RSS Feed for This Post

Deniz Feneri, Doğan ile kavga, Aydın kime denir?

20080909_derin_dusunce_org_kafa-karisikligi.jpg Değerli okuyucumuz Bigaloğlu bir kaç soru yöneltti bize. Aslında yanlız değil bu soruları sorarken. Son günlerde bir çok mesaj geldi sizlerden. Hem aydın tarifini yapmamızı istiyorlar hem de Deniz Feneri ve Doğan-RTE kavgası konusundaki düşüncelerimizi. Bu konudaki fikirlerimi paylaşayım ama mutlak gerçek olarak değil de kaliteli tartışmalar için mütevazi bir katalizör olarak kabul edilmesini istirham edeyim.

AYDIN ve AYDINLIK

Sartre’ın dediği gibi “aydın başkaları tarafından güdülmeyi reddeden kişidir”. Yani düşüncelerinde özgürdür.

Hazır giyim mağzasından ceket alır gibi köşe yazarlarından, siyasetçilerden fikir almaz. Fikir üretmek için gerekli vakti ayırır, kitap okur, aklına güvendiği dostlarıyla tartışır. Köşe yazarlarından istifade eder. İnsanların ne olduğuna değil ne düşündüğüne bakar. Yazarları bölücü, fetullahçı, komünist… diye sınıflandırmaktan kaçınır. İnsanlarla değil fikirlerle uğraşır.

Özgürdür dedik ya. Başkalarının güdümünden sakındığı gibi kendi geçmişinden de sakınır aydın. Geçmişteki hatalarını en azından kendine itiraf eder. Önyargıları, korkuları olabilir. Ama zaman içinde bunları teşhis eder. Tedavisini arar.

Okulda okumak aydın yapmaz bir insanı. Dağ başında koyunlarını güden bir çoban bir profesörden daha aydın olabilir. Meselâ 1980’lerde Kürtçe’nin yasaklanmasına hiç sesini çıkarmayan rektörlere kıyasla “ALLAH onları da Kürt yaratmış, vardır bir hikmeti” diye düşünen cahil(!) bir çoban benim gözümde daha aydındır. (Bkz. Mustafa AKYOL)

DENiZ FENERi

Bu derneğin adı lekelenince “ah işte din istismarı! Esas bunlardan korkucan kardiş!” diyen çok kişi duydum. Kanada’daki katolik kiliselerinde yetim çocuklara yıllarca tecavüz edildiği ortaya çıkınca (1991) da benzeri sözler söylenmişti.

Bu gibi skandallar insanlık kadar eski soruları gündeme getiriyor.

  1. Erdem nedir?
  2. Din insanı erdemli yapar mı?
  3. Dindarlar ötekilerden daha erdemli midir?

Mevcut karışıklığın birinci sorumlusu kurumsallaşmış dinler. Daha doğrusu din adamları. En başta da Hıristiyanlık’ın Katolik mezhebi. Ama Yahudilik ve İslâm da bu durumdan münezzeh değil. Bir Protestan aydın şöyle diyordu “Katolik Papa İsa’yı bizden çaldı, şampuan gibi pazarlanabilir bir ürün yaptı!”.

Boğaziçi Üniversitesi’ne girdiğimde otomobillere yapıştırmak için çıkartmalar satılıyordu, “I LOVE ALLAH”. Eğer bir Müslüman meselâ internetteki tartışma forumlarında göstereceği nezaketi ile ateistleri imrendiremiyor, İslâm’a çekemiyorsa bunu bir çıkartma ile hiç yapamaz. Bütün yapacağı inancını bir ürün; bir mal gibi göstermek ve pazarlamaktır. “Müşterileri” daha iyisini bulana kadar sürer hükmü.

Özetleyecek olursak din adamları ve bazı dindarlar erdemi tekellerine almak istiyorlar. Yani bunlara göre :

“Dürüst, eli açık, yardım sever, büyüklere saygılı vs vs olmak istiyorsanız illâ ki bir dininiz olmalı. Çünkü ahirette ceza alma korkusu ile iyi davranabilirsiniz. Aksi takdirde bencil olursunuz.”

Ben bu görüşe katılmıyorum. VERME HAKKI adlı yazımda anlattığım gibi iyilik her insanın içinde vardır. Normal koşullarda insanlar iyilik yaparak mutlu olurlar. Bu bakımdan biraz kendini sorgulayan; kalbinin sesini dinleyebilen bir insan kendiliğinden iyiye yönelebilir. Ama dediğim gibi normal koşullarda.

Tehdit altında, korkunun hakim olduğu coğrafyalarda insan hayvanlaşır, kalbinin değil nefsinin sesini dinler. Bir de içinde yaşadığı toplum bir insanı kalbinin sesini duymaktan alıkoyabilir. O zaman da insan mesela LÜKS TÜKETiME ve HAZ ALMAYA ODAKLI bir yaşamı benimseyerek hayvanlaşabilir. Bu hayvanlaşma sürecini de İnsan maymunlaşabilir mi? Adlı makalede ayrıntılarıyla dile getirmiştim.

Din adamlarının erdemi tekelleri altına almalarına karşıyım. Bazı dinsizler çok erdemli bir hayat sürebilecekleri gibi “dindar” görünen bazı insanlar iğrenç bir yaşam kurabilirler kendilerine. Hatta bu iğrençlikleri din ile maskeledikleri için daha da tiksindirici bir duruma geçebilirler.

DOĞAN – RTE KAVGASI

Basın özgürlüğü demokrasi için çok gerekli. Diğer 3 gücün yani Yasama-Yürütme-Yargı denen makinenin işlemesi açısından. Demokrasi bir otomobilse eğer basın kurumu şöfürün (yani halkın) önündeki gösterge tablosu gibi.

Gelin görün ki bazen bu gösterge tablosu şöförden daha akıllı olduğunu düşünmeye başlayabiliyor. Tıpkı darbe meraklısı bir ordunun veya görev sahası dışına çıkan yargının yıpranması gibi basın da yıpranıyor. Tabi bir yandan da ülkeyi yıpratarak… Yargının kendini yıpratma sürecini “Anayasa Mahkemesi kapatılsın!” adlı yazımızda ele almıştık. Benzeri bir makale Türk Basını için de yazılabilir.

Hükümet devirmek, darbeye ortam hazırlamak için çalışan bir basın artık “halkı bilgilendirme” görevini kat kat aşmıştır benim gözümde. “Ordu Göreve!” diye manşet atmaya utanmayan gazetelerimiz 1977’de başlayan terör döneminde bomba yapmak için şemalar yayınlıyorlardı. Halkı bilgilendirme görevi bu kadar ileri götürülebilir!

Bunlara ek olarak kışkırtıcılıkta  sicili çok kabarık olan bir basınımız var. Ege’deki Yunan adalarına Türk bayrağı dikip resmin altına “Neden bu adayı almıyoruz?” diye manşet atan, Balkanlardaki çatışmalarda “Sırp öldürdüm” diye gururlananlardan bahsediyoruz “tarafsız Türk gazetecisi” derken.

Asla unutmamak gerekir ki Türk basını mürekkeple değil insan kanıyla basılır. Son yıllarda bu kana (kanımıza) ne kadar susadığını Kuzey Irak ile ilgili her olayda tekrar tekrar gösterdi. “Haydi Savaşa!” adlı yazımızda hicvetmiştik bu tutumu. 2008 martında harekât bitti diye genelkurmay başkanı Büyükanıt’ı bile “linç” etmekten çekinmeyen bir ekip var karşımızda. Bu konuda “Tüh! Biz daha çok kan istiyorduk!” adlı yazımız hatırlanabilir.

Sorun sadece Türkiye’ye özgü değil elbette. CNN ve FOX TV’nin Irak’ın işgalinde oynadıkları role bakın meselâ. Yine rastlantıya(!) bakın ki ne zaman Türk Silahlı Kuvvetleri bir ihale açsa Fransız basınında Ermeni lobisi ‘nin sesi kesilir. Yazılı basında Türkiye hakkında hiç bir olumsuz haber çıkmaz.

Gazetelerin basılması, dağıtılması vb çok masraflı ve kârsız bir iş. Batı dünyasında olduğu gibi bizde de basın kuruluşları sırtlarını tencere, çorap, uçak üreten büyük firmalara dayıyorlar. Elbette patronlarının çıkarlarına aykırı yazılar yayınlamaları imkânsız. Milliyet gazetesinin haftalarca “alüminyum kanser yapıyor” diye yayın yapmasıyla Mil-Pa’nın çelik tencere pazarlaması arasındaki rastlantıyı(!) hatırlayın.

Diğer yandan gazete sahiplerinin ihaleleri, vergi borçları vb maddî çıkarları ile “gazeteci erdemi” biraz çakışıyor. Hükümet de dahil olmak üzere siyasetçiler ise basının halkı bilgilendirmesini değil reklâm yapmasını istiyorlar. Bütün bu iç ve dış baskılar altında ayda 1000 veya 2000 YTL maas alan bir gazeteci ne kadar bağımsız olabilir? Olamaz. Hem de hiç.

Bu bakımdan ben basını erdemli, vatansever insanların çalıştığı bağımsız bir kurum olarak görmüyorum. Basını ve basın özgürlüğünü savunurken de basın fetişizmi yapmaktan kaçınmak gerektiğine inanıyorum.

ATV-SABAH ihalesinde de açıkça taraf tutmuştum. Zira güç oyunlarında erdem araMAmayı ögretti hayat bana. En güzeli hiç kavga olmasın. Ama eğer kavga çıkmışsa sonuç Türkiye’nin ve Türklerin lehine olsun diyorum. Ormanda gezerken tecavüze uğrayan bir kadın görsem tarafsızlık adına oturup seyretmem. Polis çağırırım veya müdahele ederim.

Türkiye’ye olan sevgim beni siyasî konularda taraf olmaya itiyor. Türkiye’nin normalleşmesini isteyen bir insanım. İktidarlar oyla gelsin, oyla gisin, darbe olmasın, basın kuruluşları Ergenekon gibi çeteler ile işbirliği yapmasın istiyorum.

AKP bugün var yarın yok. Ama normalleşen bir Türkiye’de herkese yer var, ekmek var. Bu sebeple Doğan-RTE kavgasından da AKP’nin kazançlı çıkmasını tercih ederim. Çünkü Doğan’ın nasıl patron olduğunu bilmiyorum ama Erdoğan %47 oy alarak geldi başbakanlığa. Onun durumunu daha meşru buluyorum.

…Bu makale ilginizi çekti ise…

Gazetecilik Neden Dibe Vurdu?

Gazeteciler bizi bilgilendiriyor mu yoksa aldatıyor mu?  Gazetecilik galiba dürüstçe yapılmasına imkân olmayan bir meslek. Çünkü birbirine zıt işlerin aynı anda icra edilmeleri gerekiyor: Öğretmenlik, savcılık, soytarılık, amigoluk…  Gazeteci kendisine bilgi verebilecek herkesle iyi geçinmek için biraz politik davranmak daha doğrusu yalan söylemek zorunda. Ama aynı zamanda ondan gözü kara bir savcı gibi olayların üzerine gitmesi, iyi bir hâkim gibi dürüst olması da bekleniyor. Bir bilim adamı gibi konuları derinlemesine irdelemesi ama sıkıcı olmadan toplumun her kesimini eğlendirebilmesi… Gazetecilerden halkı aydınlatmaları isteniyor ama aynı zamanda da halka benzemeleri. Yoksa gazeteleri satılmıyor, TV kanalları izlenmiyor. Bu koşullarda “gazeteci gibi” gazetecilik yapılabilir mi? Derin Düşünce yazarları sorguluyor…

Buradan indirebilirsiniz.

 

Trackback URL

  1. 40 Yorum

  2. Yazan:sadık Tarih: Eyl 17, 2008 | Reply

    Yazı iyi güzel de RTE ne demek oluyor?Cumhuriyet gazetesi ile demlenen birisi olmadığım için zaman zaman rastladığım bu kısaltmanın anlamını bilmiyorum.Bildiğim bir şey varsa kendisine suç isnad edilen kişilerin isimleri gizlenir.İşin enteresan tarafı,yazıda RTE şeklinde kısaltılan kişiye isnad edilen bir suç yok.
    Sanırım,”aydın” sıfatını taşıyacak kişilerde bulunması gereken özellikleri yazan yazarımız RTE nitelemesini kullanarak tarafsızlığını ortaya koyuyor!
    Acaba tarafsız yazarımız hiç bir yazısında ANS kısaltmasını kullanmış mıdır?Kullanmamışsa tarif ettiği aydın bağımsızlığı açısından kendi aydınlığını bir sorgulasın.

  3. Yazan:burak Tarih: Eyl 17, 2008 | Reply

    @Mehmet Yılmaz

    Yazınıza, dolayısıyla fikirlerinize katılmamak mümkün değil. Teşekkür ederim.

    fakat;

    AKP bugün var yarın yok. Ama normalleşen bir Türkiye’de herkese yer var, ekmek var. Bu sebeple Doğan-RTE kavgasından da AKP’nin kazançlı çıkmasını tercih ederim. Çünkü Doğan’ın nasıl patron olduğunu bilmiyorum ama Erdoğan %47 oy alarak geldi başbakanlığa. Onun durumunu daha meşru buluyorum.

    Öyle ya da böyle 82 anayasası da yüzde 90’dan yüksek oyla gelmişti, bunu meşru kabul edebilir miyiz? Zannetmiyorum. Bu yüzden kanımca AK Parti’nin %47 oy alması bir şey ifade etmiyor. Sanki sizin bu soyleminizdeki düşüncenizin temelinde “Galatasaraylı olarak fenerbahçe- beşiktaş maçının berabere bitmesini isterken illa da biri kaybedecekse bunun Fenerbahçe olmasını isterim” ya da “Galatasaray’ın kazanması önceliklerimin gerçekleşmesi için daha faydalı olur” gibi bir hissiyat oluşturdu.

    Sevgiler

    //adını anmış olduk, Fenerbahçe’ye Avrupa arenasında başarılar dileklerimizi de sunalım.

  4. Yazan:MY Tarih: Eyl 17, 2008 | Reply

    @Burak Bey,

    haklisiniz, tarafsiz degilim. Ammaaaa!

    82 Anayasasi bir darbenin ardindan TSK tarafindan dayatildi. Alternatifi yoktu. Yani bir kaç tane anayasanin içinden seçmedik bunu.

    Oysa AKP ile beraber seçime giren bir sûrü parti vardi. Zaten mecliste de DTP, MHP, CHP .. hepsi var.

    Yanliz su kayginizi anlarim, AKP’nin her dedigi geri kalan %52’ye dayatilabilir mi? Bu mesru mu?

    Elbette böyle bir kayginiz varsa paylasirim. Hatta %47 çok homojen bir topluluk degil. Yani bildiginiz gibi herkes degisik sebeplerle oy verdi AKP’ye. Bu sebeple:
    1) AKP’ye oy veren her kesimin,
    2) AKP’ye oy verMEmis olan kesimlerin haklari
    ve talepleri savunulmali.

    Türkiye’ye özgü sorunlarin yaninda temsili demokrasilerin hepsinde görebilecegimiz bir sorun bu. Yani insanlarin baska insanlar tarafindan temsil edilmeleri bir çok sorun üretiyor.

    Bu sorunlari azaltmak için devletin küçültülmesi gerektigini savunuyorum. Yani meselâ Türk Tarih Kurumu, TDK, Milli Egitim, Diyanet isleri, devlet Opera ve Balesi…

    Bütün bunlara gerçekten gerek var mi? Bu sorgulanmali. Belki sonunda “EVET” diyecegiz. ama sorgulanmali.

    Dostlukla

  5. Yazan:Sever IŞIK Tarih: Eyl 17, 2008 | Reply

    Oxford’du da Harvard’ı da bitirse ahlak/erdem dışı davranan CAHİLdir. Adam/kadın ÜMMİ olabilir ama pekala “aydınca” tutum sergileyebilir.
    Salt okumuş olmaktan “erdem ve ahlak” sadır olmadığını/olamayacağını öğrenecek kadar yaşadık.

    Siyasi bir tartışmada yüzdeyüz hakkaniyet bulunabilir mi? Hiç sanmıyorum.

    Yenileri konusunda temkinli olmak kaydıyla “eski dükalıklar”ın yıkılmasına seviniyorum doğrusu.

  6. Yazan:PirMuhammed Tarih: Eyl 17, 2008 | Reply

    erdem nedir?

    bu sorunun çeşitli cevapları vardır.filozoflar tarafından ifade edilen söz konusu cevaplar;

    FARABI: Kişiyi erdemli kılan Tanrı’dır.
    *
    Friedrich HEGEL: Erdem, varlığın bilincidir.
    *
    KALLIKES: Erdem, güçsüzün işine gelendir.
    *
    SPINOZA: Erdem akla uygun davranmaktır.
    *
    VOLTAIRE: Erdem, benzerine iyilik etmektir.
    *
    HUTCHESON: Erdem bir eğilimdir, iç güdüdür.
    *
    ARISTIPPOS: Erdem, haz almada ölçülü olmaktır.
    *
    ORIGENES: Erdem, Tanrı karşısında ölçülü olmaktır.
    *
    Joseph BUTLER: Kişinin kendi kendinin yargılamasıdır.
    *
    GEULINCX: Erdem, Tanrı’nın düzenine boyun eğmektir.
    *
    Immanuel KANT: Erdem bir içgüdü işi değil bir akıl işidir.
    *
    Max STIRNER: Erdem, kendi isteklerime benim uygunluğumdur.
    *
    SOKRATES: Tek kesinlik, erdem bilgisindedir. Erdem öğrenilir. Kişiler bilmedikleri için kötüdürler. Erdem birdir, bölünmez, ayrılmaz. Erdem insanın kendini bilmesi, tanımasıdır.
    .
    .
    .

    diye devam edip gitmektedir.

    din insanı erdemli yapar mı?

    bu soruya hem evet hem de hayır demek mümkün. öncelikle burada din olarak kastedilen islam ise evet.
    öte taraftan hayır; bir insanın erdemli olması için din (yani islam), tek başına yeterli bir faktör değildir.

    dindarlar ötekilerden daha erdemli midir?

    yine hem evet hem hayır diyebiliriz. kişi eğer kamil mü’min olmaya yaklaşmışsa ve tahkiki iman diyebileceğimiz ruhi ve akli bir olgunluk safhasına erişmişse o kişinin erdemli olduğu pekala söylenebilir. fakat dini anlamda yeterince olgunlaşmamış, ruhi ve akli olarak birtakım meseleleri kavrayamamış ve özümseyememişse hayır, o kişi erdemli değildir.

    erdemli olmayı sadece iyi ve kötü olmak şeklinde algılamamak ve aynı şekilde yine erdem, ahlak gibi kavramların sadece dine bakmadığını, insan faktörü ile bir bütün olarak ele alınıp değerlendirilmesi gerektiği düşüncesindeyim.

    ******************************

    maalesef bugünlerde kendilerine muhafazakar ya da dindar diyen insanların yanlışlıklarına sıkça rastlıyoruz.

    Mevcut karışıklığın birinci sorumlusu kurumsallaşmış dinler. Daha doğrusu din adamları. En başta da Hıristiyanlık’ın Katolik mezhebi. Ama Yahudilik ve İslâm da bu durumdan münezzeh değil. Bir Protestan aydın şöyle diyordu “Katolik Papa İsa’yı bizden çaldı, şampuan gibi pazarlanabilir bir ürün yaptı!”.

    bir zamanlar bir akademisyenin yazdığı bir yazıda, şöyle birşey okumuştum:

    bir müslümanın tüm hareketleri müslümanca olmayabileceği gibi, bir kafirin tüm hareketleri de kafirce olmayabilir.

    bir sorumlu aramak zorundaysak ve bir sorumlu varsa bu kesinlikle din değildir. sorun onu algılayan-yorumlayan ya da uygulayanlardadır. bu bağlamda, en az “din istismarı” lafı kadar sıkça duyduğumuz “dinde reform” söylemlerini hatırlamak gerekir. reforma evet, fakat dinde değil onu algılamada-yorumlamada ve uygulamada reforma evet.

    deniz feneri olayı bugün yine dindarlara ya da dine fatura edilen/fatura edilmeye hazır bir olay olarak karşımızda duruyor. burada aslında erdem, ahlak veya akıl gibi kavramlardan çok; amaç, aracı meşrulaşırır hatta kutsallaştırır (bkz. makyavelizm) fikrinin ağır bastığı söylenebilir. olayın recep tayyip erdoğan ile ilişkisi ise, ilgili şahsın ve partisinin elindeki iktidar gücünü bu şekilde yorumlayıp kullanmasıyla ilgilidir.

    ne yazık ki bu tür hadiselerin önüne bir türlü geçemiyoruz. dini anlamda saf ve temiz duygulara sahip insanlar, “amaç, aracı meşrulaşırır hatta kutsallaştırır” anlayışıyla hareket edenlerin kurbanı olabiliyorlar.

    bu konuda daha söylenecek çok şey var.fakat hepsini toparlayamacağım için burada kesiyorum.

    recep tayyip erdoğan – aydın doğan çekişmesi ise bence bir komedi. daha dün başbakanı pohpohlayan bu medya patronu bugün ne oldu da birden ona karşı savaş açtı? aynı şey recep tayyip erdoğan için de geçerli:ne oldu da dün kol kola girdiğin bu adamla bugün kavga eder konuma geldin sayın başbakan?

    burada akp’nin kazanıp kazanamamasından çok, ülkenin ne kazanıp ne kazanmadığı önemli. ve bu kavga maalesef ülkeye birşey kazandırmıyor. aksine ülkeyi daha vahim noktalara taşıyabilecek bir tür savaşa ve karışıklığa itiyor (hep hürriyet gazetesi felaket çığırtkanlığı yapacak değil ya. biraz da biz felaket çığırtkanlığı yapalım. 🙂 ).

  7. Yazan:Muzaffer Kazim Tarih: Eyl 17, 2008 | Reply

    Merhabalar,

    Bazen okumadan yaziyoruz;surada güzel ve derinlemesine islenmis bu mevzu:

    http://www.hyilmaz.net/Sayfala.asp?nereye=YAZIOKU&ID=567

    Saygilar

  8. Yazan:Muzaffer Kazim Tarih: Eyl 17, 2008 | Reply

    özellikle su bölüm:

    …Ancak şurası bir vâkıa ki, 28 Şubat’ta bütün gücünü darbecilerden yana kullanmış, darbe şakşakçılığıyla milleti karşısına almış bu grubun her devirde gemisini yürütmesine seyirci kalınamazdı. Medya gücünü, celladın kılıcı gibi, insafsızca herkese karşı kullanan Doğan grubunun pervasızlığına birilerinin “Dur!” demesi gerekiyordu. Bunun Erdoğan olmasını taaccüble karşılamak ya gaflettir, yahut gaflete yatmaktır. Kapatma dâvâsına bu grubun neşriyatıyla yataklık yapıp zemin hazırladığı, sır değil.

  9. Yazan:burak Tarih: Eyl 17, 2008 | Reply

    Rica ederim mehmet bey, her ne kadar zarflar şeffafa yakın, insanlar şu anarşi bitsin de ne olursa olsun modundaydılarsa da o kağıdın uzerinde “hayır” ibaresi de bulunuyordu:)

    Şaka yapıyorum tabii size katılıyorum bir an boş bulundum ya da daha doğrusu ben de bir tarafım.

    Gerçi yine de %9’a haksızlık etmemek lazım.

    Sevgiler

  10. Yazan:snowqueen Tarih: Eyl 17, 2008 | Reply

    Bu sebeple Doğan-RTE kavgasından da AKP’nin kazançlı çıkmasını tercih ederim. Çünkü Doğan’ın nasıl patron olduğunu bilmiyorum ama Erdoğan %47 oy alarak geldi başbakanlığa. Onun durumunu daha meşru buluyorum.

    Hiç birinin kazançlı olmasını tercih etmem.

    RTE işi iyice DIKTATÖRLÜK rejimine sürüklüyor gibi gözüküyor. Bu da Türkiye için yararlı birşey değil:) Ne yazık ki Doğan’ın patron olması, Erdoğan ve ailesinin elde ettiği kazanç kadar meşru. ATV-Sabah ihalesinde Çalık’a sağlanan kredi kadar meşru.

    Yardım kuruluşlarını ise desteklemiyorum.
    Bu, fakir bir insana balık tutmasını öğretmesinden de balık vermek gibigeliyor.
    Yoksulluğun temel sebepleri hakkında kılı kıpırtmadan sadece “vicdan rahatlatmak” adına gerçekleşen bu “sadaka” sistemi, yoksulun yoksul, zenginin zengin kalmasının baş meşrulaştırıcısı. İnsanlara zaten hakkı olanı, lütufmuş gibi verip bir de bundan dolayı teşekkür etmelerini sağlamak. O halde bu tür yardım harektelirini “erdem” olarak görmeyi tartışmak lazım.

    Doğan-RTE kavgası diğer taraftan da iki sermaye grubunun kavgasını gösteriyor, istanbul ve anadolu sermayesi. RTE, “neden Hilton arazisi için benimle görüştün” diye ayar verirken, üçüncü köprü ihalesi için kimlerle görüştüğünü ve bunun neden onun dudağından çıkan kelimelere bağlı olduğunu açıklayacak değil tabi.

  11. Yazan:ç-z Tarih: Eyl 18, 2008 | Reply

    Tarih deyince aklıma geldi 🙂
    Akıl işte nerden neyi bulup çıkaracağı belli olmayan afacan çocuk sanki.”Bırak çocuğum yeni ütüleyip kaldırdım onları dolaba,dağıtma!” diyorum ama dinleyen kim.

    Uzatmadan aklıma gelene döneyim; Dün Sultan Ahmet’te hayatımda ilk kez Ebru yapmayı denedim.Suya resim yapmak.Evet zor, zira önceden ne yapacağınızı tasarlamış olsanız bile sakince,kontrol altına alabildiğiniz bilinçli bir hız ile hareket etmeniz gerekiyor.Aşırı hızlı yada aşırı yavaşsanız yaptığınız şey Ebru olmaktan çıkabiliyor ve çocukların sulu boyaları ile oynamasına benzeyebiliyor 🙂 Hata yaptığınızda ancak bir noktaya kadar düzeltebiliyorsunuz.Yapılan her küçük hata sizi en başta tasarladığınız komposizyondan çok da uzağa savurmuyor sadece sonrasındaki hareketlerinizi biraz daha temkinli,aceleci olmadan sakince ve tekrar düşünerek tekrarlamanıza neden oluyor.(biz buna kısaca tecrübe de diyebiliriz)Tasarladığınız komposizyon kafanızda net olsa bile yapılan ufak tefek hatalar bazen konunun zenginleştirilebilmesi için bile bir zemin oluşturabiliyor.Ebruda hata,soğana benziyor,sonra bir bakıyorsunuz ki o soğan laleye dönüşüvermiş 🙂

    Ebru ile tarih arasında pek çok benzerlik bulunabilir;üzerine resim yapılan su ile tarih denilen zamanın bir parçası aynı niteliklere sahipler.Ebru sanatçısı suyu uygun bir kaba hapsedip bir takım da maddeler ekleyerek ancak üzerine resim yapabilecek duruma getiriyor aynı zamanı tarihlemek gibi!Bu durumda siz sadece çerçevelediğiniz zaman diliminin içinde eylemde bulunabilirsiniz, ne geçmiş ne de gelecek zamana müdahale edemezsiniz.Sizi çevreleyen zamanın su gibi akışkan olması nedeniyle onu geri alıp üzerinde düzeltmeler yapma imkanınız da yoktur.
    Ebru yaparken sizin için suya yazılacak bir şey kalmamışsa onu düz boş bir kağıda aktarmanız gerekir.Akıldan geçenlerin ancak belki bir kısmının suya düşen renkli yansımalarını kağıda hapsedip onu bir daha unutulmamak üzere altın varaklı çerçevesi olan bir camın altında muhafaza edip,duvara asabilirsiniz.

    Tarihi olaylarla da buna yakın bir benzerlik kurulabilir ve “altın yaldızlı harflerle yazılan tarih” tanımını gibi bir ifade kullanabilirz.!

    Tarih ile çerçevelenip bulunduğu zamana hapsedilmeye çalışılan olayların kopyasını ise toplum adı verilen kağıda aktararak yaşatırız.Toplum bir tür organik hafıza gibidir.Zaman üzerine aylar, günler yazarak sayfalara hapsedilmeye çalışılan tüm gerçekleşmiş olaylar anımsatma komutlarıyla,zamanın nesiller arası akışkanlığı vesilesiyle aktarılarak yaşamaya devam eder.

    Suya yazı yazan ebru sanatçısını tariflemek kolay da dün,bugün,yarın bilgisine sahip olarak kafasında topluma yansıtacağı kompozisyonları oluşturmasını beklediğimiz aydının tarifini yapabilmek o kadar kolay mı?

    Ebru yapmak istiyorsanız suyun içine bir madde koymanız gerekir yoksa o ebru olmaz bir çeşit renkli hatta kirli su olur çıkar.Toplumun muhteviyatını bozar ve kendi istediğiniz değişmez/değiştirilemez niteliğe sahip,zamanın(tarihin)dondurulduğu “beton” kalıpları elde etmek isterseniz kırılmalarla,çatlaklarla,dağılmalarla elbette yüz yüze gelirseniz.Tüm bunlar, toplum yaratma zihniyetine sahip öngörü yoksunu sözde aydınların “halka rağmen halk için” düsturu ile hareket etmelerinin neticesidir.

    Bugün yoksulluğundan,inançlarının istismar edildiğinden dem vurularak acınan,kızılan halka bunca zamandır balık tuması öğretilmemiş de ne öğretilmiş diye insan kendi kendine sorduğunda nasıl cevap buluyor merak ediyorum.Benim ilk aklıma gelen cevap,geçen bunca zamanın insanlara mütemadiyen “nasıl vatandaş olunacağının öğretilmeye”çalışılarak harcandığı!

    Bu ülke tarihinde paçalarına “aydın” diye yapışılan insanlar nasıl olmuş da böyle bir “öncelik” hatası yapabilmişler,hangi akla hizmeten?

  12. Yazan:Bigalıoğlu Tarih: Eyl 18, 2008 | Reply

    gördüğüm kadarıyla bir çok aydın tanımı mevcut.
    ancak sanıyorum,aydın,düşünür,filozof,entellektüel vs.tanımları birbirine karıştırmamak gerekir diye düşünüyorum.

    benim aydın tanımımda şöyle,
    aydın adı üzerinde aydınlanmış,aydınlatan anlamında.ileri görüşlü,bağımsız,tarafsız,evrensel bir bakış açısına sahip,öngörüleri doğru çıkan kimsedir.aydınların bir misyonu olduğunu düşünmüyorum,toplumsal bir görevleri yoktur bana göre.kendi hallerinde fikirleriyle kendi belli eden,veya toplum tarafından keşfedilen kimselerdir.

    deniz feneri meselesi;
    bana göre olay şöyle gelişti.Almanya’da toplanan paralar öyle fazlaydı ki,bu paralar farklı yerlerde de değerlendirilebilirdi.Bu değerlendirmeyi’de usulsuzluk olarak tabir edebiliriz.mesela 50 milyon euro geldi.bu paranın 20 milyon euro’su deniz feneri adına yoksullara,10 milyon euro’su islami yayın ve islami derneklere,20 milyon euro’su da AKP adına kömür,yiyecek,vs yardım olarak dağıtıldı.

    Başbakanın ani çıkışı AKP’nin yardım parası ile ilgili usulsuzlüklerin ortaya çıkmasındandır.Aydın Doğan’a aşırı tepki verilmesinin nedeni budur.Aydın doğan kısmen kurban edildi.Zaten kendisini kimse sevmez,buda biliniyordu.Başbakana herkes inanacaktı.

    Başbakan-Aydın doğan ilişkisi,AKP’nin ilk iktidara geldiği döneme rastlar.Aydın Doğan AKP iktidar olduğunda battı-batacak bir durumdaydı.Doğan,Başbakandan yardım istedi.Başbakan yardım edecekti.Ancak karşılıgında Kendisine medya desteği istedi.Doğan ve başbakan anlaştı.3 yıl Doğan medyası AKP yanlısı bir tutum izledi.Doğan kendisini kurtarmıştı.Ancak daha fazlasını istiyordu.Aldıda.Doğan doymak bilmiyordu.Daha fazla daha fazla.Başbakan baktı olacak gibi değil.Saldırıya geçti.Birde kuyruğuna basılmıştı tabi,kuyruk denizfeneri.

    Başabakan denizfeneri yardımlarından AKP’ninde faydalanmasını sağladı.AKP adına çıkar sağladı.Bunda bir kanunsuzluk yok.
    Olan,verilen yardımın denizfeneri veya AKP yardımı diye adlandırılması.

    Tabii,dini cemaatlerde bundan faydalandı mı bilemyoruz.Sistem güzel işliyor,devlet kesesinden,AKP adına kömür yardımı,oy olarak geri dönüyor.Denizfeneri kesesinde AKP adına yiyecek yardımı oy olarak geri dönüyor.

    “Bizim Çalık” neler yapıyor,karşılıgında neler oluyor pek bilmiyoruz.Ancak Başbakanın samimiyeti sorgulanmaya başladı.Kendisine ve yaptıklarına dikkat etmesi gerekir.

  13. Yazan:snowqueen Tarih: Eyl 19, 2008 | Reply

    Erdoğan’ın yaptıklarını %47 ile geldi diye “meşru” bulmak tehlikeli bir noktaya gidiyor. Hitler de epey yüksek bir rakamla iktidara gelmiş ve hoşuna gitmeyen her türlü siyasi tavrı, haberi, sanatı
    yasaklatmış yetmemiş “yoz” diye teşhir etmişti.
    Erdğan’ın Doğan grubuna karşı boykot çağrısı
    ipin ucunun kaçtığını gösteriyor ve bana Hitler’i hatırlattı.

  14. Yazan:aydın aydın Tarih: Eyl 19, 2008 | Reply

    Deniz Feneri Derneği ile “Dindar İnsan” ilişkisini kurmak bile Dindar insanların daha erdemli olması gerektiğine dair bir inancı yansıtıyor.

    Aslında,Deniz Feneri Derneği,bildiğim kadarı ile “Dindar insanların desteği” dışında “dindarlık” ile bir ilgisi yoktur.Sonuçta,güzel bir iş yapıyor ve “güzel” olan her şey gibi bu derneğin yaptığı da “dindarlık” payesine layık görülüyor.Ama,ne yapalım ki,bu layık görme,içeriden değil de dışarıdan oluyor…Yine,amaine yapalım ki,bazı kesimler de bu derneğin “dindar”lığını,üstlerine bir de “hortum” atarak dile getiriyor.

    Sormak lazım değil mi?

    Deniz Feneri Derneği,daha önce neden dillerinde “dindar” değildi de şimdi üstlerine bir hortum attıktan sonra onu dindarlaştırdınız…Bu anlamda,asıl dindarlaşan bu kesimler olmasın.

    Herkeslere selamlar.

  15. Yazan:Levent Cetin Tarih: Eyl 19, 2008 | Reply

    Ama eğer kavga çıkmışsa sonuç Türkiye’nin ve Türklerin lehine olsun diyorum.

    Buradaki “Türkler” Kemalist anlamda mi kullanilmis?

  16. Yazan:burak Tarih: Eyl 19, 2008 | Reply

    Aslında,Deniz Feneri Derneği,bildiğim kadarı ile “Dindar insanların desteği” dışında “dindarlık” ile bir ilgisi yoktur.Sonuçta,güzel bir iş yapıyor ve “güzel” olan her şey gibi bu derneğin yaptığı da “dindarlık” payesine layık görülüyor.Ama,ne yapalım ki,bu layık görme,içeriden değil de dışarıdan oluyor…Yine,amaine yapalım ki,bazı kesimler de bu derneğin “dindar”lığını,üstlerine bir de “hortum” atarak dile getiriyor.

    Hatırlamayanlar varsa belirtmek isterim kanal 7’de deniz feneri adlı bir program vardı. Biz şunlara şu kadar yardım yaptık, şunu şoyle yaptık, buraya da gittik, etiyopya bizim için Türkiye’nin komuşusu gibi oldu sayemizde, vs vs…

    Şimdi o deniz feneri Türkiye’deki deyip Almanya’dakinin bu deniz feneriyle ilgisi yoktur sözlerine gülüp geçerim. Ki hatırlatırım, ilk deniz feneri baskını sadece deniz feneri bürosuna değil kanal 7 avrupaya da olmuştu.

    Kanal 7 yayın organı’nı bana tanımlar mısınız dediğimde ne dersiniz? Dindar kanal. Ha siz belki demezsiniz ama geçek budur. Kendileri ne der? Kaliteli, güvenli, reklamda çıplak kadın varsa oynatmayan(hatta bunu cok guzel de suslerler, ya “arka sayfa guzeli olmayan gazete”(zaman) sloganı gibi ya da iki gazete yanyanadır ama biri şarap şişesine sarılı diğeri de tüm heybetiyle yanda duruyordur, “gazete okumak için alınır”(vakit) gibi bir sloganla, zaman’a nispeten lafım yok da vakitle aldığım şarabımı bile saramam), en nihayetinde biz muhafazakar bir kanalız derler. Bunu kendileri derler ben(dışardaki) demem çünkü ben zaten hiçbirini dindar bulmuyorum. Bu yüzden layık görme dışarıdan oluyor değil direk içeriden oluyor. Hatta yaşatılan hissiyat da şudur: Biz dindar insanlarız; yardımı severiz, ne de olsa Allah rızası için.

    Olayın diğer tarafında ise “Yardım” konsepti var. Bu gibi orgutlerin Turkiye’de çalışmasına da, yardıma da karşıyım. Aç olan biri varsa bu kişiyi doyurmak devletin gorevidir. Kimse kimsenin yardımına açlık seviyesinde muhtaç kalmamalıdır. Sosyal devlet olma evresinde bu gibi yardım kuruluşlarının Türkiyeyi sekteye ugrattıklarını düşünüyorum. Bu kolay bir mesele değildir, boyle basitce ahkam keserek cozumlenecek bir şey de değildir, bunun da farkındayım fakat devletin gorevini kişiler üstlenirse, bu iyilikten ziyade bir sürü insana kötülük olur. En nihayetinde deniz feneri ve gibileri bu gibi insanların yuzde kaçıyla ilgilenebiliyorlardır? Yuzde biri?

    Bu arada bugun Amberin hanım çok hoş bir yazı yazmış.

    Sevgiler

  17. Yazan:nilay Tarih: Eyl 19, 2008 | Reply

    “Erdğan’ın Doğan grubuna karşı boykot çağrısı
    ipin ucunun kaçtığını gösteriyor ve bana Hitler’i hatırlattı.”
    Bakalim akp yandasi, darbe karsiti ama ozal sevdalisi(!) genc “siviller” Erdogan’in en azindan ramazan ayinin ruhuna bile ters dusen bu santajlarindan da rahatsiz olup deli sacmasi bildirilerine bi tane daha ekleyecekler mi?

  18. Yazan:aydın aydın Tarih: Eyl 19, 2008 | Reply

    Kaliteli, güvenli, reklamda çıplak kadın varsa oynatmayan(hatta bunu cok guzel de suslerler, ya “arka sayfa guzeli olmayan gazete”(zaman) sloganı gibi ya da iki gazete yanyanadır ama biri şarap şişesine sarılı diğeri de tüm heybetiyle yanda duruyordur, “gazete okumak için alınır”(vakit) gibi bir sloganla, zaman’a nispeten lafım yok da vakitle aldığım şarabımı bile saramam), en nihayetinde biz muhafazakar bir kanalız derler.

    Bir kere,”güzel” olan her şey,”dindar” insanın göstermek istediği bir şeydir.Sizin kafanızda “güzel” diye çağrışan şey ise “kepazelik” kabilinden bir şeydir.Dolayısıyla,dindar bir kimse veya kişiliğin o kepazeliğe “arka sayfa güzeli” diye isim bulması mümkün değildir.Eğer,öyle bir ifadeyi bu gazetelerden her hangi birisi kullanmışsa,buyurun bir “örnek” yayınlayın da biz de sizinle beraber yüzlerine tükürelim…Yok,”örnek” getirip yayınlayamıyorsanız, yalancılığınızı örneklendirmiş olursunuz.

    Şimdi,sorun,hangi örneğe bakacağımızdır.

    Herkeslere selamlar.

  19. Yazan:Bigalıoğlu Tarih: Eyl 19, 2008 | Reply

    allah rızası için yapılan yardımların reklamı yapılmaz.reklamı yapılıyorsa bir çıkar kokusu alırım o işten,dini istismar kokusu.yardım yaptın,yardım yapan kişi isterse bilgilendirirsin,tv’de seyrettirip,sempati toplamaya,rant saglamaya calışmassın.

    ikincisi devlet bu gibi yardım faaliyelerini periyodik olarak denetlemeli.

    üçüncüsü devlet,muhtaç vatandaşını doyurmaz,muhtaç duruma düşmemesi için gerekli önlemleri alır.devlet doyurursa yine rant sahası açılmış olur.

    yardım elbette,sivil toplum kuruluşları elinden olacak,devlet elinden değil.ancak devlet denetleme mekanizmaları düzgün çalıştıracak.bizim hiç bir alanımızda denetleme olmadıgı için bu türden usulsuzlukler,yolsuzluklarda devletin ve sivil toplum kuruluslarının her kademesinde yasanıyor.

  20. Yazan:MY Tarih: Eyl 20, 2008 | Reply

    Demokrasiler intihar edebilir mi?

    veya

    Hitler Demokrasi ile mi geldi?

    Hitler’in seçmenlerin oylari ile basa geldigini düsünen arkadaslara bir parça Almanya tarihini incelemelerini öneririm.

    Uzun biçaklar gecesi, Parlemento binasi yangini, Kristal gecesi, Kahverengi gömlekler…

    Bunlar daha çok bizim Ergenekon ekibinin darbe zemini hazirlama yöntemlerine benzer. Bunun da mucidi (en azindan teorisyeni) Troçki. Varlik yayinlarindan çikan Darbe Teknigi adli kitabi okuyabilirsiniz. Yazarin ismi MALAPARTE. Lenin’in liderligindeki ekim 1917 devriminde çok önemli bir rol oynamistir Troçki.

    Bu yaz okudugum MALAPARTE’in kitabinda modern bir devlet nasil yikilir, darbe ortami nasil hazirlanir? Darbeye karsi nasil önlem alinir? gibi sorulara cevap araniyor.

    1900’lardan itibaren Avrupa’da basarili ve basarisiz bir çok hükümet darbesi var. Kimi fasist kimi komünist. Ama teknik olarak birbirlerine çok benziyorlar.

    Yukarida sözünü ettigim kitabi tanitan bir yazi yazmak farz oldu simdi 🙂

    Ama Anti-AKP ve Anti-Tayyip gözlüklerini çikarip bir parça daha derine inmek isteyenler için çok güzel bir kitabin sonuç bölümünü aktarmistik 7 Eylülde.
    Yazari Ekrem Ali Akartürk, Ruhat Mengi’nin programlarinda her hafta TV’de görebilirsiniz. Akartürk anayasa hukuku, parti kapatma,
    avrupa birligi iliskileri üzerine uzmandir. Memur sendikalari yasakken bu konuda ilk kitabi da Akartürk çikarmisiti.

    Kitabini degilse bile bizim yayinladigimiz sonuç bölümünü mutlaka okuyun derim.

    Demokrasiler intihar edebilir mi?
    Demokrasinin seçim mekanizmasini kullanarak diktatörlük kurulmasina nasil engel olunur? Bu yazida bunu anlattik. Ama memlekette insanlar önce konusuyor, sonra okuyor(mu?) her nedense.

  21. Yazan:kerem Tarih: Eyl 20, 2008 | Reply

    Snowqueen’e kesinlikle katiliyorum. Basbakanin bir musluman olarak bu asabi tavirlarinin cok yakisiksiz oldugunu dusunuyorum. Fasizanlasan soylemi bir yana, en basitinden ramazan ayinin ruhuna yakismiyor. Ne demek bir basbakanin sunu bunu okumayin demesi! M.Balbay cok guzel yazmis.


    MUSTAFA BALBAY-Başbakanın İftar Mitingleri…

    İftar, dinimizin toplumsal geleneklerinden biri aynı zamanda… Orucun bitiminde insanlar bir araya gelir, güzel bir paylaşım yaşar. Anadolu’da, özellikle küçük yerleşim yerlerinde iftara doğru herkes evinden zeytin merkezli bir şeyler getirir. Hep birlikte oruç açılır.

    İnsanların bir araya gelmesini, ortak duyguların paylaşılmasını sağlayan her şey iyidir.

    Ancak AKP hükümetinin kişiliğine bağlı olarak son yıllarda iftarların da giderek siyasi söylemin bir parçası haline geldiğini görüyoruz.

    Din, siyasete alet edilmesin derken, siyaset adım adım dinin bir parçası haline geliyor. Din, iktidarı perçinleme ve icraat olumsuzluklarını gizleme aracına dönüştürülmeye doğru gidiyor.

    Başbakan ramazan ayının başından beri hemen hemen hiçbir iftarı boş geçirmiyor. Her birinde orucunu açtıktan sonra ağzını açıyor, kapatmak bilmiyor. Başbakan’ın iftarı siyasi konuşma zemini haline getireceği için katılımcılardan gazetecilere kadar herkes hazırlığını da ona göre yapıyor.

    ***

    Özünde kardeşliği, ortak paydaları ve faydaları öne çıkarması gereken iftar yemekleri Başbakan’ın şahsında siyasi miting alanına dönüşüyor…

    Başbakan ramazanın başlamasından hemen sonra 2 Eylül günü Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin iftar yemeğine katıldı. Burada ne konuşulur?

    Tabii ki yerel yönetimler…

    Erdoğan, belediye seçimlerinin başlangıcını bu iftarla yaptı desek yeridir.

    2 Eylül’de yerel takılan Başbakan 4 Eylül’de iftarı Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’la uluslararası hale getirdi.

    8 Eylül iftarı için Gaziantep’i seçti. Belediyede meydana gelen kimi olumsuzlukların haber yapılması üzerine, oruçluk ağzını açan Erdoğan, AKP’li Gaziantep Belediyesi’nin her türlü takdirin üzerinde olduğunu söyleyip, eleştirenleri payladı.

    9 Eylül’de bir fabrikanın açılışına katıldıktan sonra iftarı da burada yapan Erdoğan, 10 Eylül’de partisinin Kadıköy İlçe Örgütü’nün The Green Park Otel’deki iftarına katılıp içkiden söz etti! Moda iskelesinde yasağı protesto edenler için, “Bunlar hayatı şişenin dibinden görenler” deyip, içki içenlerin içmeyenleri baskı altına aldığını söyledi.

    Tam iftara uygun bir ayrımcılık…

    ***

    Erdoğan, 12 Eylül’de İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin iftarına katılıp, ikram edilen mikrofonu afiyetle aldı ve şu tümceleri dile getirdi:

    “Sürekli gerilim ve kavgadan beslenenler… Siyaseti çatışma alanına çekerek milletin birikimini çalıp çırpanlar… Güneşe çamur atanlar…”

    Bir “iftar edebiyatı” yarışması yapılsa, bu sözler birinciliği kimseye bırakmaz!

    Yeterince iç konulu iftar geçirdiğini düşünen Başbakan, 15 Eylül günü iftarı İspanya Başbakanı Jose Luis Rodriguez Zapatero ile açtı. Erdoğan, Zapatero’ya dünyada İslamofobiyi suç saymayanlar olduğunu söyleyip, “Bu, adı üstünde patolojik bir ruh halidir” dedi…

    Başbakan hazır Avrupalıları iftara alıştırmışken deyip, onların yanına öteki ülkelerin temsilcilerini de kattı, 16 Eylül’de AKP Genel Merkezi’nde iftar verdi. Erdoğan, AB’ye de güzel bir iftar fırçası attı:

    “Biz sizden iane istemiyoruz. Bizden öncekilere hangi hakkı tanıdıysanız bize de tanıyın…”

    Erdoğan’ın önceki akşamki durağı AKP Ankara il örgütü iftarıydı. Buradaki konuşmasında da iftiharla şunu önerdi:

    Deniz Feneri’ni yazan medyayı boykot edin!

    Ne diyelim?

    Hoş geldin ya siyaseti ramazan!

  22. Yazan:darbelimatkap Tarih: Eyl 20, 2008 | Reply

    Erdoğan’ın önceki akşamki durağı AKP Ankara il örgütü iftarıydı. Buradaki konuşmasında da iftiharla şunu önerdi: Deniz Feneri’ni yazan medyayı boykot edin!

    Başbakan öyle demedi, yalan haber yazan sahtekarları boykot edin dedi. Bunu yazarken bile yalan söylüyor utanmaz herifler. Birileri de bize bunu müslüman hassasiyeti diye kakalamaya çalışıyor.

    M. Balbay’dan müslümanlık öğrenmek, cinci hocaya beyin ameliyatı yaptırmak gibi bişey. Hade, yürüyün de ense traşınızı görelim.

  23. Yazan:T.Suat Demren Tarih: Eyl 20, 2008 | Reply

    Bu konuda Fethi bey’den güzel bir yazı:

    http://www.izlenimler.net/2008/09/18/deniz-feneri-yanilgilari/

  24. Yazan:aydın aydın Tarih: Eyl 20, 2008 | Reply

    Snowqueen’e kesinlikle katiliyorum. Basbakanin bir musluman olarak bu asabi tavirlarinin cok yakisiksiz oldugunu dusunuyorum. Fasizanlasan soylemi bir yana, en basitinden ramazan ayinin ruhuna yakismiyor. Ne demek bir basbakanin sunu bunu okumayin demesi! M.Balbay cok guzel yazmis.

    “Bizi okumayın-Bizi izlemeyin” diye bizzat bu medya söylüyor.Bundan iki ay kadar önce,show teve’de,”başörtüsü” üzerinden “müslüman”ları rencide eden üç kurgu haberi birden yayınlayınca bu televizyon kanalına telefon açtım ve yapılan bu haberlerin,hem haber değeri taşımadığını ve hem de bölücü ve bir kısım insanlarımızı rencide edici olduğunu söylemeye çalıştım…Bizi dinlemekle görevli elemanın bize söylediği şu oldu.”-Çok sıkılıyorsanız izlemeyein efendim.Gidin seteve izleyin.”

    Yani,kendilerinin millete “böyle” söylediğine bizzat ben şahidim.

    Üstelik,aynı medya,Başbakan bu sözleri “öteki medya” için söyleseydi,Başbakan’ı şu şekilde manşet yapardı. “Başbakan’ın da konuşma hakkı var.”

    Herkeslere selamlar.

  25. Yazan:darbelimatkap Tarih: Eyl 20, 2008 | Reply

    Erdoğan boykot çağrısını AK Partililere yönelik olarak yaptı. (Bu tur cagrilar cok da anlamli degil aslında.)

    Bunu faşizan bir şey olarak görmek ise çok komik. Bunu söyleyenler ya faşizmin ne olduğunu bilmiyorlar ya da piyasa mekanizmasını.

    Doğan grubunun sahtekarlıkları çok meşhur. Erdoğan’a belatı vuracağız diye Doğan ile aynı safa üşüşenler oluyor. D. Feneri, Kanal 7 bilmem ne yolsuzluğu vs bunlar Doğan’ı aklamaz, yaptıkları sahtekarlıkları mazur göstermez.

    Bakın bir yazı:

    http://www.derindusunce.org/2007/12/07/turkiyenin-hurriyet-gazetesi-sorunu/

  26. Yazan:kerem Tarih: Eyl 20, 2008 | Reply

    Siz ne kadar kabasiniz darbeli matkap. Erdogan’in ne kassettigi cok acik, ne medyasi oldugu onemli degil adam resmen tehdit ediyor, ve kendisi bir baskakan, ustelik de ramazan ayinda bu laflar. Olur, size soralim kimden muslumanlik ogrenecegimizi, aman Erdogan’dan ogrenmeyelim de. Bence gayet de guzel yazmis Balbay. Nereden bakarsiniz bakin Erdogan’in yaptigi terbiyesizlik, ramazan ayinda bu kadar nefret kusmayi kimse bana muslumanlik diye yutturmasin.

  27. Yazan:snowqueen Tarih: Eyl 20, 2008 | Reply

    Bugün Radikal gazetesi Erdoğan’ın boykot çağrısı üzerine Hitler ve Nazilerin “yoz” bulduklarını yaktıkları bir resimle kapak yapmış. Demekki aklın yolu bir kimi zaman:)

    Erdoğan’ın son zamanlardaki tavırlarını faşizanca bulmayanlar için söyleyecek fazla şey yok aslında.
    Kendileri, “üçüncü yol”dan bahsedenleri “sağcıyım ama faşizm kelimesini bir kez başkası için kullanmadan şu dünyaya gitmemeyim” mantığıyla etiketlenmişti. O yüzden şaşırtıcı bulmamak gerek.

    Bugün oldukça “sakin” tavırlı cumhurbaşkanımız, yorum yapmaktan kaçınmanın ardından şunu söylemiş:”umarım bu olay(Deniz Feneri) milletimizin hayırseverliğini engellemez.”

    Ergenekonculara kin kusarak anti-militarist bir yapıyı arzuluyor gibi gözüküyor kimileri.
    Oysa anti-militarizmin “itaat”la olan ilişkisinin önemi pek kavranamıyor.
    Örneğin “hayırseverlik” merhumunun itaatle ilişkisi. Fakir, itaat edip zergine el acacak ona “Allah razı olsun” diyecek ki fakir;fakir, zengin de zengin kalacak.
    Hangi taşı kaldırsak altından yolsuzluk çıkıyor.
    Bunu açık açık yazabilecek babayiğit gazete var mı?
    Duyan da “Hilton arazine izin vermedik” diyen Erdğan’ın hiç haram para yememiş, hiç iş takipçiliği ve yolsuzluk yapmamış sanır.
    Bunun anlamı, “Hilton’u size yedirmek istemedik, bizim çocuklara(bizim Çalık misal) yedireceğiz” demek. Rafineriyi, şunu bunu da.
    Burada “BİZİM ÇOCUK” kavramını “HALK ÇOCUGU”yla karıştıranlar var ki kötü niyetli olduklaını düşünüyorum.
    Aradaki farkı hatırlalım, “halk çocuğu”, bizim çocuğun” şöförü, kapıcısı, işçisi olabilir ancak. “bizim Çalık” Erdoğan ve ailesinin Çalık’ı size ne oluyor?

    Bir de şunu eklemek istiyorum, bu ülke sadece AKP’ye oy vermiş insanların ülkesi değil.
    Beğenseniz de beğenmeseniz de CHP’ye de ÖDP’ye de hatta IP’ye de oy veren insanlar var.
    (Aynı şey DTP için de geçerli).
    isteyen istediği gazeteyi de okur bir ülkenin Başbakan’ı çıkıp ta “okumayın bunları” diyemez.

  28. Yazan:TT Tarih: Eyl 20, 2008 | Reply

    Bugün Radikal gazetesi Erdoğan’ın boykot çağrısı üzerine Hitler ve Nazilerin “yoz” bulduklarını yaktıkları bir resimle kapak yapmış.

    Deniz feneri operasyonu başlıbaşına bir nazi operasyonu olmasın sakın! ve siz de nazi destekçileri…:)

    bk:

    TAHA KIVANÇ
    Almanları asla hafife almayın
    http://yenisafak.com.tr/Yazarlar/?t=20.09.2008&y=TahaKivanc

    MEHMET YILMAZ
    Deniz Feneri tartışmalarına “farklı” bir bakış
    http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=737278

    Kripto ve içimizdeki Almanlar!
    http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazarno=1161

  29. Yazan:Talha Can Tarih: Eyl 20, 2008 | Reply

    Ergenekonculara kin kusarak anti-militarist bir yapıyı arzuluyor gibi gözüküyor kimileri.
    Niye? Ergenekona kin kusanlar anti-militarist bir yapıyı arzualdığı için mi kin kusuyor yoksa bu tercih Ergenekon b.kuna bulaşanların mı? Ergenekon derin çetesi yalnıca ellerinde iğnelerle sağı solu tehdit eden hemşirelerden oluşsa, ben bu çeteye karşı biri olarak anti-hipokrasist bir yapı mı arzulamış oluyorum? Bir de tam tersi militarist bir yapıyı arzulamak da ne oluyor? Yalnızca soru…

  30. Yazan:Bigalıoğlu Tarih: Eyl 20, 2008 | Reply

    arkadaşlar kaçırdığınız bir nokta var.daha hiç birimiz doğru dürüst almanyadaki yolsuzluktan haberdar değilken,başbakan bir gün çıkıyor,doğan medyası şöyle yalan böyle yalan diye kin kusuyor,hatta gazete almayın diye tepki koyuyor diğerlerini biliyorsunuz.bu aşırı tepkinin nedenini niye düşünmüyorsunuz?

    daha önce herşey güzeldide de katlanılabiliyordu da bazı arkadaşların dediği tamda ramazanın ortasında bu öfke bu kin niye.

    niye çünkü işin ucu başbakana kadar gidiyor,ve büyük bir mesele.önümüzde yerel seçimler var.eğer bu işin eşelenirse,AKP büyük darbe alacak,doğana saldırı,ergenekon tutuklamaları,gündem saptırma,ve olayı kestirmeden ört bas etme çabaları.

    ancak yemezler,bu işi savcılar sonuna kadar götürmeli.yolsuzlukların önüne geçtik,hortumları kestik demek tek taraflı olmuyor.başbakan kendi göbeğini de kesecek.
    yok öyle yağma…

  31. Yazan:Levent Cetin Tarih: Eyl 21, 2008 | Reply

    Ikisinin de kotu oldugunu gorduk de hangisinin daha kotu oldugunun tartismasini yapiyoruz. Boyle medyayla ve basbakanla Turkiye birseyler yapabilir mi?

  32. Yazan:blue Tarih: Eyl 21, 2008 | Reply

    Levent bey son noktayı koymuş.
    Karşımızda medyayı nakde çeviren gözü dönmüş bir tüccar var, ülke de umurunda değil, vatandaş da. Sadece paracıkları var. Diğer tarafta, daha düne kadar AKP’yi desteklemesi karşılığında POAŞ’ın borçlarının üzerini çizip, diğer taraftan garibanın vergisini ümüğünü sökerek alan bir devletin başkanı var. İşin ucu ancak kendi ismine geldiğinde feveran eden bir başbakan. Karşı olacaksak hep beraber bu rezil siyaset/ticaret ilişkilerine karşı olalım. Adaletin hakkı için…

  33. Yazan:snibe Tarih: Eyl 21, 2008 | Reply

    Gazeteye boykot mu!!
    Aştı başbakan, haklıysa bile(ki bilmiyoruz henüz) haksız duruma düşmek böyle bir şey sanırım. Boykotmuş!!!
    İnsanlar ne okuyacağını başkasından öğrenecek, sorgulamadan hemen dediğini yapacak!!!
    Doğan grubunun gazetecilik anlayışını hiç beğenmem ama alıp da okumayın demek!!
    Bu ülkede herkes halkı cahil, her denileni yapan, kullanılacak bir eşya gibi görüyor. Hepsi mi böyle olur? Biriniz de çıkın ve farklı bir anlayış sunun. İnsana değer verin. Olmazzz….
    Ne zaman demokrasi kültürü oturmuş ve her düşüncenin rahatça kendisini ifade ettiği bir ülkede yaşıyor olacağız?
    Benimki kara, seninki benden kara… Buyrun buradan yakın.

  34. Yazan:burak Tarih: Eyl 21, 2008 | Reply

    @aydın aydın

    Bir kere,”güzel” olan her şey,”dindar” insanın göstermek istediği bir şeydir.Sizin kafanızda “güzel” diye çağrışan şey ise “kepazelik” kabilinden bir şeydir.Dolayısıyla,dindar bir kimse veya kişiliğin o kepazeliğe “arka sayfa güzeli” diye isim bulması mümkün değildir.Eğer,öyle bir ifadeyi bu gazetelerden her hangi birisi kullanmışsa,buyurun bir “örnek” yayınlayın da biz de sizinle beraber yüzlerine tükürelim…Yok,”örnek” getirip yayınlayamıyorsanız, yalancılığınızı örneklendirmiş olursunuz.

    Şimdi,sorun,hangi örneğe bakacağımızdır.

    Herkeslere selamlar.

    Afedersiniz doğrusu farklıysa hatırlamıyorum ama aynı anlamda olduğundan eminim “arka sayfa guzeli bizim gazeteye hiç uğramadı” şeklinde de olabilir.

    Benim kafamda “güzel” olarak çağrışan şey güzeldir. Kepazelik sizin doğrunuzun herkesin doğrusu olduğunu dusunmenizdir.

    Ayrıca bir hatalı soylemde bulunuyorsam ki bulunmadım, bu benim yalancılığımı değil hatalı olduğumu orneklendirir. Yalan/yanlış bunlar farklı kavramlardır, iki cümleyle insana yalancı yaftasını yapıştıramazsınız.

    Kusuruma bakmayın da kimsenin de hiçbir suretle yüzüne tüküremem.

    Sevgiler

  35. Yazan:ahmet Tarih: Eyl 22, 2008 | Reply

    yuh denir bu yazıya mustafa bey %47 oy almış o yüzden yıpranmamalı imiş hitlerde 40 larda oyla geldi almanyanın sonu ne oldu ister %90 oy alsın haksızsa haksızdır sonucuna katlanması lazım iyi o zaman şaban dişli götürdü o şu kadar oy aldı antep belediyesi götürdü dokunmayın onun şu kadar oyu var olabilirmi böyle bir şey siz resmen diyorsunuzki adam iktidarda ise yıpratmamak adına bütün pisliklerinin üzerini örtün zaten örten yeteri kadar basın var bırakın bari birileri yazsın doğanı günahım kadar sevmem ama doğruya doğru bu tartışma fener meselesinden çıktı ve başbakan sonuna kadar haksız deniz fenerinin iktidara yakınlığını bilmeyen yok aynı kombassan yimpaş gibi ama hepside hırsız ve bu konuda başbakan gereğini yapmadığı için yıprandı ve yıpranacak öyle yağma yok kim hırsızsa kim hırsıza göz yumuyorsa sonucuna katlanacak

  36. Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Eyl 22, 2008 | Reply

    Hangisinden başlamalı bilmem ki…

    Yazı başlığı birbirinden bağımsız olmayan üç ana konuyu birleştirmş.Bence konuya girmeden önce Mehmet Bey’i kutlamak lazım…Farklı gibi görünen sorunları kombine bir başlıkta topladığı ve birbirleriyle olan bağlantılarını irdelediği için.

    Sırasıyla başlayalım.

    Deniz Feneri:İddialar ne derece doğru,yasal kovuşturma hangi aşamadadır bilmiyorum.Bildiğim tek şey bizim milletçe bu tür yolsuzluk skandallarına pek yabancı olmadığımızdır.Ayrıca tartışılması gereken nokta bunun hangi iktidar gücü veya kesim tarafından yapıldığından ziyade,olayın büyük bir suç teşkil ettiğ ve bir utanç tablosuna dönüştüğüdür.Sorgulayacaksak burdan başlamamız gerektiğini düşünüyorum.Yoksa “sizinkiler yaptı,bak bizimkiler temiz”mantığıyla konunun bir hesaplaşmaya dönüşmesi bence yolsuzluk ve hırsızlık gibi adi suçlardan daha masum bir tavır değildir.Zira,bir tarafın suçlanmasıyla başka bir suç aklanamaz…kötü olanı başka bir kötü örnekle savunmaya kalkışmak böylesi yolsuzlukların önlenmesinde çözüm olamaz.Kısacası bu mantalatiyi tez elden değiştirmemiz gerekir.Yoksa büyük suçları bile ideolojik rekabetlerimiz için bir araca dönüştürmüş oluruz,ki bu da zaman zaman dillendirdiğimiz “temiz eller”ya da “temiz toplum”idealine bizi götüremez.Bu bir.

    İkinci şık:Doğan ile kavga!Neyin kavgası?Bir ülkenin Başbakanı eğer o ülkenin en “büyük”medya patronuyla “kozların paylaşılması”babında bir hesaplaşma içine girebiliyorsa asıl bomba orada başlamış demektir.Ve bu aynı zamanda önceden çok kirli birlikteliklerin olabileceğinin de işaretidir.Sonuç:Çıkar dengelerine göre her türlü “yandaşlığın” ve bunun zamanla “kavgalar”a dönüşebildiği şaibeli ittifaklara uygun zeminin olduğunun kanıtıdır bu.Böyle bir zeminin varlığı ise şantaj ve tehdit de dahil her türlü restleşmenin olağan hale gelmesi demektir.

    Üçüncü ve son:Aydın kime denir?Bunu başka yazıda epey konuştuk.Tekrarlamaya gerek duymuyorum.Kime denir sorusuna ise hiç girmeyeceğim.Ancak şu kadarını söyleyebilirim:Yolsuzlukları,şaibeli ittifakları ve türlü skandalları tartışma malzemesine dönüştürerek hadiseye taraf mantığıyla yaklaşanlara herhalde aydın denemez.Benden bu kadar.

  37. Yazan:aydın aydın Tarih: Eyl 22, 2008 | Reply

    Afedersiniz doğrusu farklıysa hatırlamıyorum ama aynı anlamda olduğundan eminim “arka sayfa guzeli bizim gazeteye hiç uğramadı” şeklinde de olabilir.

    Benim kafamda “güzel” olarak çağrışan şey güzeldir. Kepazelik sizin doğrunuzun herkesin doğrusu olduğunu dusunmenizdir.

    Ayrıca bir hatalı soylemde bulunuyorsam ki bulunmadım, bu benim yalancılığımı değil hatalı olduğumu orneklendirir. Yalan/yanlış bunlar farklı kavramlardır, iki cümleyle insana yalancı yaftasını yapıştıramazsınız.

    Kusuruma bakmayın da kimsenin de hiçbir suretle yüzüne tüküremem.

    Sevgiler

    “Bizim gazete “güzel” bir şeyi yazmaz” demek ile “Bizim gazeteye arka sayfa güzeli gelmez” demek aynı şeydir.İşleri “sözün güzeli”ni yazmak olan “gazeteci” erbabı,”Bizim gazeteye güzel uğramaz” der mi?

    burak kardeş.İnsana,”yalan” olarak,”duyduğunu söylemesi” yeter de artar bile…Üstelik,bir de “şahitlik” ediyorsunuz.Sizin bu şahitliğiniz ile insanlar bir hüküm veriyorlar.Bu yüzden,söylediğinizin “doğru” olması gerekiyor ki,”yalancı” olmayasınız.Yalancı şahitliği “hata” diye niteleyen bir sözlük henüz yazılmadı.

    Deniz Feneri Davası dolayısıyla “Aydın Doğan” Medyası’nın yazdıkları,Aydın Doğan Medyasının “Hakikat savaşı” niyetini mi yoksa,”yalan”ın gücünü mü isbat eder? Şimdi,bizim,bu medyanın durum ve duruşunu “hata” olarak tesbit etmemizi mi bekliyorsunuz?

    Kusura bakmayın.O gazetelerin yazdıkları ile kanaat oluşturanları “hatalı” olarak görebiliriz ama,o gazetlere “hatalı” diyemeyiz.Çünkü,yazdıklarının yalan olduğunu bal gibi biliyorlar.

    Herkeslere selamlar.

  38. Yazan:burak Tarih: Eyl 22, 2008 | Reply

    “Bizim gazete “güzel” bir şeyi yazmaz” demek ile “Bizim gazeteye arka sayfa güzeli gelmez” demek aynı şeydir.İşleri “sözün güzeli”ni yazmak olan “gazeteci” erbabı,”Bizim gazeteye güzel uğramaz” der mi?

    Yahu ben anlayamıyorum sizi ilk cümlem “arka sayfa guzeli olmayan gazete”, ikinci cümlem “arka sayfa guzeli bizim gazeteye hiç uğramadı” şimdi bu iki cümleden de bizim gazete “güzel bir şeyi yazmaz” anlamını çıkartamıyorum ben siz nasıl çıkartıyorsunuz? Ya da başka kimse sizin çıkardığınız anlamı çıkarabiliyor mu acaba onu da merak ettim?

    burak kardeş.İnsana,”yalan” olarak,”duyduğunu söylemesi” yeter de artar bile…Üstelik,bir de “şahitlik” ediyorsunuz.Sizin bu şahitliğiniz ile insanlar bir hüküm veriyorlar.Bu yüzden,söylediğinizin “doğru” olması gerekiyor ki,”yalancı” olmayasınız.Yalancı şahitliği “hata” diye niteleyen bir sözlük henüz yazılmadı.

    Aydın aydın bey, fuzuli konuşuyorsunuz. Duyduğumu değil gördüğümü söyledim ben. Bu yüzden eğer gördüğümü de yanlış hatırlıyorsam ki hatırlamadığıma da eminim bu doğrultuda hatalı bir söz söyleyebilirim bu da “yalan” olmaz. Ayrıca insanlar söylediklerinin her zaman kati suretle doğru olduğunu bilemez.

    Bu arada doğru okuyun lütfen, beni aynı sozleri etmek durumunda bırakmayın.

    Deniz Feneri Davası dolayısıyla “Aydın Doğan” Medyası’nın yazdıkları,Aydın Doğan Medyasının “Hakikat savaşı” niyetini mi yoksa,”yalan”ın gücünü mü isbat eder? Şimdi,bizim,bu medyanın durum ve duruşunu “hata” olarak tesbit etmemizi mi bekliyorsunuz?

    Kusura bakmayın.O gazetelerin yazdıkları ile kanaat oluşturanları “hatalı” olarak görebiliriz ama,o gazetlere “hatalı” diyemeyiz.Çünkü,yazdıklarının yalan olduğunu bal gibi biliyorlar.

    Bu ne, şaka mı? Nereden bağladığınızı gerçekten merak ettim. Doğan medyasını oven tek bir kelime mi ettim, yoksa metafor mu yapıyorsunuz. Yapıyorsanız benim soylemimi konsept açısından Doğan medyanın soylemine mi benzettiniz?:) Yok hakikaten benzeşmeyiz de o yuzden soyluyorum.

    Selametle

  39. Yazan:suzannur Tarih: Eyl 22, 2008 | Reply

    Din Sömürüsüyle Yüzleşmek/MUSTAFA AKYOL

    [22 Eylül 2008 tarihli Star gazetesinde yayınlandı]

    Başbakan Tayyip Erdoğan ile Doğan Grubu arasında gelişen polemik hakkında bugüne kadar pek bir şey yazmadım. Çünkü tartışılan konuların detayları hakkında hemen hiç bir şey bilmiyordum. Ne “Hilton arazisi” hakkında bilgim vardı, ne de Almanya’daki Deniz Feneri’nin nasıl bir kuruluş olduğundan haberdardım. Ancak Deniz Feneri’nde gerçekten de yolsuzluk yapıldığı Alman mahkemesinin kararıyla ortaya çıktı. Bu, hiç bir şekilde hafife alınmaması gereken büyük bir skandal. Ve karşımıza “din sömürüsü” gerçeğini bir kez daha dikiyor.

    Evet, laikçi yazarların dilinden düşmeyen din sömürüsü bir gerçektir, tarih boyunca var olmuştur. Din, çok büyük bir kutsal olduğu için, pek çok insan ona büyük önem verir ve uğrunda fedakarlıkta bulunur. Ve her devirde bu fedakarlığı kendi menfaatleri yönünde devşirenler çıkar. Zaten peygamberlerin bir mücadelesi de bu istismara karşıdır. İncil’i okursanız, Hz. İsa’nın en çok eleştirdiği şeyin bu olduğunu görürsünüz. Bir yerde şöyle der:

    “Uzun kaftanlar içinde dolaşmaktan, meydanlarda selamlanmaktan, havralarda en seçkin yerlere ve şölenlerde başköşelere kurulmaktan hoşlanan din bilginlerinden sakının. Dul kadınların malını-mülkünü sömüren, gösteriş için uzun uzun dua eden bu kişilerin cezası daha da ağır olacaktır.”

    Kuşkusuz İslam dünyası içinde de böylesi ikiyüzlü “şeyh”ler, “hoca”lar veya “dini kuruluşlar” var. Zaten işte zaman zaman bunların skandalları da ortaya çıkıyor. Bu durum karşısında dindarların yapması gereken, gözü kapalı bir “Müslüman dayanışması” göstermek değil. Aksine, “içeriye” eleştirel bakabilmek ve Müslüman etiketi taşısa da bu dinin ilkelerine aykırı davrananlara “dur bir dakika” diyebilmek lazım. Unutmamak gerekir ki İslamiyet “kabileci” değil, “hakçı” bir dindir. Müslümanın da herhangi bir “cemaat”e değil, ilahi ilkelere sadakat göstermesi gerekir.

    Bu arada din sömürüsüyle bu şekilde yüzleşirken, laikçilerin propagandasına da gelmemek gerek. Onların yaptığı, bir takım din sömürüsü örneklerinden yola çıkarak, tüm sivil dini oluşumları karalamak. Bir kaç sahte “hoca”nın marifetini kullanarak “hacı-hoca takımı” diye damgaladıkları bütün dindar kesime savaş açıyorlar.

    Oysa sivil dini oluşumlar içinde istismarcı yöneticiler olduğu gibi, kendini dine samimi olarak adayan ve onun uğrunda sayısız fedakarlıkta bulunanlar da vardır. Belki bu konuda basit bir kıstas almak için bu insanların özel yaşamlarına bakabilirsiniz. Lüks ve ihtişam içinde yaşayanlar olduğu gibi, mütevazi ve kanatkar bir hayat sürenleri de göreceksiniz.

    Öte yandan, dini sömürenlerin sadece sivil cemaat ve tarikatların içinden çıkmadığını da görmek gerekir. Tarihte olduğu gibi bugün de din sömürüsünün en âlâsını siyasi otoriteler yapar. Hatta kendine “laik” sıfatını yakıştıran kimi devletler bile, işlerine geldiğinde, dini kavram ve değerleri kendi siyasetlerine alet ederler.

    Ve yine görmek gerekir ki sömürüye açık olan tek değer din değildir. Aksine, insanların yücelttiği, kutsallaştırdığı her şey kolayca sömürü kaynağı haline gelebilir. Nitekim Türkiye’de din kadar, hatta belki daha çok, başka değerlerin istismarı yapılmaktadır: “Vatan-millet sömürüsü” veya “Atatürk sömürüsü” gibi.

    Tüm bunları en aza indirgemenin yolu ise sivilleşmek, şeffaflaşmak ve hayırseverliği sadece “güven” değil aynı zamanda “kayıt” esasıyla yürütmektir.

  40. Yazan:aydın aydın Tarih: Eyl 22, 2008 | Reply

    burak kardeş’e:

    -“Son sayfa güzeli” tabiri,içinde “güzel” ve “güzellik” olan bir tabir ve tanımlamadır.”Bizim gazetede son sayfa güzeli yok” dediğnizde “eksik” olan bir “güzellik”i anlatırsınız.Dolayısıyla,akıllı bir “reklam”cı,böyle bir ifade kullanmaz.Bu söz,her bakımdan hem yalan ve hem de bir kurgulamadır…Erbakan’a atfedilen “İmam-Hatipler bizim arka bahçemizdir” sözü kadar yalan, asparagas ve muhatabını”aptal” yerine koyan bir “varsayım”la söylenmiştir…Erbakan kadar zeki bir “adam” sevdiği,gözü gibi baktığı ve gördüğü İmam-Hatip Okulları için “arka bahçemiz” der mi?..Dese dese..”Gül bahçemiz..Ön bahçemiz…Gönül yurdumuz..vb” deyimler kullanır…”Arka bahçemiz” gibi bir “iteleme” ve “arkaya atma” işini yapmaz.

    Buna misal..”İslami” iddiası ve içeriğinde her hangi bir yayın organı da ,son sahifelerine çıplak kadın resimleri basan gazeteyi “Son sayfa güzeli olan gazete” adıyla anmaz ve algılamaz.Böyle bir algılaması olmadığı için de “Bizim gazetemzide son sayfa güzeli yok” diye zırlamaz ve zırvalamaz.Böyle bir zırlama ve zırvalama ile reklam da olmaz…Siz de,”son sayfa resmi” hakkındaki algılamanızı “güzel” diye değil de “kepazelik” şeklinde değiştirirseniz veya değiştirmeyi denerseniz,o zaman ne demek istediğimi anlarsınız.Yoksa,algılamanız,o resimler hakkında “güzel” ve “güzellik” çağrıştırdığı sürece,bizim ne demek istediğimizi de anlayamazsınız…Bendeniz,Hürriyet Gazetesi’nin son sahifesine bastığı Londra kaynaklı,kadın ve erkeğin çırılçıplak ve sarmaş-dolaş ve porno sayılabilecek resim için 1977 yılında Ankara rüzgarlı sokaktaki büroları önünde gösteri yapmış bir kişiyim…Şimdi,ben,”güzellik” protestosu mu yaptım?..Ben,orada,bir “pislik” karşısında sesimi yükselttim.

    Türkçe’yi,”Türkçe” anladığımız sürece sorun yok…

    (Öteki konular..geneldir..Size özel değildir.)

    Herkeslere selamlar.

  41. Yazan:Oktay Çaparoğlu Tarih: Eyl 28, 2008 | Reply

    Ülkemizde, siyasal alanın, toplumun geniş kesimlerinin dışında durmakta
    özel çaba harcadığı bir alan olduğu gerçeği üzerinden birkaç şey
    paylaşmak istiyorum.

    Siyasal yaşamın aktörü olan siyasi partilerin, DEVLETİN RESMİ
    POLİTİKALARINI örerken, merkeze HALKIMIZI almadığı, farklı ÇIKAR VE
    GÜÇ HESAPLARI üzerinden İKTİDARIN olanaklarından faydalanmak
    doğrultusunda bir rol oynadığı açıktır. Ve şimdi ülkemizdeki siyasal
    aktörlerin, neden toplumsal çelişki ve sorunlara ve halkın istemlerine
    karşı bu denli uzak olduklarını ve kitlelerin hangi mantıkla mevcut
    çelişkili duruma onay verdiklerini yada sessiz kaldıklarını
    tartışalım.

    Bir siyasi parti değildir burada kastedilen yalnızca. Yaşamımıza,
    bilincimize ruhumuza kadar nüfuz etmiş bir KABULLENİŞ VE İTAAT kültürü
    ve bunu sürekli kılan KORKU TOPLUMUNA VE POLİS DEVLETİ’dir.

    Korkularımız üzerinden, sürekli bir biçimde kendimize ÖTEKİLER
    yaratıyor ve o ÖTEKİLER üzerinden kendi korumacı-statükocu tavrımızı
    ve bağnaz tutumumuzu derinleştiriyoruz.

    Diyalog kapılarını kapatıyor, meselelerin özünü tartışma şansını
    kaçırıyoruz.

    Öyle ya, meselelerin özünü tartışabilecek bir olgunluk ve rahatlama
    düzeyine asla gelemiyoruz.

    İç ve dış düşmansız yaşayaman bir devlet örgütlenmesi ve onun resmi
    ideolojisinin paralelinde bizler de benzer çıkmazlar yaşıyor ve sürekli
    olarak üretilen çelişkilerde boğulup gidiyoruz.

    Yaşamın belli bir sistem içerisinde ilerlediği Avrupa ülkelerinde, en
    sağından en soluna tüm siyasi partilerin ortaklaştığı birşey vardır;

    HALKA HİZMET GÖTÜRMEK… DAHA YAŞANILIR BİR ÇEVRE VE SOSYAL ORTAM
    YARATMAK… YAŞAMI DAHA GÜZEL KILMAK…

    Politik tercihler değişse de Avrupalılar oy verirken, KİM GELECEĞİ
    MEVKİYİ HAKEDECEK DÜZEYE SAHİP diye düşünür ve oyunu ona göre
    kullanır. Ve Oturmuş bir kitlesi vardır her partinin ve her partiyi
    oluşturan güç TABANIN KENDİSİDİR.

    tÜRKİYE’DE HERŞEYİN tavandan dikte edildiği GERÇEĞİNİ HESABA KATARAK
    DÜŞÜNÜRSEK, BİZE DÜŞEN VATANDAŞLIK GÖREVİ, YUKARIDAN DAYATILAN VE
    BELİRLENEN KİŞİLERE, SIRF SAVUNDUĞUMUZ PARTİ YÖNETİMİ VE HATTA
    BAŞKANI ÖYLE İSTİYOR diye ONA OY ATMAK, ONU SEÇMEK…

    Halbuki mevcut seçim sistemine baktığımızda zaten o parti barajı
    geçiyorsa biz oy kullanmasak da ilk iki veya üçüncü sıraya kadar
    milletvekili çıkarabiliyor.

    Yerel seçimler için ise, yörenin belirlediği aday genel başkan tarafından
    lağvedilip devre dışı bırakılıp, merkez yanlısı adaylar
    gösterilebiliyor.

    Tamamen anti-demokratik bir kurum haline gelen ve sözümona DEMOKRASİNİN
    GARANTİSİ-GÜVENCESİ olan siyasi partiler, seçimlere, DEVLETİN
    İMKANLARINI BİR RANT ARACI GÖREREK VE ONDAN MAKSİMUM DÜZEYDE FAYDALANMA
    AMACIYLA giriyorlar.

    Hizmet üretiminin arkasında bile HALKA HİZMET değil esas.

    Daha fazla mal kaçırmak, daha fazla parsa toplamak…

    Hal böyle olunca KİRLİ DÜZENİN KİRLİ SİYASETİNİN KİRLİ ÇARKLARINA
    uzak kalmayı isteyen halkımız, alışılagelmiş bir biçimde babadan kalma
    alışkanlıklara devam ediyor ve her seçimde gidip oyunu kullanıyor ötesine
    de karışmıyor.

    Bir hesap sorma mekanizması olmadığı için de SEÇTİĞİ KİŞİNİN
    YANLIŞLIKLARINA TABANDAN BİR MÜDAHELEDE DE bulunamıyor.
    Hiçbirşeyi değiştiremeyeceğini düşünerek, kendini çaresiz hissediyor
    ve TEK BAŞINA NE YAPABİLİRİM Kİ diyerek kurulu düzenin dönen çarkına
    müdahele etmeden başına gelen tüm olumsuzluklara katlanmak pahasına susup
    oturuyor.

    Dönem dönem ortalık kızışınca da, öteki parti ve taraftarlarına ateş
    püskürüyor, tepki gösteriyor ama pratik anlamda rahatsızlığını ifade
    edeceği bir alan yaratmıyor.

    Gidip savunduğu siyasi partide politika yapmıyor, aktif rol almıyor.

    Birileri de uyanık davranarak halkımızın bu İCAZETİNDEN ACİZLİĞİNDEN
    faydalanıyor…

    Demokrasi, SEN BANA OYUNU VER BEN DE SENİN ADINA BİRŞEYLER YAPAYIM demek
    değildir. Ama maalesef ülkemizde aksak ağır ve aciz bir demokrasi olduğu
    için demokrasi kurumları da bu şekilde işlemektedir.

    Ve bizler, zaten yolsuzluklara, namussuzluklara, zamlara, vergi kaçaklarına,
    hortumlamalara,adam kayırmalara, torpile, insan hakları ihlallerine
    alışkın bir toplum olduğumuz için artık bu kavramları NORMAL sayıyoruz
    ve bunun üzerinden OYUM BOŞA GİTMESİN diyerek, ülkesine ve halkına
    verecek hiçbirşeyi olmayan siyasi partilere OY veriyoruz.

    Biliyoruz hiçbirşey değişmeyecek. Ama birimiz AMAN TÜRBANIMA
    ELLEMESİNLER, DİNİMİ YERE SERMESİNLER, DİN DÜŞMANLARI KAZANMASIN
    diyerek koşuyor partisine oy veriyor, diğeri de AMAN ŞERİATÇILAR,
    BÖLÜCÜLER, İRTİCACILAR, CUMHURİYET VE LAİKLİK DÜŞMANLARI BENİ NAMAZA
    ORUCA KAPANMAYA ZORLAMASIN İÇKİME KARIŞMASIN ÜLKEMİ BÖLMEYE KALKMASIN
    diye gidiyor oy veriyor partisine.

    Zaten başkaca da bir beklenti içine girme duygusunu ve inancını yitirmiş.

    Ekmeğin günden güne küçüldüğü ve ülkenin büyük bir sosyal yıkım
    yaşadığı, siayasal alanın militarist-darbeci etki altına girdiği,
    gericileştiği, bağnazlaştığı ve yozlaştığı bir süreçte, temel
    haklar ve özgürlükler noktasında tamamen teslimiyetçi bir tavır ortaya
    koyuyor Türkiye insanı.

    Bu anlamda, bazı sonuçlar üzerinden tartışmaya devam edelim….

    Siyaset neden bu hale geldi?

    İnsanlarımız geleceğinden umutsuz ve hiçbirşeyin daha iyiye gideceğine
    inanmıyor fakat neden halen kendisini karanlığa ve açlığa kurban eden bir
    düzeni sorgulamaktan onun dışında düşünmekten ve kendi alternatifini
    yaratmaktan bu denli uzak duruyor?

    Önüne konulanlar üzerinden algıladığı ülke sorunlarına karşı bile
    yeterli duyarlılığı ve eylemsel tepkiyi veremiyor…

    Neden?

    Ve neden, düzenin yarattığı kamplaşmalarda zihinsel anlamda bu denli
    gönüllü ve aktif bir refleks gösteriyor?

    Kendisinden farklı düşünen, farklı görünen, farklı inanan ve farklı
    politik tercihlerde bulunan insanlara karşı neden çok sert ve düşmanca
    tepkiler veriyor?
    mevcut sistemin işleyişini ve kendini örgütleme biçimini çözmek bu
    soruların yanıtını bulmamızı da sağlayacaktır.

    Düşünmeye ve sorgulamaya davet ediyorum sizleri…

    Umutsuzluğun ve inançsızlığın kök saldığı, adalete olan güven
    duygusunbun köreldiği ve insanların gelecek kaygısı taşıdığı bir
    ülkede, ezilen tüm kesimlerin, birbirine düşman olmasını açıklamak ve
    mevcut statükoya boyun eğmelerinin nedenini ortaya koymak oldukça önemli.
    İşsiz Türk, topraksız Kürdü sevmez, Vergi borcuna batan Sünni Esnaf,
    asgari ücrete mahkum yaşayan Aleviyi sevmez, biri birine DİNSİZ, öteki
    diğerine YEZİT der. Biri birine BÖLÜCÜ diğeri ötekine DUYARSIZ ZALİM
    KATİL der. Biri birine NAMAZ sorar öteki berikinin TÜRBANINA takar bu böyle
    sürer gider.

    Halbuki emekçilerin ve yoksul ezilen halkların çıkarlarının ortak olduğu
    açık bir gerçektir ve HAK MÜCADELESİ verildiği ve yuttaşlık bilinciyle
    biraraya gelindiği takdirde EKMEĞİMİZ VE ÖZGÜRLÜKLERİMİZ de
    çoğalacaktır.

    Birlik ve dayanışma duygusu bu anlamda oldukça önemlidir.

    Ama empati kurma ve birbirimizi anlama noktasında
    SİYASAL-KÜLTÜREL-DİNİ-ETNİK-DÜŞÜNSEL ayrışmalar yüzünden ciddi
    açmalar yaşamaktayız.

    Evet, işte bu çelişkiler üzerinden sizleri düşünmeye sorgulama ve anlama
    çabasına girmeye davet ediyorum.

    Düşünmek, ve doğru halkayı yakalayarak, meselelerin özüne inmek,
    ÇARPITILAN ÜSTÜ ÖRTÜLEN BASKILANAN VE GİZLENEN GERÇEKLERİN ortaya
    çıkması ÖZGÜR EŞİT ADİL VE MÜREFFEH BİR DÜNYA YARATILMASI için
    elzemdir…

    Sevgiyle ve dostça kalınız…

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin