RSS Feed for This Post

Kieslowski Sineması ve Dekalog

Andrzej Wajda, Andrzej Munk, Krzysztof Zanussi, Roman Polanski gibi büyük yönetmenler yetiştirmiş Polonya sineması, kendisine has bir ekol oluşturmuştur. Krzysztof Kieslowski de işte bu ekolden yetişmiş, dünya sinemasına çok önemli başyapıtlar kazandırmış büyük bir yönetmendir. “Weronika’nın Çifte Hayatı”, “Üç Renk (Mavi, Beyaz, Kırmızı)” ve “Dekalog” en çok bilinen eserleridir.

Üç Renk ismini Fransız bayrağının renklerinden alır. Eşitlik, özgürlük ve kardeşlik olarak simgelenen bu renkler Fransız Devrimi’nin de  ilkeleridirler. Mavi, Beyaz ve Kırmızı’da üç değişik hikaye anlatılır. Ancak bu hikayelerin ortak noktası, insanlığın ortak sorunları olan yalnızlık, korku, sevgisizlik ve sevgi gibi konulara yaklaşımıdır. Weronika’nın Çifte Hayatı’nda Polonya’da yaşayan kalp hastası genç ses sanatçısı Weronika, sanatını icra etmekten vazgeçmek istemez ve konser sırasında sahnede can verir. Fransa’daki Weronika ise farklı, ama sanki aynı kişi, ötekinin ikiz versiyonu, değişik bir çözüm seçer ; yaşayabilmek için sanatını bırakır. Bu, bir anlamda kendi ülkesinde yapamadığı sanatı, ülkesi dışında yapabilen;ancak ülkesi dışında yaşayamayan bir sanatçının yazgısının dışa vurumu gibidir. Bu filmlerinden önce Polonya televizyonu için çektiği “Dekalog” ise sadece Kieslowski’nin değil, dünya sinemasının en önemli başyapıtlarından birisidir. 

Toplam 10 bölümden ve her bölümü 55 dakikadan oluşan “Dekalog” (1989), hem alışılmadık süresi, hem izleyicisine verdiği mesajlar, hem de bunu yaparken başvurduğu özgün anlatım biçimiyle sinema tarihinde çok özel bir yere sahiptir. Bu uzunlukta, ama kendi içinde organik bir bütünlük içeren eser, bu açılardan ancak Rainer Werner Fassbinder’in “Berlin Alexanderplatz”ı veya Edgar Reitz’in “Heimat”ı ile karşılaştırılabilir.

Hz. Musâ’ya vahyedilen “On Emir”den ilham alan ve bu emirleri “insanoğlunun modern dönemlerindeki ahlâk arayışına bir katkı” olarak yorumlamamıza imkân sağlayan “Dekalog”, Kieslowki’nin yaptığı tek film bile olsaydı, muhtemelen O’nu sinema tarihinin en büyük yönetmenleri arasına katmaya yeterdi.

Bütün bölümleri Varşova’da bir sitede geçen ve bir bölümündeki ana karakterlerin diğer bölümlerde ya hiç olmadığı ya da yan karakterler olarak gözüktüğü; her bölümün bir bütünün parçası olduğuna ikna olduğumuz “Dekalog”, insanoğlunun ezelî ve ebedî evrensel ahlâk arayışının köşe taşlarına yaptığı vurgu ile de oldukça saygıya değer bir yapıttır. Bir anlamda doğal hukukun ve ahlâkın temellerine yönelik bir fikir cimnastiği ve bu temelleri sanatsal olarak kavrayış yolu olarak da okunabilir film. Her bölümde mutlaka iki defa boy gösteren, beyazlara bürünmüş ve konu ile ilgisiz gibi görünen gizemli adam ise, (sanırım) insanoğlunun yazgısında var olan -ve bazen kendi elinde olmayan- bir takım şeylere vurgu yapıyor.

“On Emir”den aldığı ilham Kieslowski’nin bu yapıtını dinî bir temele oturturken, modern döneme ait ahlâkî konuları ve “dilemma”ları ele alması da yapıtın evrenselliğe açılan kapısı oluyor. Filmlerin açık uçlu ve yoruma açık yapısı, onları her izleyişte yepyeni bir katmanına erişmemizi sağlarken, Zbingiew Preisner’in müziğinin de anlatılan hikâyelerle âdeta bütünleştiğini görüyoruz. Kameranın dinginliği, mekanların, hikayelerin sinematografik anlatımına olabilecek en uygun mekanlar haline getirilmiş olması ve hikâyenin diyaloğa fazlaca yer vermiyor oluşu, izleyici açısından yaşanan gerçekliğe kendini daha kolay konsantre edebilme ve her yeni izleyişte yeni bir deneyimle taçlandırılma anlamına geliyor.

TRT tarafından gösterildiğinde “Kadere Meydan Okunmaz” adıyla sunulan (ama bana kalırsa “On Emir”in ilk iki maddesi olan), “Benden Başka Tanrıya Tapmayacaksın” cümlesiyle özetlenebilecek emirlere referans veren ilk bölümü, aynı zamanda sinema tarihindeki en önemli metafizik tartışmalardan birini de bünyesinde barındırmakta… Materyalist bir dünya görüşüne sahip olan dahî bilim adamı babası ile Katolik halası arasında kalan bir çocuğun hikâyesidir ilk bölüm. Pozitivist bilimcilik (ya da bilimperestlik) ile mütevekkîl dindarlık arasındaki çatışmada Kieslowski, kazananın kim olduğuna bizim karar vermemizi ister gibidir.

Halasına “Tanrı nedir?” diye soran çocuk, “Gel, bana sımsıkı sarıl” cevabını alır. Ardından da “peki, şimdi ne hissediyorsun?” diye soran kadına, “Seni çok sevdiğimi hissediyorum” diye cevap verir. Halası “İşte, Tanrı budur” diye cevap verir. Sinema tarihinde beni bunun kadar etkileyen çok az sahne vardır. Sanatın gücünün ve insanı dönüştürebilme kâbiliyetinin en tepe noktası örneklerinden biridir bu sahne…Peki Sevgi Tanrısı nasıl olur da kötülük yapabiliyordur? Çocuğun başına gelen felaket, kendi akıllarımıza duyduğumuz engin güvenden, bilimin ve aklın putlaştırılmasından mıdır, yoksa Tanrı’nın kötülüklere göz yummasından mıdır? Kieslowski, Dekalog’daki diğer bölümlerde olduğu gibi burada da bizi,  ahlaki, felsefi ve metafizik tartışmanın tam ortasına atıp, kararı bizim vermemizi ister gibidir. Bu açıdan, Dekalog asla bir “propoganda” ya da “mesaj” filmi değildir. Soru sordurur ve bizi o sorularla başbaşa bırakmak ister.

Dekalog’un beşinci bölümü olan “Aşk Üzerine Kısa Bir Film” ise aşkın cinsellikle fütursuzca karıştırılmasına atılmış en çarpıcı sinemasal tokatlar arasındadır. Bu hikayede, kendisine aşık olan gence, “benden ne istiyorsun?” diye soran bir kadın ve “hiç bir şey, sadece öyle uzaktan görebilmek, hepsi bu” diye cevap veren bir genç tanırız. Görmüş geçirmiş ve aşkı cinsellikten ibaret zanneden bu kadının yazgısında, gerçek aşkı kendisinden oldukça küçük bir gençten öğrenmek vardır. Ancak, aşkın da tam öğrenildiği ve içine düşüldüğü anda elden kaçabilmek gibi kötü bir özelliği vardır. Şiirselliği ile sinemanın gördüğü en önemli aşk metafiziği filmlerinden birisidir “Aşk Üzerine Kısa Bir Film”…

Altıncı bölüm olan “Öldürme Üzerine Kısa Bir Film”de, her şekilde kötü ve zâlim olduğuna ikna olduğumuz bir gencin, mahkemede idam cezasına çarptırıldıktan sonra hapishane binasına geri dönüşü sırasında pencereden kendisine adı ile seslenen avukatına (aynı avukatın sonradan onu hapishanede ziyaret edişi sırasında) söylediği şu sözleri hatırlayalım:

“Ben, mahkemede hiç kimsenin ne söylediğini bile duymadım. Ta ki siz benim adımı söyleyinceye kadar. O zamana kadar sizin gibi büyük adamlardan bana adımla seslenen hiç kimse olmamıştı.”

En vahşi gördüğümüz insanda bile rahatlıkla yakalanabilen insanî bir damar ve idam cezası üzerine tekrar bir düşünme gerekliliği! Suç ve ceza ilişkileri üzerine kapsamlı bir felsefî ve hukukî tartışmadır bu hikâye…

“Yalan Üzerine Kısa Bir Film”de tam tersi durumla yüzleştirir bizi Kieslowski. İyi kalpliliğine her şekilde iknâ olduğumuz birinin hikâyesidir bu kez söz konusu olan. Kahramanımız, Polonya’da Nazi katliamı sırasında bir çok Yahudiyi kurtarmış, ahlâkî özellikleri ve erdemleriyle bilinen, etik profesörü bir kadındır. Günlerden bir gün, ABD’de tercümanlık yapan bir başka kadın kendisinin ziyaretine gelir. Konuk kişi, izin alarak, üniversitede profesörün dersine de girer. Konu, insanların çeşitli ahlâkî dilemmalardaki muhtemel davranışları üzerine düğümlenirken, tercüman kadın söz alarak bir hikâye anlatır:

Nazi işgali altındaki Polonya’da çoluk çocuk demeden bütün Yahudiler üzerinde bir cadı avı yürütülürken, adamın biri, 6-7 yaşlarındaki ürkek bir kız çocuğunu, sokağa çıkma yasağının henüz başlamadığı saatlerde elinden tutmuş bir yerlere götürmektedir. Çocuk iki yıldır bir evin bodrumunda saklanmaktadır. Nazilerin avından kurtulabilmesi için bir koruyucu aileye ihtiyacı vardır. Ancak Nazilerin çocuğun Yahudi olduğunu anlamamaları için de bir vaftiz anne-babasına ihtiyaç bulunmaktadır. Koruyucu aile çocuğu ancak bu şekilde alabilecektir. Adamın çocuğu götürdüğü aile ise daha önce vaftiz anne ve baba olmayı kabul etmiş bir çifttir.

Çocuk içeriye girer. İçerde bir kadın ve bir adam vardır. Kadın son derece rahat görünür. Adam ise bir oraya bir buraya sıkıntılı bir şekilde dolanmaktadır. Sonra kadın oldukça soğukkanlı bir şekilde “çocuğun vaftiz annesi ve babası olamayacaklarını” söyler. Küçük kız genç çiftin bu beklenmedik tavır değişikliğiyle aslında mutlak bir ölüme gönderilmektedir.. Karı-kocanın çark etmedeki gerekçesi ise gönülden inanmış birer Katolik olarak Tanrı’ya asla yalan söyleyemeyecekleri ve “vaftiz ebeveyni” oldukları yönündeki bir yalanı kalplerinde taşıyamayacaklarını fark etmeleridir. Çocuk ve onu getiren adam tekrar sokağa çıkarlar ve sonu belirsiz bir karanlıkta kaybolurlar.

Dersi dinleyen öğrencilerden biri, ailenin korktuğuna ilişkin yorum yapar. Bir başkası ise böylesine hassas bir durumda söylenen sözlerin Katolik inancı açısından bile yalan olmayacağını savunarak, olayda ailenin tutumunu yanlış bulur.

Kız çocuğunu -inançlarını gerekçe göstererek- Nazilerin insafsızlığına terk eden o meçhul kadın, gerçekte, günümüzün saygın etik profesörü olan kahramanımızdır. Ölüme terk edilen kız çocuğu ise ABD’den onu ziyarete gelen tercüman kadındır. Ve tam kırk yıl sonra, bu davranışının sebebini öğrenmek üzere gelmiştir. Profesör bu acı gerçeği öğrendiğinde, kadına sebebin aslında çok basit olduğunu ve o kızı sokağa gönderdikten sonra kırk yıldır her gün bu olayı düşündüğünü söyler. Sebep olarak ise kıza “koruyucu aile” olmayı kabul eden çiftin “Gestapo ajanı” olduğu duyumunu aldıklarını, vaftiz anne-babası olmayı kabul ettikleri takdirde kendilerinin de deşifre olarak, o tarihlerde Nazilere karşı direniş sürdüren – kendilerinin de içinde bulundukları- gizli örgütlerinin çökertilme riskinin doğduğunu söyler. Sonradan o ailenin Gestapo ajanlığı yaptığı yönündeki iddiaların yalan olduğunun anlaşıldığını, ancak söz konusu çiftin bu suçlamadan dolayı çok büyük acılar çektiğini de sözlerine ekler.

“Tanrı Sahte Yakarışları Bilir” adlı bölümde ise kocasını aldatan ve üstüne üstlük bir de onu aldattığı erkekten hamile kalan bir kadının, eşi kanser hastalığından ölmek üzereyken, aile doktorunu kocasının yakında ölüp ölmeyeceği üzerine somut bir fikir vermek üzere zorlayışına tanık oluruz.. Çünkü, kadın karnındaki çocuğu doğurup doğurmayacağına da alacağı bu bilgiye göre karar verecektir. Bu bebeği doğurmalı mı, yoksa doğurmamalı mı? Kieslowski, söz konusu bölümde de hem kürtaj hem de aldatma üzerine bir ahlâki dilemmayla karşı karşıya bırakır bizleri…

Başlangıçta bir televizyon dizisi olarak çekilen, ancak gördüğü yoğun ilgi üzerine çeşitli ülkelerde sinema gösterimleri de gerçekleştirilen “Dekalog” dizisi, her biri izleyiciye ahlâk üzerine birbirinden çetin ceviz sorular yönelten toplam 10 bölümden oluşuyor. Soruların cevapları veya cevapsızlıkları kişiden kişiye değişir elbette. Ancak, esas sorun, sinemanın, soru sormak yerine herkese her türlü konuda hazır cevaplar vermek ve tek tip insan yaratmak amacında olduğu bir propoganda aracına döndüğü dünyada bu tür büyük eserlerin varlığının mutlaka bilincinde olmak gerekliliğidir. Sinema düşünmenin bir biçimidir, sinemayla felsefe de, metafizik deberaber gidebilir, gitmelidir de. Eğlence ve uyuşturma aracı haline gelen sanatın, düşünmenin bir aracı, bir formu (akleden kalp) haline geldiği örneklerine her zaman olduğundan daha fazla ihtiyacımız vardır. 

Yapıtında, bizleri, modern hayatlarımızdaki sorunlarla evrensel ahlâk ilkeleri arasındaki çatışma arasında kendimize en uygun konumu bulmaya davet eden Kieslowski, bana kalırsa “Dekalog” ile yalnızca kariyerinin değil, dünya sinema tarihinin de en kalıcı başyapıtlarından birisine imza atmış bulunuyor.

“Dekalog”, hayatında ahlâk duygusunun sarsılmaz bir yeri bulunan, her ırktan, her dinden ve her yaştan sinemasever için çok önemli sinemasal bir deneyim. Defalarca izleme ve her izlemede de üzerine geceler boyu düşünme ihtiyacı doğuran bir film dizisi bu…

… Bu makale ilginizi çektiyse…

Sanat karanlıkta çakılmış bir kibrittir…

 ”…Neden bir natürmorta iştahla bakmıyoruz? Tersine ressam “yiyecek-gıda” elmayı silmiş, elmanın elmalığı ortaya çıkmış. Gerçek bir elmaya bakarken göremeyeceğimiz bir şeyi gösteriyor bize sanatçı. İlk harfi büyük yazılmak üzere Elma’yı keşfediyoruz bütün orjinalliği, tekilliği ile…” 

Bu kitapta Derin Düşünce yazarları sanatı ve sanat eserlerini sorguluyor. Toplumdaki yeri, siyasî, etik ve felsefî yönüyle… Denemelerin yanı sıra son dönemde öne çıkan, ekranları, kitap raflarını dolduran eserlere (veya ürünlere?) dair eleştiriler de bulacaksınız. Buradan indirin.

 

Derin Göz

 

Sanat’a bakmak için çeşitli yapıtlardan, ressamlardan istifade ettik: Cézanne, Degas, Morisot,  Monet, Pissarro, Sisley, Renoir, Guillaumin, Manet, Caillebotte, Edward Hopper, William Turner,Francisco Goya, Paul Delaroche, Rogier van der Weyden, Andrea Mantegna , Cornelis Escher , William Degouve de Nuncques.

Peki ya baktığımızı görmek, gördüğümüzü anlamak? Güzel’i sorgulamak için çağ ve coğrafya ayırmadık, aklımızı uyaracak hikmetli sözlere açtık kapımızı: Mevlânâ Hazretleri, Gazalî Hazretleri, Lao-Tzû, Albert Camus, Guy de Maupassant, Seneca,  Kant, Hegel, Eflatun, Plotinus, Bergson, Maslow, …

 (Buradan indirebilirsiniz)

 

 Baudolino (Umberto Eco)  Suzan Başarslan

Yazınsal bir yapıt, “basit bir obje değil, çok yönlü anlam ve ilişkilerle tabakalaşmış bir niteliğin çok yönlü organizasyonudur.”* Bu organizasyonun incelemesi de kendisi kadar zor bir organizasyonu gerektirir ki, bu yüzden bir yapıtın incelemesi adına günümüze değin, birçok kuram ve inceleme yöntemi geliştirilmiştir. Bu makalede Umberto Eco’nun yazdığı Baudolino adlı romanın incelemesi Gerard Genette’nin “Yapısal Metin İnceleme” yöntemine göre yapılacak ve yapıt, üç düzlemde incelenecektir. Bakış açısı, anlatıcı türü, ana düşünce, eserin yazılış tekniği, dil… gibi sorunlara da değinilecektir. İncelemede Şemsa Gezgin tarafından İtalyancadan Türkçeye 2003′te çevrilen Baudolino esas alınacak, tespit ve yorumlar çeviri yapıttan yola çıkılarak belirlenecek ve ifade edilecektir.  İncelemeyi kitap halinde indirmek için buraya tıklayın

 

Trackback URL

  1. 3 Yorum

  2. Yazan:Kerim Tarih: Ara 17, 2008 | Reply

    Belirttiğiniz bu film dizisine nasıl ulaşırız?
    tşkler,

  3. Yazan:Enver Gülşen Tarih: Ara 17, 2008 | Reply

    trt 3 defa tüm diziyi yayımlamıştı her hafta bir bölüm olarak. kieslowski’nin “weronika’nın çifte hayatı” ve “renk üçlemesi” türkiye’de dvd olarak kieslowski kolleksiyonu halinde çıktı. bu koleksiyonda dekalog’un 5. ve 6. bölümleri olan “aşk üzerine kısa bir film” ile “öldürme üzerine kısa bir film” de var. ancak dekalog’un tümü dvd halinde türkiye’de yok. ancak amazondan bulunabiliyor tüm kolleksiyon.

  4. Yazan:Yavuz Can Tarih: Eki 5, 2009 | Reply

    Enver Bey biliyorum bu yazıyı yazalı epey bir zaman olmuş fakat henüz okudum.”Dekalog”ları izlerken beni en çok etkileyen noktalardan bir tanesi 1. bölümü izlerken arka planda gördüğünüz ve filme hiçbir katkısı bulunmayan karakterlerin başka bir dekalog’ta ana karakterleri oluşturmasıdır.Bizlerde yaşamın akışı içerisinde ilerlerken kendimizi merkeze alıyoruz,öte yandan hayatımızda hiç dikkate almadığımız karakterlerde kendi yaşamlarında kendi merkezlerinde bulunuyorlar..bu eşsiz kurguyu Kieslowski çekimlerini yaptığı sitede çok güzel ele almış.Bir diğer deyişle o küçücük siteden bir anlamda bütün evrenin işleyişine dair bir göndermede bulunmuş.
    Ayrıca halasına “Tanrı nedir?” sorusunu soran çocuğu bana hatırlatığınız için teşekkürler..
    İyi çalışmalar

  1. 3 Trackback(s)

  2. Mar 25, 2009: Bir Yönetmen, Bir Başyapıt : Derin Düşünce
  3. Ara 12, 2012: Son 12 ayda en çok okunan 40 sayfa
  4. Haz 7, 2013: The Ten Commandments / The Decalogue 1 / Dekalog 1: Kadere Meydan Okunmaz Replikleri (1989) | Replikler

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin