RSS Feed for This Post

Yassı Tavuklar ve ordu

20080731_derindusunce_org_yassi_tavuk.jpg İstanbullu Karadeniz gezisine çıkmıştı. Bir köy yolunda ilerlerken önüne aniden fırlayan bir tavuğu eziverdi. Tavuğun sahibini bulup tazmin edebilmek için ezilmiş tavuğu bagaja koydu ve  köye yöneldi. Köylüler muhtarı çağırdılar. Bagajdaki tavuğu gören muhtar :

  • – Kimseye para vermeyin, bu tavuk bizim köyden değildir.

Köylüler şaşkın:

  • – Nasıl bildin?
  • – Bizim köyde yassı tavuk yoktur!

Bizim alaturka solcularımız aralarından darbeciler, ırkçılar, faşistler çıkınca “yok canım, olmaz öyle şey, bizim köyde yassı tavuk yoktur” dercesine gözle görüneni inkâr ediyorlar.

Alaturka solcularımız AKPli zannedilmekten öylesine korkuyorlar ki darbecilere hizmet eden bir sessizlikle Ergenekon konusunda hâlâ “tarafsız” kalmaya çalışıyorlar. Acaba bir gün tecavüz edilen bir kadın görseler “tarafsız” mı kalacaklar?

“Ne darbe ne AKP” diyorlar sanki Darbeci Halk Partisi diye bir parti seçimlere girmiş de AKP’nin oylarını alıyormuş gibi. Büyük şehirlerde cephanelikler oluşturulmuş, kürtçü, islamcı maskeleriyle cinayetler işlenmiş, Alevî kıyımlarına PKK isyanı süsü verilmiş. Ama alaturka solcularımız tarafsızlarmış. Sevsinler!

Muhafazakârların Susurluk ile imtihanı

Demiştik ya, aynı kumaştanız diye. Alaturka Hizbullah’ın Ergenekon ile bağlantısı ortaya çıkınca ZAMAN’daki haberin altına birisi matrak bir yorum bırakmış “dindarların arasından terörist çıkmayacağını başından beri biliyordum zaten”. Ne güzel. ALLAH’ıma şukürler olsun! Bizim köyde de yassı tavuk yokmuş. Bütün dinci terörü yapanlar gayrı müslimmiş. Hoop, temizlendik, bitti. Zaten PKK’lıların da hıristiyan olduklarını öğrendiğimizde de ne kadar rahatlamıştık. Hele başbakanlığa bağlı Türk Tarih Kurumu (eski?) başkanı Halaçoğlu Alevilerin Mars’tan, Ermenilerin de Venüs’ten geldiğini “bilimsel” kafatası tespitleriyle ortaya koyduğunda(!)

Susurluk skandalı ortaya çıktığında muhafazakâr müslüman kesim geçer not alabildi mi? Hayır. ASALA ile mücadele eden “kahramanların” bir iki şımarıklığına” göz yummaya hazır bir tavır sergilediler. Ya PKK ile mücadelede yapılan “şımarıklıklar” ? Köy yakmalar? Askerî hapishanelerde yapılan işkenceler? Hakkaniyeti savunan bir dine inananlar nasıl oldu da bu zulümü kabul ettiler? Hem de onların vergileriyle beslenen bir ordu söz konusu iken? bu durum bizi gırtlağımıza kadar bu günahların suç ortağı yapmaz mı?

Filistinliler için ağlarken Kürtler için “kurunun yanında yaş da yanar” diyebilenlerin bu tutarsız duruşu kendini solcu zanneden Nasyonal Sosyalistlerimizin Kemalizmine ne kadar da benziyor!

Ergenekon sürecini eleştirelim

İddianameyi eleştirmeye soyunanlar sizin ve benim gibi aynı havayı soluyorlar ama (Cem Yılmaz’ın dediği gibi) içeride ona ne yapıyorlarsa davaya “bu bir siyasî çekişmedir” demekten başka bir şey akıllarına gelmiyor. Hani utanmasalar “savcı cimbomlu, Selçuk ve Küçük ise Fenerbahçeliydi” diyecekler.

Darbe planı yapmak yasak da darbe yapmak serbest mi? Küçük ve saz arkadaşları suçlu da Kenan Evren masum mu? Cinayete teşebbüsten adam tutuklarken başarılı katillerin ortalarda gezinmesi normal mi? Ya Necdet Sezer? MİT raporlarını hiç mi görmedi? Neden Sezer Küçük ile birlikte değil?

İddianamedeki “Ergenekon çetesinin MİT ve TSK ile ilgisi yoktur” ifadesi “bizim orduda yassı tavuk yoktur” gibi kokmuyor mu? Meğer bombalar Bulgar ordusunun malıymış, emekli generaller ve diğer subaylar sanki Ermenistan’da okumuş. Sanki 12 eylül darbesini yapanlar veya başbakan öldürenler birer işgal ordusuymuş. Sanki 27 Nisan’da hükümeti bir darbe ile tehdit eden Genel Kurmay Başkanı Madagaskarlıymış!

Her Türk Neden Fransız Doğar?

Napoleon fetih projelerini ucuza mâl edebilmek için vatan ve millet sevgisinin sömürüsüne dayalı zorunlu askerlik sistemini kullanmıştı. Paralı askerlere yüksek maaşlar ödemek yerine zorla askere aldığı insanlara şeref, onur, madalya ve vatan için ölme imkânı vaadediyordu. Hıristiyanlık dininden devşirilen şehitlik (martyr) kavramı sömürüldü; Tanrı yolunda ölmek ile Fransa için ölmek aynı kefeye kondu.

Daha 5 Eylül 1798’de Jean-Baptiste Jourdan tarafından hazırlanan bir kanunda “Bütün Fransızlar askerdir ve vatanlarını savunmak zorundadırlar” denilmişti. Ulus Devlet ne kadar ulusal adlı yazımızda detaylarıyla aktardığımız gibi aslında “vatan için ölme” kavramı endüstri devrimi’nin yol açtığı yeni savaşma yöntemlerine Fransa’nın cevabıydı:

  1. Endüstri devrimi “sayesinde” 1800’lü yıllardan itibaren savaşlar da hızla endüstrileşti. Örneğin Hiram Maxim dakikada 500 mermi atabilen ilk makineli tüfeklerden birini icad etti. Bu bir tek askerin 100 tüfeğe eşit bir ateş gücüne sahip olması demekti. Gene bu teknik ilerleme “sayesinde” acemi bir asker çok sayıda profesyonel askeri öldürebiliyordu.
  2. Patlayıcıların askerî kullanımı yaygınlaştı. Süvari taarruzları gibi ustalık ve kahramanlık gerektiren manevraların savaşın sonucu üzerindeki etkisi azaldı.
  3. Fabrikalarda hızla ve ucuza üretilebilen silahlar ile sıradan vatandaşları donatmak ve büyük ordular kurmak çok daha ucuz, kolay ve hızlı bir hal aldı,
  4. Trenin yaygınlaşması sayıca çok büyük orduları şehirlerden savaş alanlarına taşımayı bir sorun olmaktan çıkardı,
  5. Telegraf sayesinde uzak cephelerde savaşan orduların idaresi mümkün oldu.

Aradan iki asır geçti. Nükleer silahlar, uzun menzilli füzeler, terörizm ve asimetrik savaş devletlerin tehdit algısını kökünden değiştirdi. Bütün gelişmiş ülkeler ordularını büyük reformlarlara tabi tuttular.

Oysa TSK 600 bin civarındaki askeriyle zorunlu askerlikten beslenen “etten duvar” prensibine dayalı formatta kaldı. 1930 model ulus devlet ordusunu da zamanda dondurdu. Ne var ki Birinci dünya savaşında sıkça rasladığımız, temel stratejisi “saturation” olan ve yüzbinlerce askerin ölümü ile sonuçlanan Çanakkale

tarzı savaşların modası çoktan geçti. Üstelik Osmanlı’nın 1914-1918’deki askerî çöküşü etten duvar stratejisinin sınırlarını gösterdi. Ama biz Birinci Dünya Savaşı’ndaki hezimeti unutmak için kendimizi aldattık. Kaybettiği eşekleri bulan garip misali çanakkale cephesi ve Anadolu ile sınırlı kalan Kurtuluş Savaşı’nı (ki bunlar birer fetih değil müdafadır) yücelttik.

Tarihi ders almak için değil kendini kandırmak için okuyan her toplum gibi ulus-devletimize paralel olarak “ulus” da dondu kaldı zaman içinde. “Orduyu yıpratmayalım” takıntısıyla her türlü eleştirinin dışında tutmaya çalıştığımız ordumuz dünyanın gelişmiş ordularıyla boy ölçüşebilir mi bugün? Bütçesini bile hâlâ sivillerin denetiminden kaçırabilen bir TSK 1915’lerin topyekün savaşlarına girmeden, ülke ekonomisini sarsmadan uluslararası arenada çıkarlarımızı savunabilir mi?

Militarizm hastalığı adeta genlerimize işlemiş. Zorunlu askerlik yüzünden oğlunu askere gönderen her aile kendini “ordu mensubu” hissediyor bir parça. Muhafazakârların “Peygamber ocağı” gibi kutsallaştırma çabalarından tutun da yobaz laiklerin “Ordu göreve” diye darbe çağrısı yapmasına kadar milletimizdeki silahlı-üniformalı devlet memuru fetişizmi hastalıklı bir bakış sergiliyor. “Oğlumun hangi koşullarda öldüğünü bilmek istiyorum” diyen yadırganıyor, “bir oğlum daha olsa onu da gönderirim” diyen alkışlanıyor.

Farkında olmadan savaş tanrısı Mars’a tapanlar bu “hata yapmaz ve asla hesap vermez” kurumun her derde deva, Esirgeyen, Bağışlayan bir ilah gibi olmasını bekliyorlar… Hâlâ.

Trackback URL

  1. 14 Yorum

  2. Yazan:elif dedim Tarih: Ağu 4, 2008 | Reply

    Hic boyle bir yazi okumamistim.
    Cok cesur bir yazi tebrik ederim…
    Sayin yazar sadece sunu sormak isterim…
    Etten duvar stratejisine ben de katilmamakla beraber, bu mantalitenin devam ediyor olusu, ordumuzun teknolojiyi takip etmiyor oldugunun gostergesi midir?

    saygilarimla

  3. Yazan:Mehmet Yılmaz Tarih: Ağu 5, 2008 | Reply

    elif hanim elbette iyi gelismeler var
    son yillarda, radar, uydu ve füze teknolojisine
    egildi savunma bakanligi, böylece biraz daha
    “gören” bir ordumuz olacak yakinda, kör bir devden iyidir.

    ama en dogrusu silahsiz bir dunyadir, mumkundur ve gereklidir.

    muhabbetle

  4. Yazan:snowqueen Tarih: Ağu 5, 2008 | Reply

    Mehmet Bey sizce AKP anti-militarist mi?
    Yoksa sadece ordu onun arzu ettiği ideolojide olmadığı için mi sorun teşkil ediyor?

    Bu sorunun cevabı bile “ne darbe ne AKP” sloganını açıklayabilir.
    Kaldi ki insanların böyle bir hakkı var. Kırk katır ve kırk satır arasında seçim yapmak önümüzdeki tek seçenek gibi sunulamaz.
    “radar, uydu, güze, nükleer silah” teknolojililerine karşıysa insan
    “ne darbe ne AKP” demekten başka bir yol göremiyorum.

    Militarizm hastalığından bahsediyorsak, “şehit” diye bir kavram neden var? Peygamber ocağı diye kutsallaşıyorsa altında militarizmi besleyen dini nedenler de var. “ulus”un karşıtı “ümmet” bilinci anti-militarizm mi getiriyor?

    Asker ne kadar Mars’ın oğluysa, AKP de Mars’ın oğlu.
    Aynı ölçüde erkek egemen bir zihniyetin timsalleri ve dünya üzerindeki tecavüzcüleri.
    Mars’ın oğulları egemenlik için çatışırken başkaları Venüs’ün
    oğlu/kızı olmak istiyor:)

  5. Yazan:Cüneyt Tarih: Ağu 5, 2008 | Reply

    Bu tür yazilar son dönemlerde cok yaziliyor, fakat bu da hakikaten iyi olmus. Bilhassa PKK anli sanli Türk ordusunu -kismen sonradan ögrendigimiz mide bulandirici planlar cercevesinde- madara edince özel kuvvetler, meslekî askerlik vs. konulari da tartismaya acildi.

    Etten duvar prensibi hakkinda birkac rakam vereyim, sirf meraktan baktim:

    1000 kisi basina düsen asker sayisi:
    Amerika: 3,4
    Fransa: 2
    Ingiltere: 1,86
    Cin: 1.7
    Türkiye: 8,6

    Rakamlari görünce resmen dudagim ucukladi. Üstüne üstlük “Nato’nun en büyük 2. ordusu” diye sisindigimiz orduyla yukaridaki diger ülkelerin ordu mevcutlari karsilastirilinca saka gibi geliyor insana. Fransiz ordusu hepi topu 134.000 askere sahip, Ingilizler daha da acinasi durumda, adamcagizlarin 108.000 askeri var.

  6. Yazan:elif dedim Tarih: Ağu 5, 2008 | Reply

    Sevgili Yazarim

    “böylece biraz daha “gören” bir ordumuz olacak yakinda, kör bir devden iyidir.”

    ilginc tespitleriniz var…
    Tesekkurler…

    Not :Elif dedim rumuzu; “yolun basindayim, alinacak cok yol var” manasinda bir rumuzdur. Cinsiyetle alakasi yoktur.

    selam ve dua ile…

  7. Yazan:suzannur Tarih: Ağu 5, 2008 | Reply

    Silahsız bir dünya temennisiyle yazılmış yassı tavuk ironisi. hakikaten ilginç olmuş.
    Profesyonel askerliğe geçmenin hala suç gibi algılandığı ve en küçük birime kadar askerliğin olmazsa olmaz şart görüldüğü bu ülkede hala sayıyla savaşı yenebileceğimiz sanısı var. Kemiyet olsun da nasıl olursa olsun anlayışı. Ha, bir de askere gitmek istemeyenleri de doğduğuna pişman eden bir askeri yapılanmamız var.
    Sen misin Fransız doğmayan hesabı.
    Avrupa’nın (dünyanın mıydı?) 3.büyük ordusuyuz ya, Avrupa Avrupa duy sesimizi’yi boşuna demiyoruz biz!
    Bilinçaltı korkularımız, iştahlarımız, kolektif hafızamız neler istiyor neler?
    Çanakkale’yi tam bir zafer olarak görürken orada şehit olan insanların, dönemin en iyi zekaları olduğu hiç dile getirilmiyor. Ya o insanlar yaşasaydı, nasıl bir ülkede yaşıyor olurduk acaba? Beni en çok burası düşündürür. Salt zafer değil.Düşünmesi bile abes aslında, sonunda her şey farazi ham hayal olarak kalmak zorunda artık.

  8. Yazan:selim Ayhan Tarih: Ağu 5, 2008 | Reply

    Bir Belgeselde İzlanda yı izledim. Tarih yapacak bir karış toprağa sahip değiller. Hiç bir maden zenginliği yok. Ülkenin tamamı kar ve buzlarla kaplı. Fakat ekonomisi çok güçlü, kişi başı milli geliri bizden yüz kat iyi, konut, altyapı, işsizlik sorunu yok. Çünkü askeri harcamaları yok..
    Ülkemizin stratejik konumu, üç tarafımızın düşmanlarla çevrili olduğu, Ülkemize göz dikenlerin aç gözlülüğü gibi bahanelere saygı duyarım ama Ben de İnsani değerlerime saygı duyarak yaşamak isterim. çok mu şey istedim.

  9. Yazan:fizikci Tarih: Ağu 5, 2008 | Reply

    Konuyla ilgili güzel bir yazı:
    http://www.aksiyon.com.tr/detay.php?id=30869

    Genlerimize işleyen militarizmle ilgili güzel bir tesbit var bu yazıda. Hepsini okumaya vakti olmayanlar için o kısmı alıntılayayım:

    14 yüzyıllık İslam dünyası, bunun 10 yüzyılında dünyaya hâkim olmuş. Bu sizin de görüşünüz aynı zamanda. Bugün ne oldu da İslam dünyası bu noktaya geriledi?

    Doğru, İslam medeniyeti, dediğiniz şekilde 10 asır birinci derecede İslam dünyasını temsil etti. Medeniyet dediğiniz olgu kompleks bir olgu. Bir anda ortaya çıkmaz. Aşama aşama ortaya çıkar. Gerileme dediğimiz şey de aynı şekilde kompleks bir olaydır; yine aşama aşama gerçekleşir. Tabii bu geri kalmanın pek çok sebebi var. Ama öncelikle dışarıdan gelen saldırılar, ki bunlar bizleri zayıflattı belli bir zaman sonra. Mesela Haçlı Seferleri, ilk başladığında 200 yıl aralıksız devam etti. Daha sonra Moğol istilası Haçlı Seferleri ile beraber gelmeye başladı İslam dünyasının üzerine. Tabii sürekli saldırıya maruz kalma ya da o tehlike içinde yaşama, ister istemez yönetimi askerlere vermenize neden oluyor. Dolayısıyla varlığınızı koruyabilmeniz için gücü temsil eden insanlara veriyorsunuz yönetiminizi.

    İdare pazılara verilince yani kafaya, beyne, akla verilmeyince o zaman tabii gerileme meydana geliyor kaçınılmaz olarak. Benzer durumu bu çağda da yaşadık. Mesela İsrail kurulunca, İsrail tehdidi ortaya çıkınca değişik Arap ülkelerinde askerî devrimler yaşandığını gördük. Bu tabii bir refleks olarak, ümmet böyle bir tehlike ile karşılaştığında yönetimi akla ve mantığa değil de gücü ve pazıları temsil eden kaynaklara veriyor. Yani askerî idarenin yönetimlere vaziyet etmesi toplumun da askerleşmesine, her şeyin o boyayla boyanmasına sebep oluyor. Bu da içtihadın, üretimin, yeni şeyler ortaya koymanın durması anlamına geliyor. Dolayısıyla o fikrî hareket durunca, nasa yani metinlerin zahirine takılıp kalıyorsunuz. Çünkü onlardan bir şey üretecek kafa, akıl kalmıyor.

  10. Yazan:MY Tarih: Ağu 5, 2008 | Reply

    @snowqueen,

    “Mehmet Bey sizce AKP anti-militarist mi?
    Yoksa sadece ordu onun arzu ettiği ideolojide olmadığı için mi sorun teşkil ediyor? “

    akp ne militarist ne de anti-militarist. AKP Türk milletinin aynasi. Onun için bu kadar çok oy aliyor. iyi ve iyilestirilmesi gereken taraflariyla halka çok benziyor AKP.

    Türkiye’de yasayan insanlarin önemli bir kisminda ordu hayranligi, üniforma ve silah fetisizmi var.

    Simdi AKP bu “bozukluklarin” bir saptamasini yapsa ve “EY TÜRK MiLLETi, Biz sizi oldugunuzdan daha demokrat yapacagiz… Tabiki devlet Gücüyle” demis olsa ne olur?

    AKP’nin dogrularinin bütün halka dayatilmasi eninde sonunda kemalizm, stalinizm veya Humeyni’nin Iran’ina döner ki bunlarin birbirinden bir farki yok. Yani demokratlik veya ANTI-MILITARIZM gibi bir sey bile ZORLA DAYATILMAMALI.

    cünkü biz bu degerlerin iyi olduguna inansak bile herkese dayatamayiz. Tartisma kanallari açik olmali. Ama bu bir hükümetin yapabilecegi bir sey degil. Biz siradan insanlarin görevi.

    “Ne Darbe Ne AKP” slogani yanlis. Dogrusu
    “ne AKP ne CHP, üçüncü bir yol istiyorum” olmaliydi. Hala ne isteMEdiginizi söylüyorsunuz, istediklerinizi ve onlara ulasma
    yollarini projelestiremediginiz için AKP
    yoluna dosdogru devam edecek. Siz ise
    Gülenofobi ve Amerikanofobinin dehlizlerinde
    kaybolacaksiniz.

    Bu konuda mutlaka okumaniz gereken bir yazi var:

    http://www.derindusunce.org/2007/02/27/nehemyadan-selam-getirmisem-deeermisiiim/

    Degerli yazarimiz Metin Bey’in yazdigi gibi bir tür düsünce tuzagi içindesiniz. Bu durum sizin saglikli düsünmenize MUTLAK bir engel teskil ediyor:

    “Ne Arabım, ne Ermeni; İttihatçıyım İttihatçı.

    2. Ne sağcıyım, ne solcu; futbolcuyum futbolcu.

    3. Ne Doğuluyum, ne Batılı; köprüyüm köprü.

    4. Ne gelişmişim, ne gerikalmış; azgelişmişim azgelişmiş.

    5. Ne emperyalistim, ne sömürge; arada kalmışım arada.

    6. Ne mozayiğim, ne ebru; McBurgerim McBurger.

    7. Ne laikim ne seküler; laikçiyim laikçi.

    8. Ne demokratım, ne liberal; cumhuriyetçiyim cumhuriyetçi.

  11. Yazan:elif dedim Tarih: Ağu 5, 2008 | Reply

    Orduda ki guc, sayisal cokluga degil, orduyu olusturan her bir ferdin icindeki derin manevi dunyasiyla ilgili olduguna inanirim. Kisaca bunu iman gucu olarak adledeyim.

    Aksi takdirde Bedir savasini, Mute savasini, Canakkale savasini vs… aciklayamazsiniz.

    Tabi ki teknolojik gelismelerin takibi, ve dusmanlarin silahlariyla silahlanma tedbir amaclidir ve bir nevi fiili duadir.

    Durum boyle oldugu halde, her nedense ordumuzda dine karsi bir alerji oldugunun hissi var bende…

    Mesela namaz kilan subay istenmez, esi ortulu subay da makul gorulmez. ve hatta imam hatipli bir subay mensubu dusunulemez bile…

    Sevgili yazarim keske bu konuya da deginseydiniz…

    Sanki ordu, en buyuk silahindan bile bile mahrum kaliyor gibi geliyor bana…

    Evet Mehmet Bey “ama en dogrusu silahsiz bir dunyadir, mumkundur ve gereklidir” size katiliyorum…

    Cunku en buyuk silah imandir.

    Hakiki imani elde eden kainata dahi meydan okuyabilir…

    saygilarimla…

  12. Yazan:snowqueen Tarih: Ağu 6, 2008 | Reply

    @MY

    “ne darbe ne AKP” sloganından ben darbelere karşı olunduğu kadar dini gericiliğe ve hatta neoliberal politikalara da karşı olunduğunu anlıyorum.

    “Gülenofobi” diyerek Fethullah Gülen cemaatini eleştirmenin paranoyakça bir tavrı olduğu ve bunun “yersiz korku” anlamına gelen
    “fobi” olduğunu söylemek ve bunların dehlizlerinde kaybolmak tanımı biraz yanlı olmuyor mu?
    Sizi rahatsız etmeyen beni rahatsız ediyorsa ve bunu tehdit olarak algılıyorsam ortada bir sorun var demektir.

    AKP Türk milletinin aynası mı gerçekten? AKP’li olmayan o milletten değil mi?

    Savaşsız bir dünya temenni ediyorsak daha da ileri götürüp nükleer silahlara zemin hazırlayan nükleer enerjiye de karşı oldğumu yazmıştım daha önce. Savaşları hazırlayan zeminleri ve onların teknolojilerini eleştirmeden antı-militarist olmak bana pek yararlı gelmiyor. Silah sanayine de karşı çıkalım ama bu Amerika’nın pek hoşuna gitmeyecektir. Amerikafobi yapmayın demekle olmuyor.

    Militarizmin diğer bir özelliği de ataerkil bir zihnin ürünü olması.
    Buna da karşı çıkmadan anti-militarist olunmaz.
    Nİye silah taşır insan? Bunun altında yatan arkaik savaşçı imaj
    ataerkil zihinden başka neyle açıklanabilir?
    Şehitlik kavramını ortaya atan din adamları da sapına kadar militarist aynı zamanda bir o kadar ataerkildi.
    Bedir savaşını yapanı özlemle anıp Kemalist diye TC ordusunu “anti-militarizm” adına eleştirmek bence tutarlı olmaz.

  13. Yazan:Mustafa Akbas Tarih: Ağu 7, 2008 | Reply

    Sistem korku üzerine kurulmus ve herzaman bir korunma ihtiyaci yaratilmak isteniyor. Cogu sorunun askeri bir cözum yolu yok. Ordunun devlet icinde devlet olmasi derhal son verilmeni. Kendisine hür iradenin disinda görev veren ordununu faydasi yok.Egitilmis askerlerin yanlisi görmeleri lazim.

  14. Yazan:blue Tarih: Ağu 9, 2008 | Reply

    snowqueen,

    Savaşın ataerkillikle bir ilgisi olduğunu düşünmüyorum. Hitit savaşçı kadınlarını düşünün. Lombardi düşesi, Amazon savaşçı kadınlarını düşünün. Katerina’yı, hatta Tansu Çiller’i :)… Pek imkan geçmedi ellerine kadınların, imkan geçenler de erkeklerden beter oldu. Savaşların çıkma sebebi büyük ölçüde insanın içindeki kötülük dürtüsüdür bence. John Milton’ın, Bertrand Russell’ın, Aristophanes’in, William James’in yalancısıyım. Aynı dürtü kadında da var, imkan verilmemiş…

  15. Yazan:çuvaldız Tarih: Ağu 13, 2008 | Reply

    Terör ve Teröre Yöneltici Kimyasal Maddeler

    Asker Hastalığı

    Amerikan iç savaşında (1861-1865) ve Alman-Fransız savaşında (1870-1871) morfin, ağrı kesici olarak deri altına enjekte edilmek suretiyle askerler arasında yaygın biçimde kullanıldı. Kırık, yara ve yanık ağrılarını gidermesi, askerde rahatlama duygusu uyandırması üzerine de gittikçe yaygınlaştı. Fakat aynı askerler, cephe gerisine alındıklarında baş ağrısı, titreme, bulantı, kusma, kasılma göstermeye başlıyorlardı. Bu klinik tabloya ” Soldiers Disease (Asker hastalığı)” adı verildi. Daha sonra, bu klinik tablonun, ağrılarına morfin tedavisi uygulanan yaralı askerlerin morfin bulamadıklarında maruz kaldıkları kriz olduğu anlaşıldı.
    http://www.yeniumit.com.tr/yazdir.php?konu_id=273

    Oldukça ilginç bir yazı olarak gördüğüm ve okuduğumda da Mehmet bey’in bu yazısında işaret ettiği bazı hususları hatırlattığı için buraya eklemek istedim.
    Bağımlılık yapan ve bulunamadığı zamanlarda krize sebep olan şeyin sadece bu tip maddeler olmadığı muhakkak.İnsanda bağımlılık yapan bir takım düşünceler de olabilir.Ömrünün neredeyse tamamını her an savaşacakmış gibi hazırlık yaparak geçiren, düşman profili ve onun saldırı projelerini bizzat bir “düşman” psikolojisi ile düşünmeye koşullanmış biri bu düşünce tarzından emeklilik döneminde nasıl kurtulabilir ki;balık tutarak,çiçek besleyerek ya da resim yaparak mı?Hiç sanmıyorum,bu tip düşünceleri terk edebilmenin(bırakabilmenin)ön koşulu kayıtsız şartsız “şiddetin ve onun her çeşidinin insan sağlığı için zararlı”olduğunu kabul etmektir.Sivil olmanın anlamını bile bilmiyorken bu mümkün olabilir mi?
    K.Irak operasyonu gündemde olduğu dönemde neredeyse tüm tv kanallarının kadrolu elemanı olan ve görüşlerine başvurulan emekli askerlerin tavırları bu yazıda bahsedilen “asker hastalığı”a sahip olduklarının emarelerini açık seçik gösteriyordu..Yine aynı hastalığa tutulmuş olma ihtimali oldukça yüksek görünen bazı emekli askerlerin adlarının, Ergenekon”gibi faaliyet alanı oldukça geniş kapsamlı düşünülmüş bir örgütün içinde geçiyor olması hiç de akıl almaz olmuyor bu durumda.

    Militarizm hastalığı adeta genlerimize işlemiş. Zorunlu askerlik yüzünden oğlunu askere gönderen her aile kendini “ordu mensubu” hissediyor bir parça.(M.Y)

    Kesinlikle, alıntı yaptığım yazıda bahsedilen ‘Beyin Yıkama Hapı LCD’ yada ‘Cesaret Veren veya Ölüm korkusunu Gideren haplar’ın etkisine sahip,genlere kadar nüfuz etmiş korkular yada kahramanlık öyküleri gibi.
    Siayasetle,ekonomiyle yada herhangi bir başka konuyla ilintili bir sorunda sokaktaki bir vatandaşa fikri sorulduğunda “endişeye gerek yok,ordumuz var,müdahale eder” demesi ne kadar makul kabul edilebilir?Damarlarda dolaşan kırmızı sıvıyı hatırlatmaya başvurmak neden hep öncelikli çaredir?
    Bir başka konuda yorumculardan biri şiddetin siyah beyaz olmadığını ara renklerinin de olduğunu yazmıştı.Çürüyen tenin morluğu yada akan kanın kırmızılığına sebep olan “siyah”şiddetin yolu;kendi kanlarını akıtarak bayrak boyayan çocukların takdir gören vatan sevgilerinin şiddetinin rengi olan “beyaz”dan geçiyor olabilir mi?

    Yine,sıkı bir hak ve özgürlük savunucusu olan ve bu kez şiddetin “cinsiyetini” keşfeden bir yorumcu,K.Irak’a yapılan saldırının çözüm olamayacağının altını çizen bir yazının altına yaptığı yorumda “operasyon hakkında henüz karar veremediğini” yazmıştı.Karar verilememiş olanın ne olduğunu anlamak zordu;ölen yada öldürülenlerin nedenleri,haklılığı mı yoksa sayısı mıydı?
    “Her savaşta zaiyat olur!”anlayışı ile yola çıkılan bir eylemin şiddet rengine karar veremezken “en kutsal olan insan hayatı” diyebilmek nasıl mümkün olabilir?Genlere nüfuz ettiğinin farkına bile varılamayan bir hastalığın etkisi ile olabilir mi?

    Deklare edilerek meşrulaştırılmış planlı programlı şiddet ile beklenmedik bir zamanda aniden gerçekleştirilen,sayısal niteliği nedeniyle katliam olarak tanımlanan şiddet eylemleri arasında hiçbir renk farkı olamaz.Kan,tüm siyah beyaz fotoğraflarda “siyah” çıkar,hangi sebeple akmış olursa olsun.

  1. 2 Trackback(s)

  2. Kas 13, 2008: Dürüst medya olur mu? : Derin Düşünce
  3. Eyl 6, 2011: Güçlü bir orduya hâlâ lüzum yok! : Derin Düşünce

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin