RSS Feed for This Post

Robert Bresson Sineması ve Au Hasard Balthazar

Robert Bresson dünya sinemasında çok özel yere sahip bir yönetmendir. Fransız sinemasında, aynı dönemlerde ürün verdiği Fransız Yeni Dalgası yönetmenlerinden farklı bir yerde, kendisine has ve tek başına ancak kategorize edilebilecek özel bir yerde durur. Yarattığı çok özel stille kendisinden sonra gelen birçok yönetmene örnek olmuştur. Sinemayla ilgilenen çoğu insanın adını bile duyunca saygı göstermesine karşılık, filmlerinin, sinema eleştirmenleri tarafından dahi çok bilindiğini söyleyemeyiz.

Toplam 14 filminin birkaçı dışında çoğunu başyapıt olarak değerlendirebiliriz. Bresson filmlerinin en önemli özelliği ulaşılması zor sadeliğidir. Oyuncu seçimlerinde profesyonel olmayan oyuncuları yeğleyen ve oyuncuların oynadıkları rolde duygusallığa izin vermeyen bir yönetmen olan Bresson’un filmleri bu açıdan çok nevi şahsına münhasırdır. Kamera hareketlerinde, seste, müzikte ve oyunculuklardaki bu tutumluluk Bresson’un, hayatı “nasılsa o şekilde ve tüm sadeliğiyle” kavrama isteğinden kaynaklanır. Sinema dili, sinemada minimalizm olarak da değerlendirilebilir.

Bir röportajında, hayatın içindeki basitlik ve sıradanlıkta, Tanrının adını anmaya gerek duymadan O’nun varlığını görmenin öneminden bahseden Bresson için tüm filmleri böyle bir arayışın sembolü mahiyetindedir. Bu yüzden Bresson söz konusu olduğunda, onun filmlerini salt estetik düzeydeki minimalizmiyle değil, bu minimalizmin sebeplerini, yani Tanrıyı hissetmek ve hissettirmek isteyen bir insanın çabaları olarak görmeliyiz. Bu anlamda Bresson, seyircisinden de aynı şeyi talep eder. Filmin ruhsallığına katılabilmek için de belki Tarkovsky filmlerine benzer şekilde bir teslimiyet ve ruhsal olarak filmdeki yaşantıya katılmak gerekir.

Bresson, filmlerinde özellikle ilk dönem birkaç filmi hariç hep amatör oyuncular kullanmıştır. Bunun sebebini ise, profesyonel oyuncuların filmin istediği ruhsallığa, duygusal atraksiyonları yüzünden katılamamaları olarak gösterir. “Model” adını verdiği oyuncular onun için filmin içinde bulunduğu ruhsal atmosferin modelleridir, başka bir şey değil! Duygusallığın uzağında bir oyunculuk anlayışı Bresson’un çok kendine has özelliğidir. Bresson’a göre filmin ruhsallığı ancak ve ancak duygusallığın uzağında ve üstünde gerçekleşebilir. Duygusallık ise ruhsallığın önüne set vuran (aynen Hollywood filmlerinde olduğu gibi) bir engel gibidir Bresson için.

Filmlerimi yaparken ne yapacağım üzerinde çok fazla düşünmem; sadece açıklamaya kalkmadan bir şeyleri hissetmeye çalışır ve bunu yakalamaya çalışırım…Düşünmek çok korkunç bir düşmandır. Sanat yaparken zekanı kullanmak yerine, sezgilerini ve kalbini kullanmalısın!” diyen bir yönetmen için seçtiği biçimin de bu fikre uygun bir biçim olması kaçınılmazdır.

Filmlerinde dramatik kurguyu çok önemsemeyen, klasik kamera açıları yerine mesela insanların ellerine, ayaklarına ve yaptıklarına odaklanan, genelde hareketsiz, bel hizası bir çekimi yeğleyen Bresson, bu özellikleriyle hemen fark edilen bir stile sahiptir. Görüntülerdeki tutumluluğu ve sadece “gerekli” görüntüleri aktarmak isteği, onun kesimlerini sadece gerekli yerlerde yapılması gereken bıçak gibi keskin anlatım imkanları olarak görmemize sebep olur. “Gördüğünü senin gördüğün gibi gören ilk insan sen ol” diyerek aslında hayatın bir kere oluşmuş bir halini aktarmak ister Bresson. Bu anlamda, nesnelere ve onların, kişilerin yaptıklarıyla ilişkilerine özel bir önem verir. “Sinematograf Üzerine Notlar” adı kitabında herkesin koşuşturup durduğu ama aslında yavaş olabilen filmlerden ve hiç kimsenin hareket etmediği ama içinde hareket olan filmlerden bahseder. Kendi filmleri de işte normalde yavaş ilerleyen ama insanoğlunun kadîm problemlerine eğildiği için çok yoğun bir içsel düşünceyi ve hareketi çağırırlar. Çoğu filminde diyalog açısından da minimal bir tutum izler Bresson. Sadece “gerekli” olan görüntünün, sadece gerekli olan diyalogları söz konusudur filmlerinde fazlası değil!

Yazının konusu olan “Au Hasard Balthazar” filmine geçmeden önce Bresson filmlerinden bazılarını ele almamız gereklidir. Çünkü bütün Bresson filmleri tek bir filmin parçaları gibi görünürler.

“Bir Taşra Papazının Güncesi (1950)” filminde taşraya atanan ve ağır bir hastalık geçirmekte olan bir din adamının inancı ile kendisini bekleyen son arasındaki tezata gösterdiği sabır ve sebat anlatılır. Aslında din ve Tanrı ile ilişkisini koparmış bir dünyada, hayata bakışını din üzerinden kuran; yardımı, iyiliği, ahlakını ve başkası için adanmayı ancak bu çerçevede anlamlandıran bir insanın, anlaşılamaması ve git gide bulunduğu ortama yabancılaşması söz konusudur. Bütün diğer filmlerinde de olduğu gibi, Bresson, modern çağlarda insanoğlunun katı acımasızlığını ve merhametsizliğini önümüze sürer. Tarkovsky’ye göre gelmiş geçmiş en iyi film olan “Bir Taşra Papazının Güncesi” filmi, gerçekten de ruhsallığı ile seküler dünya arasındaki büyük çatışmanın dindar bir insana yaşatabileceği acıları ve onun yalnızlaşmasını konu edinir.

“Bir İdam Mahkumu Kaçtı (1956)” filmi ise idama mahkum olan bir insanı konu edinir. Bütün filmlerinde olduğu gibi bu filmi de, anlatılan konunun çok ötesinde insan denen varlığın ruhsal mücadelesi ve kurtuluşunun çarelerini araştırır. Filmin finali bu açıdan çok önemlidir bana kalırsa.

“Yankesici (1959)” Dostoyevski’nin “Suç ve Ceza” romanı ile gevşek olarak ilintli bir filmdir. Yankesicilik yapan Michel, Raskolnikov gibi bunu insanlığın iyiliği için yaptığını düşünmektedir. Zenginden yoksulun hak ettiğini alıyordur çünkü. Bu film Bresson’un bir taraftan insanın en temel erdemlerine ve kötülüklerine bakışı olurken, diğer taraftan da içinde bulundurduğu çok ilginç yankesicilik sahneleriyle hareketli bir yapı arz eder. Filmin sonunda Michel’in sevdiği kadına hapiste söylediği “Seni bulmak için ne kadar uzun bir yol kat etmem gerekiyormuş” sözünü söylediği an, aslında doğru yolun çok dolambaçlı ve çoğu zaman da acı veren yollardan geçilerek bulunabildiğini imâ eden çok önemli bir andır; aynen Raskolnikov’un Sonya’daki saf aşkta sükût bulması ve huzura ermesi gibi…

“Jean D’arc’ın Yargılanması (1962)” Dreyer’in Jean D’arc filminden bazı noktalarda ayrı yerde durur. Belki Bresson’un en iyi filmlerinden olmasa da yine de Bresson’a has özellikleri gördüğümüz ve orijinal Jean D’arc yargılanmasına yakınlığı ve yine duygusallıktan uzak bir oyunla (Dreyer’inkinin tam tersi) aktarılmasıyla önemli bir filmdir.

“Mouchette (1967)” ise Bresson’un büyük başyapıtlarından birisidir. Birçok açıdan “Au Hasard Balthazar” filmine benzeyen Mouchette filminde, 15 yaşlarında bir genç kızın önü gelmez acılarının karşısında umutsuzca sürüklenmesi söz konusu edilir. Benim sinema tarihinde gördüğüm en derin (ama aynı zamanda ancak hissedilebilecek kadar sade, hemen tüm Bresson filmlerinin finalinde olduğu gibi) final sahnesinde, annesinin öldüğü gün hayatla kalan son bağını da koparmaya niyetlenen genç kızın son bir umudunun nasıl bir vurdumduymazlıkla suya düştüğünü görürüz: Mouchette intihar etmek için bir göl kenarına gider. Amacı suya atlayıp kendisini orada boğmaktır. İlk denemesi başarısızlıkla sonuçlanır. İkincisini denemeden önce ilerideki yoldan bir traktör geçiyordur. Kız, hayata tutunma isteğinin küçücük de olsa bir karşılığını bulmak istiyordur, insanlarda küçücük de olsa bir merhamet kırıntısına şahit olmak! Traktör şoförüne elini kaldırarak selam verir. İster ki bir küçük karşılık görsün ve hayata tutunacak bir sebebi olsun; ama traktör şoförü Mouchette’in el selamını görür ama kafasını çevirip yoluna devam eder. İntiharla biter film.

Mouchette, hayatımızdaki en büyük acımasızlıkları, vurdumduymazlıkları sadece “kötü” insanların değil, aynı zamanda normal hayatlarını yaşayan “iyi” insanların da yaptığının; yaptığımız ya da yapmadığımız küçücük şeylerin bir insanın hayatında yaratabileceği devasa etkileri görmek konusundaki körlüklerimizin yüzümüze vurulmasıdır bir anlamda. Aynı son “Devil Probably” filminde de vardır. Hayattaki acımasızlığa, çürümüşlüğe itiraz ve protesto olsun diye ve hayatta yaşamaya değer bir şey bulmadığı için intihar etmek isteyen genç bir adam, intihar etmek istediği son gün, dışarıdan gelen müthiş bir Mozart müziği duyar. Hiç olmazsa bu müziğin nereden geldiğini, bu kadar ince ve güzel bir müziği çalan insanın, şu hayata tutunmak için yeterli bir sebep olabileceğini düşünüp dışarı bakar. Ancak bir süre sonra anlar ki, bu müzik bir televizyondan geliyordur…intihar eder.

Son filmi “L’Argent- Para (1984)” filminde paraya bağımlı ve materyalizmin tutsağı olmuş acımasız bir dünyaya bir protesto söz konusudur. Bresson, filmini bir seri cinayet filmi olarak adlandırır. Seri cinayet, aslında paranın bizlerin ruhuna yaptığından başka bir şey de değildir. Artık vücutların kendilerine varlık ve anlam veren ruhsallıklarını kaybettikleri ve birer makinaya döndükleri bir dünyadır “Para” dünyası. O yüzden bu film sık sık ruhsallığını yitirmiş ve birer makine parçası gibi işlev gören ellere, kollara, ayaklara ve diğer vucut parçalarına odaklanır yüz yerine… Filmde, sahte paranın kaynağının peşinde giderken, paranın getirdiği sahte dünyaları önümüze koyar Bresson.

Birçok sinema eleştirmeni ve yönetmeni tarafından sinemanın gelmiş geçmiş en önemli birkaç filmi arasında gösterilen “Au Hasard Balthazar (1966)” filmi için büyük Fransız yönetmen Jean-Luc Godard “Bir buçuk saatte dünya” yorumunu yapmıştır. Bir eşeğin başrölü oynadığı filmde, eşeğin başına gelenlerle benzer bir kadere yürüyen Marie’nin hayatı anlatılır.

Bir çiftlik evinde doğduğunda “vaftiz edilen” ve Marie ile Jacques’in çocukluk anılarına eşlik eden eşek “Balthazar”, hayatının geri kalanında sık sık el değiştirirken aynı zamanda insanlığın yüzüne tutulan bir ayna işlevi görmektedir. Her gittiği yerde insanlığın acımasızlığına ve zulmüne şahit olur Balthazar. Ancak bu zulümler Gerard gibi gerçekten kötü insanların zulmü olabildiği gibi, sıradan “iyi” denebilecek insanların da vurdumduymazlıklarının, çıkarcılıklarının sonucudur çoğunlukla. Bresson bu filmde de diğer filmlerinde izini sürdüğü temel kötülüğü araştırır. İnsanoğlu, diğer insanlara ve canlılara bu kadar acı çektirebilmeyi hangi temel dürtüyle becerebilmektedir? Bundan çıkış ve kurtuluş yolu nedir?

Bencilliklerinin peşinde koşan ve bu bencillikleri yüzünden Balthazar’a ve diğer insanlara acı çektiren insanlar, tüm insanlığın da bir prototipi gibidir. Bencillik, insanlığın en büyük kötülüklerinden birisidir ve bu yüzden başkalarına çektirdiğimiz acıları dahi anlayamadığımız ve belirli bir süre sonra kendilerimize acı çektirmek olarak yansıyabilecek temel bir kötülüktür. Aynen Balthazar’da olduğu gibi, bu bencillikler, yapılan kötülüklerin üstünü örter, hatta bunları kötülük olarak görmeyecek kadar da kalp körleşmesine yol açar! Balthazar, bütün bu kötülüklerin, zulümlerin sessiz bir tanığıdır. Marie’nin hayatını daha 15 yaşındayken bir cehenneme çeviren bu tür bir bencillik ve acımsızlıktır aslında. Hem kötü insanların, hem de iyi insanların, yaptıkları ve yapmadıkları sonucu büyük bir felakete sürüklenen Marie ve Balthazar adeta insanlığın gitmekte olduğu büyük felaketin sembolleri gibidirler.

Bresson’un diğer önemli filmlerinin olduğu gibi “Au Hasard Balthazar” filminin de final sahnesi, çok sade ama bir o kadar da insanlığın üzerine düşünmesi gereken bir finaldir. Hayatı boyunca kendisine acılar çektirmiş insanların zulümlerinin en sonuncusunda vurulduktan sonra gidip bir koyun sürüsünün şefkatine ve koruyuculuğuna sığınan ve ölümü orada, huzurla yatarak karşılayan Balthazar, bizlere de huzur için bir seçenek sunuyor gibidir.

Bresson’un filmlerini bir başka açıdan Tarkovsky filmleriyle karşılaştırırsak belirli ortak noktalarla birlikte bazı karşıtlıklar da buluruz. Bresson filmlerinde ruhsallığı ile yaşadığı dünyanın gerçekliği arasındaki çatışmayı ve çelişkiyi intiharda bulan genç insanlar söz konusudur. Mochette, Devil Probably, Gentle Creature hatta bariz bir görünme olmasa da Balthazar…yine yaşadığı dünya ile uyumsuzluğunu çözebilme ve direnebilme gücünü yitirmiş ruhsal açıdan güçsüz insanlar vardır (Bir Taşra Papazının Güncesi, Au Hasard Balthazar vesaire) . Tarkovsky filmlerinde ise yaşanan dünya ile insanın ruhsal yönü arasındaki tüm çelişkiye rağmen, buna direnen ve kendi ruhsallığını hayata tutturmaya çalışan ruhsal açıdan güçlü insanlar vardır. Nostalghia’da intihar eden deli Domanico bile bu intiharı bir güçsüzlük sebebiyle değil, tam tersi insanlığa çözüm yolunu gösterebilmek amacıyla yapar. Bu yüzden Bresson’un, insanoğlunun ruhsallığı ile reel dünyanın acımasızlığı arasındaki dengesizliği ve çelişkiyi çözebilecek bir çıkış yolu bulamadığı, ya da o çelişkiden umutsuzluğa kapıldığı sonucuna varabiliriz.

Dünya sinemasının kendine has, kopya edilemez büyük bir yönetmeninin sadelik başyapıtı olan “Au Hasard Balthazar” gerçekten de 90 dakikada insanlık tarihi olarak değerlendirilebilir.

 

… Bu makale ilginizi çektiyse…

Sanat karanlıkta çakılmış bir kibrittir…

 ”…Neden bir natürmorta iştahla bakmıyoruz? Tersine ressam “yiyecek-gıda” elmayı silmiş, elmanın elmalığı ortaya çıkmış. Gerçek bir elmaya bakarken göremeyeceğimiz bir şeyi gösteriyor bize sanatçı. İlk harfi büyük yazılmak üzere Elma’yı keşfediyoruz bütün orjinalliği, tekilliği ile…” 

Bu kitapta Derin Düşünce yazarları sanatı ve sanat eserlerini sorguluyor. Toplumdaki yeri, siyasî, etik ve felsefî yönüyle… Denemelerin yanı sıra son dönemde öne çıkan, ekranları, kitap raflarını dolduran eserlere (veya ürünlere?) dair eleştiriler de bulacaksınız. Buradan indirin.

 

Derin Göz

 

Sanat’a bakmak için çeşitli yapıtlardan, ressamlardan istifade ettik: Cézanne, Degas, Morisot,  Monet, Pissarro, Sisley, Renoir, Guillaumin, Manet, Caillebotte, Edward Hopper, William Turner,Francisco Goya, Paul Delaroche, Rogier van der Weyden, Andrea Mantegna , Cornelis Escher , William Degouve de Nuncques.

Peki ya baktığımızı görmek, gördüğümüzü anlamak? Güzel’i sorgulamak için çağ ve coğrafya ayırmadık, aklımızı uyaracak hikmetli sözlere açtık kapımızı: Mevlânâ Hazretleri, Gazalî Hazretleri, Lao-Tzû, Albert Camus, Guy de Maupassant, Seneca,  Kant, Hegel, Eflatun, Plotinus, Bergson, Maslow, …

 (Buradan indirebilirsiniz)

 

 Baudolino (Umberto Eco)  Suzan Başarslan

Yazınsal bir yapıt, “basit bir obje değil, çok yönlü anlam ve ilişkilerle tabakalaşmış bir niteliğin çok yönlü organizasyonudur.”* Bu organizasyonun incelemesi de kendisi kadar zor bir organizasyonu gerektirir ki, bu yüzden bir yapıtın incelemesi adına günümüze değin, birçok kuram ve inceleme yöntemi geliştirilmiştir. Bu makalede Umberto Eco’nun yazdığı Baudolino adlı romanın incelemesi Gerard Genette’nin “Yapısal Metin İnceleme” yöntemine göre yapılacak ve yapıt, üç düzlemde incelenecektir. Bakış açısı, anlatıcı türü, ana düşünce, eserin yazılış tekniği, dil… gibi sorunlara da değinilecektir. İncelemede Şemsa Gezgin tarafından İtalyancadan Türkçeye 2003′te çevrilen Baudolino esas alınacak, tespit ve yorumlar çeviri yapıttan yola çıkılarak belirlenecek ve ifade edilecektir.  İncelemeyi kitap halinde indirmek için buraya tıklayın 

 

 

Trackback URL

  1. 4 Yorum

  2. Yazan:eg Tarih: Mar 25, 2009 | Reply

    bu diziyle(bir yönetmen bir başyapıt dizisi) ilgili diğer linkler

    http://www.derindusunce.org/2008/11/22/tarkovsky-sinemasi-sanati-ve-stalker-filmi/

    http://www.derindusunce.org/2008/11/30/ingmar-bergman-kis-isigi-film/

    http://www.derindusunce.org/2008/12/14/kieslowski-sinemasi-ve-dekalog/

    http://www.derindusunce.org/2009/01/06/sergei-paradjanov-sinemasi-ve-sayat-nova/

    http://www.derindusunce.org/2009/02/05/sokurov-sinemasi-ve-second-circle/

    http://www.derindusunce.org/2009/01/10/bir-yonetmen-bir-basyapit/

  3. Yazan:Levent Cetin Tarih: Mar 25, 2009 | Reply

    Avrupa’da bu tur filmlere ulasmak daha kolay sanirim. Amerika’da bunu izleyebilecegimiz bir kaynak onerebilir misiniz?

    Bir de Ferzan Ozpetek ile ilgili hic yaziniz var mi diye soracaktim. Kacirmak istemem.

  4. Yazan:eg Tarih: Mar 25, 2009 | Reply

    bresson filmlerini amerika’da amazon’dan sipariş edebilirsiniz. criterion serisi içinde bresson’un filmlerini bulmak mümkün. bazıları da kino video’dan çıkıyor. ama sokak aralarındaki dvdcilerde bulunabileceğini pek sanmıyorum…

    ferzan özpetek konusunda henüz birşey yazmadım.

  5. Yazan:Levent Cetin Tarih: Mar 25, 2009 | Reply

    Tesekkur ederim.

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin