RSS Feed for This Post

Yeryüzünün Lanetlileri

 Siyasetin çıkmaza girdiği, mağlupların ümitlerine çözüm değil galiplerin çıkarlarına hizmet etme aracı haline geldiği bir dünyada biz ne kadar yüceltirsek yüceltelim, objektif ve şaşmaz değerler atfedersek edelim sosyal bilimler dediğimiz alan da büyük oranda ideolojik bir kurgu olmanın ötesine geçemiyor. Kimilerine göre ise sanat modern dünyanın acımasızlığına ve insan ruhundan alıp götürdüklerine karşı kişinin en iyi belki de yegane direniş aracı.

  Tarihi çoğu zaman egemenler yazıyor, biz okuyoruz. Ve egemenlerin yazdığı tarihin ötesindeki hakikati, yenilenlerin sesini arayan tarihçi bir yığın tahrip edilmiş, el konulmuş belgenin içerisinden ‘gerçek’ denilen o erişilmesi güç ama aramaktan da asla vazgeçmediğimiz güzelin peşinde didinip duruyor. Bulduklarını kitlelere sunma hususunda ise mutlaka resmi sıfatlı, ‘kabul görmüş’ bilim insanlarından çok daha şansız, bir o kadar da korunmaya muhtaç. Öte yandan ne kadar tarihe üzerinde uzlaşılmış yalanlar yığını da desek  gerçek dediğimiz o güzel, bütün güzeller gibi zamanın içerisinden bir şekilde ortaya çıkmayı, kendini göstermeyi, yokluğunda at oynatan rakiplerini alt etmeyi seviyor. Bazen bir sözlü tarih geleneği bazen nesilden nesile geçen türküler, resimler, el yazmaları bazen de roman haline getirilmiş bir hayat hikayesi, bir hiciv yazısı tüm o tartışılamaz olmuş resmi doğruların cilalı yüzeylerini örseliyor, altındaki gizlere ışık tutuyor.

  Bugünlerde izlediğim bir sinema filmi de bazıları için belki de böyle bir iz bırakan, soru işaretleri oluşturan bir yapıt olmaya aday. Tanrının Vadisinde isimli film Irak’tan dönen Amerikalı bir askerin gizemli ölümünü araştıran babasının yaşadıklarını anlatıyor. Gerçek bir olaydan alındığı söylenen filmde ölen gencin babası bir arsada yakılmış, parçalanmış cesedini bulduğu oğlunun katillerini arıyor. Deliller kimi zaman babayı uyuşturucu mafyasına kimi zaman ise Irak’tayken bir arada savaştığı gençlerden firar etmiş Meksikalı bir göçmen gencine götürüyor. Başlangıçta oğlunun dramına ilgisiz kalan polis müfettişine ‘benim oğlum çölün ortasına demokrasi götürmek için gitti, bundan fazlasını hak ediyor diye bağırıyor’ acılı baba. Bazen Irak’ta yaşadıkları cehennemi anlatan bir arkadaşı ‘orası için savaşmaya değmez nükleer bomba atmalı’ diye ağlıyor, kimi zaman da baba oğlunun katili olduğunu düşündüğü Meksikalı genci döverken ‘siz göçmenler hep böylesiniz hep elinizde bıçak vardır ve adam doğrarsınız değil mi’ diye bağırıyor. Filmin sonunda ise Amerikan ideallerine gönülden bağlı, oğlunun bir kahraman olduğunu düşünen baba basit bir gerçekle karşı karşıya geliyor. Oğlu ne bir göçmen tarafından öldürülmüş, uyuşturucu mafyasına karşı koyan bir kahraman ne de eski masum evladı. O uzak diyarlara elleriyle gönderdiği ve kendisiyle birlikte giden tüm arkadaşları gibi artık savaşın acımasızlaştırdığı bir cani. Kendi güvenliğini ateşe atmamak için küçük bir Iraklı çocuğu tankla ezecek ya da esirlere işkence ederken kahkahalarla gülecek kadar değişmiş olan oğlu ve tüm arkadaşları artık döndüğünde bildiği insanlar değiller. Artık hayat tarzları haline gelmiş bir uyuşturucu ve seks partisinden sonra diğer asker arkadaşları her zamanki kavgalarından biri gibi başlayan bir kavga sonunda oğlunu bıçaklıyor, doğruyor, yakıyor ama karınları çok da aç olduğu için gömme zahmetine katlanmadan bir arsaya atıp beraberce tavuk yemeye gidiyorlar. Gerçek ortaya çıktığında ‘O da olsa böyle yapardı, bizi anlamıştır diyor’ bir tanesi. Onlar için bu olayın anlamı bu kadar basit ve sıradan.

  Bir ülkeyi işgal için giden askerlerin bir daha eskisi gibi dönmediği, ruhundaki değişmeler filmlerde, romanlarda defalarca başarı ile işlenen bir konu. Bütün bu ülkelerde evi yıkılan, yakınları öldürülen artık milyonlarla ifade edilen savaş, tecavüz mağduruna ise kimi zaman ‘yine de insanlık sende kalsın’ diyen, kimi zaman ‘hadi unutalım, yeni bir sayfa açalım’ imasında bulunan  bazen de ‘tamam yapılanlar kötüydü ama’larla konuşan ‘medeni’ bir dünyanın korkuları ve acıları bir yana, bir de mağlupların psikolojisi var..  Muktedirler savaşa başlayacağı anı da hadi artık bitirelim diyeceği anı da kendisi seçiyor. Yüzyıllardır kıymeti kendinden menkul varlığına yüklediği ayrıcalıklar, ona bunu yapma hakkını verdiğini vehmettiriyor. Irak’a gidip de dönen asker bir daha giderkenki asker değil. Vietnam’a da öyle. Öyle acınılası bir felaketin içine attılar ki onu, yargılama hakkına da sahip değiller artık. Ancak yardım etmeye çalışmalılar o feda edilmiş evlatlarına. Peki o askerin yıllardır dünyanın en güçlü ordusunun imkanları ile ezip geçtiği ölümü bazen bir düğün evinde bazen bir kahvaltı sofrasında ya da bazen en az Amerikalı asker kadar vatanım dediği değerler uğruna çarpışırken tatmışların sayısız yakınları için nasıl olacak bundan sonra hayat.

  11 Eylül saldırısının yaşandığı gün batı için bir milattı. O günlerde Newyork’a giden herkes insanların bir başka türlü olduğunu ve artık dünyaya daha kötümser, daha güvensiz ve intikamcı baktıklarını gözlemlediklerini anlattılar. İyi de modern dünyada başka hayatlara başka varoluş biçimlerine fırsat tanımayanlar dayattığı modernizm algısı ile bizzat bu sonucu kendileri hazırlamadılar mı? Noam Chomsky gibi yazarlar yıllardır bu sonuca karşı uyarmadılar mı bizleri  sorusunun cevabını arıyor Giovanna Borradori ‘Terör Günlerinde Felsefe’ isimli kitapta..

  Kurban ne kadar başka bir türü, bize benzemeyen başka bir varlığı çağrıştırıyorsa o kadar mağduriyetini yitiriyor vicdanlarımızda. Burkalarına bürünmüş bir Afgan kadının ya da sakallı bir Peştun erkeğinin yüzüne bakmak sanki bu ülkede işgal altında ölen, kara mayınlarının sakat bıraktığı on binlerce insanı görünmez kılıyor gözümüzde.

  İşgal altındaki Filistin’de yıllardır direnmeye çalışan insanların kanıksanmış manzaraları, yıkılıp yok edilmiş evleri, bahçeleri, sıradan bir İsrailli aileye her gün su verilirken, bir Filistinlinin roket tehdidi altındaki sokaklardan geçerek bir çeşmeden kovasına su doldurmaya çalışarak sürdürdüğü hayatını göremeyen insanlık şimdiler de abluka altına alınmış Gazze’de yiyecek ve ilaç satın alabilmek için binlerce insanın toplanıp Mısır’a açılan duvarı yıkarak yaşamaya değil daha yavaş ölmeye çalıştığı utanç görüntülerini de aynı umursamazlıkla seyrediyor. 17 Ocak’tan beri abluka altına alınmış, Mısır’ın bile sınırlarını kapattığı Gazze elektriksiz, susuz bir mahpushanede hepimizin gözleri önünde can çekişiyor.

  Bizler tüm bu yeryüzü lanetlilerini zihinlerimizin kuytularına gömerek bir ıslık çalıyor ve güzel bir dünyanın, barışın hayalini kuruyoruz yaşadığımız topraklarda.

  Can çekişen Gazze’nin olduğu bir dünyada intihar bombacılarının olmayabileceğinin,

daha on yıl önce Srebrenitza’nın yaşandığı bir Avrupa’da o toprakların bir adım berisinde biraz daha demokratikleşsek meselelerimizi çözüp, kendimizi güvende hissedebileceğimizi  vehmediyoruz. Küreselleşmiş bir haksızlık ağında dünyanın mutlu azınlığını oluşturan bir kısmı yeryüzünün tüm zenginliklerini kullanırken diğer tarafta açlıktan ve savaştan kaçan sayısız insanın göç yollarında, açık denizlerde boğulduğu, kamyon kasalarında havasızlıktan öldüğü, insan tacirlerinin elinde pazarlara sürüldüğü, artık sadece Afrika’nın değil, Çin’den Asya ülkelerine her gün yüzlerce insanın açlıktan öldüğü gerçeği ile yüz yüzeyiz nicedir. Ne kadarı kurgu ne kadarı gerçek bilinmez ama El-Kaide terörü ve Somalili korsanlar gibi olayların, modern dünyanın kendisine reva gördüğü zulümlere karşı (Fanon’un deyimi ile) ‘yeryüzü lanetlilerinin’ bu defa bir o kadar acımasız cevabı olup olmadığını tartışıyoruz.

  Öte yandan hayat denen şey var oldukça her şeye rağmen umut etmeyi, adalet için mücadele etmeyi ve direnmeyi sürdürmek zorunda olduğumuzu da biliyoruz.

 Zaten başka çaremiz de yok.

… Bu makale ilginizi çektiyse…

Sanat karanlıkta çakılmış bir kibrittir…

 ”…Neden bir natürmorta iştahla bakmıyoruz? Tersine ressam “yiyecek-gıda” elmayı silmiş, elmanın elmalığı ortaya çıkmış. Gerçek bir elmaya bakarken göremeyeceğimiz bir şeyi gösteriyor bize sanatçı. İlk harfi büyük yazılmak üzere Elma’yı keşfediyoruz bütün orjinalliği, tekilliği ile…” 

Bu kitapta Derin Düşünce yazarları sanatı ve sanat eserlerini sorguluyor. Toplumdaki yeri, siyasî, etik ve felsefî yönüyle… Denemelerin yanı sıra son dönemde öne çıkan, ekranları, kitap raflarını dolduran eserlere (veya ürünlere?) dair eleştiriler de bulacaksınız. Buradan indirin.

 

Derin Göz

 

Sanat’a bakmak için çeşitli yapıtlardan, ressamlardan istifade ettik: Cézanne, Degas, Morisot,  Monet, Pissarro, Sisley, Renoir, Guillaumin, Manet, Caillebotte, Edward Hopper, William Turner,Francisco Goya, Paul Delaroche, Rogier van der Weyden, Andrea Mantegna , Cornelis Escher , William Degouve de Nuncques.

Peki ya baktığımızı görmek, gördüğümüzü anlamak? Güzel’i sorgulamak için çağ ve coğrafya ayırmadık, aklımızı uyaracak hikmetli sözlere açtık kapımızı: Mevlânâ Hazretleri, Gazalî Hazretleri, Lao-Tzû, Albert Camus, Guy de Maupassant, Seneca,  Kant, Hegel, Eflatun, Plotinus, Bergson, Maslow, …

 (Buradan indirebilirsiniz)

 

 Baudolino (Umberto Eco)  Suzan Başarslan

Yazınsal bir yapıt, “basit bir obje değil, çok yönlü anlam ve ilişkilerle tabakalaşmış bir niteliğin çok yönlü organizasyonudur.”* Bu organizasyonun incelemesi de kendisi kadar zor bir organizasyonu gerektirir ki, bu yüzden bir yapıtın incelemesi adına günümüze değin, birçok kuram ve inceleme yöntemi geliştirilmiştir. Bu makalede Umberto Eco’nun yazdığı Baudolino adlı romanın incelemesi Gerard Genette’nin “Yapısal Metin İnceleme” yöntemine göre yapılacak ve yapıt, üç düzlemde incelenecektir. Bakış açısı, anlatıcı türü, ana düşünce, eserin yazılış tekniği, dil… gibi sorunlara da değinilecektir. İncelemede Şemsa Gezgin tarafından İtalyancadan Türkçeye 2003′te çevrilen Baudolino esas alınacak, tespit ve yorumlar çeviri yapıttan yola çıkılarak belirlenecek ve ifade edilecektir.  İncelemeyi kitap halinde indirmek için buraya tıklayın 

 

 

Trackback URL

  1. 1 Trackback(s)

  2. Ağu 12, 2009: Ayıp sanat olur mu? : Derin Düşünce

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin