RSS Feed for This Post

Modern Tabular: Antisemitizm ve Eşcinsellik

İsrail Gazze saldırılarına olanca vahşiliğiyle devam ederken, vahşetin gündeme yansıması da adeta vicdan turnusolu işlevi görüyor.

Yazılıp çizilenlerin bazılarındaki dehşet verici yanlılık, tüyleri diken diken eden ahlakî ve vicdanî körlük insana “bunlar insansa ben insan değilim” dedirtiyor. Belki daha da acısı, İsrail’in siyonist ideolojisinin bu pervasız zulmüne tepki göstermenin bile ‘antisemitizm’  ile yaftalanmaya, ırkçılıkla suçlanmaya yolaçıyor olması.

Savaş Karşıtları platformu bu mihvalde “Antisemitizme karşı bildiri imzaya açıyoruz” başlığıyla bir metin yayınlamış.  Ne var ki metinde antisemitizme örnek olarak  verilen bazı alıntılar,  Yahudiliğin bir tabu haline getirilmesine,  yapılan her eleştirinin, zulme gösterilen tepkilerin antisemitist etiketi ile safdışı bırakılmasına iyi birer örnek oluşturuyor.  (DD yazarlarından Enver Gülşen’in yazısı bu bildiriye çok güzel bir cevap olmuş. Yazısının altına imzamı atarım.)

Batı’da yaygın iki tabu var. Birisi Yahudilik, diğeri eşcinsellik.  Herhangi bir inanç, etnik köken, dini grup veya  yaşam tarzı üzerine dilediğiniz gibi fikir beyan edebilirsiniz. Ama iş eşcinselliğe ve Yahudiliğe geldiği zaman ifade özgürlüğü kapsamına girmesi gereken söylem ve ibareler bile tepki ile karşılanır. Eşcinsel yaşam tarzını mı eleştirdiniz, homofobiklikle, ayrımcılıkla suçlanırsınız.  Şiddete cevaz verdiğini düşündüğünüz Yahudi teolojisini[1] ya da seküler bir duruş sergilemekle beraber bu teolojiden de önemli oranda  beslenen siyonizmi mi eleştirdiniz? Hemen antisemitistlikle, ırk ayrımcılığıyla suçlanırsınız. Bu suçlanma, salt  ‘ifade özgürlüğü’ bağlamında alınabilecek tepkiler gibi de değildir üstelik (ki böyle tepkiler normaldir); başınıza, adli yaptırımlar, işinizi kaybetmek vb.leri de dahil gelmeyen nahoşluk kalmaz.

Ülkemizde, -dünyada da etkin olan hemen her ideolojinin  Batı menşeili olması gibi- özgürlük temelli duruşlar genel anlamda Batı kaynaklı olduğu için Yahudilik ve eşcinsellik ile alakalı Batıda mevcut bulunan tabular aynen bize de yansıyor.

Uzunca bir süre önce kişisel sitemde “Eşcinsellik” başlıklı bir yazı yazmış, hedonist eşcinsel yaşam tarzını eleştirmiş, doğuştan gelen eşcinselliği de, kendi normatif ölçülerimi merkeze alarak normalden sapma bir eğilim, bir nev’i yapısal farklılık olarak gördüğümü belirtmiştim. Devamla da,  eşcinsellerin haklarının da teslimi gerektiğini, hor görülmelerine, hak gaspına uğramalarına karşı olduğu söylemiştim.

Hem  yazımın altında hem de yazımdan alıntılar yapılan farklı sitelerde seviyeli tartışmalar da yapmıştık. Ne var ki bir süre sonra  Uluslararası Af Örgütü’nden bir kişi mail attı ve yazımı yayından kaldırmamı, aksi takdirde hukukî yollara başvuracaklarını söyledi. Kendisine  ‘ifade özgürlüğü’nden ne anladığını, yazıda eşcinsellik ve hakları konusunda ‘ifade özgürlüğü sınırını aşan’ ne gibi bir unsur bulduğunu sordum.  Bana ikna edici bir yanıt veremediği gibi yazıyı yayından kaldırmamam  durumunda hukukî süreç işletecekleri tehdidinde ısrar etti. Ben de  bu iş yoğunluğumda uğraşmak istemediğim için yazıyı yayından kaldırdım.

Bu, konunun ‘ifade özgürlüğü’ ile alakalı yönü. Bir de diğer yönü var.

Geçtiğimiz aylarda bir dost sohbetinde eşcinsellerin evlilik hakkı taleplerinden konu açılmıştı. Fikrine değer verdiğim bir dostum, -mealen-  “eğer amaç bireyin tercihlerinin önündeki tüm engellerin kalkması ise talibe şu soruyu sorarak teste tabi tutmak gerekir. Geçerse tamam, geçmezse ya samimi değildir ya da özgürlüğün ne anlama  geldiğini bilmiyordur” şeklinde bir görüş belirtmişti. Eşcinsellere evlilik talebinde bulunan kişiye sorulacak test sorusu şuydu:  “Karşılıklı rızaya dayalı çokeşliliğe yasalar izin vermeli mi?”

Bu soruyu ‘steril’ ve ‘çağdaş’  ortamlarda, eşcinsellerin evlilik hakkını şiddetle savunan kişilere sorduğumda aldığım cevaplar -ezici bir çoğunlukta- “eee, ama, şey, hımm, fakat..”la başlayıp  kadının özgürlüğü, ataerkillik gibi şeylerle neticelenen olumsuz cevaplardı.  ‘Rızaya dayalı’nın ne anlama geldiğini düşünmeyen, ‘modern’ yaşam tasavurunu merkeze alan, ‘çağdaş’ yaşam tarzının yegane özgür tarz olduğuna inanmış ve  buna uygun olmayan bireysel özgürlük taleplerini dışlayan, dolayısı ile de, ne fetiş hale getirdiği özgürlüğün anlamını bilen ne de savunusunda samimiyet barındıran görüş sahibi sözümona ‘özgürlükçüler’di bunlar.

Söylemeye gerek var mı bilmiyorum; ama  ne eşcinsel evlilik ne de çokeşlilikle alakalı ‘şahsi’ düşüncelerimi yazıya yansıtmıyorum. Benim ne düşündüğümden tamamen bağımsız olarak olgu düzeyinde meseleye değiniyorum. Bana göre bu gibi unsurlar, bazılarının özgürlük anlaşıyının sakatlığına güzel birer örnek.

Görüldüğü gibi; eşcinsel yaşam tarzını eleştirmek, eşcinsellik hakkında felsefî bir takım fikirlere sahip olmak homofobiklikle ve ayrımcılıkla suçlanmaya, Yahudilik hakkında teolojik sorgulama yapmak ve siyonist felsefenin müritlerinin sergiledikleri vahşete tepki göstermek antisemitistlikle yaftalanmaya yetiyor ve başkaca olaylarda  ‘kutsal inek’ vazifesi gören ‘ifade özgürlüğü’ ilkesi addaya gidiyor. Eşcinsel yaşam tarzını seçenlerin evlilik hakkı hararetle savunulup ‘birey’ yüceltilirken, aynı birey çokevlilik izni talep edince kafalar karışıyor, kısa bir bocalamadan sonra tornistan yapılıyor. (Soruyu karmaşıklaştırıp, “çokeşli eşcinsel evlilik hakkında ne düşünüyorsunuz?” şekline getirerek kafalarını daha da karıştırmak gerek aslında. Denemek lazım.)

Modernizm kendi ürünü bir yaşam tarzını merkeze alıp dayatıyor. Eşcinsellik cinsel devrimin  bir sonucu olarak -onu tercih eden/o duyguya sahip- birey için   ‘dışa açılma’, ‘baskıdan kurtulma’ olarak görülüyor.  Belki de bu sebeple tabu haline geliyor ve pozitif ayrımcılıkla muamale görüyor.  Yahudilik konusundaki tabu da Nazi soykırımı utancının bir sonucu olarak görülüyor. (Ben bu utancın yaygın ve ısrarlı biçimde gösterilmesinin ve Yahudilik eleştirisini tabu haline getirmenin  Hristiyan kültüründeki itiraf/günah çıkartma kültürü ile yakından alakası var diye düşünüyorum)

Bu iki tabu, modernizmin dolayısı ile de Batı medeniyetinin çocukları. Böyle olduğu için de aynı mantıkî düzlemde yeralan benzeri olaylarda yanlı inşa edilen  zihinler bu tabulara iltimas geçiyor.  Modern kültürün birey haklarında buradaki gibi açıkça görünen yanlılığı yanında bir de buğuların ardında kalan  anlayışı var. Modernizm,  kendi yaşam tarzından daha farklı olan yaşam tarzlarına hoşgörüyle yaklaşıyor görünüyor, ancak bu hoşgörü, çok önemli oranda farklılıkların demografik azınlığından ve marjinalitesinden kaynaklanıyor.  Yaygınlaşmış bir modernist kültürün yanında -mesela- bir  müslümanın ya da hindunun farklı yaşam tarzı, kültürel bir renk, bir doku, “seni yaramaz seni” seklinde karşılanan çocuksu bir aykırılık olarak görülüyor. [2]  Yani, asıl renge etki etmeyen  tali bir renk.

Batı hoşgörüsü asıl testi onyıllar içinde yaşayacak; Batılı olmayanların giderek daha yüksek oranlarda artan nüfuslarıyla oransal olarak yaygınlaşmaları neticesinde. Tabi bu artış hızı Batı kültürünün asimile etme hızından daha  fazla olursa.  (Buna bariz bir örnek olarak, Batı üniversitelerinde giderek daha fazla görünmeye başlayan başörtülü kızların, eğitim hakları ile alakalı tartışmaların artması gösterilebilir.)

Dönelim yazının başına; İsrail’e, pervasız saldırganlığına ve buna tepki gösterenlerlere yapıştırılan etiketlere. Ve Batı’nın ikiyüzlülüğüne.

Bu zulm elbet bitecek, zulmle abad olunmaz. Ama yapılan bu tartışmalar, sergilenen ikiyüzlülükler, sessiz kalınan zulümler, ‘farklı’ görünenlerin  zihinlerini inşa eden en büyük tuğlalar olacak.

—-

[1] Bu konuda daha önce kaleme aldığım “İsrail Zulmünde Yahudi Teolojisinin Etkisi” başlıklı yazıya  bakılabilir.

[2] Özlem Yağız modernizmin bu yönüyle de alakalı ama daha farklı vecheleri bulunan güzel bir yazı yazmıştı bu sitede.  Okunmasını tavsiye ederim.

Trackback URL

  1. 35 Yorum

  2. Yazan:Enver Gülşen Tarih: Oca 15, 2009 | Reply

    “Bu iki tabu, modernizmin dolayısı ile de Batı medeniyetinin çocukları. Böyle olduğu için de aynı mantıkî düzlemde yeralan benzeri olaylarda yanlı inşa edilen zihinler bu tabulara iltimas geçiyor. Modern kültürün birey haklarında buradaki gibi açıkça görünen yanlılığı yanında bir de buğuların ardında kalan anlayışı var. Modernizm, kendi yaşam tarzından daha farklı olan yaşam tarzlarına hoşgörüyle yaklaşıyor görünüyor, ancak bu hoşgörü, çok önemli oranda farklılıkların demografik azınlığından ve marjinalitesinden kaynaklanıyor. Yaygınlaşmış bir modernist kültürün yanında -mesela- bir müslümanın ya da hindunun farklı yaşam tarzı, kültürel bir renk, bir doku, “seni yaramaz seni” seklinde karşılanan çocuksu bir aykırılık olarak görülüyor. [2] Yani, asıl renge etki etmeyen tali bir renk.”

    bence çok önemli tespitleri olan bir yazı. elinize aklınıza sağlık suat bey.

  3. Yazan:Cüneyd Tarih: Oca 15, 2009 | Reply

    Sevgili Nun ve Enver Bey galiba bazilari tarafindan (hakli yada haksiz ) elstirilidikleri icin canlari cok sikilmis:)

    Ama sevgili Nun Bey biraz okisdentalizm yapayim derken konuya (kendi bilgi eksikliginden dolayi) konuya biraz düzeysel yaklasmis:
    Misal vermek istersek:
    Sevgili Nun: “…Yahudilik konusundaki tabu da Nazi soykırımı utancının bir sonucu olarak görülüyor. (Ben bu utancın yaygın ve ısrarlı biçimde gösterilmesinin ve Yahudilik eleştirisini tabu haline getirmenin Hristiyan kültüründeki itiraf/günah çıkartma kültürü ile yakından alakası var diye düşünüyorum)…” demis
    Ilk önce yahudiligin elestirilmemesi diye birey yok “batida” (tabi burada bati ne oldugunuda tarif etmemiz lazim, buda sevgili Nun Bey in bir hatasi). Tabiki israildeki batida muhafazkar ortodox yahudilerin kati duruslari elestirliyor. (ayrica yahudiler batida hic bir “sorun” yaratmiyorki,bati toplumuna entgere olmuslar). Ama Nun Bey bu “yahudi” tabusunu hristiyanliktaki günah cikarmaya baglamis. Bu belki katolik ülkeler icin gecerli olabilir, ama ne protestanlikta ne de ortodoxlarda böyle birey var. Protestanlikta calisarak, bir dava icin mücadele ederek belki tanri tarafindan kabul edilirsin ve günahlarin azalir. Onun icin protestant evangalik kileseler bu kadar fanatik (Siz Max Weber i tam okumadiniz galiba). Yani Nun Bey in izahi yanlis.
    Devam edelim:
    “…. Yaygınlaşmış bir modernist kültürün yanında -mesela- bir müslümanın ya da hindunun farklı yaşam tarzı, kültürel bir renk, bir doku, “seni yaramaz seni” seklinde karşılanan çocuksu bir aykırılık olarak görülüyor Yani, asıl renge etki etmeyen tali bir renk.” demisiniz
    Yine yaniliyorsunuz: “Bati” her zaman bir sürü farkli kültürlerden olusan bir toplulukdu. Her zaman icinde secitli milletlerin göcler i vardi. Yani 17. yüzyilda franziz protestant hugonotlarin katolik bölgele göc etmesi, cogu zaman oradaki katolikler icin bir sorun olmusdur, ve uzun bir zaman katolikler bu “yabancilari” kabul etmekten zorlanmisdir. Ama “batinin” belkide özelligi, bu secitli kültürlerin bir müdet sonra bir araya gelip uzlasmalariyidi. Ve bunun icin hosgörü lazim. Yani bati modernligi bir hinduyu ya da bir müslümani sirin buldugu icin hosgörüyle karsislasmiyor. O hosgörü yüzyillarin tecrübesine dayaniyor, her ne kadar arasira bu hosgörüden tavizler verilmis olsada. Bati nin hedefi bu yine topluluklari kendi kültürlerinden taviz vermeyerk, kendi toplumlarina entegre (asimile degil) etmek. (tamam fransa burada bir istisna olabilir). Ha batiyi su konuda elestirebiliriz: Bati bazen bu topluluklari bazi belli basli konularda (mesela kan davalari, kadin erkek iliskileri)elestiriyor, ama bu sorunlarin kayangini topluluklan ataerkil kültürlerinde aramiyor, daha cok islam dininde aramya calisiyor. (yani insalarin fakrliklarini göremiyor) Ama buradaki sorun göcmenlerin temsilcilerinin kendini iyi ifade edmemesidende kaynaklaniyor. Yani karsi tarafli bir iletisimsizlik var.
    Bir de suu elestirmek istiyorum: “…çok önemli oranda farklılıkların demografik azınlığından ve marjinalitesinden kaynaklanıyor. …Batılı olmayanların giderek daha yüksek oranlarda artan nüfuslarıyla oransal olarak yaygınlaşmaları neticesinde. Tabi bu artış hızı Batı kültürünün asimile etme hızından daha fazla olursa.”
    Batida yasadigim icin size iki konuda katilmayacagim: Ilk önce göcmenlerin dogum oranlari batidaki “evsahibi” nüfuslarina benzemeye basliyor. Ayrica bu insanlar ülkelerin vatandaslari, hizlari artikca oradaki partiler icin önemli oy kaleleri olacaklar. Hele büyük metropollerde yabanci secmenler bazin oranin secmen nüfusuzun 20 – 30 % temsil edebiliyorlar. Ve bütün partiler, en azindan belediye yada bölgesel secimlerde, bu oylar icin yarisacaklar. En iyi örnek Köln ve oradaki DITIB camisi olayi. Her ne kadar bir radikal alman tarifindan Caminin yapimi icin bir kampanya baslatilmissada, Köln ün belideye baskani (bildigim kadariyla hritiyan demokrat) Caminin yapimi icin tarafdardi ve büyük katkida bulunda ( eh ne de olsa secimler yaklasiyor).

  4. Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Oca 15, 2009 | Reply

    Suat Bey,

    Ben buna algı karmaşası diyorum.Bu karmaşanın gerek dünyada gerekse(özelinde)ülkemizde yarattığı düşünce yansımalarını çok güzel analiz etmişsiniz.

    Dolayısıyla yazınıza konu ettiğiniz sivil toplum kuruluşunun da bu anlamda(kasıtlı değilse bile)taraflı bir tutum intibası yarattığı doğrudur.

    Ne var ki,bu saplantı sadece belirli dünya görüşleriyle sınırlı değil.Aynı hataya(hata mı demeli bilmiyorum)her siyasi görüş ve inançtan ve her farklı kültürden insan toplulukları düşebiliyor.

    Sizin de belirttiğiniz gibi,bir noktadan sonra devreye “ama”lar,”fakat”lar girebiliyor.

    Ben meramımı anlatırken bu takıyı kullanmamak adına “ne var ki”lere sığınıyorum zaman zaman:))

    Şaka bir yana,dediğim gibi bu “ama”lı algılar maalesef bütün dünyada yaygın ve sınır tanımıyor.

    Avrupa’da doğulu olarak gördükleri bizlere böyle yaklaşıyorlar.O çok övündükleri demokrasi ve hümanizmaları bir yere kadardır çünkü.Tıpkı sizin harika”seni yaramaz seni!”belirlemesinden öteye geçmez.

    Bizde de durum pek farklı değil.En keskin ve radikal görünen özgürlük talepleri bile nedense bu takıya takılıp kalır.

    Dikkat edin,hadise asla İsrail hadisesiyle sınırlı değil.Türbandan kürt sorununa,Ermeni sorunundan Kıbrıs meselesine hep aynı hissiyat:”tamam da…”doğru fakat…şeklinde kuşku taşıyan sözcüklerle konuya giriş yapılır.Yani kısacası modern tabular antisemitizm ve eşcinsellikten ibaret değil…bundan hakları gaspedilen sünni müslümanlar Türban ile nasibini alır,kürtler “kürdistan”sözcüğünün telaffuz edilmesinin bile yasak olmasından.Say say bitmez.Neyse konumuz bu değil.

    Asıl sorgulanması gereken,bizleri böylesi bir düşünce dünyasına iten nedenlerin neler olduğuna bir adım daha yaklaşmaktan geçiyor kanımca.

    Birinci ayağı hiç şüphesiz ki topluma riayet edilmesi adına dayatılan kırmızı çizgilerdir.yani sınırlanan düşünce ve ifade özgürlüğüdür…toplum üzerine boca edilen ideolojilerin yarattığı baskı ve bunun sonucu oluşan ön kabullerdir.

    Bununla da bitmiyor elbet.Bu ideolojiler zamanla kafa karıştırarak birer fosile dönüşür ve iflah olmaz yargılara,genellemelere yol açarlar.Kanımca en çok da sıkıntısını çektiğimiz olgu budur.Bugün,antisemitizm etrafında koparılan gürültünün altında da bu hissiyat yatar.Kendi vatandaşının inançlarını hor görme noktasına gelmiş bir toplumsal algının böyle bir savrulmaya düşmesi çok da şaşırtıcı değil.Ancak kabul etmek gerekir ki bu toptancı algıdan islami çevreler de azade değil.Onlar da sapla samanı karıştırarak tüm solcuları aynı kefeye koyup aynı suçlama menziline almaktan pek imtina etmezler(hepsi için söylemiyorum tabii)

    İşte bu noktada bence dikkatli olmak ve benzer hatalara düşmemek gerekir.Nasıl ki şu aktardığım görüşlerle tüm islam camiasını suçlamak gibi bir amaç içinde değilsem,her inançlı müslümanın ürettiği fikir ve düşünceyi de bu bağlamda ele almadığımın doğru anlaşılmasını talep ederim.

    Toparlamak gerekirse,düşünce ve inancımız,dünya görüşümüz,tercihimiz ne olursa olsun genellemeden kaçınmamamız gerekir.Her eleştiriyi kendimize yapılmış duygusundan ve kendimizi eleştirilen olanla özdeş tutma hissiyatından kurtularak birbirimizi daha iyi anlayabileceğimizi düşünüyorum.

    Selam ve sevgiler.

  5. Yazan:ç-z Tarih: Oca 15, 2009 | Reply

    Modernizm, kendi yaşam tarzından daha farklı olan yaşam tarzlarına hoşgörüyle yaklaşıyor görünüyor, ancak bu hoşgörü, çok önemli oranda farklılıkların demografik azınlığından ve marjinalitesinden kaynaklanıyor.

    İsrail’in bugün yapmış olduklarına Batı’nın sessiz kalmasına kaynaklık edenin demografik azınlık ve marjinalite olduğu söylenemez kanısındayım.Tarih içinde demografik azınlık olması nedeniyle mukavemetini arttıran marjinalitesinden güç alan Yahudiler “batının asimile etme hızından daha hızlı” bir şekilde demografik azınlık olmalarını ve buna sebep teşkil eden tarihlerini avantaja çevirerek finans gücü elde edebildikleri için bugün “Batı hoşgörüsünü” silaha takılmış susturucu gibi kullanarak test edebiliyor durumdalar.

    Bu yazıda olduğu gibi modernizm yada Batı hoşgörüsü olarak ifade edilen aslında “ikiyüzlülük”. Uganda ,Madagaskar,Yahudi otonom bölgesi,Mançurya planlarından sonra bu hoşgörü/ikiyüzlülükle “tarih bilinci oluşturabilecekleri topraklara” dönüşlerine “izin” verilen Yahudilerin var kılmaya çalıştığı İsrail devleti,bugün kalkıştığı savaş suçu/insanlık ayıbı/soykırımı herkesin gözü önünde işleyebiliyor.
    Modernizm yada alttaki paragrafta yer aldığı gibi batı “hoşgörüsü(!)” bugün İsrail’in pervasızca saldırganlaşabilmesinin nedeni değil mi?

    Batı hoşgörüsü asıl testi onyıllar içinde yaşayacak; Batılı olmayanların giderek daha yüksek oranlarda artan nüfuslarıyla oransal olarak yaygınlaşmaları neticesinde. Tabi bu artış hızı Batı kültürünün asimile etme hızından daha fazla olursa. (Buna bariz bir örnek olarak, Batı üniversitelerinde giderek daha fazla görünmeye başlayan başörtülü kızların, eğitim hakları ile alakalı tartışmaların artması gösterilebilir.)

    Başörtülü kızların Batı üniversitelerinde sayılarının hızla artıyor olması bizim anladığımız anlamada bir hoşgörüden dolayı değil, “israilin zulmune” bugün sessiz kalmasına neden olan ikiyüzlülüğünden dolayıdır.Batı medeniyetinin öğretmesi gereken bir “modernizm hoşgörüsü” var zira;Müslümanların çoğunlukta olduğu kendi ülkelerinde sahip olamadıkları eğitim hakkına engin batı hoşgörüsü sayesinde bir Batı üniversitesinde sahip olduklarını idrak edip “fark” konusunda “kıyas” yaptırarak kafa yordurma ve gönüllü değişim talebinin göstereceği yön pusulasının batıdan(ve taleplerinden) başka bir istikamete dönmesine engel olmak! Bu durumda demografik artış hızı hiçbir zaman asimile etme hızını geçemeyecektir.

    Dönelim yazının başına; İsrail’e, pervasız saldırganlığına ve buna tepki gösterenlerlere yapıştırılan etiketlere. Ve Batı’nın ikiyüzlülüğüne.

    Batı ikiyüzlülüğü;bizim de kendi aramızda yaptığımız aynı tarz bir etiketleme değil mi;irtica,gericilik vb.Sözde Modernizm savunuculuğu ile medeniyet hedeflediklerini iddia edenlerin köstek olarak gördükleri dini eve,camiye ve vicdana hapsetmeye(sınırlı alanda hoşgörmeye) ve sözde bilimsel argümanlarla çürütmeye çalışanların İsarilin Filistinli halka yapmaya çalıştıklarından ne farkı var;fikri soykırım yada cismi soykırım! Ve üstelik bunu yapanlar,tahakküm uyguladıklarına oranla demografik azınlığa sahipler!
    Ne çoğunluğu Yahudi olan İsraillilerin ne de ülkemizde dini tahakküm altında tutmaya çalışanlar (ki onlar da kendilerini Müslüman olarak tanımlıyorlar)“zulum” güçlerini dinden almıyorlar sadece ve sadece dini etkili bir propoganda aracı /silah olarak kullanıyorlar. Güçlerini “var olabilmek için elzem görülen devlet anlayışından ve onun şartları olarak kabul ettikleri ezber(güçlü olan kazanır=orman kanunu) kurallardan” alıyorlar. Devletin tanrısallaştırılarak,bireyin her ne pahasına olursa olsun ona hizmet etmesi ve yaptıklarını sorgulamaması baskı/yıldırma/korkutma/etiketleme/cezalandırma/ödüllendirme gibi her çeşit yol kullanılarak temin edilmeye çalışılan bir anlayış!

  6. Yazan:blue Tarih: Oca 16, 2009 | Reply

    Serdar Kaya’nın güzel bir tespiti vardı. Hoşgörü kelimesi, hoş görmek, kendi içinde bir üstünlük tavrını barındırıyor. Tahammül etmek anlamını taşıyor. Batı karşıtlığından nefret ediyorum ama bir doğruyu tespit etmek gerekli. Ne Fransa’daki Cezayirliler, ne İngiltere’deki Hindular, ne Almanya’daki Türkler “pörfekt” bir yaşama sahip. Ortada bir “hoşgörü” var hiç şüphesiz ama zımnında ötekiliği, aşağılamayı, diskriminasyonu bünyesinde taşıyan bir hoşgörü bu. Deccal’in yalancı cenneti. Alttan alta patlamaya yakın bir bomba var. Fransa’da örneklerini gördük. Karikatür krizinde iyice ayyuka çıktı. Felsefenizi “tahammül” üzerine kurarsanız, bunun sınırında arızalar ortaya çıkmaya başlar.
    Yani Özlem hanımın tespiti doğrudur. Tabi bunu kötü Batı, iyi Doğu şeklinde anlarsak yazık etmiş oluruz.

  7. Yazan:Enver Gülşen Tarih: Oca 16, 2009 | Reply

    etyen mahçupyan geçenlerde yazdı bir yazıda
    “”Modernliğin ‘hoşgörüsü’ kendisine benzemeyenlere ilişmeme, bulaşmama; onların da kendisine ilişip bulaşmaması şeklindedir. Ama alışılmış olan kamusal alanın yeniden bölüşümü söz konusu olduğunda bu ‘hoşgörü ‘bir anda yerini otoriter zihniyetin dışlayıcılığına bırakır. ” demişti. bence bu tam olarak doğru bir tespit.

  8. Yazan:Cüneyd Tarih: Oca 16, 2009 | Reply

    Hosgörü birisinin farkliligina tehamül etmek. Evet bu dogru. Ama bir toplumda insanlar bir arada yasiyacaklarsa, bunun baska bir alternatifi varmi? Zaten bir müddet sonra o tehamül etme alismaya dönüsyor. Belki senin annenin babanin nesli öteki olanlarin ötekiligini tehammül ediyordu, ama senin neslin artik o farkiliklari normal görmeye basliyorsun. Cünkü herkezin kendine bir haz yasam tarzi var, ve sen belki sürdürdügün gothik yasamtarzi ile bir müslümanin yasam tarzi artik toplumsal farkli yasam tarzlarinin bir parcasi olmaya basliyorsun. Bir nevi öteki olmaktan cikiyorsun.
    Ha Fransa da Ingilterede vs. sorunlar yokmu? Tabiki var, ama onlar kültürel sorunlardan ziyade daha cok sinifsal sorunlar. Bir beyaz fransiz gencini bir fransiz banliyösüne soksaniz, hayatinda hic bir perspektifi olmadigi vakit, o da isyan eder.

  9. Yazan:snowqueen Tarih: Oca 16, 2009 | Reply

    Şiddete cevaz verdiğini düşündüğünüz Yahudi teolojisini[1]

    Kime göre, neye göre? Bazılarına göre islam teolojisi de şiddete cevaz veriyor.

    Daha enterasan olan, birsey anlatmaya çalışırken
    ne derece yanlı olduğunuz, bu tutumla zaten “ama ifade özgürlüğü” şu bu, dediğinizde tek cevap kalıyor, “faşizm bir düşünce değil, insanlık suçudur.”

    Şimdi ne kadar yanlı olduğunuza gelelim,
    “Eşcinsellik” başlıklı bir yazı yazmış, HEDONIST ESCINSEL YASAM TARZINI eleştirmiş,

    Hedonist eşcinsel yaşam tarzı nedir? Escinsellerin cinsel özgürlüğü mü? Bu sizi neden ilgilendiriyor ve birseyi yüzeysel, boş ve anlamsız göstermek için neden önüne sürekli “hedonist” tanımı getiriyorsunuz. Hazdan bu kadar korku duymanızın altındaki yapı için psikanaliz devreye girmeli heralde.

    Uluslararası Af Örgütü’nden bir kişi mail attı ve yazımı yayından kaldırmamı, aksi takdirde hukukî yollara başvuracaklarını söyledi. Kendisine ‘ifade özgürlüğü’nden ne anladığını, yazıda eşcinsellik ve hakları konusunda ‘ifade özgürlüğü sınırını aşan’ ne gibi bir unsur bulduğunu sordum. Bana ikna edici bir yanıt veremediği gibi yazıyı yayından kaldırmamam durumunda hukukî süreç işletecekleri tehdidinde ısrar etti.

    Siz tatmin edici sorular(ifade özgürlüğünden ne anladığı gibi eğitici(!) sorular da) soruyorsunuz, ifade özgürlüğüne inanıyorsunuz oysa karşınızdaki bir türlü size yanıt veremiyor. Üstüne sürekli boş tehdit sıkıyor.
    Bu patern üzerinde ne denli ısrarcı olduğunuzun farkında mısınız?

    Bu soruyu ’steril’ ve ‘çağdaş’ ortamlarda, eşcinsellerin evlilik hakkını şiddetle savunan kişilere sorduğumda aldığım cevaplar -ezici bir çoğunlukta- “eee, ama, şey, hımm, fakat..”la başlayıp kadının özgürlüğü, ataerkillik gibi şeylerle neticelenen olumsuz cevaplardı.

    Ezici çoğunluk gene tatmin edici olmayan cevaplar veriyor, “ee. şey, kadın özgürlüğü, ataerkillik, hm”. Belki de bir tatmin sorununuz var.
    Yeterli tatmin için size, erkeğin(elbette heteroseksüel) kadından daha geniş yer kapladığı bir uyum tablosu çizip işte “fıtrat” denmesi gerekiyordu sanırım, tatmin edici cevaptan ne anlıyorsunuz? Sİz hayatta hangi tatmin edici cevaba ulaştınız merak ettim doğrusu.

    Modernizm kendi ürünü bir yaşam tarzını merkeze alıp dayatıyor.
    Siz de postmodrernizmin arkasına sığınıp, KAÇAK MUHAFAZARLIK yapıyorsunuz.
    Ama örtü heryeni örtmüyor, homofobiniz ve belki de anti-semitizminiz ordan burdan gözüküyor.
    Sonra karşınızdakini size tatmin edici yanıtlar vermemekle suçluyorsunuz.

    Tabulardan bahseden, tabu deviren olsa!

  10. Yazan:Mustafa Tarih: Oca 16, 2009 | Reply

    escinsellik 1970li yillarin basina kadar milletlerarasi doktorlar teskilatlarinca “hastalik” idi. Sonra yeniden secim yapildi doktorlarin ellerin cogu yukari kalkti ve hastalik olmaktan düstü (!).

  11. Yazan:snowqueen Tarih: Oca 16, 2009 | Reply

    Garip olan, bütün dünya İsrail’i eleştirirken, İsrail’in ne denli faşizanca bir politika güttüğü aşikarken, sizin hangi tabudan bahsettiğiniz.
    Sağcısı, solcusu İsrail’i eleştiriken, sizin yapmak istediğiniz, bir adım daha öteye gidip İsrail şiddetini teolojiye bağlamak.
    Sanki İsrail teolojisi Semavi dinlerin baş metni değilmiş gibi.

    Oysa, aynı şey sizin için yapıldığında, İslam düşmanları gene iş başında oluyordu.
    Antasemitizme bu kadar yakın durup, sonra neden eleştiriliyorum ki diye sormak hayret verici.

    Diğer garip olan, insanlar hala cinsel kimliğini bu denli korkuyla saklarken, çoğu yerde ölüm tehlikesi yaşarken, oturduğunuz yerden “ama canım, eşcinsellerin hedonist yaşam tarzını eleştirdim”demeniz.

  12. Yazan:Enver Gülşen Tarih: Oca 16, 2009 | Reply

    snowqueen,
    sanıyorum tartışmalardan haberiniz yok. sağcısı slcusu israili eleştiriyor mu çok emin değilim. çünkü birileri israil eleştirielrini anti-semitizm olarak damgalama gayretinde…

    ayrıca, yazıda bir fikirden bahsediliyor. siz “kime göre, neye göre” diye sormakta haklısınız. o zaman fikir tartışması olur. ama kime göre, neye göre soruları yanında bu fikrini dile getiren için adli takibat isterseniz o zaman fikir özgürlüğünü çiğnemiş olursunuz. aslında yazı da tam olarak bunu tartışan bir yazı. yani yazar eşcinsellik konusunda, çok eşlilik konusunda kendi fikirlerini değil, fikir özgürğünün içeriğini tartışıyor.

  13. Yazan:Nun Tarih: Oca 16, 2009 | Reply

    Arkadaşlar, beğeni, yorum ve eleştirileriniz için teşekkürler.

    Katılmasam da, bazı arkadaşların eleştirilerinde makul noktalar var.

    Bazı eleştirilerin ise yazının neyi anlattığını anlamamaktan kaynaklandığını düşünüyorum. Okuduğunu anlamaktan aciz kişilerle yaptığım vakit öldürücü kısır tartışmalardan bıktığım için kendi sitelerimi yorumlara kapattım. O bakımdan burada; ifade özgürlüğü ile adli takip tehdidi ilişkisinden bihaber, ‘yaşam tarzı eleştirisi hakkı’ deyince sadece muhafazakarlık eleştirisini anlayıp, modernist, escinsel, hedonist tarz elestirilerini dokunulmaz tabu zanneden kişiler için yazıda değindiğim hususları tekrar ‘şerhetmek’ gibi bir çabaya girmeyeceğim.

    ***

    Enver Bey’e de, ilave açıklaması için ayrıca teşekkürler.

  14. Yazan:kacakkova Tarih: Oca 16, 2009 | Reply

    merhabalar,

    antisemitizm ve homofobi iki büyük tehlikedir…..irkcilik ve cinsel ayrimcilik noktasinda bu iki söylemin kiliktan kiliga girerek belirli bir bilinci ve dili sürekli yeniden üretmesi sözkonusudur ki, tehlikenin büyüklügünün temel yönü budur….bu iki kavramin bir damgalama isleviyle söylemsel kullanimi, bu tehlikeyi ortadan kaldiran bir sey olmadigi gibi, sözkonusu kullanim antisemtik ya da homofobik düsüncelerin, ifadelerin mesruiyet kazanmasi icin de bir vesile olamaz….özetle karsinizdakiler antsemitizmi tabulastiriyorlar diye, ifadelerinizin antisemitik boyutlarini mesrulastirmazsiniz…karsilikli her iki söylemde bu cercevede hile yapmaktadir bu cercevede….ifadelerin baglamlarini sürekli belirginlestirmek ve netlestirmek zorunludur buna karsi….ancak bu yoldan antisemitzme karsi olmak ve antisemitizmin bir damgalama islemi olarak kullanilmasini engellemek mümkün olabilir….enver gülsah’in önceki yazdiklarina, ele aldigi metnin celiskilerine yaptigi degerlendirmelere katiliyorum esas olarak, ancak burada simdi okudumuz yazi orada gülsah beyi hareket ettiren kaygilarla aliniginda yöntemsel ve söylemsel olarak benzer bir yanlisi yinelemektedir demem gerekiyor…..mesela dile getirilen antisemitizmin hortlamasi ve hengame icinde tehlikeli bir sekilde yayilmasi durumu bir gercekliktir….savas karsitlarinin yanilgisi bu degil, bu noktada tamamen haklilar…o metnin sorunlari bambaska bir yerde…yukardaki yazininda öyle….is dogruyu ya da dogru gibi görünen seyi söylemenizle bitmiyor, daha da önemli olan sorun, yani her ifadeyi kendi dogruluguna ragmen büyük bir tehlikenin tasiyicisi yapan sorun, dogruyu nasil söylediginizle baglantili olarak beliriyor…örnegin bu yazida denildigi gibi, escinselligi yasam tarzlariyla, yasam tarzlarini da hedonizmle iliskilendirerek yapilacak “cinsel fark”lilik üzerine bir degerlendirme kesinlikle homofobiktir….neden böyle oldugu, escinsellik=yasamtarzi=hedonizm denkleminin dogru yada yanlis olmasi, bu denklemle dogru bir seylerin dile getirilip getirilemmesi de degildir…denklemin bizzat kendisi homofobik zihniyetin septomudur ve asil mesele budur…..antisemitizm bahsinde de benzer örneklemeler yapabiliriz….yahudi teolojisi=yahudilik=siyonizm=israil denklemini kurdugunuzda da antisemitik söylem alanina kaymissiniz, ya da kayiyorsunuz demektir….kendi söyleminizi ancak burada kurulan türde esitlikleri bozarak bir esitsizlikler kurugusu icinde ifadelerinizi sekillendirerek bu tehlikeyle araniza sinir cekebilirsiniz…basa dönecek olursam, özetle antisemizmin ve homobinin iki büyük tehlike oldugunu bir an olsun gözden kacirmadan ve bu tehlikelerin sizma zeminlerine karsi kaygiyi zayiflatmadan ancak bunlarin karsit söylemlerde tabulastirilmis kullanimlarina karsi cikabiliriz diyecegim….

  15. Yazan:snowqueen Tarih: Oca 16, 2009 | Reply

    @Enver Gülşen

    çünkü birileri israil eleştirielrini anti-semitizm olarak damgalama gayretinde…

    demişsiniz, israil eleştirisi “israil devleti” bazında mı yapılıyor “musevilik” mi ayrımı doğru yapılıyor mu sizce? “Yahudi teolojisindeki şiddet eğilimi” devlet politikasını eleştiren bir bakış sizce?

    Benim şu son olaylarda bizzat şahit olduğum, anti-semitizmin de yadsınamayacak varlığı. Özellikle Musevi azınlıklara karşı İsrail devletinden ayrı olarak, dini referanslarla nasıl bir tavır takınıldığına dikkat ettiniz mi?

    İsrail eleştirileri nerede “anti-semitizm” olarak damgalandı oraya bakmak lazım.

    Yazar, eşcinsellik konusunda gibi cümle aralarında saklı şovenizm (hatta Af Örgütünden mail atan kişiye göre açıkta şovenizm) yapıyorsa üzgünüm ama eleştirilmeyi göze almalı.

  16. Yazan:Enver Gülşen Tarih: Oca 16, 2009 | Reply

    “İsrail eleştirileri nerede “anti-semitizm” olarak damgalandı oraya bakmak lazım. ”

    demişsiniz ya, “demokles kılıcı…..” yazısında bunu ele almış ve linklerini de vermiştim. ayrıca o bildiriyi hazırlayanların yazılarından bir örnek de yorumlarda paylaşmıştım. isterseniz onları bir okuyun sonra tartışalım.

  17. Yazan:blue Tarih: Oca 16, 2009 | Reply

    İsrail’in yaptıklarını yahudi teolojisi içinde aramak yanlış. Böyle yapıldığında anti-semitizmle suçlanmak kaçınılmaz ve haklı da. Dinler, her ne kadar savaş çığırtkanlığında motivasyon aracı olarak kullanılsa da, bu Tanrının mesajına aykırı bir şey. Bunları ilişkilendirmeye çalışmak yanlış bir çaba.
    Diğer taraftan bunca vahşiliğe İsrail halkının ses çıkarmaması ve savaşın oy kazanmak için kullanılması İsrail halkının ne kadar şovenist olduğunu ortaya koyuyor. Aslında Türk halkıyla bu konuda çok benzeşiyor. Bizde de seçim zamanı Kuzey Irak harekatının malzeme edilmesi, yine halkın şovenist damarını depreştiriyordu. İsrail, halkının kadın erkek militarist yetiştirildiği, sıkı endoktrinasyonla ve korku siyasetiyle (dört tarafımız düşmanlarla çevrili, zayıf olursak bizi ham yaparlar…) paranoyaklaştırıldığı bize benzeyen bir toplum. Onların da, Türkler gibi normalleşmeye ihtiyacı var. Ne yazık ki mevcut durum bir kısır döngü yaratıyor ve İsrail, sürekli paranoik şizofreni atakları geçiriyor, gözü kadın, çocuk görmüyor. İsrail’in en büyük hatası, kendisinin hata olduğunu unutması. O coğrafyada bütün Arap halkına kafa tutarak sonsuza kadar yaşayabileceğini düşünüyor. Bu mümkün değil. İsrail’in saldırganlığı FKÖ’yü Hamas haline getirdi; El-Kaide gibi örgütlerin oluşmasına yol açtı. İsrail ne yapıyorsa kendine yapıyor. Anti- semitizmin tırmanmasını acayip karşılamamak gerek. Bu anti-semitizmin kaynağı İsrail’in yahudiliği değil, gaddarlığı. İnsanların suyunu, elektriğini kesip evlerinden sürüp, çocuklarını öldürürseniz kimse size karanfil uzatmaz. Bu saldırılar Hamas’ı bitirmeye yönelik öyle mi? İsrail bugün nasıl FKÖ’ye rahmet okuyorsa, 20 yıl sonra Hamas’a rahmet okuyacak. Bu akıl almaz gidiş ortadoğuda ancak daha büyük savaşlara yol açar; İsrail güvenliğine değil. Her ölen sivil, Ahmedinecad’ın elini kuvvetlendiriyor. Önümüzdeki yıllar içinde ortadoğuda büyük bir savaş çıkacağını görmek için stratejist analist olmaya gerek yok.

  18. Yazan:Enver Gülşen Tarih: Oca 16, 2009 | Reply

    ben hala yazının anlaşıldığını düşünmüyorum. yazar bir takım “uç” örneklerle düşünce özgürlüğünün sınırlarını tartışıyor. şimdi örnek olarak israil’in zulmünü incelerken yahudi teolojisini inceleyen birisine yapıştırılan anti-semitist damgasının manasızlığından bahsediyorum. kaldı ki böyle bir analiz çabasını dahi anti-semitist olarak damgalayanların, taliban’ın, el kaide’nin yaptıklarına “islam terörizmi” adını verdiklerini; karikatür krizinden hz.muhammed’i, annesini ve bütün müslümanları aşağılayan karikatürleri düşünce özgürlüğü olarak gördüklerini biliyoruz. bence suat bey’in demek istediği tam da budur. ben karikatür krizi sırasında bir yazı yazıp, o karikatürlerin yayımlanasını düşünce özgürlüğü olarak gördüğümü ama o karikatürleri eleştirmek, yerin dibine batırmak hakkına da sahip olduğumu yazmıştım. yani bir eleştriye adli yargı sopası göstermek ayrıdır, o eleştiriye katılmamak ayrı birşeydir. suat bey, batıda (ve türkiyedeki batı ajentesi bir takım gruplarda)bazı din ve kesimler için çok rahat kullanılabilen sözlerin (hatta hakaretlerin) ve bunlara karşı çıkanlara “burada insan hakları ve ifade özgürlüğü var” diye verilen cevapların gösterdiği tavrın tam tersinin, üstelik başkalarına yapılan eleştirinin çok azında bile yargılama sopası devreye girerek susturulmasına vurgu yapmış. yazısına baştan sonra, virgülünden noktasına kadar katılıyorum.

  19. Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Oca 17, 2009 | Reply

    Sanırım tartıştığımız konunun içeriğinden çok tartışma yöntemimizde biraz problem var.Çünkü karşılıklı suçlamanın esas alındığı bir diyalogda ısrar ediyoruz.Suçlama veya suçlu arama,doğal olarak suçlama ve savunmanın birbirini çoğalttığı bir döngü yaratıyor.

    Bunun pek de makbul ve işe yarar bir yöntem olmdadığını anlamak hiç de zor değil aslında.İşe yarmıyor,çünkü herkes kendi doğrusundan en ufak bir ödün vermediğinden zaten bir ikna zemini kurulamıyor.Kaldı ki(çok uzak bir ihtimal)taraflardan birinin doğrularını kabul ettirmesi durumunda varolan sorun çözülemiyor.

    Şimdi tekrar baştan alarak soruyorum değerli katılımcılara:sahi biz neyi tartışıyorduk?Tartışıyor olmak için tartışarak meseleyi bir satranç şekline dönüştürerek karşımızdakini mat etmek için mi,yoksa hayati bir sorunu tartışma yoluyla çözmeye çalışmak adına mı tartışıyoruz.

    Eminim,istisnasız hepimiz çabamızın ikinci şık için olduğunu iddia ederiz.O halde biz neyi çözdük,hangi sorunu çözüme kavuşturduk?Varsayalım ki bir taraf tamamen haksız,diğer taraf da haklı bulundu(gerçi bu pek mümkün değil).Peki bu,Filistin halkının yaşadığı dramın son bulmasını mı sağlayacak?…Üzerlerine yağan bombaları mı durduracak?…Ortadoğu’ya barış falan mı getirecek?Değilse neyin kavgasını yapıyoruz?

    Doğrularımızı kanıtlama ve “diğerine”kabullendirme adına giriştiğimiz bu bencilce hırs ve tatminde ısrar ederek olsa olsa Filistin halkının yaşadığı acılara saygısızlık etmiş oluyoruz.

    Eğer gerçekten bir şeyler yapmak istiyorsak bunun yolu bu değil değerli arkadaşlar.Hükümetimizin bu vahşeti durdurması için kitlesel eylemler yapabilir,karınca kararınca maddi yardımda bulunabilir,bu sorunun dünya kamuoyunun gündemine oturması için çaba sarfedebiliriz.Ne bileyim daha pekçok şey yapılabilir.Gelin hep beraber bu yolları deneyelim,desteğimiz elle tutulur olsun,bir nebze olsun Filistinli kardeşlerimizn acılarına ortak olabilecek somut desteğimizi sunalım.Ha,bunu yapamıyorsak bu işlenen insanlık suçunu bir tartışma malzemesine dönüştürmekten vaz geçelim.Aksi takdirde biz kısır tartışmalarımızla birbirimize kendimizi kanıtlamaya devame ederken Filistin kan ağlamaya devam edecek.

  20. Yazan:Enver Gülşen Tarih: Oca 17, 2009 | Reply

    aziz bey,
    “Hükümetimizin bu vahşeti durdurması için kitlesel eylemler yapabilir,karınca kararınca maddi yardımda bulunabilir,bu sorunun dünya kamuoyunun gündemine oturması için çaba sarfedebiliriz.Ne bileyim daha pekçok şey yapılabilir.Gelin hep beraber bu yolları deneyelim,desteğimiz elle tutulur olsun,bir nebze olsun Filistinli kardeşlerimizn acılarına ortak olabilecek somut desteğimizi sunalım.Ha,bunu yapamıyorsak bu işlenen insanlık suçunu bir tartışma malzemesine dönüştürmekten vaz geçelim.Aksi takdirde biz kısır tartışmalarımızla birbirimize kendimizi kanıtlamaya devame ederken Filistin kan ağlamaya devam edecek.

    demişsiniz. öncelikle üstte sıraladığınız şeyleri yapıp yapmadığımızı kimse bilemez. sanırım üç aşağı beş yukarı hepimiz maddi ve manevi destekler veriyoruzdur. ancak tartışma da önemli birşeydir. kaldı ki kusura bakmayın ama madem bu konuda tartışılmasını yanlış görüyorsunuz, tartışmanın içerisine girmenin çok da anlamlı olduğunu düşünmüyorum. bence bu konu çok hayati bir konu. ben şahsen bundan böyle ortak eylem yapacağım, ortak bildiri hazırlayacağım vesaire…insanların gazze yanarken ne yaptığına birinci madde olarak bakacağım. mesela o bildiriyi hazırlayan şahıslarla şimdiye kadar hep benzer tepkilerle hareket ettik. ama bundan böyle biliyorum ki hiçbir şekilde o insanlarla yan yana gelemem. onlar bir sınav olarak en keskin virajda uçuruma düştüler ve benim için artık onlarla aynı noktada buluşmak imkansı ötesi imkansız. tartışmaları kendimizi kanıtlama girişimi olarak görmek ise çok yakışıksız bir tabir. kusura bakmayın. tartışmalara giriliyorsa girilsin ama insanlara “tartışarak birbirinize kendinizi kanıtlamak istiyorsunuz” demek pek hoş bir tabir değil. kendi şahsıma buradaki çoğu şahıs gibi kimseye kendimi kanıtlamak gibi bir derdim olduğunu düşünmüyorum.

    aziz bey,
    bulunduğum bütün tartışmalarda bir iki kişi hep millete üslup dersi vermeyi seçiyordu. siz de bunu yapıyorsunuz ve inanın bana çok hoş durmuyor. üslup da insanların o konuya bakışı, o konudan aldığı acı vssaire ile ilgilidir. kimsenin kimseye üslup dersi vermeye hakkı yoktur. olsa olsa yazılana cevap verir ve kendince varsa yazılan şeylerde hataları arar vesaire…

    sevgiler
    enver

  21. Yazan:Hasan Tarih: Oca 17, 2009 | Reply

    Eşcinsellik neden sapkınlık olsun?

    Normal olmadığı kesin de, normal nedir? Normal doğrunun bir formu mu? Böyle kabul edersek; liberal olmak da yanlış bir şey olur, çünkü toplumun normali bu değil.

    Bence eşcinsellik sapkınlık değil. Cinsellik sadece üremek için yapılmaz. Bir birey kendi cinsinden birinden hoşlanıyorsa; bu bir eğilim olsun, doğuştan olsun, sonradan olsun hiç fark etmez; bunun cinsellik ile sonuçlanması neden suç ya da ayıp olsun? Bir erkek bir erkek ile, bir kadın kadın ile ilişkiye girerse hayatında ne kaybeder?

    Bu toplumun üreme üzerine kurduğu ve alıştığı normlara uymamak dışında nedir ki?

    Ayrıca galiba, eskiden bu durum o kadar ters karşılanmıyormuş.

    Mesela bakın Evliya Çelebi ne diyor:

    Pasif dilber eşcinsel esnafı: Bunlar, evsiz-barksız 500 kişidir. Kendi kadir ve kıymetlerini bilmeyip Bábulluk’ta, Kalatyonoz’da, Finde’de, Kumkapı’da, San Pavlo’da, Meydancık’ta, Kiliseardı’nda ve Tatavla’da málum işin yapıldığı yerlerde boğaz tokluğuna çalıştıkları sırada avlanıp Subaşı’nın (yani, o zamanın polis müdürünün) tuzağına düşer ve deftere kaydedilirler. İşte, sözü edilen bu kişiler geçit resminde Subaşı ile şakalar ederek yürürler. Bunlar gibi daha nice esnaf mevcuttur ama anlatmakta hiç fayda yoktur ve sadece Subaşı tarafından bilinirler. Resmigeçide katılan deyyusların sayısı 212, pezevenklerin adedi de 300’dür

    Eşcinsellik eskiden meslekmiş..

    Nedimi’ydi sanırım.. “Cuma namazı için izin al annenden de gezelim Sadabat’ta” mealinde bir şiiri var. Yine aynı kişinin “ey Saki seni mi alayım, o elindeki şarabı mı” diyor.. Şairler farklı olabilir ama bu dizeler gerçekten var..

    Ayrıca bakın Cevdet Paşa Maruzat isimli eserinde bu konu hakkında ne diyor:

    “…Kadın düşkünleri çoğaldı, delikanlı meraklıları azaldı. Oğlancılık sanki yere battı. İstanbul’da eskiden beri delikanlılara karşı olan aşk ve ilgi kızlara yöneldi. Sultan Üçüncü Ahmed zamanından beri devam eden Káğıthane seyri daha fazla rağbet buldu. Gerek orada, gerek Bayezid Meydanı’nda arabalara işaret verme usulü başladı. Devletin önde gelenleri arasında kulamparalığıyla meşhur Kámil ve Áli Paşalar (o devrin sadrazamları, yani başbakanları) ile onlara mensup olanlar kalmadı. Áli Paşa, yabancıların eleştirisinden çekinerek kulamparalığını gizlemeye çalışırdı.” (“Máruzát”, Türk Tarih Kurumu Yayını, sah: 9)

    Murat Bardakçı bu konuyla ilgili bir makalesinde “Eşcinsel ilişkiler, Avrupalı olmaya karar verip Tanzimat’ı ilán etmemizden sonra, 1840’lardan itibaren “ayıp” sayılır oldu ve bir zamanlar sıradan hadise gibi görünen münasebetler artık sessizliğe büründü.” diyor..

    Peki acaba Küçük Mehmed Aga’nın “O ay yüzlü sevgilimizin sakalları çıkmaya başlayınca, hálimizi anlatan kitaba sevda bahsi yazıldı” şeklindeki bestesini neye yorarız, işte orası muamma..

    Aslında bununla ilgili derli toplu bir yazı yazmak daha doğru olacak..

  22. Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Oca 17, 2009 | Reply

    Enver Bey,

    Kesinlikle tartışma adabı konusunda ne size ne de başkalarına ders verme haddime düşmez.Ayrıca tartışmayalım da demiyorum.Ve dediğiniz gibi ben de her tartışmaya katılıyorum.Ben,üzerinde tartşılan konunun varolan soruna katkı sunması ve varsa çözüm yollarının bulunması gerektiğini vurgulamaya çalışmıştım.Ayrıca “kanıtlama”dan kastım,kendi doğrusunu mutlak ve tek doğru sayan anlayış biçimine atfendi;entelektüel birikim veya insani(vicdani)kriterleri,hülasa erdemlerin yeterliliğini sınamak gibi düşünceyle söylememiştim.Kaldı ki,bu saptamam tek taraflı bir görüş,inanç veya siyasi tercihe yönelik de değildi.Birde somut destek fikrimin yanlış anlaşılmış zannedersem,evet eminim bu konuda benden çok daha duyarlı insanlar ellerinden geleni yapmışlardır.Benimkisi sadece bu konuya daha ağırlık verilmesi gerektiği yönünde bir talepti.

    Tabii siz bütün bunları etik dışı ve hoş olmayan tavırlar olarak değelendirmişsiniz.Buna bir şey diyemem,sizin kendi düşünce tasarufunuz saygı duyarım.Kuşkusuz ki bunda benim anlatımdan doğan eksiklikliklerimin de payı olabilir.Bunu sorun olarak görmüyorum,sadece beni üzmüştür ama aynı zamanda beni yeniden düşünmeye sevketmiştir…kendimi yeniden sorgulama şansı vermiştir bana.Bu anlamda eleştirileriniz benim için baştacıdır.Birbirimizi daha iyi anlayabileceğimiz bir düşünce ikliminin oluşmasından umudumu kesmiş değilim.O günler de gelecek.

    Ancak,daha doğru anlaşılmak adına burada tekrar değinme gereği duyduğum bir iki nokta olacak.

    Benzer tepkilerle haraket ettiğinizi dile getirdiğiniz çevrelerin bir hataya düşmesi muhtemeldir tabii.Fakat bunların uçuruma düşmesini değil,onları kazanmayı seçmeliyiz bence.Birilerinin uçurumlara düşmesiyle tüm sorunlar çözüme kavuşabilseydi size katılırdım.Burada katılamıyorum.Katılmıyorum,çünkü o sözünü ettiğiniz çevrelerle birlikte hareket etme zemini tekrar kurulabildiğinde eminim Filistin halkının bugün yaşadığı durum eskisinden daha kötü olmayacak.

    İşte sizin bana yönelttiğiniz eleştiriler tam da bu çağrı üzerine şekilleniyor.Zira bana göre sol çevreler olsun,bu tartışmanın odağına yerleşmiş sivil toplum kuruluşları olsun;zamansız ve talihsiz ithamlarda bulunmuş olabilirler.Evet,bana göre de İsrail’in sivil ve masum insanlara yönelik terörist saldırılarının olduğu bir dönemde,bu ksimlerin büyük resmi kaçırarak bu vahşete yönelik tepkilere abartılı ithamlarda bulunmaları isabetli bir davranış değildir.Kesinlikle onaylanabilir bir yanı yok.Ancak bundan da İsrail devletinin yandaşı,Filistin halkının düşmanı oldukları anlamı çıkmamalı.Buna bir başka yorumumda da değindim.Kimi sol çevreler maalesef meseleyi ülkemizde süregiden çatışma iklimi üzerindenden tartışma hatasına düşebiliyorlar.Ha,bu doğru bir tavır mıdır?Elbette hayır.Fakat bunu biraz da varolan ideolojik ve psikolojik olgular üzerinden değerlendirmek lazım.Ayrıca hepsini aynı kategoride değerlendirmekten de kaçınmalı.Zira sözü edilen sivil kuruluşların ABD’nin Irak işgali ve Sınır Ötesi harekatına da ısrarla karşı durduklarını unutmamak gerekir.Elbette yaptıkları olumlu eylemler,yeni hatalara düşmelerine gerekçe teşkil edemez,fakat tek suçlu da yapmaz onları.

    Dolayısıyla kişisel tepkilerimizi biraz erteleyerek olayları bir bütün olarak görme ve okuma şansımız yok değil.Tabii bu ertelemeyi İsrail’in saldırılarına karşı değil,kendi aramızdaki fikir ayrılıkları anlamında söylüyorum.Bunu belirteyim de yeni bir yanlış anlaşılmaya yol açmasın:)

    İzninizle şimdi benim de size yönelik bazı hatırlatmalarım olacak.Bunu bir dost sohbeti olarak değerlendireceğinizi umuyorum.

    Enver Bey;

    Zannedersem son zamanlarda bu sitede makaleleri en çok yayımlanan yazarsınız.Hepsini ilgiyle takip ediyorum.Ancak sinema konusunda yazdıklarınız ile siyasi içerikli olanları arasında çok da büyük uçurumlar olduğunu hatırlatmak isterim(bir dost olarak tabii).Bir sinema eleştirmeni olarak deneme tadında harika yazılar yazarken maalesef politik eleştiriler konusunda aşırı tepkiselsiniz.Bakın, duygusalsınız demiyorum;insanız ve elbette duygusuz olamayız.İtirazım duygularınıza değil,sizi anlayabiliyorum.Fakat fikirler konusunda daha toleranslı davranabilirsiniz.Eleştiri ve suçlama yerine anlamayı esas anlamınız daha yapıcı olacaktır kanımca.Aykırı bulduğunuz fikirleri”ahkam kesmek”olarak kestirip atmak,her fikrini belirten okuru bilgisizlikle itham etmek,fikirlere sınırlama getirmek olur.Siz farkında olmayarak bu hataya düşüyorsunuz.Kurbanla ilgili tarışmaya açılan konuda da,Filistin sorununa ilşkin tartışmalarda da benzer tepkiler verdiniz.İnanın kişisel bir polemik yaratacağı kaygısıyla yazılarınıza yorum yazmaya bile tereddüt ettiğim zamanlar oldu.Peki sizce böyle mi olmalı?

    Neyse vaktinizi aldım.Eleştirilerinizden rahatsız değilim.Umarım bu tarışmamız çok daha olumlu ve yapıcı fikir paylaşımlarına vesile olur.

    Sevgi ve dostlukla…

  23. Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Oca 17, 2009 | Reply

    FİLİSTİN HALKI DA DİRENECEK VE YAŞAYACAK’*
    12:54 15 Ocak 2009

    Biz Zapatistalar, yıkımın ve ölümün ortasında birkaç cesaret sözü duymanın önemli olduğunu biliyoruz. Bombayı söz durduramaz ancak adeta ölümün kara odasında bir delik açılmış ve ufak bir ışık parıltısı içeriye düşermiş gibi olur…

    İki gün önce, şiddeti tartıştığımız gün, anlatmakta kelimelerin yetersiz kaldığı Condoleezza Rice, bir ABD yetkilisi, Gazze’de olup bitenlerin vahşi doğalarından ötürü Filistinlilerin hatası olduğunu beyan etti.
    Dünyayı çapraz kesen yeraltı nehirleri kendi coğrafyalarını değiştirebilir ancak aynı şarkıyı söyler.
    Ve şu an bizim duyduğumuz, savaşın ve acının şarkısı. Buradan çok uzakta değil, Gazze adında bir yerde, Ortadoğu’da, tam burada bizim yanı başımızda, İsrail hükümetinin ağır eğitimli ve silahlı ordusu ölüm ve yıkım yürüyüşüne devam ediyor.

    Attığı adımlar klasik bir askeri işgal savaşının adımları: Öncelikle “stratejik” askeri noktaları (askeri kılavuzların söylediği şekliyle) yok etmek amaçlı yoğun bir toplu bombalama ve direniş güçlerini “zayıflatmak”; sonra istihbarat üzerinde sıkı bir kontrol: “Dış dünyada”, operasyon alanının dışı, görülen ve duyulan her şey askeri kriterlerle seçilmelidir; şimdi de taburların yeni mevzilere ilerlemesi için düşman askerlerinin üzerine yoğun top atışı; sonra da düşmanın garnizonunu zayıflatmak için bir kuşatma olacak; sonrasında da mevzi işgal eden ve düşmanı yok eden saldırı, ve muhtemel “direniş yuvalarının” “temizlenmesi”…

    Modern savaşın askeri kitapçığı, birkaç varyasyon ve eklemeyle adım adım istilacı askeri güçler tarafından takip ediliyor.

    Bunun hakkında çok şey bilmiyoruz ve “Ortadoğu’da çatışma” diye adlandırılan konu hakkında şüphe yok ki uzmanlar var, ancak dünyanın bu köşesinden bizim de söyleyeceğimiz bir şey var:

    Haberlerdeki fotoğraflara göre İsrail hükümetinin hava güçlerince imha edilen “stratejik” noktalar; evler, kulübeler, sivil binalardır. Yıkıntıların ortasında tek bir sığınak, kışla, askeri havaalanı ya da bombardıman silahı görmüyoruz. Yani -ve lütfen cahilliğimizi bağışlayın- bize göre ya uçakların silahlarının kötü amaçları var ya da Gazze’de öyle “stratejik” noktalar yok.

    Hiçbir zaman Filistin’i ziyaret etme onuruna sahip olmadık ancak insanların, erkeklerin, kadınların, çocukların ve yaşlıların -askerlerin değil- evlerde, kulübelerde ve binalarda yaşadıklarını varsayıyoruz. Henüz direnişin takviye kuvvetlerini de görmedik, sadece yıkıntılar.

    Ancak istihbarat kuşatmasının nafile çabalarını gördük ve işgali görmezden gelmekle alkışlamak arasında karar vermeye çalışan dünya hükümetlerini ve epey zamandır bir işe yaramayan, dışarıya ılımlı basın açıklamaları gönderen Birleşmiş Milletleri.

    Ancak bekleyin. Birden aklımıza geldi belki de İsrail hükümetine göre bu erkekler, kadınlar, çocuklar ve yaşlılar düşman askerleri; ve böylece ikamet ettikleri kulübeler, evler ve binalar da yok edilmesi gereken kışlalardır.
    Yani şüphe yok ki bu sabah Gazze’ye yağan kurşun yağmuru, İsrail birliklerinin ilerleyişini bu erkekler, kadınlar, çocuklar ve yaşlılardan korumak içindi.

    Ve bütün Gazze’ye yayılan kuşatma ile zayıflatmak istedikleri düşman garnizonu orada yaşayan Filistin nüfusunun ta kendisi. Saldırıları bu nüfusu imha etmeye çalışacak. Ve bu kanlı geçeceği kolaylıkla tahmin edilebilir saldırıdan kaçmayı ya da saklanmayı başaran herhangi bir erkek, kadın, çocuk ya da yaşlı daha sonra “avlanacak”, böylece temizlik tamamlanacak ve operasyonları yöneten komutanlar da kendi efendilerine rapor verebilecekler: “Görevi tamamladık.”

    Cahilliğimizi tekrar bağışlayın, belki de söylediğimiz asıl mevzunun dışındadır.

    Ve devam eden suçu mahkum etmek yerine, biz yerliler ve savaşçılar olarak, olup bitenin “siyonizm” mi “antisemitizm” mi olduğunu, ya da bunu başlatanın Hamas’ın bombaları olup olmadığını tartışıyor olmamız ve bu tartışmaların içinde bir konum almamız gerekiyor.

    Belki bizim düşüncemiz çok basit ve analizler için çok gerekli olan nüansları ve dipnotları kaçırıyoruz, ancak Zapatistalar için bu durum profesyonel bir ordunun savunmasız bir nüfusu katletmesi gibi görünüyor. Ezilenlerden ve soldan kim buna sessiz kalabilir? Bir şeyler söylemek işe yarar mı? Bizim ağlayışlarımız bir bombayı dahi durdurur mu? Bizim sözümüz bir tek Filistinlinin dahi yaşamını kurtarır mı?

    Evet, bize göre bu işe yarar. Belki bir bombayı durduramayız ve sözümüz böylelikle fişeğinin üzerine “IMI” ya da “Israeli Military Industry” (İsrail Askeri Endüstrisi) harfleri kazınmış 5.56 mm ya da 9 mm kalibrelik mermilerin bir kız ya da oğlan çocuğunun göğsüne saplanmasını engelleyen bir zırhlı kalkana dönüşmeyecek. Ancak belki de sözümüz Meksika’daki ve dünyadaki öteki sözlerle güç birliği yapmayı başarır ve belki de ilk etapta bir mırıltı olarak duyulur, giderek gürleşir ve sonra Gazze’de duyulabilecek bir çığlık, feryat olur.

    Biz sizin hakkınızda bir şey bilmiyoruz, ancak biz EZLN’den Zapatistalar, biz, yıkımın ve ölümün ortasında birkaç cesaret sözü duymanın ne kadar önemli olduğunu biliyoruz.

    Bunu nasıl açıklamam gerektiğini bilmiyorum ama olan şu ki, evet çok uzaktan sözler bir bombayı durduramaz ancak adeta ölümün kara odasında bir delik açılmış ve ufak bir ışık parıltısı içeriye düşermiş gibi olur.

    Diğer her şey için olduğu gibi, ne olacaksa olacaktır. İsrail hükümeti terörizme ağır bir darbe indirdiğini açıklayacak, katliamın büyüklüğünü kendi halkından saklayacak, büyük silah üreticileri krizi göğüslemek için ekonomik destek sağlayacaklar ve “küresel kamuoyu”, her zaman moda olan kolayca biçimlendirilebilir varlık, başka tarafa yönelecek. Ancak hepsi bu değil. Filistin halkı da direnecek ve yaşayacak ve mücadele etmeye devam edecek ve amaçları için ezilenlerden sempati görmeye devam edecek.

    Ve belki Gazze’den bir kız ya da erkek çocuğu da yaşayacak. Belki büyüyecekler, onlarla beraber kuvvetleri, kızgınlıkları ve öfkeleri de büyüyecek. Belki Filistin’de mücadele eden gruplardan biri için asker ya da milis olacaklar. Belki kendilerini İsrail’le savaş halinde bulacaklar. Belki bunu bir silahı ateşleyerek yapacaklar. Belki kendilerini bellerine sarılı bir kuşak dinamitle feda edecekler.

    Ve sonra tepede, yukarıdan birileri Filistinlilerin vahşi doğaları hakkında yazacak ve bu şiddeti kınayan açıklamalar yapacak ve bunun siyonizm mi anti-semitizm mi olduğunu tartışmaya geri dönecekler.
    Ve hiç kimse şu anda hasat edileni kimin ektiğini sormayacak.

    Zapatista Ulusal Kurtuluş Ordusu erkekleri, kadınları, çocukları ve yaşlıları adına, Komutan Yardımcısı İsyancı Marcos…””

    Not: Bu yazı Zapataların komutan Yardımcısı Marcos’un 4 Ocak’ta Dünya Onurlu Öfke Festivali’nde Gazze üzerine yaptığı konuşmanın tam metnidir. Yazıyı Daplatform.com’dan Onur Günay çevirdi
    _____________

    DİP NOT:Yazı,solplatform adlı düşünce platformunda bir üyenin yazısından alıntıdır.

  24. Yazan:Enver Gülşen Tarih: Oca 17, 2009 | Reply

    aziz bey,
    nazik eleştirileriniz için teşekkürler. aslında yazılarımın altındaki yorumlara girmeme niyetindeydim en baştan beri. ancak yazı altına yorum yazanlara cevap vermemek nezaketsizlik (ve kendini büyükleme) olur diye cevap vermeyi ve tartışmayı tercih ettim. ancak bundan böyle en azından kendi yazılarımın altında tartışmaya girmeyeceğimi ve yorumlara hiçbir şekilde karşı yorum yazmayacağımı söylemek isterim. o yüzden lütfen kimse yanlış anlamasın.

    ben de sizi bir dost olarak görüyorum.

    sevgi ve saygılarımla
    enver

  25. Yazan:Nun Tarih: Oca 18, 2009 | Reply

    Enver bey’e tekraren teşekkürler. Ben daha iyi anlatamazdım.

    ***

    Hasan bey,

    Normal olmadığı kesin de, normal nedir? Normal doğrunun bir formu mu?

    Olmak zorunda mı?

    Yazıda buna vurgu yaptığım kısım şöyleydi: “hedonist eşcinsel yaşam tarzını eleştirmiş, doğuştan gelen eşcinselliği de, kendi normatif ölçülerimi merkeze alarak normalden sapma bir eğilim, bir nev’i yapısal farklılık olarak gördüğümü belirtmiştim.”

    Yani kendi normatif ölçütlerimi merkeze alarak bir değerlendirme yaptım. Postmodern felsefeden örnekler verenler, mutlak normallik/doğru diye birşey olmadığını da çok iyi bilirler, değil mi? O halde benim normatif ölçütlerimi ‘anormal’ bulmaya kalkışacak normallik kıstası da peydahlanamaz olmalı doğal olarak?

    Ve sonuç olarak; her insanın düşüncesi subjektif olacağına, buna göre normatif ölçütleri de aynı derecede subjektiflik taşıyacağına, mutlak doğru, mutlak normallik diye de elimizde bir kudretli terazi olmadığına göre kişiler değerlendirmelerini kendi ölçütlerime göre yapabilirler. Haklarını teslim ettikten sonra bu zihin jimlastiğimden ve bunları ifade hürriyetinden kime ne? Başkaca yaşam tarzları, inançlar, kutsalıklar sözkonusu olduğunda ifade özgürlüğüne ‘kutsal inek’ muamelesi yapanlar sözkonusu olan eşcinsellik ve yahudi teolojisi olduğunda düştükleri bariz çelişkili durumu neden görmezler anlamak güç.

    Ayrıca yazının konusu eşcinselliğin çözümlemesi ya da tepkilerin tarihselliği de değil. Bu bir altbaşlık olarak konuşulabilir. Yazının konusu ifade hürriyeti bağlamındaki bahsekonu ikiyüzlülükler. Yormunuzda yazının bu yönüne ilişkin bir itiraz göremedim. Değindiğiniz husus, konuyla direk bağlantısı olmayan, ana vurgudan bağımsız bir nokta olduğu için bu kadarını belirtmekle geçiyorum.

    ***

    Yazımı karmaşık kavramlar kullanarak değil, gayet sade bir biçimde kaleme aldım. Bir çelişkiye vurgu yaptım ama görüyorum ki yapılan çoğu itirazî yorum sahibi daha benim yazıda neyi vurguladığımı anlamamış bile. Doyuru bir itiraz yok ve dolayısı ile bir tartışma zemini bulabilmek de mümkün görünmüyor.

  26. Yazan:snowqueen Tarih: Oca 19, 2009 | Reply

    Doyuru bir itiraz yok ve dolayısı ile bir tartışma zemini bulabilmek de mümkün görünmüyor.

    Sizin “doyuru(cu) itiraz” bulmak gibi bir beklentiniz yok. Bulsanız bile farkına varmıyorsunuz, kaldı ki yukaridı @kacakkova‘nın yazdıkları bence gayet “doyurucu” nitelikte.

    Eşcinsellik=hedonizm gibi cümle arasındaki homofobik göndermeler karışında tutumunuzu “şovenist” bulmamı da “kutsal inek muamelesi yapılmayan ifade özgürlüğü” kapsamında değerlendirisiniz umarım.

  27. Yazan:blue Tarih: Oca 19, 2009 | Reply

    Hasan bey,

    Murat Bardakçı bunu çok yapıyor. Üç tane delil bulup, bunu genel bir kaideymiş gibi magazinselleştiriyor. Osmanlı’da eşcinselliğin “normal” bir şey olarak algılanması aklınıza yatıyor mu? Vaka-i adiyedenmiş öyle mi? Şeriat kurallarıyla yönetilen bir devlette üstelik…
    O zaman sayılarının tespitine ve bu işin bir “meslek” olarak kabul edilmesi çelişki olmuyor mu? Yani meşru görülüyorsa, zaten herkes yapıyorsa böyle bir “meslek” teşekkülüne ne ihtiyaç var? Polis müdürü, serbest ve normal olan bir şeyi neden takip altına alıyor? Resmi geçitte kadın tüccarları, eşcinseller yer alıyor, aynı Rio karnavalı, ne hoş…
    Ayrıca kendisine tarihçi denilen birisi Evliya Çelebi’den alıntı yapmaz; yaparsa acizliğinden yapar.

  28. Yazan:snowqueen Tarih: Oca 19, 2009 | Reply

    Osmanlı’da eşcinselliğin “normal” bir şey olarak algılanması aklınıza yatıyor mu?

    Aynı akla yatmama durumu, Yunanistan’daki bir kesimde de var, oysa Antik Yunan’da eşcinselliğin ne kadar yaygın olduğu konusu gün kadar aşikar.
    Bunun inkarı, İskender’e biseksüel göndermesi yapıldığı için filmleri boykot eden Yunanlılar kadar gerçeklikten uzak.

  29. Yazan:kacakkova Tarih: Oca 19, 2009 | Reply

    yazilanlari basindan beri takip edince, hem postun sahibinin ve hem de postla ayni fikirde olanlarin, gelen her tür itiraza ve karsi düsünceye, “anlamiyorsunuz, yanlis anliyorsunuz vb.” türünden cevaplar vermeleri, “yaziyi bi daha okuyun” diye cikislar yapmalari “tartisma adabi”na aykiri.adaptan kastim da tartismanin böyle yürütülemeyecegi, yorumlari kapatirsaniz hic degilse bir sey söyleme gafletine düsmez insanlar.

  30. Yazan:Enver Gülşen Tarih: Oca 19, 2009 | Reply

    @kacakkova,
    “ben yazının anlaşılmadığını düşünüyorum” demiştim. şimdi madem siz de hangi kelimeleri kullanabileceğimiz, hangilerini kullanınca yanlış yapacağımız yolunda bir liste verin de biz de yorumlarda ona göre seçelim kelimelerimizi. ya açıkçası yazıya fikrini yazmak yerine birilerine, yorumda şunu yazdın, bunu yazdın, bana anlamadın dedin, bilmem ne..diyenlere de pek cevap veresim olmuyor. o yüzden kendi yazılarıma cevap verme niyetim yok artık. çünkü yazıya yorum yazanın” yazar eğer şunu bilseydi,” , “yazar eğer şunu okusaydı böyle zırvalamazdı” demeleri serbest ama yazarın bunu diyene , aynı üslupta cevap vermesi hoş karşılanmıyorsa, ben de kendi yazılarıma yorum yazmayı bırakmayı en doğrusu olarak görüyorum. çünkü nefs bu, kimin neyi nasıl başlattığını bile anlayamadan bir bakıyoruz karşılıklı sidik yarışına dönmüş olay! mesela şu yazdığınız yoruma cevap yazabilmek olsa olsa yorumlarda kavga etmek demektir. bu yüzden kendi yazılarımızda yazar olarak ses çıkarmamak ve yorumları da yazan kişiyle yapılan bir tartışma ortamından ziyade herkesin fikrini ileteceği bir nokta haline getirmek en doğrusu.

  31. Yazan:ŞATHİYAT Tarih: Oca 19, 2009 | Reply

    Hasan bey,
    Eşcinsellik neden sapkınlık olsun?
    Normal olmadığı kesin de, normal nedir? Normal doğrunun bir formu mu?

    Kulakla yemek yemek,burunla konuşmak, gözle ciğerlere oksijen doldurmak doğru olmadığı için mi “anormal”dir?Yoksa bu şekilde bir tercih hakkımız olamadığı için mi “normal”dir? Böyle bir zaruriyet altında herhangi birine; herkes gibi kulağı ile duyduğu için=toplumun normali denemez herhalde!

    Böyle kabul edersek; liberal olmak da yanlış bir şey olur, çünkü toplumun normali bu değil.
    Kulağı ile yemek yemeğe çalışan birinin bu davranışını da “liberal” benzetmesi yaparak anlaşılır kılmaya çalışmak beyhude bir çaba gibi görünüyor.
    Bence eşcinsellik sapkınlık değil. Cinsellik sadece üremek için yapılmaz.

    Bu noktada ben de bir adım ileri gidip ;
    Neden kendi cinsinden çocukla değil?
    Neden kendi cinsiyetinden hayvanla değil?
    Neden kendi gibi nefes alan bir canlı ?Vs. diyerek “sadece üremek” kabul edilmemesi yönünde fikir beyan edilen cinselliğin “normallik” çapını biraz daha genişletme gayretine girişebilir ve sizinle aynı soruyu sorarım;
    Bir birey (kendi cinsinden birinden) hoşlanıyorsa; bu bir eğilim olsun, doğuştan olsun, sonradan olsun hiç fark etmez; bunun cinsellik ile sonuçlanması neden suç ya da ayıp olsun? Kişi bu tarz ilişkiye girerse hayatında ne kaybeder?

    Bir süre önce medyaya girmiş olan bir haberde şöyle diyordu;

    ” 5-6 yaşında kendi kız evladına tacizde bulunan baba “o yaşta bir çocuk,cinsellik konusunda ayıp ve suç konusunda bilgi sahibi olmadığından başına geleni algılayamayacağından….” suçlu sayılmadı!

    Bir çocuğa suç ve ayıp kavramları neyi kaybetmemesi için ona öğretilir ve neye göre?

    Bu toplumun üreme üzerine kurduğu ve alıştığı normlara uymamak dışında nedir ki?

    Bu soruya verilen cevap yukarıdaki sorunun da tatmin edici yanıtı olarak kabul edilebilir mi?İdrak ve rızanın mümkün olamadığı yaştaki çocuklar,,aciz insan ve hayvanlar,“cinsellik sadece üremek için yapılmaz” zihniyetine sahip,suç ve ayıp konusunda engin görüşlü insanların “normal” tanımlarına göre mi yetiştirilip,yaşatılacaklar?

    Tabii buradan yola çıkıp,İsrail’in,Filistinlilere karşı başvurduğu yöntemi sizin bakış açınızla ifade edersek;
    “savaş, sadece yok etmek için yapılmaz”
    “kadın erkek eşittir,savaşta kadın da,çocuk da erkek gibi ölebilir”
    “Üzerinde askerinin bulunduğu toprak senin hakkındır” gibi toplumun bugüne kadar alışmış olduğu normların dışında görülerek değerlendirilip,savunulabilir de…üremeye engel davranışları şiddetle savunmak ve uygulamak!

    Sorun sadece üremek değil,“suç,ayıp,normal”gibi cinselliğin de yeniden anlamlandırıldığında insan hayatına yapacağı fayda yada zararda!

    Ekolojik düzenin hızlı yıpranmasına bakıldığında “üremenin” söz konusu olmadığı yada sadece insanları yok eden teknolojik silahların kullanıldığı savaşlar elbette etkin bir nufüs planlaması olarak görülüp,tercih edilen bir yol olarak uygulanabilir “anormallik” bunun neresinde ki?

  32. Yazan:Nun Tarih: Oca 20, 2009 | Reply

    Her elestiriyi “bu antisemitizmdir” slogani ile karsilayanlara gore Haham efendinin su sözlerine itiraz etmek de antisemitizm oluyor:

    http://www.jpost.com/servlet/Satellite?cid=1180527966693&pagename=JPost%2FJPArticle%2FShowFull

    Antisemitizmin anlami bu degil ama birilerinin gozunde buna tepki gostermenin adi ‘antisemitizm’ ise ben bir antisemitistim. Aksi vicdansizlik ve vahset cunku.

    Sapla samani fena halde karistiriyor, birakin elstirmeyi konusmayi bile imkansiz hale getiriyorsunuz.

    Kimse sadece yahudi oldugu icin birisinden nefret etmiyor. Ama yukaridaki gibi dusunen hahamlardan nefret etmeye hakki da var insanlarin. (Ki bu ayrimi konuyla ilgili her yazimda da yaptim.)

    Sadece escinsel oldugu icin kimse kimseyi sevmek zorunda degil. Haklari konusundaki teslim baska yasam tarzlarini elestirmek baska. Her tarz, din, kutsal elestiriliyor da neden yahudilik dini, escinsel yasam tarzi elestirilemiyor?

    Murat Belge birgun demisti ki; (mealen) “basortulu bir kizin, ortusu ile okuma hakkini sonuna kadar savunurum. Ama o ortuyu ortmesini istemem, mantıksız bulurum, ortmemesi icin onu ikna etmeye calisirim.” Simdi yukaridaki bazi yorumcularin mantigina gore Murat Belge de basortufobik ve antiortulu/antimuhafazakar/antiislamist oluyor. He mi?

    Buradaki mantiksal sorunu goremeyenler, itirazlari ciddiye alinmayinca da dariliyorlar. Kusura bakmayacaksiniz artik.

  33. Yazan:kacakkova Tarih: Oca 20, 2009 | Reply

    enver bey,

    yorumlardan niye cekileceksiniz anlamiyorum.gereksiz bir alinganlik bicimi olur bu.ben sahsen tartismanin gerekliligine inaniyorum.sagda solda görmüsseniz sert tartismalari ve hatta polemikleri de seven birisiyim.yazinin sahibi ve ayni düsünce olanlarin yorumlara katilmasinda bir sorun oldugunu düsünmek de sacma olur.cok mu abartili tepki gösterdim diye yeniden su yukardaki uzun yorumlara baktim.hayir, lehte ve aleyhte düsüncelerin ifadesinde öyle ciddi bir mesele görmüyorum, ama yukarda söyledigim “anlamiyorsunuz, bi daha okuyun yaklasiminda” bir sorun var.konu disinda hic degilse biz de bu kismi üzerinde konusmus olalim diye belirttim.gereksiz bir uzatma olarak görüyorsaniz kusura bakmayin.size ne konusacaginiza dair bir kelime listesi vermek ne haddime, lakin gelen yorumlara baska bir sey söylen(e)meyecekse, anlamiyorsunuz, bi daha okuyun demeyin.yeri gelir yanlis anlasildigi düsünülen sey de söylenir, yazinin yeniden okunmasi da teklif edilir.amenna.iyi de su yukardakiler bir teklif mi, karsisindakine ayar cekmek mi?ayni sekilde yazarin suraya bir bakmasini, burada baska bir yazi var onu bir okumasini da teklif edebiliriz elbette.bunlarda bir sorun olmadigi kanisindayim.ama bu yoldan tartisma tikaniyorsa ne yapacaginiz? yorumlari acik tutmanin bir anlami var mi?

  34. Yazan:yuksel Tarih: Oca 20, 2009 | Reply

    Anlamak mümkün değil, bu hoşgörü mantığını. Benim yaşantım ve felsefem karşı taraftakinin yaşam felsefesine uymuyorsa hoşgörüsüz, ırkçı olacak, uyuyorsa hoş görülü olacak.

    Filistinde şehit olanların haklı davalarını savunmak semitizim olacak, karşısı hoşgörüyle olayları yatıştırmak olacak.

    Yok kardeşim böyle dünya benim dinime, imanıma, itikatıma karşı düşmanca tutum içinde olacaksın, sonrada benden anlayış bekleyeceksin.

    Gerisi laf-î güzaf bana göre.

  35. Yazan:Levent Cetin Tarih: Mar 31, 2009 | Reply

    Yasam tarzinin elestirilmesi. Yasam tarzini ne elestirilebilir kilar anlamiyorum.

  36. Yazan:Hasan Tarih: Mar 31, 2009 | Reply

    Sayın Şathiyat;

    Eşcinsellik kulakla yemek yemek gibi anormal bir durum değildir. Araştırmalar gösteriyor ki, çoğunlukla doğuştan gelen bir durumdur.

    Bir insanın eşcinsel olması, gözlerinin ela olması kadar doğal bir durumdur. Hedonizm ile de modernizm ile de alakası yoktur. Bundan binlerce yıl önce bulunan kanunnamelerde eşcinsel evliliklerle ilgili kanunlar bile vardır. Eski Girit’te ise eşcinsellik bir “kanun” hükmündeydi ve her erkek bir yaşa kadar eşcinsel olmak zorundaydı..

    Eşcinsellik bir tercih de değildir. Bütün araştırmacıların özellikle üstünde durduğu nokta budur. Eşcinsellik bir “durum” adıdır. Eşcinsellik kavramına dinsel önyargılarınızla yaklaşarak çözümleyemezsiniz.

    Bakınız, Amerikan Psikoloji Birliği bu konuda yayımladığı deklarasyonda ne diyor:

    “Eşcisellik ne bir hastalıktır ne de moral bir yoksunluktur. Sadece toplumdaki bir azınlığın sevgiyi ve cinselliği ifade tarzıdır. Gayların ve lezbiyenlerin , ruhsal olarak sağlıklı oluşu birçok araştırma ile belgelenmiştir. Araştırmalar cinsel yönelimin temelinin yaşamın ilk yıllarında hatta olasılıkla kısmen doğumdan önce atıldığına işaret etmektedir. Eşcinselleri “Onarma” girişimleri psikolojik üniformaya bürünmüş sosyal önyargıdan başka bir şey değildir. Cinsellik ve cinsel yönelim, varlığımınızın temel unsuları olarak kişisel koheziflik duygumuzun ve dünyada rahat ediş düzeyimizin önemli belirleyicileridir. Eşcinselliğin bir hastalık veya ahlaksızlık olduğu varsayımı, bu azınlığa dahil bireyler için kendini ifade etme, sevme ve insanlığa bağlılığın en derin formlarını acı çektirici bir suçlanma ve kendinden nefret etme yoluyla bu an bir duygusal, sevisel ve spiritüel hapishane yaratır. Sağlıklı ve kendi insanlığı ile barışık heteroseksüeller, eşcinseller nedeniyle içsel tehdit yaşamazlar. Sağlıklı heteroseksüeller, eşcinselleri baskı altına alma gereği duymazlar. Sağlıklı heteroseksüeller eşcinselleri “onarma”ya kalkışmazlar. Bu gün toplumun karşısındaki esas mesele neden insanların birbirini belli bir şekilde sevdikleri veya bu sevgiyi aradıkları değil, nasıl olup da bazılarının sevmekte bu kadar yetersiz olduğudur.”

    kaynak: http://hasanrua.wordpress.com/2009/01/25/bilimsel-otoriteler-escinselligi-nasil-tanimliyor/

    Talebi arz eden değerler bir süre sonra kültürün parçası haline gelir. Erkek çocuk sahibi olmak, çok çocuk sahibi olmak vs. buna örnektir. Temelde erkek çocuk ya da çok sayıda çocuk; feodal üretim tarzında gerekli olan iş gücünü karşılamak anlamına geliyor. Feodal üretim tarzının getirisi olan feodal sosyal değerlerde de haklı olmak güçlü olmakla ilişkili. Bu yüzden “erkek çocuk” bir talebi arz ediyordu ve sonuç olarak bugün pek çok kültürün parçası olmuş durumda.

    Şehirlileştikçe ise bırakılıyor..

    Eşcinsellik de böyledir.. Üremek, insanın temel fonksiyonlarından biridir. Ancak üremek konusunda insanlar ile hayvanları ayıran önemli bir şey vardır: aşk ve zevk. Bu aşk ve zevk kavramı kimi zaman üreme fonksiyonun dışında da ortaya çıkabilir.

    Eşcinsellik meselesini yalnızca sekse indirgemeyin. Bu çok yanlış bir algıdır. Eşcinsellik bir erkeğin ya da kadının hemcinsiyle sevişmesi değildir sadece; ona ilgi duymasıdır.

    Heteroseksüel aşka dair bütün kavramlar homoseksüel aşkta bulunur..

    Bunları göz ardı edemezsiniz.

  1. 1 Trackback(s)

  2. Şub 14, 2009: Son 30 günde en çok okunanlar : Derin Düşünce

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin