornocu-olursunuz.html

    haberine yazılan yorumlar.

  12. Yazan:Ali Yürekli Tarih: May 22, 2009 | Reply

    Özlem hanıma,eg ve suzannur’a genel itibariyle katılıyorum. Benim gördüğüm sanatı sanatçının seviyesini, kalitesini, uzum ömürlü olup olmuyacağını, ne kadar kitle tarafından veya kitle çeşitliliğinden içselleştirileceğini sanatını hangi merkezin yörüngesine oturtacağı belirliyor. Mesele iktidarın yörüngesine mi? Paranın yörügesine mi? Adaletin ve vicdanın yörügesine mi? İktidarı, parayı, adalet ve vicdanı harmanlayıp onun yörüngesine mi okuyacağı onun sanatçı kimliğini kalitesini oluşturacaktır. Dünya malına, mülküne, parasına, gücüne, arzularına esir düşmüş sanatçı, sanaçılıktan çıkıp zanaatçılığa terfi ediyor. Bu da sanatçı değil esnaf. Ben adaletin ve vicdanın yörüngesine oturtmuş ve bunu en iyi içselleştirmiş kişinin sanatçı mertebesine, ünvanına ulaşabileceğini düşünüyorum. Bir sanat ve sanatçı vardır. Birde sanat ve ondan geçinen işçiler. Adaleti ve vicdanı merkez almayan kimseye açıkçası ben sanatçı gözüyle bakmıyorum. Dünya da pirim vermiyor saten. Ha neden bu kadar sanat işçisi var da sanatçı yok. Sanatçının sanatını üretmesi ve sunması için iktidarların hoşgörüsüne ve tahammül sınırına ihtiyacı var. Aksi halde size elinde ki bulundurduğu gücü sizin aleyhinize kullanabilir elindeki imtiyazdan yararlanmanızı önlüyebilir. Dolayısı ile devletle işi olanlarda devletin tepkisini çekmemek için aynı ambargoyu size uygulayacaklardır. Adaleti ve vicdanı esas almaktansa iktidarı ve parayı merkez almanın sanatın işçisi olmayı tercih ediyorlar. Yürüyen sanat işçileri hakkındaki görüşüm ise. Eski şaşalı dönemlerinin özlemi içinde yanıp kavrulmalarının bir dışa vurumudur. Kendilerini iktidar, şöhret ve paranın yörüngesine oturtma çabasıdır. Diyeceksiniz ki iktidara, paraya, şöhrete karşı tepki koydular zaten. Hayıııııır.:) Orda iktidar yok hükümet var. İktidara,paraya ve şöhtere karşı yapıp yapmadığını nasıl anlarız. Sağlamasını yaparız. Basit sonuç kısmına bakalım. Eğer iktidara,paraya ve şöhrete karşı yapmış iseler bunlardan mahrum kalırlar. Peki sonuç ne bir Basının %70ini elinde bulunduran iktidarın kahramanı!!? oldular ekrana çıkartıldılar ve çıkartılacaklar. %70-80 sanatı elinde bulunduran iktidar bu jestlerini karşılıksız bırakmıyacak bu da para olarak dönecek. İktidarın 100 yıldır kadrolaşmış kamu kurumlarında saygınlık kazanacaklar. Burdan da anlaşılacağı üzere sanatı İktidarın, paranın ve şöhretin yörüngesine oturtturmayı başardıkları anlaşılıyor. Bunlarda sanatçı değil sanattan geçinen işçilerdir. Ayrıca eski sanat işçilerinin ben çok azı hariç çok yetenek sahabi olduklarını düşünmüyorum. Yetenekli oyuncu geçişkenliği olan oyuncudur. Sadece bir karakterde kendini ifade edebilen bunun dışına çıkamıyan tek kurşunluk oyuncu kitlesi. Son kullanma tarihi dolmuştur. Çünkü genç nesile hitap edebilecek şekilde kendilerini revize edememişler. Niyetlerinin olduğunu da sanmıyorum. Eski yaptıkları sanat işçiliği ile yetinmek onlara yetiyor gibi. Arada sırada sokaklara dökülür kendilerini gösterir. İktidara biat ederler olur biter. Bundan iyisi…

  13. Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: May 22, 2009 | Reply

    Enver bey yazıyı okuyunca Milan Kundera’nın Roman Sanatı üzerine yazdığı(PERDE adlı deneme kitabı)benzer düşünceleri anımsadım.Kundera da tıpkı sizin gibi sanat-iktidar ilişkisini irdeliyor bu çalışmasında.İlgimi çeken bölümü alıntılıyorum.

    1989’da,Komünist rejimin yıkılmasının ardından Prag’daki ilk konaklamalarımın birinde,hep orada yaşamış olan bir arkadaşım bana şöyle dedi:Bizim bir Balzac’a ihtiyacımız var.Çünkü burada gördüğün,içerdiği tüm zulüm ve aptallıkla,dolandırıcıların ve sonradan görmelerin bayağılığıyla kapitalist bir toplumun restorasyonu.İdeolojik sersemliğin yerini ticari sersemlik aldı.Ama bu yeni deneyimi renkli kılan,eskisini belleğinde taptaze saklıyor olması,iki deneyimin iç içe geçmesi ve tarihin,tıpkı Balzac’ın dönemindeki gibi sahneye inanılmaz karışıklıklar koyması.Ardından,arkadaşım bana eski parti üyesi yaşlı bir adamın hikâyesini anlattı,partinin üst kademelerinde görevli olan bu adam kızının,malları ellerinden alınmış büyük bir burjuva ailenin oğluyla evlenmesini desteklemiş ve damadına (düyün hediyesi olarak)derhal güzel bir kariyer sağlamıştır.Bugün,o aparaçik(sovyet rejiminde parti üyesi-Ç.N.)yalnızlık içinde hayatının sonuna gelmiş;damadın ailesi bir zamanlar ulusallaştırılan mal varlıklarını geri almış,kızı da komünist babasından utanç duyuyor ve onunla ancak gizli kapaklı görüşüyormuş.
    Arkadaşım güldü:Farkında mısın?İşte bu,kelimesi kelimesine Goriot Baba’nın hikayesi!Terör döneminin güçlü adamı iki kızını “sınıf düşmanlarıyla”evlendirmiştir ve kızlar ilerde Restorasyon döneminde,onu tanımazdan geleceklerdir,o kadar ki,zavallı baba kızlarıyla hiçbir zaman uluorta görüşemeyecektir.
    Uzun uzun gülmüştük.Bugün bu gülüş üzerinde düşünüyorum.Sahiden,biz niye gülmüştük?Yaşlı aparaçik çok mu gülünçtü?Bir başkasının yaşadığını tekrarladığı için mi komikti?Ama o hiçbir şey tekrarlamamıştı ki!Kendini tekrarlayan tarihti.Kendini tekrar etmek için de,utanmaz,akılsız,zevksiz olmak gerekir.Bizi güldüren tarihin zevksizliğiydi.

    Bu,bana arkadaşımın dileğini hatırlattı.Bohemya’nın yaşamakta olduğu dönemin kendi Balzac’na ihtiyacı olduğu doğru muydu?Belki de.Belki de Çekler için,ülkelerinin yeniden kapitalistleşmesi hakkında romanlar,Balzac’ın üslubuyla yazılmış,çok kahramanlı geniş ve zengin bir çevrimsel romanlar okumak aydınlatıcı olurdu.Ama,romancı adına layık hiçbir romancı böyle bir roman yazmayacaktır.Bir başka insanlık Komedyası yazılsa gülünç olurdu.Çünkü,tarihinin(insanlık tarihi)kendini tekrarlamak gibi bir zevksizliği olabilirse de,bir sanatın tarihi tekrarlara katlanamaz.Sanatın işi,büyük bir ayna gibi tarihinin bütün çalkantılarını,değişimlerini,ardı arkası kesilmeyen tekrarlarını kaydetmek değildir.Sanat,ilerleyişi içinde tarihi adım adım takip eden bir koro değildir.O,kendi tarihini yaratmak için vardır.Bir gün Avrupa’dan geriye kalacak olan,kendini tekrar eden ve içinde hiçbir değer taşımayan tarihi olmayacaktır.Ayakta kalma şansı olan tek şey,sanatlarının tarihidir.

  14. Yazan:eg Tarih: May 22, 2009 | Reply

    aziz bey,
    paylaşım için çok teşekkür ederim. kundera’nın bu kitabı (yanlış hatırlamıyorsam roman sanatı adıyla )can’dan çıkmıştı. yıllar önce baştan sona değil ama genel olarak bir göz gezdirdiğimi hatırlıyorum. alıntı bence çok anlamlı bir alıntı. teşekürler

  15. Yazan:suzannur Tarih: May 22, 2009 | Reply

    Biri Kundera mı dedi, alın size bir paradoks daha, kendileri Yugoslavya’nın Rus işgaline karşı cesaretle durmuş ama bir kongrede Filistin’i İsrail’e hediye olarak Avrupa’nın verdiğini söylemiştir.Şimdi Kundera’yı nasıl değerlendirmeli?! Eserleri mi, çoğunu okudum, en sıkıcılarını bile, yazar olarak da beğenirim ama iktidar ilişkisi bağlamında nasıl değerlendirmeliyim? Birine dik, diğerine eğik dururken!
    Yine İslami sanatlar, evet hepsi tezli sanatlardır kimi fazlasıyla süslü, metaforlarla yüklü, kimi sade ama bir misyonun elçisidirler. Kayıtsız kaç sanatçı sayılabilir ve özellikle Enver Bey, sizin tanımınızdaki sanatçılar sanatçı kategorisinde değerlendirilebilirler mi? Bu onlara hakaret midir, övgü mü, sınırı belirsiz bir ölçek. Sanatçı bir şekilde bu dünyayla bağlıdır, yeteneği göksel olsa dahi. Eğer bu dünyayı aşmışsa o sanatçı mıdır? Sema ayinindeki gibi maneviyattan geleni halka dağıtıyorsa, sanatçı demek bu kişiye?
    Sanat tuhaf bir şeydir. Sayın Gülşen, “islam kültürü için değerli sanat eserleri bu değerlerini hakim iktidarla kurdukları ilişkiyle mi elde ederler, yoksa grçekten büyük sanat eseri olmalarından mı?”demiş, bu tavuk mu yumurtadan yumurta mı tavuktan çıkar gibi felsefi bir alana kayan bir soru ve cevabı o kadar basit değil (Yumurtadan civciv çıkar :)) )Hangi sanat eserinin geleceğe kalacağını bilemezsiniz hatta çoğu iyi sanatçı döneminde sefaletle yüzyüze kalmış, kimisi de sefaletin yüzünü görmemiş. Ama sanatın geliştiği, sanatçının değer gördüğü yerler bir şekilde iktidar (güç, para), çünkü sanat eserini alan, değerlendiren bu kesim, bu noktada da sanat ve sanat eseri için bir burjuvazi şart. fazlasıyla maddi bir görüş olabilir hele ki sanatın doğası bunla tezatken. Bu yüzden sanat tuhaf bir şeydir, kimi iktidardan doğan sanat/sanat eseri kimi de ona karşıt sanat/sanat eseri geleceğe kalır. Bunun net bir formülü yok. sanatçılara kızsak da, bazen iktidar soytarılığına da soyunsalar… önemli olan eser diye düşünmüşümdür hep. Kalıcı olan eserdir sanatçı değil. Sanatçının da günümüzdeki aktiviteleri onların karakterlerine ait eksiler ya da artılar.
    Çok çetrefilli bir konu. Sanatı hep sanat için diye düşünmüşümdür, sanatın amacını da güzellik ama güzellik dahi konvansiyonel bir kavramken ve zamanla değişime açıkken, evrenseli yakalamak ve onu anlatmak sadece anlatmak değilken, dil, üslup, malzeme gibi biryığın değişken de işin içine girerken… nasıl net bir değerlendirme yapılabilir.
    Ve şuna inanıyorum ki, sanatçı bencildir, kıskançtır, kendini gösterme arzusundadır, güzeli yakalamak için sosyalin dışındadır…
    Değilim diyorsa zaten öyledir… :))

  16. Yazan:suzannur Tarih: May 22, 2009 | Reply

    DÜZELTME:
    Yugoslavya değil, Çekoslavakya olacaktı.
    (kafamı taştan taşa vuruyorum şimdi :))))

  17. Yazan:suzannur Tarih: May 22, 2009 | Reply

    DÜZELTME:
    Yugoslavya değil, Çekoslavakya olacaktı.
    (kafamı taştan taşa vuruyorum şimdi :))))Öyle hızlı hızlı yazınca böyle oluyor :((

  18. Yazan:suzannur Tarih: May 22, 2009 | Reply

    Bu arada Sayın Gülşen,
    Mümün camiadaki yazınız gözden kaçmamış 🙂
    Sizi kesinlikle tanımıyoruz biline :)))
    Haşiye: Sanatçı kaypaktır!!! :))) Evet, şu anda gülüyorum…

  19. Yazan:eg Tarih: May 22, 2009 | Reply

    suzan hanım elbette önemli olan eserdir. ama ben sanatçının ortaya koyduğu eserin sanatsal kalitesi ile onun iktidarla kurduğu ilişkinin birebir bağlantılı olduğunu düşünüyorum. mesela buna güncel bir örnekv ereyim. elif şafak’ın romanlarının kalitesinin düşmesi büyük oranda para vesaire ile kurduğu çift yönlü ilişkinin belirli bir süre sonra sanat eserine hakim olması ile ilgilidir diye düşünüyorum. yani elbette önemli olan eserdir ama o eseri ortaya koyan sanatçı da uzayda değil toplum içinde yaşar. dolayısıyla kurduğu ilişki biçimleri onun eserini etkiler. işte bu yüzden sanatçının hakikatle kurduğu ilişkinin düzeyini ve sahihliğini, o hakikatle arasındaki duvarların azlığına bağladım. iktidar ise çok kalın bir duvardır bence…sevgiyle

  1. 1 Trackback(s)

  2. Ağu 12, 2009: Ayıp sanat olur mu? : Derin Düşünce

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin