RSS Feed for This Post

Sağol paşam, Büyüksün!

20080416_ozkok.JPGEniştem Kirkor ablamla evlenmek için babamdan izin almaya gelmişti. Şakaklarından boncuk boncuk terler akıyordu. Yetim büyümüş olan Kirkor Gedik Paşa yetimhanesinin müdüründen başka kimseyi bulamamıştı bu zor gününde “baba” rolü için. Müdür Bey söz aldı:

“Kirkoru uzun yıllardır tanırım, dürüst çocuktur, sözünün eridir…”

Daha adam lafını bitirmeden babam kükredi:

“Dürüstlük haslet değildir, ödevdir! Dürüst diye bir adam övülmez!”

Komşu sitemiz Toplum ve Politika Enstitüsü‘nde Hilmi Özkök’e teşekkür eden yazıyı okuyunca aklıma babam geldi. Türkiye’nin geldiği noktaya bakın: Görevini/ödevini yapan genel kurmay başkanlarına teşekkür edecek duruma düşmüşüz. Yanlış anlaşılmasın, yaziya aynen katılıyorum.

Ama kendimi düşünmekten alıkoyamıyorum: Darbe planları yapan, gazetecileri fişleyen o kadar çok subay ve emekli general var ki Hilmi Bey görevini yapmış diye sevindirik oluyoruz.

Ne yapayım? Ben de teşekkür edeyim bari. Sağol paşam, milletin parasıyla alınmış, bizi koruman için sana emanet edilmiş silahları halkına çevirmediğin için sağol. Sınırları korudun, “içeri 2000 terörist girmiş, hadi benim tuzum kuru ama siz ayvayı yediniz” diye bizi korkutmadın. Genel kurmayın internet sitesinden milletvekillerimizi tehdit etmedin. Siyasete bulaşmak için seçim sandığından başka silah bilmedin. Büyüksün.

Yarın bakkaldan ekmek alırken paranın üstünü tam veren çırağı alkışlamazsam şerefsizim!

 

 Gazetecilik Neden Dibe Vurdu?

Gazeteciler bizi bilgilendiriyor mu yoksa aldatıyor mu?  Gazetecilik galiba dürüstçe yapılmasına imkân olmayan bir meslek. Çünkü birbirine zıt işlerin aynı anda icra edilmeleri gerekiyor: Habercilik, savcılık, komiklik, amigoluk…  Gazeteci kendisine bilgi verebilecek herkesle iyi geçinmek için biraz politik davranmak daha doğrusu yalan söylemek zorunda. Ama aynı zamanda ondan gözü kara bir savcı gibi olayların üzerine gitmesi, iyi bir hâkim gibi dürüst olması da bekleniyor. Bir bilim adamı gibi konuları derinlemesine irdelemesi ama sıkıcı olmadan toplumun her kesimini eğlendirebilmesi… Gazetecilerden halkı aydınlatmaları isteniyor ama aynı zamanda da halka benzemeleri. Yoksa gazeteleri satılmıyor, TV kanalları izlenmiyor. Bu koşullarda “gazeteci gibi” gazetecilik yapılabilir mi? Derin Düşünce yazarları sorguluyor…

Buradan indirebilirsiniz.

 Alaturka Laiklik: “Beni bir bir sen anladın, sen de yanlış anladın!”

Türkiye Cumhuriyeti’nde Alevîlere zorla Sünnî İslâm öğretilirken Sünnîlerin başörtüsü devlet dairelerinde yasak. Türk Ordusu’nun istihbaratı camileri ve namaz kılanları fişliyor. Hristiyan Ermenilerin ne kiliseleri, ne yetimhaneleri ne de cemaat lideri seçimleri özgürce yapılamıyor. Rumların ruhban okulları özgür değil. Yahudiler diğer gayrı Müslimler gibi askerde ayrımcılığa uğruyor. Ateistlerin kitapları, internet siteleri yasaklanabiliyor, kapatılabiliyor. Gayrı Müslimlerin alın teriyle biriktirdikleri vakıf malları 1970′lerde gasp edildi, hâlâ geri verilmiyor. Sahi Laiklik neye yarıyor? Bu kitap son yıllarda Türkiye’nin gündemine gelen, birbirinden ayrı gibi duran ama çekirdeğinde Yobaz Laiklik Meselesini barındıran konuları ele alıyor.Buradan indirebilirsiniz.

 Derin Düşünce nedir?

Sitemizde siyasetten tarihe, kadın haklarından felsefeye, sanattan bilime kadar bir çok konudan bahsediyoruz. Ama zaman zaman da kendimizden söz ediyoruz. Derin Düşünce nedir?  Sitenin geçmişi, geleceği, ortak projeler, yazar olmak isteyenlere öneriler, okunma istatistikleri… Derin Düşünce’nin bir kimliği, tarihi ve kendine has “yaşam” tarzı var. Eğer aramıza yeni katıldıysanız bu kitap “yöre halkına” kaynaşmanızı kolaylaştıracaktır :)

 Liberalizmin Kara Kitabı

Liberalizm asırlardır bir çok aşamalardan geçmiş, tarihi olaylarla kendisini imtihan etmiş bir düşünce geleneği. Değişmiş yanları var ama sabitleri de var. Bu sabitlerin içinde liberalizmin tehlikeli yönleri hatta YIKICI UNSURLARI da var. Bunları ortaya çıkarmak için “doğru” soruları sormak ve liberal perspektifte kalarak yanıt aramak gerekiyor… Büyük bir kısmı bu gelenekten olan düşünürlerin fikirlerinden istifade ederek liberalizmin kusurlarını ele alıyoruz bu kara kitapta: Adam Smith, Mandeville, John Stuart Mill, Hayek, Friedman, Röpke, Immanuel Kant, Alexis de Tocqville, John Rawls, Popper, Berlin, Mises, Rothbard ve Türkiye’de Mustafa Akyol, Atilla Yayla, Mustafa Erdoğan… Liberallere, liberalimsilere ve anti-liberallere duyurulur. Buradan indirebilirsiniz.

Maymunist imanla nereye kadar?

Evrim ve Big Bang gibi konular genellikle sağlıklı biçimde tartışılmaz. İdeoloji ve inançlar, felsefî tercihler bilim-SELLİK maskesiyle çıkar karşımıza. Özellikle evrim tartışmaları “filanca solucanın bölünmesi” veya falanca Amerikalı biyoloji uzmanının deneyleri etrafında döner ve bir türlü maskeler inmez. Madde ve o Madde’ye yüklenen Mânâ maskelenir… Oysa perde arkasında tartışılan başkadır. İnsan’a, Hayat’a dair temel kavramlardır. Sadece et ve kemikten mi ibaretiz? Yokluktan gelen ve ölümle yokluğa giden, çok zeki de olsa SADECE VE SADECE bir maymun türü müdür insan? BİLİM DIŞINDA bir insanlık yoksa Aşk yoksa, Sanat yoksa, Güzellik yoksa ve Adalet yoksa Hayat‘ın anlamı nedir? Aşık olmak hormonal bir abartıysa, iyilik enayilikse, neden birbirimizin gırtlağına sarılmıyoruz ekmeğini almak için? Neden bir çocuğa tecavüz edilmesi midemizi bulandırıyor ve neden fakir bir insana yardım etmek istiyoruz? Taj Mahal’in, Ayasofya’nın, Notre Dame de Paris’nin değeri bir arı kovanı veya termit yuvasına eşdeğer ise, Mesnevî boşuna yazıldı ise neden Hitler’i lanetliyoruz ve neden Filistin’de can veren bebeklere üzülüyoruz? Maymun olmanın (veya kendini öyle sanmanın) BİLİM DIŞINDA, psikolojik, siyasî, ahlâkî, hukukî öyle ağır sonuçları var ki…  Evrim senaryosunu kabul etmenin etik ve siyasî neticeleri ve evrimciliğin etimolojik değeri … Derin Düşünce’nin yorumcuları tarafından konuşuldu. Biz de bu sebeple söz konusu iki tartışmayı 116 sayfalık bu kitapta topladık. Buradan indirebilirsiniz.

Trackback URL

  1. 3 Yorum

  2. Yazan:TT Tarih: Nis 18, 2008 | Reply

    ..Sağol paşam, milletin parasıyla alınmış, bizi koruman için sana emanet edilmiş silahları halkına çevirmediğin için sağol.
    Sınırları korudun, “içeri 2000 terörist girmiş, hadi benim tuzum kuru ama siz ayvayı yediniz” diye bizi korkutmadın. Genel kurmayın internet sitesinden milletvekillerimizi tehdit etmedin. Siyasete bulaşmak için seçim sandığından başka silah bilmedin. Büyüksün.

    Bu teşekkürler haklı çünkü millet olarak ekabirden Özkök Paşa’nın yaptığı türden farklı muamelelere pek alışık değiliz…:)

    Bu yazıyı okurken, İsmet İnönü’nün “halk düşmanınızdır” fısıldayışı eşliğinde Ahmet Altan’ın bir yazısını hatırladım…
    (boldlar bana ait).
    ***

    Devleti yönetememek…

    Hangi zihniyet, hepimize ait olan bu devleti “kendi malı” sanabilir?
    Hangi zihniyet, devlet eliyle katillere binlerce bomba dağıtabilir?
    Hangi zihniyet, halkla devlet arasına girip bu ikisini birbirine düşman haline getirmek ister?
    Hangi zihniyet, “halksız” bir devletin zorbalıkla yaşayabileceğine inanır?
    Hangi zihniyet, bir ülkeyi yönetebilmek için cinayetlerden medet umabilir?
    Ancak, kendi çıkarlarının halkının çıkarlarıyla taban tabana zıt olduğunu gören, buna inanan, halkını “yabancı” olarak değerlendiren bir zihniyet yapabilir bunları.

    Bir tür “sömürge” yönetimi.
    Böyle bir “zihniyet” devletin içinde var bugün.
    Başka türlü Ergenekon çetesinin eline binlerce bomba teslim edilmezdi.
    Ta 1960’lardan itibaren kışkırtıcı ajanlarla üniversitelerde çatışmalar çıkarılmaz, gencecik çocuklar “darbe hazırlığı” yapabilmek için öldürtülmezdi.
    Halkın seçtikleri devrilmezdi.
    Muhtıralar verilmez…
    Hukuk darbeleri düzenlenmezdi.
    Cinayetlerin adı “vatanseverlik” konulmazdı.
    Uyuşturucu kaçakçılarıyla ortak çeteler kurulmazdı.
    Halkın parasıyla beslenen bankalar ona buna peşkeş çekilmezdi.
    Bütün bunların hepsi yapıldı.
    Ve, halk yıllarca korkutulup susturuldu.
    Binlerce kanlı oyun oynandı.
    1 Mayıs’ta kalabalıklar tarandı, üniversite kapılarına bombalar atıldı, faili meçhul cinayetler işlendi.
    Halka bir “düşman” gibi davranıldı.
    Tek amaç vardı, halkın karışmadığı bir yönetim biçimi kurmak, halkın parasını halka hesap vermeden kullanmak.

    Lockheed uçak alımında olduğu gibi “cebe atılan rüşvetlerin” yargılanmasını engellemek.
    Bütün bunlar bombalarla, silahlarla, cinayetlerle sağlandı.

    O zamanlar, Sovyetlerle çıkacak bir Üçüncü Dünya Savaşı’nda “nükleer çöplük” olması beklenen Türkiye’nin içindeki rezilliklere Amerika ve Batı tarafından göz yumuluyor, hatta bu durum destekleniyordu.
    Halkından destek bulamayanlar bu desteği “dışardan” alıyorlardı.

    O günlerde Amerika’yı eleştirmek bile suçtu.
    Amerika, “darbeleri” desteklediği sürece “en büyük müttefik” olarak selamlandı bu ülkenin egemenleri ve medyası tarafından.
    Amerika’yı eleştirenler “Sovyet ajanı” ilan edildi.

    Ama dünya değişti.
    Amerika değişti, Batı değişti.
    Artık bu güçler “darbeyi” desteklemiyor.
    Ve, onlar darbeyi desteklemekten vazgeçtiğinden beri devletin içinden birileri ve devletin medyası onları “Türkiye’yi parçalamak isteyen” düşmanlar olarak görüyor.

    Darbeleri destekleyen, cinayetlere göz yumanlar bu ülkenin “dostu” ama darbeye karşı çıkanlar “düşmanları.”

    Eğer darbe olmazsa, cinayet işlenmezse, çeteler kurulmazsa ülke “parçalanacak.”
    Onlara göre, öyle bir ülkede yaşıyoruz ki bu ülkenin bütünlüğü ancak hukuksuz bir çetecilik devletin içinde varlığını sürdürürse sağlanabilecek.
    Ancak “devlet” ve “halk” birbirinden kopartılırsa ülke “bütün” kalabilecek.
    Böyle bir saçmalığa insanları inandırabilmek için ellerinden geleni yaptılar.
    Birçoklarını inandırdılar da…

    Hâlâ, darbelerin ve cinayetlerin ülkeyi kurtaracağına inananlar var.
    Seksen yıllık Cumhuriyet, varlığını “hukukla” sürdürecek bir olgunluğa hâlâ erişememiş.

    Halkınla “düşman” olursan hukuka da düşman olursun elbette.
    Hukuktan, demokrasiden nefret edersin.
    “Adalet” sözcüğünden ödün patlar.
    Çünkü o zaman iktidarını kaybedersin, kendi halkına bir sömürge halkı gibi davranamazsın, binlerce bombayı çetecilere dağıtamazsın.

    Ve, “cumhuriyetle” çeteciliğin aynı anlama geldiğine insanları ikna etmeye uğraşırsın.
    Demokrasi ile cumhuriyeti iki zıt kavram gibi sunarsın.
    Cumhuriyet, ancak demokrasi ile bereketlenip zenginleşir.
    Aksi takdirde sokaklarında binlerce bombanın dolaştığı bir çete yönetimine döner.
    Türkiye, “halkla devleti”, “cumhuriyetle demokrasiyi” düşman eden bir zihniyetin pençesinden kurtulmak üzere.
    Dünya da bunu istiyor.
    Hayat da bunu istiyor.
    Ve, halk da bunu istiyor.
    Emin olun bu gerçekleşecek.
    Bombalar ve bombacılar hayatımızdan çıkacak.
    Halkla devlet, cumhuriyetle demokrasi barışacak.
    O vakit, bu ülkedeki yetmiş milyon insanın “normal” bir hayatı rahatlıkla sürdürebileceğini ve bunu sürdürecek olgunluğa çoktan ulaşmış olduğunu göreceğiz.

    Ahmet Altan
    http://www.taraf.com.tr/Detay.asp?yazar=6&yz=338

  3. Yazan:erkek adam Tarih: Nis 19, 2008 | Reply

    Asker olacak adam TELEKOMUN SATILMASI SAKINCALIDIR diye iki satır yazı yazardı Başbakanlığa.genelkurmayın böyle bir yazısı olsaydı Telekomu satmaya maça isterdi.Bu adamın zamanında genelkurmay genelkurmay olmaktan çıktı.Askerin bence itibarını yitirmeye başladığı tek zaman bu adam zamanında oldu.Milli ordumuzun İhanet şebekeleri karşısında elini kolunu bağlayan bu eski Genelkurmay başkanlığını hasbelkader yapmış adamı Türk milleti unutmamalıdır.
    Hayırla anmamalıdır.Asker değilim ama bence bu adam ordunun ve generallerinin hakkını bile koruyamadı.
    generalleri bir onbaşı kadar bile olamamakla suçlayan yobazın birisine dava açan Türk ordusunun 324 paşa bütün generallerinin dava dilekçesi altına bir tek bu adam imza atmadı ve şikayetçi olmadı O yobazdan.
    yani Onbaşılığı kabul eden adam olarak anılarda kaldı.Orduevlerinde adını Onbaşı hilmi diye çok duydum.Yolu açık olsun demiyorum.Küfür de etmiyorum.Bu da kıyağım olsun.

  4. Yazan:fuatogl Tarih: Nis 24, 2008 | Reply

    “Dürüstlük haslet değildir, ödevdir! Dürüst diye bir adam övülmez!”

    Goz gezdiriken søz dikkatimi cekti, yaziyi okumadim acikcasi ama… Babaniz cok dogru ve herkesin unuttugu birseyi soylemis.

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin