RSS Feed for This Post

Kemalizme göre Türk Kadını ve Cumhuriyet Gazetesi

 

 Kenan Korkmaz

Sunuş: Okullarda ezberletilen bir “çağdaş Türk Kadını” masalı vardır.  Bu masala göre “vatan kurtarıldıktan sonra kadınlarımız da kara çarşaftan kurtarılmıştır, seçme, seçilme hakkıyla beraber bir sürü özgürlük kazanmıştır, tango filan öğrenmiştir, Türk Kadını Ata’sına minnettardır…”.

 Bugün çarşaflı kadınlara rozet takarak takiyye yapan CHP’nin kadına bakışı gerçekte bu şemadan hep uzak oldu. Tıpkı solcu(!) gazete Cumhuriyet’in kadın hakları konusunda aldığı engelleyici tavır gibi. Ama ülkemizde yanlışlar sürekli tekrar edilerek doğruymuş gibi gösterilebiliyor.

 Bu beyin yıkamanın antidotunu hazırlayan Kenan Korkmaz’a içten bir teşekkür sunuyoruz. Kenan’ın bu detaylı çalışmasını okurken şaşıracaksınız. Mussolini’yi, faşizm’i öven, “yüzüne herkes tükürebilsin” diye Nazım Hikmet’in resmini basan Cumhuriyet Gazetesi’ne bakışınızda bazı değişıkler olabilir…  Mehmet Bahadır‘ın Lozan hakkında yazdığı “Geldikleri gibi gitmediler” makalesini bitirirken dediği gibi «Tarih  şaşırmaktır ».

MY

 Türkiye’nin aydınlık insanları! Size Cumhuriyet hiç yakışmaz!

Aydın insanların diktatörlüğü! İnsanları dikta yönetiminin meşru olduğuna ikna etmenin en etkili yolu bu olsa gerek. Toplumun kendisinden ve çevresindekilerden geri kalanını cahil ve yönetilmeye muhtaç ilan edip kafası karışmış yığınla insana hiçbir kanıt sunmadan iktidarı hak ettiğini ispat etmek. Kârlı iş!

Öylesine kârlı ki; tarihin derinliklerinden çıkagelen belgelerde yatan karanlık yüzünüz ortaya çıkarıldığında bile bunun gerici bir eylem olduğunu, oysa kendilerinin ne kadar aydınlık, ne kadar halk sevdalısı olduğunu söyleyebilirler. Her zaman da inanan bulunacaktır. Kendini “aydın olarak” lanse eden bu grubun bir mensubu olmanın getirdiği ayrıcalığı kazanmayı herkes ister.

Yalnız artık zaman değişiyor. Dilenildiği kadar inat edilebilir; tarih hep olduğu yerde olacaktır. Her zaman ortaya çıkmayı bekleyecektir.

Bakalım aydın olmayı hiç kimseye kaptırmayan efendilerimizin tarihin arka odalarındaki kirli çamaşırları nelermiş.

Cumhuriyet gazetesi ve feminizm

Cumhuriyetin ilk dönemleri pek çok siyasi çatışma gibi bir siyasi çatışmayı daha barındırıyordu: devlet ve feminizm çatışması!

Cumhuriyetin kurucu kuşağı kadın haklarını kendi çizdiği sınırlar içerisinde tutmak istiyordu. Bu bakımdan seçme-seçilme, iktisadi haklar gibi pek çok konuda istekleri olan feminist gruplarla bir çatışma içerisindeydi. Kadın haklarını gereksiz görüyor ve aşağılıyordu.

Bugün kadın hakları denildiğinde akla hangi gazete gelir?

Genellikle Cumhuriyet gazetesi. Özellikle türban serbestisinin gündemde olduğu günlerde Kemalist rejimin selameti ile de ilişkilendirilerek öne sunulan kadın hakları söylemi vardı. Bu söyleme göre bir kadının ailesi tarafından başının örtülmesi kadın haklarına aykırıydı. Binlerce şehidin kanıyla sulanmış bu topraklarda böyle şey nasıl olurdu monşer?

Olamazdı. Nitekim de olmadı. Rekor katılımla onaylanan türban serbestisi Anayasa Mahkemesi’nden döndü. Türkiye çok ciddi bir siyasi kriz yaşadı. AKP’nin türban serbestisi konusunda aldığı tavır sonradan kapatılma davasında delil olarak kullanıldı.

Kriz bitti: taraflar sahalarına döndü. Binlerce başı örtülü kız okul kapısının önüne kurulan kabinde örtülerini çıkararak eğitim almaya devam etti.

Cumhuriyet gazetesi tüm bunlar olurken en çok “kadın hakları” kavramını kullandı. “Gerici iktidar kadınlarımızı evlerine kapatmak istiyor”, “Kemalist devrimin kadınlarımıza verdiği hakları geri almak” istiyordu..

Peki gerçekten öyle miydi? Cumhuriyet kadınlarına haklarını Devlet mi vermişti?

Hayır!

Aksine devlet ve onun sesi Cumhuriyet gazetesi kadın haklarına büsbütün karşıydı!

Kadının fendi cumhuriyeti yendi

 Nezihe Muhiddin rejimin statükocu tavrı nedeniyle önemsemediği ve geri plana ittiği kadın haklarını savunmak için 16 Haziran 1923’te Kadınlar Halk Fırkası’nı kurar.

Ancak TBMM o yıllarda kadınlara parti kurma hakkı vermediğinden ve “kadın-erkek ayrımı yaptığı” gibi basit bir gerekçe yüzünden partiyi kapatır. Kadınlar Halk Fırkası, sonradan Türk Kadınlar Birliği’ne dönüşür ve kadınların seçme ve seçilme hakkı elde etmesi için çaba verir.

Bu mücadele 1935’te başarıya ulaşır.

Ama bu dönemde TKB yine kapatılır.

Bugünün “çağdaş türk kadını’nın sesi” Cumhuriyet gazetesi’nin başyazarı olan Yunus Nadi tüm bu gelişmeler hakkında ne der biliyor musunuz?

”Havva’nın kızları, Meclis’e girip yılın manto modasını tartışacak”(1)

 Kadınlar Halk Fırkası kapatılınca yerine Türk Kadınlar Birliği kurulmuştu. O da kapatılınca Cumhuriyet Gazetesi’nde şu başlık atıldı:

“Türk Kadınlar Birliği kapatıldı, fesat çıkaran hatun kişilere haddi bildirildi.”

Bu noktadan sonra durup düşünmek lazım: ” Türk kadınına bütün haklarını cumhuriyet ve Atatürk verdi. ” cümlesi ne kadar doğrudur?

Rejimin yarı-resmi yayın organı Cumhuriyet gazetesi’nin tavrı ortada. Devletin tavrı ortada. Kadın haklarının verilmesinin ne kadar geciktiği de ortada.

Kadınsız İnkılap isimli kitabın yazarı Yaprak Zihinoğlu o günleri anlatırken şöyle diyor:

 “Ben yüksek lisans tezi çalışmam sırasında şu sorudan yola çıktım. Türkiye’de Kemalist kadın derneklerinin “devlet feminizmi” diyebileceğim programları hangi ihtiyaçtan doğmuştu, neye tekabül ediyordu? Çoğunun iddia ettiği gibi, kadınlar hakları için mücadele etmemiş ve Mustafa Kemal tarafından mı hakları “verilmiş”ti? Cumhuriyetin kuruluş yıllarında faal olan en eski dernek Kadın Birliği idi ve araştırdıkça daha doğrusu kazı yapmaya başladıkça altında çok önemli bir mücadelenin ve kadın kişiliklerin yattığını gördüm.”

 Kadın hakları kavramı açıkça kadınların kendi çabaları sonucunda kazanılmış bir haktı. Devlet ya da devrim tarafından verilmiş bir hak değildi.

Kadınların sadece Cumhuriyet döneminde örgütlenme hakkına sahip olduğunu düşünenler yanılır.

Kadınlar Halk Fırkası’nı kuran Nezihe Muhiddin 1913’te kurulan Osmanlı Türk Hanımları Esirgeme Derneği’nin de başkanıydı. Hayret, yobaz Osmanlı (!) döneminde böyle bir şey nasıl olabilir değil mi monşer?

Üstelik tek dernek de bu değildi: 2 Haziran 1919 yılında çok daha ilginç bir dernek kurulmuştu Osmanlı’da: Kürt Kadınları Teali Cemiyeti!

Bugünün yılmaz kadın hakları savunucularının “türk kadını her şeyini Atatürk’e borçlu” söylemi tarihten bugüne bakıldığında ne kadar anlamsızmış öyle değil mi?

Serbest Fırka nasıl kapatıldı?

Kemalizmin demir yumruklarından tek nasiplenen “Havva’nın kızları” değildi. Paris büyükelçisi Ali Fethi Bey’in Atatürk’ün emriyle kurduğu Serbest Fırka da içinde Cumhuriyet gazetesi tezgahının bulunduğu bir oyunla kapatıldı.

1929 büyük ekonomik buhranı Türkiye’yi çok sert vurmuştu. İsmet Paşa’nın bütün ekonomik icraatları çuvallamış, siyasal sıkıntılarında buna eklenmesiyle birlikte yeni bir parti ihtiyacı doğmuştu.

Mustafa Kemal, o sıralarda Paris’te büyükelçi olan Ali Fethi bey’i Türkiye’ye çağırdı. Ona şöyle dedi:

 “Ben Cumhuriyet’i şahsi menfaatim için yapmadım. Hepimiz faniyiz. Ben öldükten sonra, arkamda kalacak müessese bir istibdat müessesesidir. Ben ise millete miras olarak bir istibdat müessesesi bırakmak ve tarihe o surette geçmek istemiyorum.”

 Ali Fethi Bey 10 Ağustos 1930 tarihinde Serbest Cumhuriyet Fırkası’nı kurar. Programında cumhuriyetçilik, laiklik ve milliyetçilik ilkelerine bağlılığı savunurken aynı zamanda yabancı sermayeyi, serbest teşebbüsü savunurlar. Parti, açıkça liberalizmi savunmaktadır.

Ali Fethi Okyar, parti kurulduktan sonra gazetelere gönderdiği mektupta şunları yazar:

  “…Cumhuriyet Halk Fırkası’nın malî, iktisadî, dahilî, haricî siyasetlerinin birçok noktalarına aykırı bulunan ayrı bir fırka ile siyasî mücadele sahnesine atılmak arzusundayım. Zât-ı Devletleri Reisicumhur olduktan maada şimdiye kadar mensup bulunduğum Cumhuriyet Halk Fırkası’nın da umumî reisi olmaları dolayısıyla işbu arzumun nazar-ı devletlerinde ne yolda kabul buyurulacağını bilmek lüzumunu hissediyorum.”

 Böylece Cumhurbaşkanı’nın onayı alınmış olur.

Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal ise ona yine gazetelerde yayımlanan mektubunda şöyle cevap verir:

 ”…Reisicumhur bulunduğum müddetçe reisicumhurluğun üzerime verdiği yüksek ve kanunî vazifeleri, hükümette olan ve olmayan fırkalara karşı âdil şekilde ve tarafsız yapacağıma ve laik cumhuriyet esası dahilinde fırkanızın her nev’i siyasî faaliyet ve cereyanlarının bir engele uğramayacağına inanabilirsiniz.”

 Tabii ki bu normal bir mektuplaşma değildir. Fethi Okyar’dan parti kurmasını isteyen Atatürk’ün kendisidir. Bu sadece kamuoyu nezdinde oynanan küçük bir oyundur.

Serbest Fırka büyük bir ilgiyle karşılanır. Kuruluşundan üç hafta sonra İzmir’de görkemli bir miting yaparlar. Bu mitinge Mahmud Esad Bozkurt engel olmak ister. Gazi Paşa duruma el koyar ve Fethi Bey’e şöyle bir telgraf çeker:

 “Anlıyorum ki sana nutkunu söyletmek istemiyorlar. Fakat sen mutlaka nutku söyleyeceksin ve tesadüf edeceğin herhangi bir engeli bana bildireceksin. Asayişin temini için Başvekil, Dahiliye Vekili ve İzmir Valisi lazım olan tedbirleri almakla mükelleftirler. Gazi.”

 Bu telgraf sayesinde Fethi Okyar 50 binin üzerinde insanın katıldığı İzmir mitingini bitirir. Dönemin gazetelerinden biri o günü şöyle anlatır:

Sandalla gelip vapura atlayanlar Fethi Bey’e sarılıyorlardı. Birçokları ağlıyor… Rıhtımda, üzerine vuku bulan ilk tehacümle Fethi Bey’in ceketi yırtıldı. Bu esnada denize düşenler, ezilenler ve çiğnenenler oldu. Davullar, zurnalar çalıyordu…

SCF halk tarafından kısa sürede benimsenmeye başlamıştır. Üye sayısı ilk haftada 10 bin, ikinci haftanın sonunda ise 13 bini bulur.

Ancak ömrü sadece 99 gün sürer. Parti kendini feshetmek zorunda bırakılır.

Neden açıktır: partinin laikliğe aykırı fiillerin odağı olması! Yüz yıldır bitmeyen tehlike!

SCF’nin kapatılmasına Çankaya Köşkü’nde karar verilir. Bu kararın verildiği sofrada Yunus Nadi de vardır. Plana göre Yunus Nadi, ülkedeki gerilimi ve SCF’de örgütlenen gericilerin rejim için tehlikelerini gösteren bir yazı yazacak ve Reis-i Cumhur’u göreve çağıracaktı. O da sonradan bu tehlikeyi gördüğünü söyleyen başka bir yazı yazacaktı.

Plan uygulama sokuldu. Yunus Nadi 9 Eylül 1930 tarihinde Atatürk’ü göreve çağıran bir mektup kaleme aldı.

Atatürk ona bir gün sonra 10 Eylül’de Cumhuriyet Gazetesi üzerinden cevap verdi. Şunları söyledi:

…Hakikati Fethi Beyefendi’ye yazdığım mektupta açıkça ifade ettiğimi zannediyorum. Kendilerince hakiki vaziyetin tamamen bilinmekte olduğuna şüphe yoktur. Ancak umumiyetle yanlış zan ve düşünceler ve görüşler olduğu anlaşılıyor.

Hakikat-i hali bir daha ifade ve tasrih edeyim. Ben Cumhuriyet Halk Fırkası’nın Umumî Reisiyim. Cumhuriyet Halk Fırkası Anadolu’ya ilk ayak bastığım andan itibaren teşekkül edip benimle çalışan Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti‘nden doğmuştur. Bu teşekküle tarihen bağlıyım. Bu bağı çözmem için hiçbir sebep ve lüzum yoktur ve olamaz.

…İşaret olunan hadiseler (…) ve hükümet ricaline ve otoritesine karşı bazı anlayışsız kuvvetler tarafından yapılan çirkin tecavüzlerden çok müteessir olduğumu tahmin etmek güç değildir.(…) Bu gibi saldırıcılar ve teşvikçiler Cumhuriyet kanunlarının takiplerinden tabiî kurtulamazlar.

 Bu açıkça “kapat, git” demekti. Nitekim Fethi Bey de 16 Kasım günü Dahiliye Vekaleti’ne verilmek üzere şu fesih beyannamesini yazar:

Tebellür eden son vaziyete göre, Fırkamız, Büyük Gazi Hazretlerine karşı, siyasî sahnede mücadele edecek bir mevkie getirilmiştir. Fırkamız doğrudan doğruya Gazi Hazretlerinin teşvik ve tasvipleriyle vücuda gelmiş ve Büyük Reisimizin her iki fırkaya karşı müsavi muavenet ve muamelesine mazhar olacağı teminatı almış idi. Esasen başka türlü siyasi bir teşekküle vücut vermek mesuliyetini almağı hiçbir zaman hatırımıza getirmedik. Halbuki emri vaki şeklinde tahakkuk eden son vaziyet karşısında bizce başarılması muhal olan bu teşebbüse devam etmek beyhude olacağından Fırkamızın feshine ve keyfiyetin bilumum teşkilata ve Dahiliye Vekaletine bildirilmesine karar verilmiştir.”

İşte Türkiye’nin ikinci demokrasi girişimi de böylece sonlandırılmıştı. Burada garip olan; bir basın kurumu olan Cumhuriyet gazetesinin aldığı tavırdı. Gazete böylelikle rejimin adı konulmamış resmi gazetesi olduğunu ortaya koyuyordu.

Üstelik, faşizmi savunduklarını da gizlemiyorlardı.

Yunus Nadi’den faşizme ve Mussoloni’ye övgüler:

‘Faşizmin Türkiye’de girdiği kanallarından biri basındır. Alman faşizmi bu alanda da ajanlar elde etmeye başladı. Örneğin Cumhuriyet Gazetesi ve yazı kurulu Alman faşizminin etkisi altındadır. Orada çalışanların birçoğu Alman faşizmi tarafından satın alınmıştır. Faşizmin bu ajanları Hitler’in havasından çalıyorlar ve onun saldırı planlarını göklere çıkarıyorlar.’

 ‘Alman Başvekili Türk milletinin menakıpla dolu olan kurtuluş mücadelesini senelerden beri takip etmektedir. Müsarüniley (adı geçen) Gazi Mustafa Kemal Hazretleri’nin deha ve azminin nasyonal sosyalist fırkası muhalefet mevkiinde bulunduğu sıradaki mesai ve harekatına rehberlik ettiğini söylemişlerdir.’

 ‘M. Musolini Türk dostluğunda bir daha çok açık ve çok samimi olmuştur. Biz de aynı vuzuh ve samimiyetle tekrar ediyoruz ki, Türk milleti dahi, M. Musolini’nin münevver ve azimler idaresindeki şerefli İtalya’nın açık, vefakar dostudur.’

‘Başlıbaşına Bir Tarih’ başlıklı yazısında ise Yunus Nadi daha da ileri giderek İtalya’daki faşizmin Türkiye’ye yönelik iltifatlarından güç bulduğunu yazar. ‘Kemalist Türkiye’den Faşist İtalya’ya selam: (…) Türkiye’de biz umumi harp neticesinde tasfiye olunan Osmanlı İmparatorluğu’nun enkazından yepyeni ve tamamen asri, inkılapçı ve milliyetçi bir Türk milleti çıkarırken, İtalya’da İtalyan milletini asrın en mütekamil bir cemiyeti haline yükselten faşizmin gittikçe artan takdirlerine ve muhabetlerine mazhar olmaktan kuvvet buluyorduk’

 ‘Yeni İtalya’nın, faşist İtalya’nın ne olduğunu anlamak içinse onu yapmakla beraber bugün bütün bir salahiyetle kendi sahasında hulasa etmekte bulunan M. Musolini’yi görmek kafidir. Duçe, İtalyan milletinin aynı zamanda ileriye atılmış yüksek bir fikri de tecelli ettiren bir ifadesidir. Faşizm M. Musolini’nin şahsında tıpkı ok gibi fırlayan bir fikrin bükülmez bir kol ile tatbikat sahasına geçirilmiş şeklidir. Bundan yepyeni bir cemiyet doğmakta bulunuyor. Hatta biz tahakkuk etmiş neticelere bakarak bu cemiyete şimdiden doğmuş nazarı ile bakmakta hata yoktur bile diyebiliriz.’

 Yunus Nadi’nin faşist kişiliği daha Cumhuriyet kurulmadan önce fikri yapısı şekillenmişti. Cumhuriyet Gazetesi’nden önce yine sahibi olduğu Yeni Gün Gazetesi’nde, 22 Nisan 1923 tarihli sayısında Feridun Fikri imzasıyla da faşizme övgüler dizmişti. ‘…Bütün Avrupa faşizmin cihana getirdiği emniyet ve neşe ile ona doğru atılırken, faşizmin bu suretle, sanki pek tehlikeli bir şeymiş gibi görülmesi beni derin derin düşüncelere sevk etti. Faşizm korkulacak bir şey addolunmaz. Bilakis bizim gibi inkılap yapmış ve onu yaşatmaya azmetmiş milletler için faşizmden çıkartılacak düstürlar vardır.’ (2)

Cumhuriyet okuru Komünistler buna ne diyecek?

 

Sol eliyle faşist yazılar yazmak insanı solcu yapmıyor. Yukarıda gördüğünüz nüshada, Cumhuriyet gazetesi açıkça okurlarını Nazım Hikmet’in yüzüne tükürmeye çağırıyor.

Nüshada şunlar yazıyor:

..Eşref’in Abdülhamide verdiği tavsiye aklımıza geliyor. Bu tavsiye resmini teksir etip dağıttır ki millet doya doya yüzüne tükürsün mealindedir. Bizde yukarıdaki Nazım resmini bu gaye ile basmış bulunuyoruz.(3)

Şimdi cevap verin bakalım Türkiye’nin aydınlık insanları, Cumhuriyet size gerçekten de yakışır mı?

Kaynakça:   

  1. Kara Kızıl Notlar Dergisi/ Püşper Neves – 3 Dalga ile Feminizm Tarihi
  2. Mustafa Yelkenli (Barış ve Demokrasi Partisi Ankara İl Başkanı) / Yunus Nadi ve Cumhuriyet Gazetesi
  3. Radikal Gazetesi

… Bu makale ilginizi çekitiyse…

Kadınlar… Günümüzün Don Kişotları

Suzan Başarslan’ın dediği gibi “kadına dair söylenmesi gereken ne  kadar söz varsa erkeğin söylediği” bir dünya bu. Sadece söz mü? Yaşama hakkı bile. Bugün Çin’de ve Hindistan’da yüzbinlerce kız bebek daha doğmadan ultrason ile ana karnında görülüp yok ediliyor. Erkeklerin güç mücadelesinde kadınlar eziliyor. Cumartesi anası oluyor, cezaevlerinin önünde sıra bekleyen, şehit tabutlarının üzerinde ağlayan oluyor.  Şampuan veya otomobil satarken bedenini kullandıran, arka planda, silik, soyunan, tüketen, “figüran”… Kadınlara özne olma hakkını vermeyen erkekler mi yoksa bu hakkı alamayan kadınlar mı? Kadınlıklarını kaybetmeden, erkekleşmeden var olabilecek mi birgün kadınlar? 96 sayfalık bu kitapta Kadın’a ait kavgaları ve Kadın’ın kimlik arayışını sorguluyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

 Kadın hakları ve Kemalizm

 “Kemalizm Türk kadınına özgürlük verdi” gibi sloganlarla düşünmeye daha doğrusu ezberlemeye itildiği için sık sık  şaşırmaya mahkûm bir kuşak bizimki. Tarihi, belgeleri, siyasî söylemleri ve sloganları aklın imtihanına tabi tutan herkes hayretler içinde kalıyor. “İyi de biz bunu bunca sene nasıl yuttuk?” diye sormaktan alamıyoruz kendimizi.  Kemalist düşüncenin, çağdaşlığın ve Atatürk devrimlerinin yılmaz bekçisi “çağdaş Türk kadını’nın sesi” Cumhuriyet Gazetesi’nin başyazarı olan Yunus Nadi kadınların siyasete atılmasına nasıl tepki vermiş meselâ?  “Havva’nın kızları, Meclis’e girip yılın manto modasını tartışacak”  Kadınlar Halk Fırkası kapatılınca yerine Türk Kadınlar Birliği kurulmuş. O da kapatılınca Cumhuriyet Gazetesi’nde şu başlık atılmış:  “Türk Kadınlar Birliği kapatıldı, fesat çıkaran hatun kişilere haddi bildirildi.” Derin Düşünce Fikir Platformu yakasını resmî tarihten kurtarmak isteyen okurlarına ezber bozan bir kitap öneriyor : Kadın hakları ve Kemalizm ilişkisine alternatif bir bakış

 Alaturka Laiklik: “Beni bir bir sen anladın, sen de yanlış anladın!”

Türkiye Cumhuriyeti’nde Alevîlere zorla Sünnî İslâm öğretilirken Sünnîlerin başörtüsü devlet dairelerinde yasak. Türk Ordusu’nun istihbaratı camileri ve namaz kılanları fişliyor. Hristiyan Ermenilerin ne kiliseleri, ne yetimhaneleri ne de cemaat lideri seçimleri özgürce yapılamıyor. Rumların ruhban okulları özgür değil. Yahudiler diğer gayrı Müslimler gibi askerde ayrımcılığa uğruyor. Ateistlerin kitapları, internet siteleri yasaklanabiliyor, kapatılabiliyor. Gayrı Müslimlerin alın teriyle biriktirdikleri vakıf malları 1970′lerde gasp edildi, hâlâ geri verilmiyor.

Sahi Laiklik neye yarıyor? Bu kitap son yıllarda Türkiye’nin gündemine gelen, birbirinden ayrı gibi duran ama çekirdeğinde Yobaz Laiklik Meselesini barındıran konuları ele alıyor.Buradan indirebilirsiniz.

Trackback URL

  1. 32 Yorum

  2. Yazan:Ezel KARA Tarih: Şub 8, 2009 | Reply

    daha önce 40 defa yayınlanan Cumhuriyet Gazetesinin kendisinin yayınladıgı haberleri yayınlamak yazı yazmak mı oldu?

    Osmanlı da kurulmuş 2dandik kadın derneğini de örnek gösterin tamamdır al sana derin bir kose yazisi:)

  3. Yazan:Mehmet Bahadır Tarih: Şub 8, 2009 | Reply

    Hasan Bey

    Ezber bozan ve sasirtan bir yazi olmus. Emeginize ve kaleminize saglik.
    Sasirmaya devam etmek icin, yaziniza destek amaciyla 2 kelam etmek isterim.

    Ali Fethi Bey’in 50 bin kisiye hitap ettigi 5 Eylül İzmir mitinginde enteresan ve ibretlik olaylar da yasanmistir.

    İzmir mitingini sabote etmek isteyenlerin çeşitli provokasyonlarla halkı tahrik ederek CHF binalarının taşlanmasını sağlaması ve ortaya çıkan karışıklığı sona erdirmek isteyen sınırlı sayıdaki polisin halka ateş açarak bir çocuğun ölümüne neden olması, o gün yaşanan talihsiz hadiselerdendi. Ancak ortalığın kan revan içinde kalmasıyla dehşete kapılan Ali Fethi Bey ve arkadaşları o gün bütün bunlardan daha da inanılmaz bir hadise yaşamıştı. Şöyle ki, oğlu miting meydanında kurşunlara hedef olan baba, çocuğunun ölüsünü yerden kaldırıp Ali Fethi Bey’e kadar gelmiş ve çocuğunu göstererek, “Size bir kurban, eğer isterseniz başka kurbanlar da verebiliriz, yeter ki bizi kurtarın!” demişti

    Ayrica donemin ekonomik sartlari o kadar zordur ki İzmirin koylerinde 1930’larda ot yiyen insanlar dahi vardi. Dikkat buyrulsun, Orta ve Doğu Anadolu’dan bahsetmiyoruz, nispeten müreffeh bir bölgeden Izmirden bahsediyoruz. Donemin sartlarini inceleyenler bu aci gerceklerle karsilasir.

    Ne diyeyim bizlere 1930 lu yillari Altin Cag ya da saadet asri olarak sunan resmi tarih utansin.

    Kadin haklarina gelince;

    Secme ve secilme hakkini elde etmek isteyen kadinlardan askere gitme sarti getirilmek istendigini de biliyoruz. Simdilik bunlari soylemekle yetineyim.

    Tekrar emeginize ve kaleminize saglik

    sevgilerimle…

  4. Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Şub 8, 2009 | Reply

    Şimdi cevap verin bakalım Türkiye’nin aydınlık insanları, Cumhuriyet size gerçekten de yakışır mı?
    Makale yukarıdaki çarpıcı soru cümlesiyle son bulmuş;tabii aydınlık(!)timsali namı değer Cumhuriyet gazetesinin -geçmişteki-icraatlarının iplikleri bir bir pazara çıkarılarak!İnsanın okurken kanı donuyor.Nasıl olur da faşizm yanlısı,Mussolini hayranı bir gazete günümüzde hâlâ aydınlığın sembolü olarak görülebiliyor?Dolayısıyla bana göre sorun gazetede değil,bu gazeteyi aydın,ilerici,hatta devrimci görme gafletinde bulunan zihniyetlerdedir.Gazete,kuruluşundaki misyonuna sadık kalarak günümüze kadar yayın çizgisini koruyarak gelmiştir,yani geçmişte ne ise bugün de odur.Dolayıyla şayet yayın çizgisinde bir değişim yaşansaydı,bugünkü sadık okur kitlesi kısmen anlaşılabilirdi.Zira bu perspektiften bakıldığında süreç içersinde gözle görülür pek çok değişim yaşandığına tanık oluyoruz.Bir dönem katı devletçi anlayışta ısrar eden pekçok aydın bugün çok daha farklı konumdadır…Koyu Kemalist olanları da dahil,bugün tercihlerini bireysel özgürlükleri,insan haklarını savunmaya adamış aydın,yazar ve akademisyenimiz var.Bu bağlamda geçmişteki olumsuz imajı ve kötü siciline karşın bir yayın organının da değişime açık farklı bir çizgisi pekâlâ anlaşılabilirdi.Oysa geçmiş sicili bir yana,Cumhuriyet gazetesinin halıhazırdaki yayın çizgisi buna bile rahmet okutacak perişanlıktadır.Ergenekon çetesinin sözcülüğünü üstlenmiş ve adeta bu terör örgütünün yayın organına dönüşmüş bir gazateden ne beklenebilir?

    Sonuç itibariyle bu gazetenin maskesini düşürmek için karanlık geçmişinin izlerini sürmeye bile hacet yok,zira sürdürülmekte ısrar edilen anlayış aydın(!)gazetemizin kumaşını yeterince ortaya çıkarıyor.

    Şimdi soruyu biraz değiştirerek tekrar sormak lazım.Bu garabet duruma rağmen hâlâ Cumhuriyet gazetesini kendileri için demokrasi ve aydınlığın sembolü sayan zihniyet acaba ne kadar “Türkiye’nin aydınları”sayılabilir? Bence asıl dikkate değer nokta işte bu ideolojik körlüktür ve ilk elden sorgulanması gereken de bu olmalıdır.
    *****
    Karanlığı bize aydınlık olarak sunan demokrasi düşmanlarının maskelerini bir kez daha düşüren sn.Demiroğlu’a bir okur olarak teşekkür ediyorum.İnanıyorum ki dürüst aydınlarımızın bu gayretleri,toplumumuzun zihinlerini bulandıran tüm karanlık noktaları bir bir aydınlığa çıkaracaktır.

  5. Yazan:Hasan Tarih: Şub 9, 2009 | Reply

    Liberalizm’e kısa sürede başlayan ilgi Kemalist ideolojiyi bir hayli acıtmıştı. Bu o dönemin kadrolu şairlerinin tutsak dizelerini de vurdu. Bakınız Aka Gündüz’ün dizelerini liberalizm nasıl acıtmış:

    bolsevik bagirdi cariksiz kaldik
    fethi bey milletin haline aci
    murteci bagirdi sariksiz kaldik
    sendedir bu buyuk derdin ilaci

    dediler intihap [secim] degil pek uzak
    birlesti panayot, migirdic, izak
    sandigin basinda kurdular tuzak
    yobazlar el acip oldu duaci

    osmanli devleti gibi bu firka
    metelik vermiyor mezhebe, irka
    kapabilmek icin bir suslu hirka
    kol kola geziyor papazla haci

  6. Yazan:Mustafa Akbas Tarih: Şub 9, 2009 | Reply

    Cumhuriyet ve Kemalizm Türk kadinina hic birsey getirmedi. Sözde laik Devlet Türk kizlarini Üniversitelerde okumasina bile engel oluyor. Irkci Kemalist rejimin bitmesi Türkiyeli bütün insanlarin faydasina olacaktir.

  7. Yazan:Ali Duman Tarih: Şub 9, 2009 | Reply

    Eski Bakan ve Cumhuriyet Gazetesi yazarı Orhan Birgit, Vatan gazetesine verdiği mülakatta;

    1. 27 Mayıs 1960 darbesinin fitilini ateşleyen süreçte olayların organizatörü olduğunu,

    2. 1945’de, “Anti-Faşist Halkçı Cephe”ye ait gazete/derginin basımını yapan TAN MATBAASI’nın yakılmasına, kendisiyle birlikte İLHAN SELÇUK ve SÜLAYMAN DEMİREL’in de katıldığını,

    3. 6-7 Eylül 1955 yağma olaylarının kışkırtılmasında ve organizasyonunda görev aldığını, kışkırtmaları sağlamak üzere Selanik’te bulunan Atatürk’ün evinin MİT tarafından bombalandığını
    itiraf etmiştir.

    Tüm hatalarına rağmen Sn. Bakan’a samimi itiraflarından dolayı teşekkür etmek gerekir, zira bu da bir şeydir, halka karşı, işlediği hataları vicdanlarının kara deliklerine atanlara kıyasla.

    Ancak ne var ki “sen söyle sen dinle”, hani devekuşu misali devekuşu kafasını kuma gömdüğünde saklandığını sanırmış ya, ülkemizdeki resmi ideolojinin yandaşı ulusalcılar için ne gam ne keder, bir elinde cımbız, bir elinde ayna umrunda mı? dünya misali.

    Kutsadıkları Cumhuriyetin altında kalacaklar oysa özeleştiri diye bir kurum vardır, çürümeyi önler. Dinamikleştirir, yapılan hataların onarılmasına yardımcı olur.

    Bilgi çağındayız ve mızrak, çuvala girmiyor.

    (Bu nasıl bir tarihtir ki saymakla bitmiyor kirli sicili)

  8. Yazan:Doğan Tarih: Şub 11, 2009 | Reply

    Çalışma oldukça derinlemesine ve konuya etraflıca bir bakış getirmiş.Yazı üzerine emek veren arkadaşın çalışmaları anlamlı bir bütünlüğe sahip olup,konuyla bağlantısı olan kişilere güzel bir okuma notu teşkil edecektir.Söyelemeden edemeyeceğim bir iki cümlem daha var.Milli ideolojinin yıllardan beri yaratmış olduğu köleleşmiş beyinler,kendilerini şaşırtan,bir bakıma tabularını yerle bir eden bu tür yazıları derin olmamak türünden söylemlerle nitelendirip, bir bakıma kendilerini avutma çabası içerisine girmekteler.Yazıya emek veren arkadaşın çalışmalarının devamının gelmesi umuduyla.Çalışmasından dolayı Arkadaşa teşekkürler!

  9. Yazan:Cumhuriyet Tarih: Şub 11, 2009 | Reply

    Cumhuriyet düşmanlığı yaparak ona buna çamur atarak aslınızı inkar ederek yaşamaya devam edin. Saidi Nursiye Hizbullaha hamasa yalakalık yapın…
    Seviyeniz sıfırdı nakısa düşsün …
    Sizin gibi gerici yobazlara yakışan bu.
    100 yıl önceki bir gazete kupüründen medet umacak kadar zavallısınız.
    Dilipak soyadıyla mail atan vatandaşada bir sözüm var Üzmez sapığını destekleyen Dilipak akrabanmı… O zaman sana tavsiye kadın haklarını savunmaya küçük çocuklardan başlada kanaat önderleriniz onlara tecavüz etmesin.
    Cesaretin varsa ve yukarda yazdığın kadar özgürlükçüysen bu yazıyıda yayınla.

  10. Yazan:Hasan Demiroğlu Tarih: Şub 11, 2009 | Reply

    Sayın Cumhuriyet;

    Cumhuriyet düşmanlığına tek bir delil gösterebilir misiniz bu yazı içerisinde? Bir kavram olarak Cumhuriyet kavramından söz ediyorum.

    Cemahir kökünden gelen, hani şu halkın kendi kendini yönetmesi demek olan Kelime.

    Yok eğer siz “cumhuriyet” derken yönetimin babadan oğula geçmediği her yapıyı kastediyorsanız, o zaman Cumhuriyet kelimeisne yüklediğimiz anlam çok farklı demektir. Öyle ya, kendine “demokratik cumhuriyet” diyen hiçbir ülke demokrat değil. Kongo, Kuzey Kore. Buradan da anlaşılıyor ki sadece Cumhuriyet yetmiyor.

    Babadan oğula geçmeyen yönetim Parti başkanından yardımcısına geçiyorsa bugünün değerleriyle o düzeni yargılamak “düşmanlık” mıdır?

    Bizler Kemalizm için mi yaşamalıyız, rejimin selameti için mi, devletin bekası için mi?

    Neden hiçbir denkleminizde insan’a yer yok?

    Neden o döneme dair tek bir eleştiriyi dahi kaldıramıyorsunz?

    Sihir bozulduğu için mi acaba?

    Yoksa, aklınızın ve vicdanınızın size sürekli sunduğu ama yüzleşmekten kaçtığınız kavramları yüzünüze vurduğu için mi?

    Sahi, bana mı kızdınız, yoksa içinizdeki o düşüncelere mi?

    “Cumhuriyet düşmanı” ben miyim, yoksa size pek çok şeyin anlatılandan farklı olduğunu söyleyen o iç ses mi?

    Bence bunu sorgulayın sayın Cumhuriyet..

    (Bu arada küpür 100 yıl öncesine ait değil. 1950’li yıllara ait. )

  11. Yazan:Ali Duman Tarih: Şub 11, 2009 | Reply

    Kemalist dini”nin yobazları ;

    siz; sadece ve sadece küfür etmeyi mi bilirsiniz?

    bu hırçın tutum; fikirsel tükenmişlik ve tepetaklak oluşla ilgili bir psikiloji midir?

    sizin dışınızda her adem oğlu ile konuşmak ve tartışmak mümkün iken (şeriatçı, marxsist, dindar, ateist, fethullahçı vd.leri dahil) birtek sizinle bu mümkün olamıyor her nedense???

    bir aynaya bakın, bir dönüp kendinize bakın.

    Siz yenmeye bile değmeyecek bir fikirsiniz, (kaldıki bir fikrinizde yok) çünkü değişen dünyaya ve değişime direnmekle harakiri yaptınız zaten.

    Kapitalizmin bile ret edemediği en geçerli temel kural; DEĞİŞMEYEN TEK ŞEY’İN DEĞİŞİM olduğu gerçeğidir. 50 yıl önce köle olan zencinin bugün başkan olmasının sebebi işte bu Marx öğretisidir.

    Türkiye’deki en gerici ademoğlundan dahi bir asır geridesiniz, zira bu durumunuz tüm dünyaca da onaylıdır. Misal, fikirlerinize sempati ile bakan tek bir Türk kökenli AB ülkesi milletvekili bulamazsınız.

    kendi yalanlarınız içinde boğulmaya devam edin, bu özgürlüğünüz elbetteki mevcut, ama gölge etmeyin.
    sizin bu tip sitelerde fikir yürütmek gibi bir yeteneğiniz olamaz, olamadı da. Küfürlerinizle kirletmeyin buraları.

    yalan, dolan ve komplo teorileri üzerine kurulu sitelerinizde kendini yalanlarınız içinde boğulmaya ve kendinizi kandırmaya devam edin.
    dün “sevr paranoyası” içindeydiniz, posası çıkınca bugün “bop paranoyası” içine girdiniz.

    dün Nazım Hikmet’i vatan haini ilan etmiş ve yıllarca hapislerde çürütmüştünüz, bugün Orhan Pamuk’u vatan haini ilan ettiniz.

    işte siz bu’sunuz…

    Küfür ve hakaretlerle dolu yolunuz size, bizim yolumuz bize, gölge etmeyin ve küfürlerinizi kendinize saklayın.

  12. Yazan:soner Tarih: Şub 12, 2009 | Reply

    Toplum içerisinde yaşayan kadınlarımızın; sosyal,sanatsal, ekonomik, kültürel, ailevi, eğitim hayatlarına katkıda bulunacak planınız var mı? Varsa nelerdir?

  13. Yazan:Hasan Tarih: Şub 12, 2009 | Reply

    Sayın Soner bey;

    Kadının toplumdaki yerinin planla, programla, devrimle değişeceğini düşünmüyorum. Bu yalnızca kadının toplumdaki yeriyle ilgili değil. Toplumla ilgili hemen hemen hiçbir şey planla, programla, devrimle değişmez.

    Devrim değişim adına düşünülürse eksik bir siyasi eylemdir.

    Düşünce açısından duraksama yaşatır. Rejim ve partizanları muhafazakarlaştırır.

    Ancak devrimcileri “büyük bir iş yapmanın” vermiş olduğu tatmin ile mutlu eder. Bugün hala plan, program, devrim vs. gibi kavramları bu tatmin için savunuyorlar, bilinçaltına inildiğinde durum budur.

    Peki Hayat nasıl değişir?

    Açık: kapitalist düzen.

    Sanayileşme.

    Şehirlileşme.

    Bugün “modernite” dediğimiz ve felsefi olduğunu zannettiğimiz kavram aslında sosyolojik bir kavramdır.

    Bugün “feodalite” adını verdiğimiz dönem de o dönem yaşayan insanların siyasi seçimlerinin değil, o dönem benimsenen üretim aracının yarattığı sosyal yapıdır.

    Bu yüzden “modernite feodalitenin ilerisidir” diyemeyiz.

    “İlerleme” yoktur çünkü; sosyolojik bir değişim vardır. Yeryüzünün tek bir kıt’adan (Pangea’dan) bugünkü haline dönüşmesi gibi bir durumdur.

    Modernite’yi oluşturan etkenlerin önünü açmak gerekir.

    Bu etkenleri yukarıda saydım.

    Feodal ekonominin yaygın olduğu toplum modern değerler üretmez.

    Modern ekonominin (kapitalist ekonominin) yaygın olduğu toplum da feodal değerler üretmez.

  14. Yazan:soner Tarih: Şub 12, 2009 | Reply

    Sayın Hasan bey;
    Benim sorumun içerisinde “devrim” sözü veya iması geçmemektedir. Sorumu basit ve anlaşılır bir dil ile ifade etmeye çalıştım.
    Bir planınız yok sanırım.

  15. Yazan:Hasan Tarih: Şub 13, 2009 | Reply

    Soner bey;

    Friedrich Von Hayek’in ” Kölelik Yolu” ismindeki kitabında planlamanın işlevsizliği üzerinde durulur.

    Biz liberaller, kendiliğinden doğan düzen’i savunuruz.

    Bakınız, bugün kadın haklarının nispeten geliştiği ülkeler aynı zamanda kapitalizmin geliştiği ülkelerdir.

    Bu iki durum birbirleriyle paraleldir.

    Benim planım bu.

  16. Yazan:NKİCVAS Tarih: Şub 14, 2009 | Reply

    Cumhuriyet gazetesi de CHP de sizin gibi Amerikan beslemelerinden, liberal faşistlerden çok daha demokrattır.

    Sizin gibilerin Afganistan’daki kadınlar kadar aklı var ancak.. Onlar sadece burka giyiyorlar.. Size giydirdiklerinin haddi hesabı yok bu Cumhuriyetin.. Yarım aklınızla acısını çıkarmaya bakıyorsunuz değil mi?

    “Derin düşünce” imiş!! Sizin gibilerde bırak “derin” düşünceyi, en basit kavramlar bile oturmamıştır.

    İşbirlikçilerden erdemli, akılcı ve ahlaklı bir duruş beklemiyoruz neyse ki.. Ne MAL olduğunuz ortada..

  17. Yazan:Olcayto Tan Haskol Tarih: Şub 14, 2009 | Reply


    İşbirlikçilerden erdemli, akılcı ve ahlaklı bir duruş beklemiyoruz neyse ki.. Ne MAL olduğunuz ortada..

    Safi beylik lafı ahkam kesmeye gelince üstüne yok, satırlar arasında da bir fikir yok.
    Seni bu bahsi geçen işbirlikçilerden daha erdemli akılcı yada ahlaklı yapan nedir.
    Hakarete varan üslubunmu.
    Nasıl bir kafa bu güzel kardeşim.Bir çember çiziyorsun kafana bunun dışında kalan işbirlikçi
    erdemsiz ahlaksız, en basit kavramları bile algılamamış.
    Nasıl böyle yargılıyorsun
    Ne içiyorsanız banada yollayın artık.

  18. Yazan:fatih y. abbas Tarih: Şub 14, 2009 | Reply

    Kadına ve Cocuga Silah Kullanma Yasagi,Ozgurluk, Haklar Ve Is Hayati
    Kadin haklari,feminizm, calisma hayati, savas askerlik,ozgurlukler ve cinsiyet ayrimi uzerine…

    Inanclar, dinler, felsefi gorusler, ekonomi-politikasi ve hukuki rejim gibi konularda asla notr-tarafsiz degiller. Bildigim notr tek ideoloji ve “mulkiyet ayrimi gozetmeyen” siyasi gorus, fasizmdir. Inanclar, dinler ve ahlaki ogretilerin, cinsiyetlere gore de, olgunluk ve yasa gore de, parametrik degerleri ve bunlara bagli olan”hukuki olculeri” ozgun hukuki kıyasalamalari ve hukuk mantigina dayanan onerileri vardir.

    Ahlaki tavsiyeler de bu kapsamda dusunulmelidir. Bu nedenle ozgurluk bahsinde, ekonomik faaliyete katilim muzarekesi, isbolumu anlasmalari ve mulkiyet hukuku konusu hayati onemdedir. Acaba, ekonominin %80’inin devlet kontrolunde oldugu ve kamuya ait veya kamu tesvikli isletmeciligin ekonominin neredeyse tamamina yakın oldugu “herkesin canını bile feda etmeye zorlandigi, kutsal odevi diye dayatildigi” modern ulus devletin ekonomisinde (guya kapitalizm deniyor) hangi “bireysel-liberal ozgurlugu” savunma ve yasama imkani vardir?Ozgurluk taleplerinin ” ekonomi politik, hukuki ve etik baglamlari”onemlidir.(devami..

    http://kiltabletler-ii.blogspot.com/2009/02/kadna-ve-cocuga-silah-kullanma.html

  19. Yazan:hidayet Tarih: Şub 14, 2009 | Reply

    Kemalizm reklamları sıktı artık..Altı yaşında ilkokul birde bebelerin beynini yıkaya yıkaya usanmadınız..hala atatürkizm ve kemalcilikle kendi kendinize masturbasyon yapıyorsunuz,bu ancak SİZLERİ tatmin eder..her türlü sapıklık ve saçamasapan fikirleri atatürkün arkasına sığınarak savunmaya çalışmanız KABAKTADI verdi artık..

  20. Yazan:fatma feza Tarih: Şub 19, 2009 | Reply

    Çok yazık bende Cumhuriyet ismini almış olan bu gazeteyi severek okuyup gurur duyardım oysaki o isme hiçte layık değilsiniz.ATAMA ihanet ettiniz sizi hiç af etmiyeceğim

  21. Yazan:dumur Tarih: Şub 24, 2009 | Reply

    İşte yine derin düşünce yinevahim bir derin düşünce yanlışlığı.

    Yazıklar olsun, sırtına sopa, karnına bebe denile denile, beyinin yanında at koşturan Türk kadınını karaböcek çarşaflıya çevirip, Boşol deyip bir çöp misali atılıp, parayla alınan, 4 tanesi damızlık bir inek gibi alınıp, boşolan, üstüne kuma getirtilen (Ki bunların hiç biri gerçek islam anlayışından değildir)Türk kadını’nı, özgür düşünceye yaklaştıran Atartürkçü hareketi, ilk oy verme hakkı için Amerika’da İngiltere’de ölümü göze alan kadınların olduğu bir çağda, altın bir tabakda hiç bir mücadele vermeden bu seçeneğin sunuldıuğu cumhuriyet’için, yine göstermişsiniz nefretinizi, KUTLARIM!.

    Ne yapsalardı, Kara çarşafa devam mı deselerdi, O çağda Cumhuriyeti eleştirirken bugün modern dediğiniz batı dünyasındaki kadınların durumu neydi? Zaten arap yarım adasını hiç sormaya bile gerek duymuyorum.

    O günkü İslam dünyasındaki kadının yerini söylemeye gerek duymuyorum, peygamber efendimiz, cennet annelerin ayakları altındadır, derken, kadını bir mal haline getiren yanlış İslami yaklaşıma devam mı edilseydi.

    İngiltere’deki kadın hareketlerini okuyun ki, size ders vermeyeyim, oradan buradan bulduğunuz devamı olmayan yazılarla bilgi eksik bilgiler vermeyin.

    Kadın hareketlerinin başladığı yer olan batıda bile kadınlar bugünkü hakları için o zamanlar canlarından olmuşlar, hapse girmişler. Bunları okuyup Bilmeden Türkiye Cumhuriyeti için bunları yargılamaya kalkmayın.

    Tarihsel yargı o dönemi karşılaştırarak yapılır,GÜNÜMÜZE GÖRE DEĞİL O dönemde malum İslam ülkeleri kadınları için ne yapıyordu? Bir zahmet bunlarıda yazıverinde öğrenelim!

    Zamanın insanını zamana göre düşünün, siz kimsinizde Muzaffer Atatürk’ü Sayın Tayyip Erdoğanla karıştırıyorsunuz. Nasıl kirli bir zihniyetin çarpışık sonucudur bu, bir ülkenin kurucusu ile o ülkenin zamane başbakanını nasıl karşılaştırıyorsunuz. Nasıl bir zihniyet hatası bu?

    Daha öncede yazdım Objektif olamayan (açlara yardım ile ilgili makalede yazmıştım)Hükümet yanlısı bir sitenin tek taraflı yorumu ancak bu kadar olur.Düşünmye alıştırılmamış beyinlere tek taraflı okside edilmiş bilgi!

    Sizin gibi bir bakış anlayışınızla sizi tek taraflı yargılasam, neler çıkar hiç düşündünüzmü. Osmanlıdaki kadın ile ilgili yazı yazsam yayınlarmısınız.?

    Halen soruyorum, gerçek.atatürkçü, kemalist@yahoo.com, gibi maillerle mail boxumu kirletiyorsunuz, IP tarıyorum Fransa çıkıyor, Ne alaka beyler, sizler kimsiniz, Fransa IP si neden çıkıyor, fransadanmı iştirak ediyorsunuz Türkiye’deki fikir alemine

    Saygılarımla

  22. Yazan:blue Tarih: Şub 24, 2009 | Reply

    dumur,

    Bayılıyorum şu dedektif komplo teorisyeni kemalistlere. Ama size zahmet olmuş, yukarıdaki iletişim kutusuna da bakabilirdiniz. Evet, bizim merkez Fransa’da. Ayrıca Balıkesir, Bilecik, Ankara, İstanbul, İzmir, Kayseri ve bilumum illerde şubelerimiz var, etrafınız kuşatıldı. IP adresinizi de tespit ettik zaten. CIA’i, MOSSAD’ı yolluyorum şimdi, birazdan kapınız çalınacak. Aha benimki çaldı iyi mi?

  23. Yazan:Ekrem Senai Tarih: Şub 24, 2009 | Reply

    Osmanlıdaki kadın ile ilgili yazı yazsam yayınlarmısınız.?

    Evet, özellikle Nezihe Muhiddin’in Kadınlar Halk Fırkası’nı, seçilme hakkı isteyen kadınların, Muzaffer Atatürk tarafından nasıl “asıl vazifelerinin analık” olduğunu; “eğer seçilme hakkı istiyorlarsa askerlik de yapmaları gerektiğini”, meclisi basacak kadar ileriye giden Türk Kadınlar Birliğinin nasıl kapatıldığını, o kara çarşaflı diye şekilsel olarak değerlendirdiğiniz kadınların arasından Latife hanım, Fatma Aliye, Halide Edip gibi entelektüel insanların ortada devrim filan yokken nasıl yetişmiş olabildiğini filan sorgulayan bir yazı tabi ki olabilir. Yoksa bildiğimiz, üstünde çarpı işareti olan kara çarşaflı kadın, diğer tarafta da modern kadın resmi üzerinden bir değerlendirmeye gidecekseniz o dolmaları ilkokuldan beri çok yuttuk, doyduk artık. Daha fazlası ciğerlere baskı yapıyor, bünye kaldırmıyor maruz görün.
    Önce Osmanlı’da Kadın’ı yazabilecek donanıma ulaşın sonra elbette yazabilirsiniz.

  24. Yazan:Hasan Rua Tarih: Şub 24, 2009 | Reply

    Sn. dumur;

    Öyle görülüyor ki yazıyı okumamışsınız. Eğer okusaydınız bu yazıda Kadının cumhuriyet döneminde edindiği hakların onlara Cumhuriyet tarafından verilmediğini, tamamen kendi çabalarıyla aldıklarını ve bu çabayı gösteren örgütlerin Osmanlı’dan bu yana var olduğunu öğrenmiş olurdunuz.

    Burada asıl mesele ne biliyor musunuz? Kemalizmin, feminist mücadeleni önünü sürekli kesmesine rağmen bugün sırf türban serbestisine karşı olmak adına onu sahiplenmesi. Bu nasıl bir tezat? Bu nasıl bir ikiyüzlülük? “Havva’nın kızları mecliste manto modasını tartışacak” diyen bir gazetenin bugün “Atatürk’ün Cumhuriyet kadınına verdiği haklar geri alınmak isteniyor” diye yazmasını mantığınızın neresine sığdırıyorsunuz?

    Kemalist bürokrasinin kadın hareketine çektirdikleri ortadayken; partileri kapatılan, düşünceleriyle alay edilen bu kadınlara haklarının sizler tarafından verildiğini iddia etmek, açıkça, tarihi çarpıtmaktır!

    Başka hiçbir şey değil.

    Bu yüzden “ne yapsalardı, çarşafla mı devam etselerdi” gibi sözlerinizin bir anlamı kalmıyor. Çünkü zaten onlar hiçbir şey yapmadı, hatta önünü kesti.

    Saygılar…

  25. Yazan:dumur Tarih: Şub 25, 2009 | Reply

    Yine çarpıtma yine süslü yazılar,

    Koskoca Milyonluk Osmanlı İmparatorluğunda 3 entellektüelin çıkmasıyla, entellektüel yetiştirme kapasitenin ve hedefinin olduğu yorumunu hemen çıkarabiliyorsunuz.

    Öyleki ne yazık ki Osmanlı imparatorluğunda batılılaşma sonrasında bildiğimiz entellektüel aydınların yetişebildiğini, bununda meşrutiyetle sağlandığını, meşrutiyetişnde Dönem padişahlarının darbeleriyle devamlı müdehaleye uğradığını biliyor olmalısınız.

    Osmanlıda kadının yeri ile ilgili yapacağınız yorumların hiç birine katılmam, bırakınız demokrasi adına atılan adımların bile önü kesilmiştir.

    Ancak Paidahtın zayıflamasıyla bu hareketler güç kazanmıştır, olaki payidahtın demokrasi hareketlerine karşı Enver paşa gibi yarattığı canavarlarıda unutmayın.

    Cuymhuriyet kadınlara bir çok özgürlük vermiştir, ne yapsanız boş ne yazsanız kof,başörtüsünü bayrak yaptınız iktidara geldiniz, şimdi de önden bağımsızlık veriyoruz ayağına ilerde kurulacak asıl yüzlerini saklıyorlar.

    Asla kadınlara hak verilmez sizler gibilerde, kadınlar daima ikinci sınıf vatandaş olmuştur.

    Şimdi yüzünüz gülüyor, yakında sizin karanlık yüzünüzüde göreceğiz, bilen biliyor

    Fransa merkez dedim canım mossad CIA siz yazmışsınız ne de yakışmış, sitenin içeriğinden bunlarla bağlantıda olduğunuz şimdi aklıma geldi,

    Gelsinler kapımızı çalsınlar, ek korkum allahtır, gerisi ıvır zıvırdır. Vereck bir candan başka borcum yoktur yüce rabbime.

    kemalistler@yahoo.com mail adresi alıp Cumhuriyeti yeren yazılar yazmak nasıl bir kemalistliktir, siz insanları aptal mı sanıyorsunuz.

    Size ancak, nahoş beyinlerini yıkadığınız zavallılar inanır.

    Övdüğünüz padişahlar, said-iNursi kadınlar için ne yapmışda Atatürk’e dil uzatıyorsunuz.

    İlkönce kendi saçmalıklarınızın üzerinde düşünün sonra Cumhuriyete dil uzatın. Cumhuriyet sayesinde özgürce burada yazıyorsunuz. Unutmayın ihanet etmeyin derim.

    Saygılarımla

  26. Yazan:Ekrem Senai Tarih: Şub 25, 2009 | Reply

    sayın dumur,

    Bazı noktalarda uzlaşmakta fayda var. Yoksa iş kör döğüşüne gidiyor:
    Osmanlı batılılaşması meşrutiyetle başlamadı. 18.yüzyıl başında, 3.Ahmed döneminde başladı. 2.Mahmud döneminde devam etti. Sonra Gülhane Hatt-ı Hümayünü var. Daha Atatürk bebekken aydınlar latince harflerine geçişi tartışıyorlardı. Mecelle laik hukuk kodifikasyonuna geçişin bir adımıydı. Osmanlı 200 yıldır Batılılaşıyordu zaten. Bu 200 yılda, içinde Atatürk’ün de olduğu birçok aydın yetişti. Fakat cumhuriyeti kuran irade, bu geleneği seyri içinde sürdürmek yerine bütün kötülükleri ona atfettiği bir devr-i sabık kurgusu yarattı. Eski, tümden kötüydü. Bütün iyilikler, yeniye aitti. Amaç, sizin gibi militan zihinler oluşturmaktı. Padişahları, insanları ezmek için fırsat bekleyen sadistler gibi sunan, Atatürk’ü, milletin sahip olduğu her fazileti bahşeden bir yarı tanrı olarak resmeden militan bireyler yetişmesinde bu endoktrinasyon başarılı da oldu. Fakat, eski yazıyı yasaklayarak gerçekleri saklamak da ancak bir süre mümkün oldu. Osmanlı’yı araştırdıkça insanlar, hiç de kendilerine sunulduğu bir manzara olmadığını gördüler. Göremeyenler de, ezberlerini tuti kuşu gibi söylemeye devam edegeldiler.
    Şu makaleyi bir okuyun ondan sonra belki sizin için birçok şey aydınlığa kavuşacaktır:
    http://www.derinsular.com/pdf/bireysel-haklar-tarihimiz.pdf
    Mossad’la ilgili espriyi ciddiye alıp cevap yazmanız çok hoş olmuş. Tevellüt kaç bu arada? 🙂
    Bir de “payidaht” değil o, “pay-i taht”tır. Adadürk patişahı dahttan intirdi denir mi? Olmaz de mi?
    Nahoş beyin tabirini de ilk kez duydum.
    Bu sitede hiç padişah övgüsü görmedim. Said Nursi’yle de bir ilişkimiz yok. Kadın hakları, hiçbir medeni ülkede bahşedilmemiştir. Nitekim, bizde de bahşedilmemiş, söke söke alınmıştır.
    http://www.mustafaarmagan.com.tr/yaziGoster.php?yaziNO=1071

  27. Yazan:Felsefe Tarih: Tem 24, 2009 | Reply

    yazıdaki hangi yanlışı düzelteyim bilemedim. Tük kadınının Cumhuriyet yönetimiyle kazandığı haklar:
    1924 Tedhidi Tedrisat Kanunu: Kadınlara erkeklerle eşit şartlarda ve birarada eğitim hakkı verilmesi.

    1926 Türk Medeni Kanunu: Boşanma hakkı, çok eşliliğin kaldırılması, velayet hakkı ve malları üzerinde tasarruf hakkı.

    Bunlar cumhuriyetin daha ilk yıllarında yapılan reformlardır.Bunları yetersiz görüyorsanız kocasının 4. karısı olamk durumunda kalmış bir kadına fikir danışabilirsiniz.

    Seçme seçilme hakkının Avrupa ülkelerinden önce verilmesi ise Türkiye adına çok büyük bir başarı ve ilericiliktir. Gelinen noktayı düşünün ki Osmanlıda bir dönem nüfus sayımlarına bile dahil edilmeyen, çalışma hakkı, eğitim hakkı olmayan, şahitliği mirası erkeğin yarısı sayılan, sokağa peçesiz ve kocasına danışmadan çıkamayan, erkeklerle aynı ortamda bulunması dahi hoş karşılanmaya Türk kadınları,Avrupa için bile lüks sayılacak bir hakkı talep edecek konuma gelmişler.

    Kadın derneklerinin seçme seçilme hakkında rolü olması verilen hakkı gölgelemeyeceği gibi aynı zamanda kadınlara siyasal hak arama imkanının verildiğini de gösterir. Kadınların siyasal ve toplumsal hak aramaya başlaması Osmanlı döneminde 1908-1914 yıllarına denk gelir ki bu dönem artık ittihat terakkinin sazı iyice eline aldığı, meşrutiyet yönetimine geçildiği dönemdir. Bu döneme kadar Osmanlıda kadınların hak arama imkanı bile yoktur. Değil kadın hakları bireysel haklardan bile söz edilemez. Son padişahlardan Abdülhamitin ”burun” kelimesinin gazetelerde yazımını kendisinin biraz irice olan burnunu çağrıştırdığı için yasaklaması teokratik zihniyetin bireysel haklarına verdiği değeri anlatmaya yeter.

    Ayrıca siz liberal görünümlü dincilerin beğenmediğiniz ittihat terakkinin reformlarını Osmanlı adına sahiplenmeniz de şaşırtıcı.

    Seçme seçilme hakkının ancak 1934 yılında verilmesi de yapılan reformların pek çok dinamik gözetilerek yapılmak zorunda olmasından kaynaklanır. O dönemde hak arayan kadınlar toplumun çok ufak bir yüzdesiydi, sadece bir kaç derneğin istekleri göz önüne alınarak toplumun çoğunluğunun bakış açısı göz ardı edilemezdi. Laiklik ilkesi bile çok sonraları anayasaya girebilmiştir. Sizce Atatürk laikliğe karşımıydı da, bu ilke bu kadar geç yürürlüğe girdi bir düşünün. Yüzyıllardır dini teokrasiyle yönetilen, kadının aklen dinen eksik olduğuna inandırılmış, okuma yazma oranı erkelerde yüzde 8 kadınlarda yüzde 1 olan bir toplum bu kadar ani değişimlere,Avrupa’da bile olmayan hakların bu kadar çabuk sağlamasına ne tepki gösterirdi sizce? Osmanlının son dönemlerinde ve cumhuriyet döneminde çıkartılan onlarca gerici ayaklanmayı nasıl görmezden gelebiliyorsunuz? Yani sizin milletten tepki vardı o yüzden bu haklar tanındı argümanınız baştan yanlış.

  28. Yazan:Ekrem Senai Tarih: Tem 24, 2009 | Reply

    Sevan Nişanyan bu konuyu güzelce özetlemiş aynen alıyorum:
    Soru: Atatürk reformları, Türk kadınını kölelikten kurtarmış mıdır?
    Cevap: Atatürk döneminde Türkiye’de kadınların toplumsal konumuna ilişkin olarak yapılan bellibaşlı düzenlemeler şunlardır:
    1. Peçenin reddi ve açık kıyafetin teşviki (1920’lerden itibaren)
    2. Medeni kanun gereğince (1926) çok eşliliğin hukuki dayanağının ortadan kaldırılması; miras hukuku ve hukuk muameleleri usulünde, 1879 ve 1913 düzenlemelerinden geriye kalan bazı eşitsizliklerin giderilmesi.
    3. Kadınların devlet memuriyetlerine ve bazı siyasi görevlere atanması (1923’ten itibaren); TBMM’ne kadın milletvekilleri seçilmesi (1935)
    4. Kadınlara oy hakkının tanınması (belediye seçimlerinde 1930; genel seçimlerde 1935).
    Kabul etmek gerekir ki bunlar önemli ve cesur kararlardır. En azından kentli orta sınıf açısından, Türkiye’nin toplumsal panoramasını olumlu yönde değiştirmekte hatırı sayılır bir rol oynamışlardır. Çeşitli yönleriyle eleştirdiğimiz bir rejimi, bu alanda attığı adımlardan ötürü takdirle anmamız gerekmektedir.
    Yine de takdirin ölçüsünü kaçırmamak için, atılan adımları tarih perspektifine yerleştirmekte yarar olabilir.

    Eski Osmanlı düzeni
    Geleneksel İslam toplumunun büyük ihtimalle Bizans ve İran’dan devraldığı sosyal düzenin en belirgin özelliklerinden biri, özel yaşam ile kamusal alan (hane ile sokak; haremlik ile selamlık; private ve public)arasına çizilen son derece keskin ayrım çizgisidir. Ev mimarisinden kent düzenine, muaşeret kurallarından temizlik adabına kadar her alanda bu ayrım karşımıza çıkar ve şark toplumları ile batı toplumları arasındaki en temel farklardan birini oluşturur. Ticaretin, cemaatin ve siyasetin dahil olduğu “kamu” alanı, kadınlara kapalıdır. Kadınlar hatta bu alanda görünmemek zorundadır: Bundan ötürü özel yaşamlarında birçok erkekten daha özgür ve kudretli olan kadınların bile, sokak ve çarşıya çıktıkları zaman yüzlerini örtmeleri- kimliklerini gizlemeleri- gerekir. Tesettür, derin kökleri olan bir sosyal yapının görsel simgesidir.
    Özel yaşam alanında kadınların sahip oldukları özgürlük veya özgürlüksüzlük düzeyinin, geleneksel İslam toplumunda başka herhangi bir geleneksel toplumdan pek farklı olduğunu düşündüren bir delil yoktur.
    Üst sınıf Osmanlı kadınlarının, kendi nam ve hesaplarına olağanüstü servetlere sahip olabildikleri- ve servetleriyle orantılı kişisel kudrete kavuştukları- bilinir. Örneğin I.Abdülhamid’in kızı Esma Sultan (1778-1848), 19.yüzyılın ilk yıllarında imparatorluğun muhtemelen en zengin kişisidir. İstanbul’da iki saray ve iki yalıya ilaveten, Girit, Kemer, Edremit ve Biga’da arazilere sahiptir. Çeşitli siyasi entrikalara adı karışmıştır. 25 yaşında dul kalmış ve ölünceye kadar bir daha evlenmemiştir.
    Orta ve alt sınıf kadınların mülkiyetten aldıkları payda küçümsenecek boyutta değildir. Örneğin İstanbul’da Osmanlı döneminin ilk yüzyılına ait vakıfların %30 kadarının kadınlar tarafından, şahsi mülklerinden vakfedilmiş olduğu görülmektedir; bunların büyük çoğunluğu, ev, dükkan, arsa gibi mütevazi gayrımenkullerdir. Bundan, o dönemde İstanbul’da İslam’lara ait gayrımenkullerin üçte bire yakın bir oranının kadınlar üzerine kayıtlı olduğu sonucu çıkarılabilir kigünümüzde de Türkiye’de kadınlara ait gayrımenkul miktarı bundan farklı değildir.
    Kadınlara ait taşınmazlar arasında, dükkan ve çiftlik gibi icar getiren mülkler de vardır; dolayısıyla kadınların, kiracı veya aracı vasıtasıyla da olsa, iş idaresine giriştikleri varsayılmalıdır. Ayrıca 16.yüzyılın Osmanlı toplumunda faizcilik, tefecilik gibi işlerin daha çok kadınlar tarafından yapılmış olduğu belirtilmektedir.

  29. Yazan:Ekrem Senai Tarih: Tem 24, 2009 | Reply

    Devamı…
    İslam kişi hukukunun unsurlarından olan çokeşlilik, Osmanlı toplumunda belirleyici bir rol oynamamıştır. Çok eşliliğin üst düzey Osmanlı devlet görevlileri arasında yaygın olduğu bilinmekteyse de, toplumun orta ve alt sınıflarında pek rağbet görmediği anlaşılmaktadır. Romanlardan ve seyyah gözlemlerinden elde edilen izlenim (Kürt ve Arap bölgeleri dışında) öteden beri tek eşliliğin norm kabul edildiğidir. Duben & Behar’ın araştırmalarına göre 1885 itibarıyla İstanbul’da evli erkeklerin sadece %2.51’i çok eşlidir, bunlar arasında da ikiden fazla eş sahibi olanların oranı son derece düşüktür. Bursa, İzmir, Selanik gibi kentlerde de çok eşlilik oranlarının bundan çok farklı olmadığı anlaşılıyor.
    Günümüz Türk toplumunda çokeşlilik pratiğinin aşağı yukarı aynı düzeylerde seyrettiği bilinmektedir. Dolayısıyla medeni kanun değişikliğinin -çokeşli hanelerde eşleri her türlü hukuki güvenceden mahrum bırakmak dışında- bu alanda önemli bir değişiklik sağlamamış olduğunu kabul etmek zorundayız.
    Kamu alanında kadınların resmen herhangi bir görev almaları sözkonusu değildir. Buna karşılık erkekler vasıtasıyla kullandıkları fiili iktidarın dönem dönem “kadınlar saltanatı” düzeyine varmış olduğu bilinir. “Harem entrikası” denilen olgu yalnız hanedan düzeyinde değil, diğer üst düzey devlet görevlilerinin aileleri arasında da yaygındır. Toplumun alt tabakalarında durumun ne olduğuna dair elimizde yeterli veri yazık ki yok; ancak günümüzdeki geleneksel köy ve kasaba yaşantısından eğer geçmişe dönük sonuçlar çıkarmak mümkünse, kadınlar resmen değil ama fiilen sahip oldukları sosyal gücün Türk toplumunda yabana atılır bir düzeyde olmadığını kabul etmek gerekecektir.

  30. Yazan:Ekrem Senai Tarih: Tem 24, 2009 | Reply

    devamı…
    Batı’da Durum
    Osmanlı toplumunun durumu, o halde , bir yönüyle geleneksel BAtı toplumuna benzemekte fakat bir yönüyle ondan ayrılmaktadır. Farklılık, kadınları kamu alanından resmen dışlayan haremlik-selamlık sistemi ve bunun görsel ifadesi olan tesettürdedir. Otorite taşıyan kamu görevlilerinden kadınların uzak tutulması açısından ise, eski Osmanlı ve Batı toplumları arasında önemli bir fark görünmemektedir. Avrupa’da da kadınlar 20.yüzyıla kadar bakan, vali, elçi, hakim, profesör, doktor, müdür, müfettiş ve rahip olamamışlar, buna karşılık en eski zamanlardan beri esnaf, hancı, işçi, sahne sanatçısıolabilmişler, az çok serbestçe sokağa çıkabilmişler ve kamuya açık yerlerde karşı cinsle nispeten serbest sosyal ilişkiye girebilmişlerdir. Batı toplum düzeni, kişi hukuku alanındakadın ve erkek ayrımı gözetmemiş, Ortaçağ başlarından bu yana kadınlar, miras, evlilik ve mülkiyete ilişkin konularda erkeklerle hemen hemen eşit haklara sahip olmuşlardır. İslam toplumunda hukuken ve ahlaken kabul gören cariyelik kurumu, Hristiyan toplumlarda en eski zamanlardan beri iğrenç sayılmıştır.
    Batı dünyasında kadınların otorite sahibi makam ve mesleklerde hak iddia etmeye başlamaları 19.yüzyıl ortalarına dayanır. Sürecin ilk basamağı, kadınların erkeklere eş bir eğitim ortamına kabul edilme mücadeleleridir. Bu bağlamda ortaya çıkan “kız kolejlerinin” ilki İngiltere’de 1848’de, ABD’de 1861’de kurulmuştur. Meslek ve elişi okulları dışında, üniversiteye hazırlayıcı tipte orta dereceli kız okulları Prusya’da ilk kez1872’de, Fransa’da 188*’de açılmıştır. Kız öğrenci kabul eden üniversiteler ABD’de 1850’lerden, İngiltere’de 1870’lerden itibaren görülür. Viyana Üniversitesi ilk kız öğrencisini 1897’de Sorbonne 1899’da Alman ünivesiteleri 1895 ile 1905 arasında kabul etmişlerdir.
    1855’te Florence Nightingale’in hemşirelik mesleğini kurması, kadınların sosyal ilerleyişinde bir başka dönüm noktasını temsil eder. ABD’de 1887’de bir kadın belediye başkanı seçilir. 1890’da yine aynı ülke, ilk kez bir kadının sendika yöneticiliğine tanık olur. 19.yüzyılın son ve 20.yüzyılın ilk yıllarında, belli başlı Batı ülkelerinde kadın hakları başta olmak üzere çeşitli siyasi davalarda sivrilen kadın aktivistler ortaya çıkarlar. İlk uçağın 1907’de icadından hemen sonra çeşitli ülkelerde uçak uçuran kadın pilotlar, kadınların özgürleşme sürecinde bir başka simgesel aşamayı temsil eder.
    Bu eğilimin doğal uzantısı, 19.yüzyıl ortalarında İngiltere ve ABD’de doğup kısa sürede öteki ülkelere sirayet eden oy hakkı mücadelesidir. 1906’da Finlandiya, yeryüzünde kadınlara oy hakkı tanıyan ilk ülke olmuştur. Birinci Dünya Savaşını izleyen toplumsal çalkantılarda, hemen tüm Batı ülkelerinde (Fransa, İtalya ve İsviçre hariç olmak üzere) kadınlar bu hakkı kazanırlar. 1917 Şubat ihtilali ardından Rusya, 1918’de İngiltere ve Kanada, 1919’da Almanya ve Avusturya, 1920’de ABD ve Macaristan, kadınlara oy hakkı tanırlar. İlk kadın parlamento üyesi İngiltere’de 1919’da seçilir. Modern tarihin ilk kadın bakanı ise, 1932’de ABD’de göreve gelir.

  31. Yazan:Ekrem Senai Tarih: Tem 24, 2009 | Reply

    Osmanlı Reformları
    Osmanlı devletinin reform sürecine baktığımızda bizi hayrete düşüren şey, eğitim ve meslek alanında kadınların sağladığı gelişmenin, Batı örneklerini ne kadar yakından izlediğidir. Bunda çok önemli bir faktör, şüphesiz, Tanzimat’la birlikte Batı’yla hızlı bir kültürel bütünleşme sürecine giren Osmanlı gayrimüslimleri olmuştur. Osmanlı Hristiyanlarının eski geleneklerinin, Hristiyan Batı’dan çok Müslüman Doğu’ya yakın olduğu, bu arada belirtilmelidir. Örneğin İstanbullu Ermeniler en az 1830’lara kadar peçe kullanmış ve haremlik-selamlık adabını izlemişlerdir. İlk Ermeni kız ortaokulu Kumkapı’da 1840 yılında açılmış; bunu çok sayıda başkaları izlemiştir. 1880’lerde Harput Amerikan kolejinin (çoğu gayrimüslim olan) öğrencilerinin yarıdan fazlası kızdır. 1882’de Maraş’ta ağırlıkla Ermeni toplumuna hitap eden bir kız koleji açılır. Ermeni ve Rum kadın sanatçılar, 1870’lerden itibaren İstanbul’un tiyatro sahnelerinde boy gösterirler.
    İslam çoğunluğunun- ve devletin- bu değişime ayak uydurması uzun sürmemiştir. İslam-Türk kadınlarının toplumdaki konumu şu dönüm noktalarından geçer:
    1857: Osmanlı imparatorluğunda köle ve cariye ticareti yasaklanır.
    1859: İstanbul’da ilk kız rüşdiyesi (ortaokulu) açılır. Taşrada ilk kız rüşdiyeleri 1883’te açılacaktır. 1906’da tüm imparatorlukta (gayr-i müslim okulları hariç) 85 kız rüşdiyesi ve 25 karma rüşdiye vardır.
    1869: Dört yıllık ilköğretim kız ve erkek çocuklar için mecburi kılınır. 1895’te ilkokul yaşındaki İslam kızlarının %35 kadarı (712.423 nüfusun 253.349’u) ilkokullara kayıtlı görünür.
    1870: Darülmuallimat (kız öğretmen okulu) kurulur.
    1873: İlk kadın öğretmen atanır. 1881’de ilk kez bir İslam kadın, bir okul kapanma töreninde söylev verir.
    1879: Fransa’dan alınan Hukuk ve Ceza Muhakemeleri Usul Kanunlarıyla, nizami mahkemelerde kadın ve erkeğin şahitliği arasındaki ayrım kaldırılır. (Şeriye mahkemelerinde bu ayrım 1924’e kadar korunacaktır)
    1880: İstanbul’da ilk kız idadisi (lise) açılır. Fransa’da ilk kız lisesi de aynı yıl açılmıştır. Ancak İstanbul’daki okul iki yıl sonra ilgisizlikten kapanır; ikinci kız lisesi ancak 1913’te kurulur.
    1886: Kadınlar tarafından çıkarılan ilk Türkçe dergi Şeküfezar yayınlanır; dergi, kadınların toplumsal haklarına ilişkin yazılara yer verir. 1893-1907 yılları arasında yayınlanan Hanımlara Mahsus Gazete, dönemine göre yaygın bir okuyucu kitlesine ulaşır.
    1890: İstanbul’da Amerikan Kız Koleji kurulur; önceleri yalnız gayrimüslimlere hitap eden bu okul, ilk Türk mezununu 1901’de verir.
    1908: Hürriyetin ilanı sonrasında çeşitli siyasi ve sosyal amaçlar güden 20 kadar kadın derneği kurulur.
    1909: Aktif siyasete atılan ilk Türk kadını Emine Semiye Hanım, Osmanlı Demokrat Fırkası yönetiminde görev alır.
    1912: Balkan harbinde türk hemşireler ilk kez hastanelerde çalışırlar.
    1913: Bedriye Osman Hanım telefon idaresinde göreve başlar. Belkıs Şevket Hanım uçak kullanan ilk Türk kadın ünvanını alır. Emval-i Gayrımenkule İntikalatına Dair Muvakkat Kanunla, taşınmazların geniş bir kesiminde, kadın ve erkeğin mirastan eşit pay almaları sağlanır.
    1914: İnas Darülfünunu (Kızlar Üniversitesi) kurulur.
    1917: Hukuk-u Aile Nizamnamesiyle, müslim ve gayrimüslimler için medeni nikah mecburiyet konur; kadınlara boşanma hakkı tanınır; kocanın ikinci kez evlenmesi, ilk zevce açısından geçerli boşanma sebebi kabul edilir.
    1918: Savaş dolayısıyla kadınlardan gönüllü amele taburları oluşturulur.
    1919: Sultanahmed mitinginde Halide Edip ilk kez kitlesel bir siyasi gösteriye hitaben konuşur.
    1920: İnsan Darülfünunu talebesinin sınıfları boykotu üzerinde, kız öğrenciler Darülfunun’a kabul edilirler. İlk Türk kadın tiyatro sanatçısı Afife Jale İstanbul’da sahneye çıkar.
    1922: İstanbul Tıp Fakültesine ilk kız öğrenciler alınır.

  32. Yazan:Ekrem Senai Tarih: Tem 24, 2009 | Reply

    devamı…
    Sonuç
    Gerek eğitim imkanları, gerek mesleki roller açısından Osmanlı kadınının evrimi, görüldüğü gibi, Avrupa kadınını çok uzak sayılmayacak bir mesafeden izlemiştir. Değişim, doğal olarak, önceleri daha çok toplumun kısıtlı bir elit kesimini ilgilendirmiştir. Ancak Avrupa’da da durumun bundan çok farklı olduğu söylenemez.
    Öte yandan sosyal düzenin temelindeki fark, varlığını sürdürmüştür: kadını kamu yaşamından ilke olarak dışlayan haremlik-selamlık sistemi ve bu dışlanmanın simgesi olan tesettür mecburiyeti ortadan kalkmamıştır. 1908’den sonra İstanbul’da peçesiz sokağa çıkan Türk kızlarının sayısında görülen büyük artışa rağmen, Osmanlı reformu, bu hassas alana dokunmaya cesaret edemeyecektir.
    İster istemez burada akla gelen soru, eğitim ve mesleki talepler açısından Avrupalı hemcinslerine benzer bir dönüşümü yaşayan Türk kadınının, özel yaşantısındaki kısıtlamalara-toplumsal ufkunu kapatan perdeye- daha ne kadar tahammül edebileceğidir. İlk kız rüşdiyesinin açılmasıyla, kadının rolünü özel yaşam alanına hapseden haremlik-selamlık sistemi ölümcül bir yara almamış mıdır? Deri ceket ve siperli gözlükle uçak uçuran kadınlar, çarşıya giderken peçe takmaya ne kadar zorlanabilirler? Erkeklerle aynı sırada okuyan üniversite mezunları, kocalarının çok eşliliğine nasıl rıza gösterebilirler? Nitekim dikkat edilirse, yukarıdaki listede önceleri eğitim ve meslek konularıyla sınırlı kalan değişimler, 1880’lerden itibaren sosyal yaşantı ve kişi hukukunu ilgilendiren alanları zorlar bir hal almaya başlamışlardır.
    Olaya böyle bakınca Atatürk’ün kadın haklarına ilişkin reformları, altmış yıllık Osmanlı reform sürecinin kaçınılmaz bir sonucu olarak görünürler. Kaçınılmaz görünen sonuçların, geciktirilmeden, hızlı ve enerjik bir şekilde uygulamaya konmasında, evet, takdir edilecek bir yan vardır. Mantıken yapılması gereken işleri senelerce sürüncemede bırakıp çürütmek, Türk toplumunun yabancısı olmadığı bir sorundur. Atatürk’ün cesur kişiliğinin, buna meydan vermemektedir rolü inkar edilemez.
    Öte yandan, böylesine hassas bir konuda aşırı enerjik bir siyasi müdahalenin toplumda birtakım sıkıntı ve tepkiler doğurmuş olması da yadırganmamalıdır. Doğal akışı içinde gerçekleşecek bir dönüşümü birtakım zorlamalarla hızlandırmaya çalışmanın, acaba uzun vadede dönüşümün hızı ve kalıcılığı üzerindeki etkisi olumlu olmuş mudur?
    Aradan altmış yıl geçtikten sonra, tesettürün, bu kez bir çeşit özgürlük simgesi olarak yeniden doğuşunda bu faktörün etkisi gözden uzak tutulmamalıdır.

  33. Yazan:Ekrem Senai Tarih: Tem 25, 2009 | Reply

    Felsefe bey’e kısa notlar:

    – Kadınlara seçilme hakkını bazı Avrupa ülkelerinden önce vermemiz bir meziyet değildir. Çünkü kanunu çıkartmak kolaydır; uygulama ise hiç o kadar hızlı olmamıştır. Ayrıca Moğolistan, Güney Afrika, Küba, Tayland, Ekvator gibi kıytırık ülkelerin seçilme hakkını bizden önce vermiş olması bu işin bir kıymet-i harbiyesi olmadığını gösteriyor olmalı.
    – Yukarıda görüldüğü gibi kadın hareketlerinin İttihat Terakkiyle bir ilgisi yoktur. Ayrıca İttihad ve Terakki dediğiniz Osmanlı’dan ayrı bir şey değildir. İçinde Batıcısı, liberali, İslamcısı, Ermenisi, Turancısı olan bir partidir. Ayrıca, reformların partiyle bir ilgisi yoktur. “Burun” Abdülhamid’in işidir reformlar.
    – Atatürk’ün bahşettiği (!) haklar elbette güzel şeyler. Ama bu işler top-down yapılmaz. Taban talep eder ve tepeyi zorlar. Ki böyle olduğunu artık biliyoruz. Yalnız, reformların kalıcı olabilmesi için dinamik bir örgütsel yapının canlılığını koruması gerekir. Mustafa Kemal, işte kadınlara en büyük kötülüğü burada yapmış; Türk Kadınlar Birliğini kapatmış, hiçbir feminist oluşuma göz yummamış; toplumsal gelişimi engellemiştir.
    – Yeni Türkiye’nin ilk partisinin Nezihe Muhiddin öncülüğünde açılan, ama Mustafa Kemal tarafından izin verilmeyen Kadınlar halk fırkası olduğunu biliyor muydunuz? Düşünsenize kadınlar biraraya gelip bir parti kuruyorlar ve seçilmek istiyorlar; kendilerine kapı gösteriliyor. Ve Avrupa’dan önce seçilme hakkı aldık diye seviniyoruz? Komik bir şey değil mi bu?
    Şu yazıları da okuyun, biraz geniş bakmanızı sağlayacaktır:
    http://www.derindusunce.org/2009/02/08/kemalizme-gore-turk-kadini-ve-cumhuriyet/
    http://www.derindusunce.org/2007/06/23/kadinlar-halk-firkasi-nezihe-muhittin%E2%80%99den-suna-vidinli%E2%80%99ye-siyasette-kadin-eli/

  1. 1 Trackback(s)

  2. Nis 7, 2009: Son 60 günde en çok okunanlar : Derin Düşünce

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin