RSS Feed for This Post

Baykal Diyanet işleri başkanı olsun!

ibay.jpgKur’an’da baş örtmenin bulunmadığını açıklayarak herkese ilim ve irfan saçan sayın Deniz Baykal’ın Diyanet işleri Başkanlığına getirilmesini Türk kamuoyu önünde talep ediyorum. Kur’an tefsirinde bunca mütefessiri gölgede bırakan böyle büyük bir âlimin siyasetle uğraşması memleketimiz ve hatta İslam dünyası için büyük kayıptır. Bugüne kadar safsatalarla doldurulan kafalarımız onun sayesinde bir nebze aydınlandı.

Kendisinden yeni fetvalar bekliyoruz. Acaba oruç, sünnet ve namaz var mı Kur’an’da? Yoksa bunlar da Osmanlı padişahlarının halkı uyutmak için uydurduğu bir takım batıl inançlar mı?

Hacca gitmek acaba Suudi Arabistan’ı zengin etmek için bize dayatılmış bir şey olamaz mı? Bunun yerine aynı şekilde sıcak olan başka yerlere meselâ Antalya veya Bodrum’a gidilemez mi? Hem Türk’ün parası da Türkiye’de kalmış olur.

En yakın zamanda bu muazzam âlimin bir de Kur’an tefsiri yapması en büyük dileğim.  

Arz ederim.

 

Kitap tanıtan kitap 1

Kitap okumak… Jean Paul Sartre, Nazan Bekiroğlu, Toshihiko Izutsu, Henri Bergson, Mustafa Kutlu, Dostoyevski, Elif Şafak, Clausewitz, Sadık Yalsızuçanlar, Alber Camus ile sohbet etmek… Suyun resmine bakmakla yetinmeyen, su içmek isteyenler için var kitaplar. Mesnevî var, El-Munkızü Min-ad-dalâl, Kitab Keşf al Mânâ, Er-Risâletü’t-tevhîd var.  Elinizdeki bu kitap Derin Düşünce yazarlarının seçtiği kitapların tanıtımlarını içeriyor. Bizdeki yansımalarını, eserlerin ve yazarların bıraktığı izleri. Farklı konularda 44 kitap, 170 sayfa. Zaman’a ayıracak vakti olanlar için… Buradan indirebilirsiniz.

 

Aydın kimdir? Muhafaza’nın ve Değişim’in kimyası

Aydın konusu gerçekten sorunlu görülüyor. Her ideoloji, her grup kendi liderini, kahramanını aydını ilan ediyor çünkü. Tam da bu sebeple tanımından önce başka bir sıfata daha ihtiyaç duyuluyor: Reformist aydın, muhafazakar aydın, Kürt aydını, Türk aydını, vs.. Kısacası “aydın olmak” hem toprak(toplum) hem de tohum(aydın) gibi üzerinde durulup incelenmesi yazılıp çizilmesi gereken bir kavram. Değişimin adresi kabul edilen Aydın’ın tanımı konusunda muhafazakar olunabilir mi?” 130 sayfalık bu kitapta modernleşme sürecinde Aydın’ı ve Aydınlanma’yı sorgulayan bakış açıları bulacaksınız. Ama teori ile yetinmeyen,  fikrin eyleme dönüşmesini, Cumhuriyet’i, demokrasiyi ve sivil itaatsizlik olgusunu da sorgulayan yazılar bunlar. Buradan indirebilirsiniz.

 İslâmcılık, Devrim ile Demokrasi Kavşağında

Müslümanca yaşamak için devletin de “Müslüman” olması mı gerekiyor? Bu o kadar net değil. Çünkü İslâm’ın gereği olan “kısıtlamaları” insan en başta kendi nefsine uygulamalı. Aksi takdirde dinî mecburiyet ve yasakların kanun gücüyle dayatılması vatandaşı çocuklaştırıyor ister istemez. İyi-kötü ayrımı yapmak, iyiden yana tercih kullanacak cesareti bulmak gibi insanî güzellikler devletin elinde bürokratik malzeme haline geliyor. 21ci asırda Müslümanca yaşamak kolay değil. Yani İslâm’ın özüne dair olanı, değişmezleri korumak ama son kullanma tarihi geçmiş geleneklerden kurtulmak. AKP’yi iktidara taşıyan fikrî yapıyı, Demokrasi-İslâm ilişkisini, İran’ı ve Milli Görüş’ü  sorguladığımız bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

Zaman Nedir?

“…Geçip gitmiş olmasa “geçmiş” zaman olmayacak. Bir şey gelecek olmasa gelecek zaman da olmayacak. Peki nasıl oluyor da geçmiş ve gelecek var olabiliyor? Geçmiş artık yok. Gelecek ise henüz gelmedi. Şimdiki zaman sürekli var ise bu sonsuzluk olmaz mı? ”  diyordu Aziz Augustinus. Zira kelimeler yetmiyordu. “Zaman Nedir?” sorusuna cevap verebilmek için kelimelerin ve mantığın gücünün yetmediğı sınırlarda Sanat’tan istifade etmek gerekliydi : Sinema, Resim ve Fotoğraf sanatı imdadımıza koştu. Ama felsefeyi dışlamadık: Kant, Bergson, Heidegger, Hegel, Husserl, Aristoteles… Bilimin Zaman’a bakışına gelince elbette Newton’dan Einstein’a uzandık. Bilimsel zamandan başka, daha insanî ve MUTLAK bir Zaman aradık. Delâilü’l-İ’câz, Mesnevî, Makasıt-ül Felasife , Telhis-u Kitab’in Nefs ve Fütuhat-ı Mekiyye gibi eserler Zaman-İnsan ilişkisine bambaşka perspektifler açtı. Zaman’ın kitabını buradan indirebilirsiniz.

Tarih şaşırmaktır

Evet… Tarih şaşırmaktır. Atatürk’e şaşırmak, Kürtlere şaşırmak, Lozan’a şaşırmaktır. Geçmişe hayret edip bugüne eleştirel bakabilmek, yarını hazırlamaktır Tarih. Geçmişe değil geleceğe dönüktür amacı. Özetle siyasî bir propaganda aygıtı değildir. Gaz vermek, “Asker millet” üretmek, atalarımızla gurur duymak için tarih araştırılmaz. Eğer resmî tarihin beyin yıkamasından bıktıysanız bu kitap ilginizi çekecektir… Buradan indirebilirsiniz. 

 

 

Kendi ülkesini işgal eden ordu

Hiç bir yeri işgal edemeyen ordular kendi ülkelerini işgal ederler. Çünkü bir ordunun ayakta durması için insan emeği ve maddî destek gereklidir. Beceriksiz ordular disiplinsiz olduklarından YABANCI DÜŞMAN ile savaşamazlar. Kolayca yenebilecekleri İÇ DÜŞMANLAR uydururlar ve bu bahane ile kendi ülkelerini işgal ederler. Başbakan asarlar. Milletvekillerini hapse atarlar. Korumakla yükümlü oldukları halkı işkenceler altında inletirler.  İşgalciler kimseye hesap vermezler. Halkın isyan etmesine engel olmak için “etrafımız düşmanla çevrili” diyerek  KORKU PROPAGANDASI yaparlar. Eleştirilerden uzak kalmak için farklı inançlardan ve kültürlerden olan insanların birbirine düşman olması da bu eşkiyaların işine gelir. Bu sebeple terörü destekleyebilir hatta teröristlere silah ve para yardımında bulunabilirler. Okuyacağınız kitap kendi ülkesini işgal etmiş bir ordunun kısa tarihidir. Buradan indirebilirsiniz.

Trackback URL

  1. 41 Yorum

  2. Yazan:snowqueen Tarih: Mar 1, 2008 | Reply

    Yaşar Nuri Öztürk’te “türban müslüman örtüsü değildir” demişti,
    bu şakacı tavrınızı ona karşı da gösterip “Kuran tefsiri yapsın” dileklerinizi iletirsiniz umarım.

  3. Yazan:snowqueen Tarih: Mar 1, 2008 | Reply

    Ömrünü tasavvuf felsefesine adamış rahmetli büyükbabam da Kuran’da baş örtmenin yerinin olmadığını düşünüyordu mesela ama inanın bu seviyede bir yazıyla karşısına çıksaydınız epey incitici olabilirdi sizin için.

  4. Yazan:kapistonai Tarih: Mar 1, 2008 | Reply

    bir konuyu mizahi zeka ile ele almanın, hiciv etmenin gerçekten ne kadar zor bir iş olduğunu bir kez daha kanıtlıyor bu yazı bizlere.

  5. Yazan:Fikir Alemi Tarih: Mar 1, 2008 | Reply

    Genel de rahmetli ninelerinizden örnek verirdiniz ya neyse.Yine de dedeniz ömrünü tasavvuf felsefesine adamış olduğu halde fıkıh alanında yorum yaparak işi zıvanadan çıkarmış olabilir.Hatta tasavvufla felsefe kelimelerini yan yana getirerek kendini tanımlıyorsa tekrardan hata etmiş olabilir.

  6. Yazan:bünyaz Tarih: Mar 1, 2008 | Reply

    Çok hoş bir yazı olmuş 😉

  7. Yazan:snowqueen Tarih: Mar 2, 2008 | Reply

    @fikir alemi

    Belki de büyükbabam bir birey olmanın getirisi olan kendi akıl süzgecini kullanmış ve işin zıvana boyutunun tesbiti sizin hiç mi hiç haddinizine
    düşmemiştir.
    E tabi, potansiyel kadın saçından tahrik olabilen ciğer görse atlayacak bir erkek olmak süzgeçten kolay geçmedi herhal.

    Tasavvufla felsefeyi ben yan yana getirdim yoksa size “felsefe” kelimesi kuşku ve sorgulama özellikleri bakımından mı ters geldi?

  8. Yazan:Mehmet Yılmaz Tarih: Mar 2, 2008 | Reply

    @SnowQueen,

    Laiklik adina basörtüsü yasagini savunan birinin Kur’an’i referans vermesi hangi vicdanli insani yerinden ziplatmaz?

    Ayrica “Tasavvuf Felsefesi” konusuna ömrünü adamis bir insanin bu iki kelimeyi yanyana koymasi mümkün degil. çünkü onlar Ehl-i Tarikin mutasavviflara serzeniste bulunmak için “feylesof” dedigini bilirler.

    Ilm-i Ledün’ün bir kâl ilmi oldugu kadar bir hâl ilmi oldugunu da bilirler.

    “Ölmeden önce ölünüz” ve “ben bir ilim sehriyim, Ali onun kapisidir” hadislerinin anlamlarini bilenler “KUR’AN’DA BASÖRTÜSÜ VAR MI?” diye laik geyigi yapmazlar.

    O kadar söylüyorum Hürriyet ve Milliyet gibi gazeteleri okumayin, Kanal Türk gibi kanallari seyretmeyin diye.

    TARIKAT baska sey, CEMAAT baska sey, HUBUBAT baska sey, NEBAHAT bambaska bir sey.

    Eger illâ ki “su Fetullahçilara günlerini gösterecegim” diyorsaniz önce Bediüzzaman’in yazdiklarini okuyun. Mesnevî sohbetlerine katilin.

    Birseyler anlamaya basladiginiz anda göreceksiniz fânî dünyayi ve bu gölgeler savasinin perdesinin arkasindaki sirlari.

    Sonra gelin ASK konusalim, MANA konusalim, INSAN konusalim, ANLAM konusalim, GERCEK konusalim, GÜZELLIK konusalim…

    Selam, Sevgi ve dostlukla

  9. Yazan:Fikir Alemi Tarih: Mar 2, 2008 | Reply

    Potansiyel kadın saçından tahrik olduğumuz suçlaması haddi aşan ve artık bayatlayan bir ifade.Konuyu saptırmak istemem ama bu ağır ve mantıksız suçlamaya cevap vermek zorundayım.
    Tesettür emri Müslümanlar içindir.Müslümanın namusu müslümana haramdır.Kaldı ki arada bir din kardeşliği bağı vardır.Bunlar günümüzde teoride kalsa da böyledir.
    İkincisi erkek ve kadınlar birbirine meğillidir.Bu erkek ve kadın insanlar için değil hayvanlar için de geçerlidir.
    hal böyle olunca ilişkide sınırlar olmak zorundadır.
    Aksi taktirde bu iki varlık birbiri üzerinde başka hesaplar yapabilir.
    Zaten günümüzde de bu oldukça yapılıyor.
    Bunun ispatına gerek bile yok.Tesettüre girmeyen kadınlar erkeklerin dikkatini çekiyor.
    Velev ki o erkek laikçi de olsa dinsiz de olsa.Yeter ki erkek olsun.Bu türden şeyler ise ilişkiyi iki insan ilişkisinden çıkarıp cinselliğin ön planda olduğu bir noktaya getiriyor.Bunlar bence şaşmaz gerçekler.
    Ama ilk konumuzla alakası fazla yok.Bu yüzden yazıyı yazan kardeşimden özür dilerim.Bağışlasın.

  10. Yazan:snowqueen Tarih: Mar 2, 2008 | Reply

    @Mehmet Yılmaz,

    bahsettikleriniz takdir ederseniz ki yukarıdaki yazıda yok,
    sadece “Kuran ve İslam hakkında belli düşüncedekiler konuşabilir” fikri var.

    Yanlışsam düzeltin, Mütezile akımı mıydı, Kuran’ın kul kelamı olduğunu söyleyen insanlar yok mu? Ya da birtakım anlamlarının dış anlamlar olarak metaforik özellikler gösterdiğini? otun çiceğin bile tanrının tezahürü olduğunu düşünen bir inanışta kadını erkekten aşağı ve kışkırtıcı günah makinesi olarak görmeye yer varmı sizce?

    Belirttiğim gibi tasavvufla felsefeyi ben yanyana kullandım, bilmiyorum belki yanlış bir kullanımdır. Nereden baktığınıza bağlı, başka bir ezoterik ve okültik bir yaklaşım olan terzi Hermes inancı, öğretisini felsefe kitaplarından okudum mesela. Belki öğreti de değil diyeceksiniz.

    Sonra gelin ASK konusalim, MANA konusalim, INSAN konusalim, ANLAM konusalim, GERCEK konusalim, GÜZELLIK konusalim…

    Konuşalım evet konuşalım da nasıl? Hangi Aşkı, hangi insanı?
    Hangi gerçekliği?
    Bir elinde şarabı Hayyam gibi mi tersi mi? Benim Kabem insandır diyerek mi? Sevişmek ibadettir diyerek mi? Kadınların içinde erkekler, erkeklerin içinde kadınlar vardır diyerek mi? Yasakçılık veya indirgemecilikle mi?

    tasavvuf gibi “ilim”ler birdenbire yeryüzüne çıkmadığına göre altyapısında kadim Anadolu inançlarının etkileri var. Doğa dinleri panteistik yapıları gereği evreni dişi ve erkegin uyumu olarak görür,
    bırakın kadını ve erkeği adil bir uyum içinde görmeyi Fethullah Gülen denen zat insanların ekonomik, sosyal, kültürel anlamda bile eşit olmalarını savunamıyor.

    “fani dünyayı görmek” istiyorum ben, çünkü cennet de cehennem de burada, her iyi şey cennet, her kötü şey cehennemin ta kendisi değil mi?

  11. Yazan:snowqueen Tarih: Mar 2, 2008 | Reply

    Müslümanın namusu müslümana haramdır.Kaldı ki arada bir din kardeşliği bağı vardır.Bunlar günümüzde teoride kalsa da böyledir.

    Ah evet namusçuluk, ne kadar da tanıdık.

    hal böyle olunca ilişkide sınırlar olmak zorundadır.
    Aksi taktirde bu iki varlık birbiri üzerinde başka hesaplar yapabilir.

    iğdiş edilseler oysa hiç hesap mesap kalmayacak.

    Tesettüre girmeyen kadınlar erkeklerin dikkatini çekiyor.

    tesettüre girmeyen erkekler de kadınların dikkatini çekiyor:)
    biyoloji dersini baştan okutmalı, bak bu kadın onun da dürtüleri var.

    Bence burada sorun kadının gözü açılıp erkeği “benim için yeterli değilsin” deme suretiyle fıs diye söndürmesi korkusu.

    insan ilişkilerinde cinselliğin bu denli önplanda olmasını istemiyorsan
    cinsellikle barışacaksın güzel kardeşim, normalleştireceksin.
    libidonu saldırganlığa değil başka kanallara yöneticeksin,
    geceleri sokakta “karısının kızının namusundan sorumlu” ama uçkuruna sahip olamayan adamlar yüzünden tecavüze uğruma korkusu yaşatamazsın bana. bundan korunmak için kendimden taviz verdirtemezsin, tavizi kendinde bu hakkı gören verecek.
    plajda insanlar kol bacak görünce paralize mi oluyor, gözleri alışıyor bir zaman sonra görmüyorlar bile.

  12. Yazan:MY Tarih: Mar 2, 2008 | Reply

    “fani dünyayı görmek” istiyorum ben, çünkü cennet de cehennem de burada, her iyi şey cennet, her kötü şey cehennemin ta kendisi değil mi?(SNOWQUEEN)

    Bakin iste burasi zurnanin “zirt” dedigi yer. Bu inanç yani cehennemin BAYKAL ile bozuk bir asansörde sonsuza kadar kalmak oldugu inanci aslinda bir hayat fetisizmi bence 🙂

    Bu tabi felsefî/inançsal bir fark sizinle benim aramda. Yani hiç kapanmayabilir. Ikna etmek için degil de anla(s)mak için yazdigimi hatirinizdan çikarmayin.

    Bence basi ve sonu olmayan hiç bir sey anlamli olmaz. Yani “Dünyada baslayip biten bir hayat” kolyeden kopmus bir boncuk gibidir. (Tesbih diyelim, daha irtica olsun 🙂

    Buna inanmak insani saldirgan, sabirsiz ve öfkeli yapabilir (sözüm meclisten disari)

    Neden? çünkü dünyevî haz ve istirap beden ile ilgilidir. Bedenimiz ise bir çok bakimdan bir hayvaninki ile aynidir.

    Görünmeyen kisimlari yani bizi yeme-içme-cinsî münasebet vb yapmaya iten görünmez motor dahi hayvanîdir.

    Bunu böyle algilamayi kabul ettiyseniz (hatirim için en azindan 15 dakikaligina) gelelim neden HUZURSUZ ve SALDIRGAN olabilecegimize…

    Bu “hayvanî” motor bizi sürekli haz almaya itecektir. Yani “yesene, tatile gitsene, degisik cinsel partner ve deneyimler pesinde kossana…” diyecektir. Oysa hiç bir haz sürekli olamaz. Insanin dogasi bu.

    En sevdigim iskender kebap bile 2ci porsiyonda birincide verdigi hazzi vermez. 3cüsü ise izdirap verir.

    Bilirsiniz “kiz avcisi” tipler vardir. çorap degistirir gibi sevgili degistirirler. Biraz zorlayin, içlerini açsinlar size… Sanirim anliyorsunuz ne demek istedigimi.

    Bu “hayvanî” hazlarin güdüsüyle yasayanlar için en ufak bir aksaklik tahammül edilmez olur. Uzun bir süre “süper” yasadiktan sonra saglik veya maddî sebeplerle “eski güzel günlerini” yasayamayan insanlar ya depresyona girerler (kendine dönük saldirganlik) ya da eslerini ve çocuklarini öldürmeye kalkarlar. Meselâ bir iflâstan sonra intihar eden is adamlarina bakin. Uyusturu vb ile gençligini mahveden pop starlarina…
    Halk arasinda “tatminsiz” diyoruz onlara. Aslinda tatmin oluyorlar ama fazla sürmüyor. Yetmiyor. Yetemez de.

    MUTLULUK = Tatmin + Tatmin + ….
    zannediyorlar. Oysa ölüme ihtiyacimiz var. Hayatimizin basini ve sonunu belirleyecek, bu “bedensel” ve hazza dönük hayata ANLAM verecek iki kapi gerekiyor : Giris ve çikis. Yani dogmadan önce neredeydik? öldükten sonra nereye gidecegiz? Asik Veysel’in siirini hatirlayin, “iki kapili bir handa gidiyorum gündüz gece…”

    içinde yasadigimiz asrin en zor yani MUTLULUK ile TATMiN arasinda yasadigimiz kavram karmasasi.

    Neyse… Derin mevzular bunlar. Hava güzel olursa kizlarimi bisiklete bindirecegim yarin. Acaba haz mi duyacagim yoksa mutluluk mu?

    Kim bilir :))

  13. Yazan:alperen gürbüzer Tarih: Mar 2, 2008 | Reply

    KUR’AN-I MU’CİZ’ÜL BEYAN
    ALPEREN GÜRBÜZER

    Avrupalının asırlardır İslâmiyet’e bakışı hep ön yargılı olmuştur. Onların gözünde, “İslâmiyet” din olarak anılmaz, “Muhammediler” şeklinde nitelenir. Daha baştan İslâmiyet’i bile ağızlarına almazlar, Muhammed’in dini olarak telaffuz ederler sürekli. Sanki yeminli gibidirler anmamaya. Kur’an-ı Kerim’i, Muhammed’in eseri deyip, geçiştiriverirler ve Allah’ın kelâmı, kabul etmezler.
    Haçlı seferlerinin sebeplerinden biri de bu sakat anlayıştır. Öyle ki, Voltaire bile itiraf etmek mecburiyetinde kalarak; “Kur’an’da hiçbir zaman mevcut olmayan abesleri, Kuran’a isnat etmişiz. Keşişlerimiz Yeniçeri’den daha kalabalık çok şükür” demiş. Bu sözlerden de anlaşıldığı üzere bir hayıflanma seziliyor, ama eh ne yapsınlar? Ellerinden gelen bu, ne yazık ki İstanbul’un fatihlerine posta koymak için çareyi bu tür entrikalara başvurmakta buluyorlar.
    Evet, şu bir gerçek Haçlı zihniyetin İslâm’a bakışı düşmanca olmuştur, olacakta. Çünkü gayeleri İslâmiyet’i tanımak değil, yıkmaktır. İçlerinden hep şunu düşündüler:
    “Biz ellerinden Kur’an’ı almadığımız müddetçe, İslâm âlemini çökertmemiz mümkün olamayacak. O halde ilk iş, ellerinden Kur’an’ı almak” diye düşlerler. Bu düşünce en yetkili ağızlardan bile itiraf edilmiş, hayal mahsulü değil bir gerçeğin tarifidir. Günümüzde, haçlı seferleri yok, ama şimdilik tefsirlerimize girmiş olan “İsrailiyat”ları var.
    İsrailiyyat kelimesi, İsrailli bir kitap veya kaynaktan aktarılan kıssa ve hadise anlamına gelir. Bilindiği gibi İslâm’a ve genellikle tefsirlere girmiş olan Yahudi, Hıristiyan ve diğer dinlere ait bilgi kalıntılarının yanı sıra, Hz. Peygambere ve Ashabına dayandırılarak günümüze kadar uzanan her türlü haber, İsrailiyyet kapsamına girer.
    Rabbül Âlemin, Kur’an-ı Mu’ciz’ül Beyanda: “(Ey! Musa’nın, İsa’nın ve Muhammed’in ümmetleri) sizden her biriniz için bir şeriat, bir yol tayin ettik. Eğer Allah dileseydi (topunuzu bir şeriata tabi) tek ümmet yapardı” (El-Maide 48) buyurmaktadır. Elbette ki, İslâmiyet Ehl-i Kitabı kabul eder. Fakat Ehl-i Kitabın zaman içinde bozulduğunu da belirtir. Bu duruma rağmen yine de tahrip olmuş Ehl-i Kitaba, saygı duyulur. Edgar Quinet bu konuda şöyle der: “Dinler, aynı büyük kitabın zamanla açılan sayfalarıdır.” Quinet, dinleri incelemiş ve kanaatini bu şekilde söylemiş bir aydın. Tek talihsizliği İslâmiyet’i yeterince tanımamasıdır. Kur’an’ı da inceleme fırsatı bulabilseydi, Edgar Quinet gibi aydınlar batıda hızla çoğalabilseydi peşin hükümleri silmek mümkün olabilirdi pekâlâ. Bugün hala İslâmiyet’i, “Muhammediler” diye lanse ederler, bu tutumları onların Kur’an’la buluşmasını geciktirmektedir. Oysa Kur’an, kendinden önceki dinleri kabul eden mucizevî tek kitaptır. Ayrıca Ehl-i Kitabın gerçek hüviyetlerini ve kimliklerini ortaya koyan tek kaynak.
    Şüphesiz Kur’an-ı Mu’ciz’ül Beyan ebedül ebet, değişmeyecek ve tahrif olmayacak tek kitaptır. Allah (C.C.): “Kur’an-ı biz indirdik. O’nun koruyucusu da şüphesizki biziz” (El-Hicr 19) beyanıyla kıyamete kadar, hiçbir güçün, O’nu bozamayacağını ilan ediyor. Allah’ın (C.C.) vaadi garantimizdir. Allah (C.C.) vaadinde hulfetmez. Şeytan sözünü yemezken, hâşâ Âlemlerin Rabbi olan Yüce Allah mı (C.C.) sözünü tutmayacak? Malum şeytan, Allah’a (C.C.) kullarını kıyamete kadar saptıracağım demiş ve elinden geldiği kadar saptırmaya da çalışıyor. Şeytan ve onun kolları dünya da var oldukça vazifesine devam edecektir elbet.. Şeytanın görevidir karıştırmak ve insanların fıtri tertemiz ruh dünyalarını kirletmekle vazifelidir adeta. Şeytani cephede durum bu iken, peki biz Müslümanlar ne âlemdeyiz? Gerçek manasıyla Kur’an’a sarılıyor muyuz? Yeterince Ayet-i Celililerin hikmetlerini anlamaya gayret ediyor muyuz? Bu ve benzeri soruları Müslüman’ım diyen her kişinin dikkate alması gerekiyor.
    Kur’an-ı Kerim, çağlara ferman okuyan tek Mu’ciz’ül Beyan. Onun için hiç bir kitabın açıklamalarına ihtiyacı yoktur. Kur’an hiç bir dile sığmaz da, O Allah kelamıdır. Kur’an düşünce, Kur’an ışık, Kur’an tecvit, Kur’an makam… İşte bu sonsuz özelliklere sahip Kur’an herhangi bir dile çevrilemez. Çevirmeye kalkışmak da bir sığ zihnin idrakiyle sınırlamak demektir. O, akıl üstü, erişilmez, beşer zihnin üstünde bir Vahiy’dir, tercüme edilemez, ancak mana ve anlam çıkarılmaya çalışılır. Kur’an-ı Kerim’le ilgili tefsirlerin yazılması, sadece belli bir çabanın ürünüdür. Şayet Kitab-ül Mu’ciz’ül Beyanı, tam anlamıyla açıklığa kavuşturmak mümkün olsaydı, her devirde tefsir çalışmalarına gerek kalmazdı. Allah Kelamı, her devrin insanının idrakine takdim edilmiştir çünkü. İnsanlık, kıyamete kadar, O’ndan ışık alacak ve Kur’an’ı anlamaya çalışacak ve onla soluk almanın yollarını arayacaktır, bu kaçınılmaz.
    Kur’an-ı Mu’ciz’ül Beyan’ın, zahiri (dış) manasını anlamak için dahi, çok büyük çaba sarf etmek gereği vardır. Dış ve çıplak manasını anlamak için çok yoğun, daha önceden çetin hazırlıklara ihtiyaç var. Nitekim Cafer-i Sadık Hazretlerine atfen , “Allah’ın kitabında dört şey var” deniliyor:
    1- İbaret (Kelime manası),
    2- Letaif (İç manası),
    3- İşaret (Neye işaret ettiği),
    4- Hakaik (Gerçek manası) diye.
    Düşünebiliyor musunuz? Ayet-i kerimeler başucumuzda ama, her ayette dört unsur gizli. Yani İbaret denilen kelime anlamının muhatabı; avam (halkın genel seviyesi), işaret manası; havas (âlim) için, letaif dediğimiz iç-batın manası; evliya için, hakaik (gerçek) anlamı ise; Peygamber idrakine (anlayışına, kapasitesine) sunulmuş. Avam’ın Kur’an’dan anladığı mana ile havas arasındaki fark, okumuşla okumamış arasındaki fark gibidir. Yüce Peygamberimiz onun için; Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu demiş. En son kâmil manayı çözecek güç, vahyin soluğunu bizatihi ruhunda yaşamış Yüce Peygamberimize ait. Ki; bu makama kimse erişemez. Bu duruş Makamı Mahmude denilen mertebedir ki, Nebiyi Ekremin dışında herhangi bir kişinin bu makamın davasını gütmeye kalkışması küfürdür. Demek ki, Kur’an-ı anlamak beşerin bulunduğu mevkie ve konuma göre biçim alıyor. Elbette mürekkep yalamış bir insanla, yalamamış insanın ayetlerden alacağı mana farklı olacaktır. Âyeti Celililerin dış manaları için ilim tahsil eden havas ile manaları bizatihi nefsinde yaşayan evliyanın batın ilmi (ledün ilmi) farklı olması gayet tabiidir. Evliyaullah, tabiri caizse, teoriği pratiğe geçiren Allah (C.C.) dostlarıdır. Kaldı ki evliyalar da kendi aralarında makam itibarıyla çeşit çeşittir. İçlerinde hem zahiri hem de batini (iç ve dış) ilme sahip olanları da vardır. Yani, iç ve dışın sentezini gerçekleştiren Kâmilin mükemmeller de mevcut.
    Günümüzde habire Kur’an tercümeleri yapılmaktadır. Şurasını iyi anlamak gerekiyor ki, hiç bir tercüme ayetin şümullü, (kapsamlı) anlamı değildir. Yapılan çalışmalar, sadece kelime tercümesidir. Kapsamlı anlama çabası ve açıklama gayreti, “tefsir” adını alır ki, tefsir yapabilmek için de Müfessir olmak lazım. Üstelik her müfessir de hatadan ârı değildir.
    Bu arada şunu belirtmek gerekir; “tercüme” ayrı “meâl” ayrıdır. Başta da değindiğimiz gibi, Kur’an’ın tam tercümesi mümkün değildir. Kur’an, Allah kelâmıdır. Bir İngilizcenin veya Fransızcanın, Türkçeye tercümesi gibi düşünemeyiz. Çünkü Kur’an beşer idrakinin fevkinde(üstünde)dir. Dolayısıyla Kur’an’ı hakkıyla tercüme söz konusu olamaz. 1931 yılında Cemil Sait’in, Fransızcadan çevrilmiş Türkçe tercümesiyle, Yere batan Camisisinde namaz kıldırılıp, arkasında “uydum imama” diyen cemaat bulamaması düşündürücüdür. Nitekim Mehmet Akif Ersoy, tercüme lafı bir kenara atılıp, meâl ağza alındıktan sonra ancak “meâl” hazırlamayı kabul etmiştir. Akif Mısır’da Kur’an-ı Kerim Meâli hazırlığını yaparken, Türkiye’de Türkçe ibadet tartışmaları bir hayli mesafe kat etmişti. Mehmet Akif, Mısır’dan İstanbul’a dönerken, meâli dostlarından Yozgatlı Hoca İhsan Efendi’ye teslim etmiş ve demiş ki:
    “- Ben, dönüp gelirsem bunu senden alırım. Öldüğümü duyduğun an, bu emaneti yak!” diye vasiyette bulunmuş. İşte Akif’in meâlinin yayınlanmaması bu vasiyetin gereğidir. Yere batan’da, Fransız çevrili tercüme ile namaz kıldırmaya kalkışılması, ister istemez Akif’i derinden etkilemiştir. Çünkü O, “dönemezsem yak” diyecek kadar büyüklük örneği göstermiştir. Bütün mesele bu noktada düğümlüdür.
    1698’de Papaz Maracci, Kur’an-ı Latince ye çevirmeye kalkışmış, buda yetmezmiş gibi bir de reddiye döşeyerek Padova’da bastırmış, böylece kinini ve öfkesini ortaya koymuştur. Tercümesinde birçok hatalar bulunmasına rağmen o güne kadar yapılan tercümelere nispeten en az kusurlu olanı diyebiliriz. Demek ki, batı tercümelerinde bile reddiye döşemeyi ihmal etmemiş bir zihniyet örneği sergilemiştir. Görüldüğü gibi Batı, “Muhammediler” ön yargısından bir türlü çıkamıyor. Hakikati görememekte ısrarlılar. Artık güneşin balçıkla sıvanamayacağını anlamaları gerekiyor. Kur’an-ı Mu’ciz’ül Beyan bütün bu ön yargılara rağmen, bir hakikat güneşi olarak tüm insanlığı aydınlatmaya devam ediyor,edecekte..
    Salman Rüştü ve Teslime Nesrin gibilerin, yıkıcı faaliyetleri boşunadır. Gözden kaçırdıkları tek nokta, propaganda ile hakikat arasındaki farkı anlayamamalarıdır. Nasıl mı? Malum olduğu üzere propaganda hızlı başlar, ama ömrü kısadır. Hakikat, öyle değil, yavaş ilerler ama ömrü uzundur. Propaganda, yaşanan zamana hitap eder, kısa vadede başarı gösterse de geçicidir, hakikat ise hem zamana hem de bütün çağlara ferman okur.
    Salman Rüştü ve Teslime Nesrin gibileri, tarihte çoktur. Her devirde böyleleri gelmiş geçmiş, ama en nihayetinde hepsi tarihin harabelerine gömülmüşlerdir. Işık Mekke’de daha doğar doğmaz ilk damgasını vurmuş. Kur’an’ıl Mu’ciz’ül Beyan insanlığa takdim edildiğinde, iki büyük imparatorluk (Bizans ve İran) Ona boyun eğmek zorunda kalmış ve yüceliğini kabul etmişlerdir. İslâm’ın temel inançlarından biri de ehl-i kitaba ve diğer peygamberlere hürmet ve onları tasdiktir. Hatta Kur’an ehl-i kitaptan olan kadınlarla bile evlenilebileceğine dair cevaz bile vermiştir. Hakeza İslâmiyet, Bedir Savaşı’nda esir alınan savaş esirlerine her on Müslüman’a okuma yazma öğretmek kaydıyla serbest bırakma hürriyeti tanıyan tek dindir. Bu uygulama fidye-i necât (kurtuluş bedeli) olarak adını almıştır. İslâm, propaganda gibi, kısa vadeli oyuncaklarla oyalanmamış, hakikat ne ise aynen harfi harfine kitlelere aktarılmıştır. Hz. Ömer (R.A.), Hıristiyan olan hizmetçisine İslâm’ı anlatmış, o da her defasında bu yöndeki telkinleri kabul etmemiştir. Bu duruma rağmen Hz. Ömer (R.A.) üzülmemiş, dayatma yapmamış, “Dinde zorlama yoktur” (El-Bakara 256) derdi. Hatta Ölürken bile zımnilerin haklarına dikkat edilmesini vasiyet eden Hz. Ömer (R.A.)’dir. Hizmetçisinin bu tavrına rağmen, Hz. Ömer (R.A.) vefatı anında onu azat etmiştir. İslâmiyet’in bu engin hoşgörü örneklerinden, bütün insanlığın ibret alması gerektiği muhakkak.. Batı, her şeyden önce peşin yargılarını bir kenara atıp, biran evvel İslâmiyet’e “Muhammediler” gözüyle bakmasından vazgeçmesi kendi yararına olacaktır.
    Avrupa’nın, Hz. Peygamber’in (S.A.V.), hasta olan gayri Müslimleri ziyaret ettiğinde gösterdiği erdemlilikten bilmem haberleri var mı? Bir gün Hz. Peygamber (S.A.V.) kendisine su veren Yahudi’nin verdiği suyu içmiş ve şu duayı yapmıştır: “Allah seni güzelleştirsin!” Bu duanın yüzü suyu hürmetine, o kişinin yüzünde ölünceye kadar beyaz kıl görülmedi. (Et-Teratib I – 2)
    Velhasıl, Kur’an-ı Mu’ciz’ül Beyan, tüm insanlığın ışık kaynağıdır. Vesselam.

  14. Yazan:snowqueen Tarih: Mar 2, 2008 | Reply

    @Mehmet Yılmaz

    “fani dünyayı görmek isityorum” denildiğinde neden dejenerasyonu veya tatminsizliği anlıyorsunuz? fani dünyayı yaşamak güzel bir doğa manzarasını saatlerce seyretmek ve resmini beynine kaydetmek de olabilir.
    Böyle bir anlayışta hep daha fazlasını isteyen tüketim toplumu değerlerine ya da uyuşturucu gibi bedeni mahveden şeylere yer olabilir mi?

    hayvani içgüdülere gelirsek, bakın bir etno-psinalist olan Clarissa Estes, içindeki vahşi hayvanı ve doğayı kaybedenler için ne yazmış:

    “vahfli bir dogayla sıkı isbirligi içinde olmayan kadın acıkır ve “kendini daha iyi hissetme”lerden, “beni yaln›z b›rak”lardan ve “lütfen beni sev”lerden oluflan bir saplantıya düser.

    Aç kalan bir kad›n kendisine ikame olarak sunulan herseyi kabul eder ki bunlar, Placebo etkisi islevi gören, kendisi için hiç bir ise yaramayan seyler olabilecegi gibi,
    Zamanını› ve yeteneklerini korkunç bir sekilde bosa harcatan ya da hayatını› fiziksel açıdan tehlikeye sokan yıkıcı ve hayati arz eden unsurlar da olabilir…”

    Ölüme ihtiyacımız var diyorsunuz evet var ama dogada salt ölüm yoktur, ölümlerden sonra yaşamlar sonra tekrar ölümler gelir.
    ölüm/hayat/ölüm denklemi.
    “fani dünyada” ölüm de var yaşamda, kaç işi bahara bir dirilme kışa bir ölüm gibi bakıyor? Varsa yoksa bedenin mahkumiyeti.
    Yatak odalarının kapıları kilitlenir sanki dünyanın sonunun getirecek olan buymuş gibi, sonra gidip din uğruna savaşlar yapılır.

    Çikolata filmini izlemişmiydiniz?
    Yaşamsal ve bedensel olana sırt cevirmenin sonu budur işte, çikolata dükkanda sızmış rahip olmak.

    Haz olmadan mutluluk, mutluluk olmadan haz olmaz.

  15. Yazan:Mehmet Yılmaz Tarih: Mar 2, 2008 | Reply

    “fani dünyayı görmek isityorum” denildiğinde neden dejenerasyonu veya tatminsizliği anlıyorsunuz? fani dünyayı yaşamak güzel bir doğa manzarasını saatlerce seyretmek ve resmini beynine kaydetmek de olabilir.

    En masum hazlar (evlat sevgisi gibi) dejenerasyona açiktir bana sorarsaniz. Bilmiyorum Türkiye’de yayinlaniyor mu? Zarifian, Cyrulnik ve Sibony gibi psikanalist-filozof yazarlarin çok güzel kitaplari var bu konuda.

    zor olan su: ayni sey (güzel bir manzara) bazen tatmin bazen de mutluluk getirebiliyor. ikisi arasindaki farki sezmek zor. insanin idrak içinde olmasi ve “kendini kaybetmemesi” anahtar kavramlardan biri.

    Dostlukla

  16. Yazan:Mr No Tarih: Mar 2, 2008 | Reply

    Başörtüsünün dinin emri olup olmaması laik bir devletin velaik bir partinin meselesi değildir. vatandaşlar puta tapsa, kedi kesse bile laik devlet bu yaptığınız yanlıştır diyemez. Laik devlet (insan öldürmek gibi ceza kanunu ilgilendiren konulara girmedikçe) sokaklarda satanist avlamaz. Laik devlet misyonerleri takibe alarak İslami korumaya çalışmaz. Laik devlet kendi yasalarına aykırı davranışta bulunmadıkça bütün inançlara karşı serbestiyetçidir.
    Baykaldan sonra gelelim Erdoğan’a. RTE Almanya da bir bayan’ın sorusu üzerine İslamda çok eşliliğin hangi koşullarda mümkün olduğunu sıralamıştır.Bunu din alimlerine sormak gerekir diyebilirdi. Yine aynı RTE AİHM in türban kararı üzerine “ulemaya sorun” mealinde konuşmuştu. Laik bir devlet veya “yapı” ulemadan görüş alabilir ama onlardan kanun ithal etmez.
    Velhasıl, ulema rolüne aday olan sadece Baykal değil.

  17. Yazan:TT Tarih: Mar 2, 2008 | Reply

    MY: O kadar söylüyorum Hürriyet ve Milliyet gibi gazeteleri okumayin, Kanal Türk gibi kanallari seyretmeyin diye.

    Türbandan korkuyorum çünkü yalan haber okuyorum
    http://pazar.zaman.com.tr/?bl=5&hn=1885

  18. Yazan:zihni Tarih: Mar 2, 2008 | Reply

    tasavvufla felsefe kelimelerini yan yana getirmek..

    Aslında yan yana getirilmeyecek iki kelime ama, İmam Gazali’nin “sufi felsefesi” yaptığını iddia edenler dindar kesimlerdir.

    snowqueen’in tespiti bu açıdan doğrudur.

    “Sufizm ve tasavvuf aynı şey değildir” diyenkler olsa da, “sufilikle tasavvuf arasındaki ilişki, buz ile su arasındaki işiki gibidir” denilmektedir.

    Asıl konuya gelince, ahlaksal sınırları, toplumların uygarlık düzeyi belirler. Bu sınırların çapı değişken olabilir.
    ( snowqueen’in belirttiği gibi,) örnek olarak; bu gün saç telinden tahrik olan bir erkeği, 5 yıl boyunca, gelişmiş bir toplumun bulunduğu plajda her gün 1 saat yaşamasına fırsat veriniz; plajın bir sex arenası olmadığını, sexsin mekanının özel bir alan olduğunu anlayacağından emin olabilirsiniz.

    İnsanda “id” baskınlığı, kapitalist ahlakın öne çıkardığı belirtileridir daha çok.
    Toplumsallaşabilmenin asıl erdemi hatta yasası, başkalarını mutsuz edebiliecek hamleyi kontrol edebilme kapasitesinin adı olmalıdır.
    Alt beyin ya da çakra bu işlevi görecektir insan bedeninde.
    “Oruç tutmayı kolaylaştırmak için, başkalarının yemesini” yasaklamakla, saç telinden tahrik olmayı önlemek için, onun görünmesini yasaklamak aynı mantığın ürünüyse, bu karşı taraf adına haksızlık olur.

    Bilimsel bütün konularda herkes (hepimiz) bildiğimiz-bilmediğimiz sınıra kadar konuşabiliyoruz ve de konuşarak düşünüyor, yanlışımızı ve doğrularımızı bu yoldan öğreniyoruz . Konu din olunca, bunca karmaşasına rağmen, “ülema sınıfının haricindekiler konuşamaz” tavrı sergileniyor. Oysa dine “övgücü yaklaşımlar” konusunda sınırlama yok.
    Deniz Baykalcı değilim ama, bir sosyalist olarak, siyasal bilimler doçenti olan bir insana konu yasağı koymak çok gülünç geliyor bana.
    Başbakanın, profesöre “sen sus, işine bak” diye azarladığı bir yerde, engizisyonun daniskası vardır. Zira, bir başbakandan daha çok konuşması gereken insanlar, bilim adamlarıdır. Bilim adamının işi, düşünmek-düşündüğünü anlatmaktır sadece. Elbette bilimin kötüye kullanıldığı durumlar da söz konusu ama, biz tercihimizi yapabiliriz ancak. Bilim de kendi düzeyinde kavgasını yapar.
    Din konusunu konuşmak için nerden ehliyet almak gerekir ki?

  19. Yazan:knz Tarih: Mar 2, 2008 | Reply

    1- kuranda kadınların erkekleri cinsel olbje olarak görüp tahrik olduklarına dair bir ayet vardır. bu ayeti daha fazla inkar edemezsiniz.

    2-Bundan 1000 sene önce icmalarda hiç kadın olmadığı için kadın hakkında hüküm veren erkekler dini aynlış yorumlamışler ve bu ezber nesilden nesile gelmiştir.

    3- sadece türban ayeti değildir. ben aranızdan bir kadını huzura davet ediyorum,ve onlara sayıları aklında tutup tutamadıklarını sorcağım. eğer unutuyorlarsa,onlara maliye hukukunda ne işleri olduğunu soracağım. o üniversitede bailerine bile göstermeye utandıkları kulaklarla hiç bir zaman yeteneği olmadıkları bir dersi mi dinleyeceklar ?

    gelsinler konuşsunlar.

    4- aile içi şiddetle ilgili bir yazı yazı yazınca lütfen gizlenmesinler.

    snowqeen islamiyet bu arkadaşların zannediği gibi kötü bir din değildir. asla hiç bir yerde islamiyeti savunmadıkları gibi kötü temsilinden kaçınamıyorlar. çünkü bizim işimiz dava değil, manadır.

    bu diyanet işleri bakanın kimliği sorunu dğildir. akıl sorunudur. yeter şu siyasilerden.
    burada evrensellik iddiasındaki bir dinden bahsediyoruz.

  20. Yazan:çuvaldız Tarih: Mar 2, 2008 | Reply

    Zihni bey,

    Asıl konuya gelince, ahlaksal sınırları, toplumların uygarlık düzeyi belirler.

    Toplumların kültürel yapıları ahlak sınırlarını belirler dersek daha doğru olmaz mı?Uygarlığın tanımını teknolojik/ bilimsel gelişmişlik olarak mı kabul ediyorsunuz?Basit bir örnekle atom bombası yapıp Hiroşima’ya atıp,toplu kıyım gerçekleştirebilen uygarlık düzeyi,hangi ahlaksal sınırları belirlemiş olabilir?

    Uygarlık düzeyini de yönünü de belirleyen “ahlaki sınırlardır” ve olmalıdır da!Bugün dünya üzerinde var olan savaşları ve uygarlıklarının var edebilmek için tarihte gerçekleştirdikleri ile ahlaksal sınırları korumuş, kollamış bir ülke örneği verebilir misiniz?

    ( snowqueen’in belirttiği gibi*,) örnek olarak; bu gün saç telinden tahrik olan bir erkeği, 5 yıl boyunca, gelişmiş bir toplumun bulunduğu plajda her gün 1 saat yaşamasına fırsat veriniz; plajın bir sex arenası olmadığını, sexsin mekanının özel bir alan olduğunu anlayacağından emin olabilirsiniz.

    Bir kasabın et yemeyeceğini,mısır eken bir çiftçinin de mısır yemeyeceğini iddia etmek kadar geçersiz bir argüman.Tahrik olmakla sex mekanını tayin etmek arasında hiçbir alaka kuramadım!”Aç tavuk kendini buğday ambarında sanır” gibi bir düşünce üzerine bunu temellendirdiyseniz tahrik olmak terk edilebilir bir alışkanlık mıdır?

    İnsanda “id” baskınlığı, kapitalist ahlakın öne çıkardığı belirtileridir daha çok.

    Hayır, insanda “id” baskınlığı ahlaksızlaştırılmış kapitalizmin öne çıkardığı bir belirtidir.

    Toplumsallaşabilmenin asıl erdemi hatta yasası, başkalarını mutsuz edebiliecek hamleyi kontrol edebilme kapasitesinin adı olmalıdır.
    Alt beyin ya da çakra bu işlevi görecektir insan bedeninde.

    Alt beyin edinimleri ancak aile ve toplum hayatı içinde gerçekleşir.Bu ortam içinde iyi-güzel gibi ahlaki değerlerin tanımı yoksa alt beyinin kodlanması gerçekleşmez.Çakra’yı şarj edecek dinamolarından biri de semavi dinlerin iyi,doğru,güzel,sevap öğretileri,tavsiyeleri olabilir.

    “Oruç tutmayı kolaylaştırmak için, başkalarının yemesini” yasaklamakla, saç telinden tahrik olmayı önlemek için, onun görünmesini yasaklamak aynı mantığın ürünüyse, bu karşı taraf adına haksızlık olur.

    “Oruç tutmayı kolaylaştırmak için başkalarının yemesini yasaklamak” cümlesini “bilim adamlarımız dahil” herkesin konuştuğu konuya göre değiştirelim;
    ”başı açıkların baskı görmeden rahat rahat bilim irfan edebilmesi için başörtülülerin okula girmesini” yasaklamakla,baş örten kumaş parçasıyla tahrik olmayı önlemek için,onunla görünülmesini yasaklamak aynı mantığın ürünüyse,bu karşı taraf adına haksızlık olur.

    Bilimsel bütün konularda herkes (hepimiz) bildiğimiz-bilmediğimiz sınıra kadar konuşabiliyoruz ve de konuşarak düşünüyor, yanlışımızı ve doğrularımızı bu yoldan öğreniyoruz.
    Bilim adamının işi, düşünmek-düşündüğünü anlatmaktır sadece. Elbette bilimin kötüye kullanıldığı durumlar da söz konusu ama, biz tercihimizi yapabiliriz ancak. Bilim de kendi düzeyinde kavgasını yapar.

    Konu din olunca, bunca karmaşasına rağmen, “ülema sınıfının haricindekiler konuşamaz” tavrı sergileniyor.

    Bilim adamı din bilgini midir?Din bilgini de bilim adamı mıdır?Bilim adamından politikacı olur ama din adamından politikacı olmaz diyen bir “laik” sistemi koruma altına alan anaysamız yok mu?

    Ama bilim adamı,politikacı,siz,ben Müslüman olabiliriz ve din üzerinde konuşup bildiklerimizi aynı bilim üzerine konuştuğumuz gibi konuşabiliriz ama tek bir farkla bir “din” hakkında konuştuğumuza göre referansımız Kur’an olmak zorundadır.Yanlış ve doğruyu öğrenilebileceğimiz bir kaynak var,tartışılır olabilecek tek şey bireylerin kendince yaptıkları yorumlar olabilir.

    Oysa dine “övgücü yaklaşımlar” konusunda sınırlama yok.

    Şimdi bu tespitinizin yanlış olduğunu anlayabilmişsinizdir sanırım?

    Maddenin varlığını inkar eden biri ile bir fizikçi neden tartışsın ve ne için tartışsın?Dinin varlığını reddeden ve külliyen yanlış olduğunu düşünen biri ile bir inanan neden “din” üzerine tartışsın?Bir ateistin mantıksız,aptalca bulduğu din hakkında bir inanan ile tartışmasındaki fayda nerdedir,tarafların bundan öğreneceği nedir?

    Deniz Baykalcı değilim ama, bir sosyalist olarak, siyasal bilimler doçenti olan bir insana konu yasağı koymak çok gülünç geliyor bana.

    Siyaset yapıyor olması yeterli nedeniz olmalı bence.

    Başbakanın, profesöre “sen sus, işine bak” diye azarladığı bir yerde, engizisyonun daniskası vardır.

    Bir rektör,fikir ayrılığına düştüğü YÖK başkanı olan birine ”öğrencilerinizin söylediğine göre iyi hocaymışsınız ama YÖK’ü idare etmeyi bilmediğiniz belli,siz iyi bildiğinizi yapmak için “çekilin diyebilecek kadar “sen de kimsin,kes sesini” tavrını medyayı kullanarak (yada medya tarafından kullanılmaya razı olarak) sergileyebilir mi peki?Bu da bir çeşit bilim adamlarından oluşmuş engizisyon tavrı değil midir?

    Babakanın söylediği,evde,cenazede,camide,sokakta başını ört,inanç kul ile Allah arasındadır gizle kalbinde sakla ama kamusal alanda örtme,görünme,üniversiteye başörtüsü ile din sokup laik devlete bulaştırmaya kalkma gibi bir yaklaşım olarak da değerlendirilebilir.

    Elbette bilimin kötüye kullanıldığı durumlar da söz konusu ama, biz tercihimizi yapabiliriz ancak.

    Elbette dinin kötüye kullanıldığı durumlar da söz konusu(başını örtenlerin kendisine tecavüzcü Coşkun demek istediğini iddia edenler gibi!) ama biz tercihimizi yapabiliriz ulemalar örtünmek üzerine tartışmaya devam ederlerken.

    Din konusunu konuşmak için nerden ehliyet almak gerekir ki?

    Konuşmak için ehliyete gerek yok ama dini konu etmek için ehliyet, bilmek,bilginin adresi zaten malum.

    * snowqueen,sexin mekanı olmadığını savunur ve hatta sex yaşayacak kişilerin sınıflanmasına,sınırlanmasına da karşıdır,kısaca plajda sexe karşı olduğunu da sanmıyorum .-)

  21. Yazan:Emre Tarih: Mar 3, 2008 | Reply

    Amerikan Pastası diyorum. Yersek 🙂

  22. Yazan:zihni Tarih: Mar 3, 2008 | Reply

    çuvaldız (hanım),

    Uzunca eleştiriniz için teşekkür ediyorum öncelikle. Sizinle tartışmak çok hoş. Geçmişte bir önyargılı tutumunuzu yakalamıştım ama, bunu da benim itiraf ettiğim “hatama” saydığımdan, ödeşmiş olduk ne dersiniz:))

    başlıyorum uzun maratıona:

    1. Yazan:çuvaldız Tarih: Mar 2, 2008 | Reply
    Zihni bey,
    Asıl konuya gelince, ahlaksal sınırları, toplumların uygarlık düzeyi belirler.
    Toplumların kültürel yapıları ahlak sınırlarını belirler dersek daha doğru olmaz mı?
    Canınız sağolsun, olur tabi. Ama,
    Uygarlığın tanımını teknolojik/ bilimsel gelişmişlik olarak mı kabul ediyorsunuz?
    Uygarlığın tanımından çok “düzeyi” ile ilgileniyorum. Yukarıda da “düzeyinden” söz ettim; dikkat ettiyseniz? İlla ki tanım gerekiyorsa,
    uygarlık kavramının, binlerce yıl devam eden gelişmeler sonunda, insan aklının, bilim ve teknolojisinin katkısı ile ortaya çıkan ve tüm insanlığın eseri ve malı olan evrenselliği sözkonusudur.
    “evrenselliği”
    Basit bir örnekle atom bombası yapıp Hiroşima’ya atıp,toplu kıyım gerçekleştirebilen uygarlık düzeyi,hangi ahlaksal sınırları belirlemiş olabilir?
    İlkel yani, “id” egemenliğinin uygarlığı
    Bugün dünya üzerinde var olan savaşları ve uygarlıklarının var edebilmek için tarihte gerçekleştirdikleri ile ahlaksal sınırları korumuş, kollamış bir ülke örneği verebilir misiniz?
    Derebeylik geleneğini sürdürmüş olan bu günün kapitalist ahlakı, asıl (sömürme) amacını koruyarak gelmiştir günümüze. Sadece yöntemler kılıflara sokulmuştur. Oysa, “düzey” diye derecelendirdiğimiz uygarlıkta doğanın vahşi yanıyla savaşılmalıyken, “vahşi yanı” model karakter olmuştur!
    Tahrik olmakla sex mekanını tayin etmek arasında hiçbir alaka kuramadım!”Aç tavuk kendini buğday ambarında sanır” gibi bir düşünce üzerine bunu temellendirdiyseniz tahrik olmak terk edilebilir bir alışkanlık mıdır?
    “tahrik olmak” ile “Sex” arasında bir alaka kurabildiyseniz, “mekan seçmek” konusu kendiliğinden anlaşılacaktır. Koyunları döllendirmek için koçları yılın birkaç ayında sürüden ayırırlar ve dişiden uzaklaştırırlar. sonra bir araya getirdiklerinde, sizin deyiminizle, “aç tavuk buğday ambarına düşümüş” gibi hisseder koçlar. İnsanlar da öyle.
    İnsanda “id” baskınlığı, kapitalist ahlakın öne çıkardığı belirtileridir daha çok.
    Hayır, insanda “id” baskınlığı ahlaksızlaştırılmış kapitalizmin öne çıkardığı bir belirtidir.
    Kapitalizmin ahlakı darvinin vahşi yaşam kuralları değil midir! Dolayısıyla, “id” baskınlığı “ahlaksızlık” değil, “ilkel ahlak” tanımında anlaşalım isterseniz
    Toplumsallaşabilmenin asıl erdemi hatta yasası, başkalarını mutsuz edebiliecek hamleyi kontrol edebilme kapasitesinin adı olmalıdır.
    Alt beyin ya da çakra bu işlevi görecektir insan bedeninde.

    Alt beyin edinimleri ancak aile ve toplum hayatı içinde gerçekleşir.
    Bir de eğitim kurumlarında…
    Bu ortam içinde iyi-güzel gibi ahlaki değerlerin tanımı yoksa alt beyinin kodlanması gerçekleşmez.
    “İyi ve güzel ahlak”ın normları, statik olamamalıdır, olamaz da. Oldurmaya zorladığımız an, sürtünme kayıpları olur ki, uygarlık ivmesinde hız yapamayız. İyi ve güzel ahlakın tanımı yerine, işaret taşları olmalıdır. Örneğin, toplumsal yaşamda bir başkasını mutsuz edebilecek davranışlardan kendini soyutlayabilmek, iyi ahlak olarak kabul edilebilir. Bu durum zamana (uygarlık düzeyine) göre değişkenlik arzedebilir. Peygamberlerin yaşadığı dönemlerde saçı görünen bir kadının sokakata dolaşması risk arzerderken, günümüzde bu risk büyük oranda kalkmıştır diyebiliriz. Ancak o günlerde kalmışlar için bunu söylemek zor.
    Çakra’yı şarj edecek dinamolarından biri de semavi dinlerin iyi,doğru,güzel,sevap öğretileri,tavsiyeleri olabilir
    Dinler çakrayı şarj etmeye kalkışırken, aşırı gerilim uyguladığından dinamonun bobinlerini yakmaktadırlar Oysa çakrayı asıl şaj etmesi gereken etken ilkel enerji kaynakları değil, doğal enerji kaynakları olmalıdır. Bu kaynak ise, “başkalarının rahatsız olabileceği noktayı keşfetmektir. Yani, yukarıda dediğim gibi, işaret levhakarı.. zorlama (korkutma) değil, yönlendirme metodu.
    “Oruç tutmayı kolaylaştırmak için başkalarının yemesini yasaklamak” cümlesini “bilim adamlarımız dahil” herkesin konuştuğu konuya göre değiştirelim;
    ”başı açıkların baskı görmeden rahat rahat bilim irfan edebilmesi için başörtülülerin okula girmesini” yasaklamakla,baş örten kumaş parçasıyla tahrik olmayı önlemek için,onunla görünülmesini yasaklamak aynı mantığın ürünüyse,bu karşı taraf adına haksızlık olur.

    Baş örtüsünü takabilme “özgürlüğünü” isterken, dilediklerinde onu çıkarabilme özgürlüğüne sahiplerse, dediğiniz vurguya tamamen katılıyorum. Türbanı dilediğinde çıkarabilme özgürlüğüne sahip olamayanlar, öncelikle bu sorunu halletmelilerdir. Yoksa inandırıcı olmuyor.
    Bilim adamı din bilgini midir? Din bilgini de bilim adamı mıdır?
    Dinin laboratuarı mı var, deneyi mi var, teknolojisi mi var? Asırlardır, toplumların iliğine işlemiş din kültürün, özellikle günümüzde politik yüzünü bilmek için din bilgini olmaya gerek var mıdır? Diyelim ki vardır; toplum hayatına hakim kılmaya çalışıldığında, bilim adamı ve diğer düşünürler kalıbıyla yutmak zorunda mıdırlar, yoksa felsefe süzgecinden geçirme hakları var mıdır?
    Bilim adamından politikacı olur ama din adamından politikacı olmaz diyen bir “laik” sistemi koruma altına alan anaysamız yok mu?
    Var evet, neden var? Din adamının anayasasıyla, bilim adamının anayasası barışık değilidir de ondan. Birinin özü diğerini yok etmek üzerine kurludur da ondan. Hangisinden yanasınız derseniz; dinler tarihi miadını doldurmuştur, günahıyla sevabıyla tarihe gömülmelidir, acısıyla tatlısıyla insanlık tarihinin kutsal bir anısı olarak kalmalıdır. Şimdi sıra bilimler egemenilğinde olacaktır. Vermemiz gereken mücadele ise, doğayı egemenlik altına alarak, “vahşi” etkenlerden kurtarmak olmalıdır.
    ……
    Deniz Baykalcı değilim ama, bir sosyalist olarak, siyasal bilimler doçenti olan bir insana konu yasağı koymak çok gülünç geliyor bana.
    Siyaset yapıyor olması yeterli nedeniz olmalı bence.
    Din konusunu politikacının ayağına sürerlerse, politikacı da onunla oynamak zorunda kalır.
    Başbakanın, profesöre “sen sus, işine bak” diye azarladığı bir yerde, engizisyonun daniskası vardır.
    Bir rektör,fikir ayrılığına düştüğü YÖK başkanı olan birine ”öğrencilerinizin söylediğine göre iyi hocaymışsınız ama YÖK’ü idare etmeyi bilmediğiniz belli,siz iyi bildiğinizi yapmak için “çekilin diyebilecek kadar “sen de kimsin,kes sesini” tavrını medyayı kullanarak (yada medya tarafından kullanılmaya razı olarak) sergileyebilir mi peki?Bu da bir çeşit bilim adamlarından oluşmuş engizisyon tavrı değil midir?
    Bilim adamlarının öncelikle, politikacıların da onlardan sonra, düşünce üretme ve onu yayma dokunulmazlığının ÖNCELİĞİNDEN yanayım. Daha sonra diğerleri gelmeli dokunulmazlıkta
    Başbakanın söylediği,evde,cenazede,camide,sokakta başını ört,inanç kul ile Allah arasındadır gizle kalbinde sakla ama kamusal alanda örtme,görünme,üniversiteye başörtüsü ile din sokup laik devlete bulaştırmaya kalkma gibi bir yaklaşım olarak da değerlendirilebilir.
    Bir gecede demokrat olabilenlerin demokrasi adına her sözleri şüphe kaldırabilir, bu doğaldır.
    Din konusunu konuşmak için nerden ehliyet almak gerekir ki?
    Konuşmak için ehliyete gerek yok ama dini konu etmek için ehliyet, bilmek,bilginin adresi zaten malum.
    “dini konu etmek” ve dini konuşmak” güzel bir espri olarak alıyorum bunu…ve eleştirel yaklaşımlarınızın ruhunu özetliyor gibi)
    Saygılar

  23. Yazan:knz Tarih: Mar 3, 2008 | Reply

    ÖZÜR dilerim. Aksaklığın nedeni ben yanlış yere kopyalamışım. diğer başlıktan yazılarımı buraya aktarıyorum.

    arkadaşlar bir sorun olursa çözülür, önemli olan iletişimde yerimiz olsun.

    saygılarımla

    ç-z yukarda yazdıklarım hakkında konuşmaya devat ediyorum. kamer hanım ve diğerleri..

    şimdi bir örnek üzerinde duracağım.

    yukarda nasıl kasap ete doymazsa, erkek de kadına doymaz manasında bir söz söyemişsin.

    şimdi burada temel varsayım hatan şu.

    erkek nasıl insansa, kadın da insandır ve duyguları vardır. insanlık uuzn bir dönem kadın duygularına kapalı kaldı. bir erkeğin kadına çekici geleceği varsayımı hiç akılla gelmedi.

    Halbuki tamemen islami çerçevde giyimiş( üst beden çıplak ) bir erkeğin kadına cazip gelebileceği fikrini burada hiç dile getirmiyorsun.

    halbuki kuran bunu size örnek vermişti. yusuf suresini yukarda hatırlattım. eğer kitabı eskilerin masalları gibi okumaya devam edereseniz masallaştırısınız.

    orada verilen örnek çok cesur birşekilde kadınların erkeklere nasıl bakabileceklerini
    anlatıyır.

    şimdi bunu üzerine kadını erketen tamamnen ayıran yaklaşımlar bizi nereye götürür ?

    ameriaka pakistanda medreseler açtı ve erkek
    çocuklar ne hala, ne teyze ve hatta annesinden dahi uzak kaldılar. sonuç ortada, onlar kadın bileğinden dahi tahrik oluyorlar. kadınların ayak bileğinden tahrik oluyorlar. yolda ayak bileği gözüken bir kadını sopalayan bir erkek taliban görmüştüm.

    kadınları el, ayak, dudak, ayak bileği derken kadınları lime lime edersiniz. kasapta et haline geleceğimiz örnekler veririken geleceğe karşı sorumluluk üstenin.

    çuvaldız sizin verdiğiniz örneğe göre, bir doktoru kadından tahrik olmadan nasıl muayene
    edeceğine dair kuşkuyu kuvvetlendirmekten öte bir işe yaramıyor ? peki kaç kadın sırf bu yüzden, enegelelndiği için öldü biliyor muyuz ? kadınların ölümüne neden olacak baskıları kamuya açık yerlerde savunurken
    sorumluluk hissetmeniz lazım. bakın denizde boğulan kızların yardıma cankuranı engelledikleri küçük kızların öldüğü bir toplumda yaşadığını unutmayın.

    bir erkeğin bir kadında eten başka bir şey görmeyeceği varsayımı insan olan erkeklere hakarettir. en azından bu sayfada zihni beye hakarettir. haa sen sapık arıyorsan o heryerde var, gidersin zikirde bile arana karışır.
    camiye de gelir. bütün erkeklere sapık izlenimi veremezsiniz. onlardan karşı korunmak zihnisel olarak olur. konu uzamasın diye buraya girmiyorum ama aslında kuran bunu da söylüyor

  24. Yazan:çuvaldız Tarih: Mar 3, 2008 | Reply

    @ KNZ,
    Zihni Bey’in yazdığı:( snowqueen’in belirttiği gibi*,) örnek olarak; bu gün saç telinden tahrik olan bir erkeği, 5 yıl boyunca, gelişmiş bir toplumun bulunduğu plajda her gün 1 saat yaşamasına fırsat veriniz; plajın bir sex arenası olmadığını, sexsin mekanının özel bir alan olduğunu anlayacağından emin olabilirsiniz.

    Benim yazdığım:Bir kasabın et yemeyeceğini,mısır eken bir çiftçinin de mısır yemeyeceğini iddia etmek kadar geçersiz bir argüman.Tahrik olmakla sex mekanını tayin etmek arasında hiçbir alaka kuramadım!”Aç tavuk kendini buğday ambarında sanır” gibi bir düşünce üzerine bunu temellendirdiyseniz tahrik olmak terk edilebilir bir alışkanlık mıdır?

    Senin anladığın:yukarda nasıl kasap ete doymazsa, erkek de kadına doymaz manasında bir söz söyemişsin.

    Bu da senin sorun:cankurtaran kızı kurtarmak için suya daldığında kasaptaki ete mi kulaç atmakta demiştim

    Sorunun muhatabı ben değilim,Zihni bey!

    Ama illa da bir cevap bekliyorsan;kendi iddiandan yola çıkarak cevap bulmaya çalışabilirsin;hakim olan bir başörtülü bayan bir mümin din kardeşini mi yargılıyordur yoksa sadece hukuken suç işlemiş olan birini mi?

  25. Yazan:zihni Tarih: Mar 4, 2008 | Reply

    örnek olarak; bu gün saç telinden tahrik olan bir erkeği, 5 yıl boyunca, gelişmiş bir toplumun bulunduğu plajda her gün 1 saat yaşamasına fırsat veriniz; plajın bir sex arenası olmadığını, sexsin mekanının özel bir alan olduğunu anlayacağından emin olabilirsiniz. /zihni

    Bir kasabın et yemeyeceğini,mısır eken bir çiftçinin de mısır yemeyeceğini iddia etmek kadar geçersiz bir argüman.Tahrik olmakla sex mekanını tayin etmek arasında hiçbir alaka kuramadım!”Aç tavuk kendini buğday ambarında sanır” gibi bir düşünce üzerine bunu temellendirdiyseniz tahrik olmak terk edilebilir bir alışkanlık mıdır? /çuvaldız

    Eleştiri ve cevaplar uzun olduğundan, bu kısmı özet geçmiştim…

    Aslında siz daha net özetlemişsiniz anlayışınızı. Yani, plajdaki bikinili bir kadını et, kendisini ve kendi benzerlerini kasap olarak görebileceğini söylüyorsunuz.
    işte bütün mesele bu.
    Plajdaki bikinili kadının orada bulunma amacının güneş ve denizden yararlanmak olduğunu düşünebildiğinde, oraya zampara kılığında gelmeyi ilkellik saydığında, ki bunu ancak alışabileceği ve hazmedebileceği bir sürede anlayabilir. İşte o zaman, alt beyin frene basacaktır. Balatası aşınmış alt beyinlerden bunu bekleyemeyiz. Öyleyse onlardan sakınmak için, türban da az gelir, peçe de.
    Tahrik olmak insanın doğasında vardır elbette. Bunu kontrol etmek için tahrik edeni (ki bu durumda tahrik eden masumdur) suçlu bularak onu kapatmak yerine, tahrik olanın fren ayarını yapmak daha adilce olacaktır.

  26. Yazan:knz Tarih: Mar 4, 2008 | Reply

    ç-z erkeğin saç telinden tahrik olması temeline dayanan bütün açıklamalar yukardaki soruları getirir. kadınla erkeği toplumdan ayırmaya yönelik tüm çabalar kadını hapsetmekten kalmayıp erkeği kışırtırır.
    insanın ham halini bozar.abisinin yanında başörtüsünü utandığı için çıkaramayan kadın
    insan doğal halini bozar( bu açıklama bu sitede yayınlandı). biz ülkemizi kadına karşı böyle hamlaştırılmış, doğası bozulmuş erkeklerden oluşmaması için çabalamız gerekiyor. Yoksa afgan burkası dahi kafi gelmiyor.

  27. Yazan:knz Tarih: Mar 4, 2008 | Reply

    Bir erkek evde halasıyla, teyzesiyle büyümeli ve kadını insan olarak algılamaya bebekliğinde itibaren başlamalıdır. sonra büyüdüğünde hormanlar dengeye girer. işte bu dönemde kadını cinsel obje olarak görüp büyeyen erkekle, kadını insan olarak görüp büyüen erkek
    farklılaşır.

    eski kadınlarımız başında yemeni de olsa kendini tahrik unsuru köşe bucak kaçacak
    konferans salonlarında büzülecek bireyler görmezlerdi. Bir insan insan olarak büyüdüğünde plajda da insanlığını yitirmez.

    Fkat iki nesilde değişriz. bir bakarsınız ki, afganistanda kadının bilekleri gözüktü diye sopayan erkek çouklar yetiştiror olursunuz.
    başörtüsün sizlerde oluşturduğu düşünce tehlike, yoksa başörtüsünün ne tehlikesi olsun.

  28. Yazan:çuvaldız Tarih: Mar 4, 2008 | Reply

    Zihni bey,

    Biraz daha dikkatli bir okuma yapabilir misiniz?Hadi KNZ’ı anladım aceleden ya sizin yanlış yorumlamanız neden?

    Aslında siz daha net özetlemişsiniz anlayışınızı. Yani, plajdaki bikinili bir kadını et, kendisini ve kendi benzerlerini kasap olarak görebileceğini söylüyorsunuz.

    Hayır bayım, TAHRİK olmaktan bahsediyorum..kadınları ete erkeleri kasaba benzetmiyorum!!!

    İnsanın kasap olup hergün et ile uğraşmış bile olsa “et yeme isteğinin” kaybolmayacağından bahsediyorum.

    Tahrik olmak,bir görgü eksikliği değildir ve gelişmiş toplumlarda da yitirilmiş bir ley değildir!

    Artık açık olmuştur her halde.

  29. Yazan:çuvaldız Tarih: Mar 4, 2008 | Reply

    Zihni bey,

    Bir kadının başına eşarbı dolarken ilk aklından geçenin “bir erkeği tahrik etmekten” kendimi sakınıyorum olduğunu SANMIYORUM,Kur’an da yer aldığına inanılan bir gereği yerine getirdiğini düşünüyor olabilir.

    Neden öncelikli ve tek sebep olarak,örtünmenin size /erkeklere karşı yapılmış bir çeşit itham olduğunu düşünüyorsunuz?
    Şimdilik bu kadar!

    ilmesinden dolayı olsa olsa huzur duyuyor olabilirler.

  30. Yazan:snowqueen Tarih: Mar 4, 2008 | Reply

    @çuvaldız

    Bir kadının başına eşarbı dolarken ilk aklından geçenin “bir erkeği tahrik etmekten” kendimi sakınıyorum olduğunu SANMIYORUM,Kur’an da yer aldığına inanılan bir gereği yerine getirdiğini düşünüyor olabilir.

    çuvaldız yapma başka ne geçiyor olabilir?
    Tesettürün amaca “erkegin cinsel dürtülerini uyandırmamak” değil mi?
    Elbette SAKINMA ifadesi, hemde “ben nesneyim, tahrik olunan”ım
    erkek ise “özne, tahrik olan” denklemi.

    Kuran’da yer alanı kayıtsız şartsız sorgulamadan yerine getiren bir anlayışta ha keza enterasan.

  31. Yazan:T.Suat Demren Tarih: Mar 4, 2008 | Reply

    Hala insan fıtratıyla daha doğrusu doğa ile savaşmaya devam ediyor bazıları..

    Kadının tahrik olunan bir yapısı olduğunun en güzel kanıtı reklam panoları, fuarlar, porno siteleri, ürünle alakalı alakasız her yerde kadın bedenini meta gibi kullanan/ kullandıranlardır. Bundan daha güzel ispat mı olur? ‘Piyasa” neye göre işler, arz ve talebe göre, değil mi? Alın size arz ve talep. Peki bu talebi ne oluşturuyor, arz neden besleniyor hiç düşündünüz mü?

    Sakın kapitalizm demeyin.

    Yani atlanan şu ki kahrolası kapitalizm böyle yaptığı için kadın bedeni kullanılıyor değildir, bu bir sonuçtur. Bu, kadın ve erkeğin mevcut fıtratının ahlaki kaygısı olmayanlar tarafından hoyratça kullanımının bir eseridir. Kadın ve erkek farklıdır, ne kadar inkar ederseniz edin..

    Buna dayanarak da bir kadının kendini sakınmak istemesi çok olağandır. Bunun için başörtüsü de şart değildir, dünyadaki pekçok kadın çeşitli şekillerde kendini sakınır. Neden dünyanın hemen her yerinde sokakta çarşıda erkeğin üstsüz gezmesi gayet normal karşılanırken kadınının bunu yapması çok olağandışı birşey olarak görülür? Bunun kökeni nedir, iyi düşünmek gerek.

    İslam’da erkek de kendini sakınmak zorundadır, onun da örtülmesi gereken yerleri vardır, “harama bakmayın” emri de hem kadına hem de erkeğe geçerli temel amirlerdendir.

    İlaveten. Bir inanç sistemi kendi içinde hem teolojik hem de ritüel yönü olarak olarak tutarlı olur. Ona dışarıdan bakıp da kendi içsel tutarlılığının bağlamlarını gözardı ederek eleştiri getirmek ne bilimsel açıdan ne de etik olarak doğru bir yaklaşım değil.

    Bunun dışında dinlerin emirlerinin metafizik boyutları da vardır. Yani bir müslüman başörtüsünü Kur’anın emri olarak kabul ediyorsa -fıtrat bağlamını tamamen görmezden de gelerek- buna illaki bir açıklama bulmak zorunda da değildir. Buna en güzel örnek başörtüsü yasağı sebebi ile okula giremeyen kızların peruk takması gösterilebilir. Eğer mesele salt tahrik olunan nesne olmaksa pekala peruk saç işlevini, kadının yüz güzelliğini tamamlayıcı bir unsur olarak görülebilir. Ben elbetteki bu yöntemi tasvip ettiğim için söylemiyorum. İnsanların kişisel olarak inançlarını ve buna dair ritüellerini ve kabullerini nasıl anlamlandırdıklarına vurgu yapmaya çalışıyorum.

    Bu açıdan insanların neyi niçin yaptıklarına yönelik dıştan irdelemeleri bırakıp temel hak ve özgürlüklere tam destek vermek gerek. Bırakın kim ne için örtüyorsa, açıyorsa açsın.

    Kadının varolan fıtratı ile savaşmaya devam edebilirsiniz, ama bunu yaparken kullandığınız tutarsız argümanları dıştan irdelemeye çalıştığınız bir inanç sistemini sorgulamak için kullanmayın, komik oluyor.

    Komik oluyor çünkü kullandığınız argümanlar bırakın herhangi bir dini inanç sisteminin iç bütünlüğünü ve bağlamını, kendi içlerinde bile tutarsız. Ayrıca doğadaki yüksek memelilerin genetik yapılarınıyla da tamamen uyumsuz. Bu yapıları görmezden gelerek ataerkilliği sosyal oluşumların bir eseri olarak görmek bilimsel yaklaşım değildir belki belki ateşli bir feministe ya da kadın olarak dünyaya geldiği için pişman birisine geçici bir avuntu olabilir ancak.

  32. Yazan:snowqueen Tarih: Mar 4, 2008 | Reply

    Kadının tahrik olunan bir yapısı olduğunun en güzel kanıtı reklam panoları, fuarlar, porno siteleri, ürünle alakalı alakasız her yerde kadın bedenini meta gibi kullanan/ kullandıranlardır. Bundan daha güzel ispat mı olur? ‘Piyasa” neye göre işler, arz ve talebe göre, değil mi? Alın size arz ve talep. Peki bu talebi ne oluşturuyor, arz neden besleniyor hiç düşündünüz mü?

    Piyasa “patriarkal kapitalizm”e göre işliyor.
    Satılan yalan imajlar, bir reklamcıya bunun dersini vermeyin.

    Eğer en güzel kanıt reklam panolarıysa bütün erkekler “sylvester stallone” mi?


    Kadın ve erkek farklıdır, ne kadar inkar ederseniz edin..

    Kadın ve erkek farklı olmasından öte erkeğin “hegemonik” üstünlüğünden bahsediyoruz, kendi cinsine de.
    “kadının farkı” erkekten bir “penis” eksik olması değildir.

    Buna dayanarak da bir kadının kendini sakınmak istemesi çok olağandır. Bunun için başörtüsü de şart değildir, dünyadaki pekçok kadın çeşitli şekillerde kendini sakınır.

    Hayır doğal falan değildir.
    Size kalsa tecavüze uğrayan kadının hatasıdır bu çünkü kendini sakınmamıştır!

    Neden dünyanın hemen her yerinde sokakta çarşıda erkeğin üstsüz gezmesi gayet normal karşılanırken kadınının bunu yapması çok olağandışı birşey olarak görülür? Bunun kökeni nedir, iyi düşünmek gerek.

    Bunun kökeni = zaman ve coğrafya
    Afrika kabilelerinde üstsüz dolayan kadınlar yok mu?
    Antalya plajlarına gidin, üstsüz bir çok kadın görecekseniz:)
    Eskiden kolu, gerdanı açık dolaşmak normal karşılanmıyordu
    şimdi böyle bir kıstas olabilir mi?

    İslam’da erkek de kendini sakınmak zorundadır,

    Kaslarını, saçlarını açıkta bırakarak mı?:))

    Kadının varolan fıtratı ile savaşmaya devam edebilirsiniz, ama bunu yaparken kullandığınız tutarsız argümanları dıştan irdelemeye çalıştığınız bir inanç sistemini sorgulamak için kullanmayın, komik oluyor.

    Sizin “biçtiğiniz” fıtrat.
    Kimin argümanı sakat acaba, Suat Bey size bir tavsiye
    bu yazdıklarınızı sakın feminist bir cemiyette dile getirmeyin
    benden söylemesi:)
    Oldukça ciddiyim.

  33. Yazan:Ç-Z Tarih: Mar 4, 2008 | Reply

    Zihni bey,
    Evet sizi hatırlıyorum Zihni bey, cahil,göbeğini kaşıyan 4 kişinin oyunun bir prof.unkine eşit sayılması gerektiğini yazmıştınız ama sizin bu hatırlatmayı yapmanızın sebebini anlayamadım! Yazdığınız “önyargı” kısmını da zira siz bu düşüncenizi dile getirdikten sonra vermiş olduğum bir tepki “önyargı” kabul edilemez,öyle değil mi?Buradaki tartışmaların alacak-verecek meselesi gibi ödeşmeli olduğunu hiç düşünmemiştim,ilginç bir yaklaşım olmuş.

    Uygarca,düzey korunarak gerçekleştirilen her tartışma hoştur,samimiyetle yazmış olduğunuza inandığım “sizinle tartışmak çok hoş” cümlenize iştirak ettiğimi bilin lütfen 🙂

    Uygarlık düzeyi derken,uygarlığın niteliğini kastettiğinizi düşünüyorum.Yorumunuzun alt kısımlarında “ilkel uygarlık” tanımını yapabildiğinize göre !(bu nedenle tanımınızı sormuştum zaten!)
    Akıl neticesinde ulaşılan bilim ve teknoloji seviyesi/düzeyi “ahlak tanımının” değişmesine yada farklı tanımlara ihtiyaç duymasına neden olabilir(dejenerasyon!).3000-4000 sene önce de Sümer tabletlerinde “insanı kollayan ahlak anlayışını öven metinler yer almış.Sonuç itibariyle insanı merkeze almayan onu araçsallaştıran,yardımcı öğe kabul eden hiçbir gelişim “uygarlık” olarak kabul edilemez.Şiddete yatırım yapan ve onu kullanan hiçbir toplum uygar olarak kabul edilemez.Savunma sanayine tüm kalemlerden daha fazla bütçe ayrıldığı sürece de “uygarlığın evrenselliği” sadece masal olarak kalır.Silahla dünya hayatı cennete dönüşmez,yasaklarla,kısıtlamalarla da toz duman edilen “ahlak” idame edilemeyeceği gibi sadece hapishane sayılarının ve kontenjanlarının arttırılmasına neden olmaktan öteye gitmez.

    Kapitalizmin ahlakı darvinin vahşi yaşam kuralları değil midir!
    Kapitalist ahlak demişsiniz böyle bir tanımın doğruluğuna inanmıyorum ancak “ahlaklı kapitalizm” (yada sizin tanımınızla “uygar”)söz konusu olabilir.Bireyi ve özgürlüğünü sözüm ona eşitlik için mümkün olabildiğince kısıtlayan,hakimiyetçi,toplum ahlakını tanımlayıp,uyulması için zorlayan sosyalizm “tekelleştirilmiş kapitalizm”e zemin hazırlamış olmaz mı?İşçi sınıfının dünya hayatı hırsını kamçılamak için “ütopik cennet” vaat edip dini,bireyin inanç özgürlüğünü yok sayarak,din yerine başka bir inanç dayatmaya çalışmak ne kadar ahlakidir?

    Dolayısıyla, “id” baskınlığı “ahlaksızlık” değil, “ilkel ahlak” tanımında anlaşalım isterseniz…(İnsanda “id” baskınlığı, kapitalist ahlakın öne çıkardığı belirtileridir daha çok.).
    Durduğunuz yüksekteki bir basamak olmalı aksi taktirde “ilkel” tanımı yapamazdınız.İlkellik vahşilikse bugün değişen sadece “araçları”.Demek ki “id”e dönük onu etkileyecek hususlar konusunda yapılan hiçbir şey yok! Din ve nefs terbiyesi üzerine biraz düşünün isterseniz.(semavi olmayan öğretilerin de ulaşmak istediği hedefi düşünebilirsiniz,zorlama yok .-))

    Oysa, “düzey” diye derecelendirdiğimiz uygarlıkta doğanın vahşi yanıyla savaşılmalıyken, “vahşi yanı” model karakter olmuştur!
    🙂 O halde “uygarlık düzeyi”nde(!) hiçbir aşama kaydedilememiştir ve hala “ilkellik” söz konusudur.0+0=0 .Ne eksik kalmış olabilir sizce?Akıl,bilim,.x.?uygarlık çıtası yükseltildikçe ters orantılı olarak azalması gereken ”vahşilik” neden azalmamış da sadece kılıf,isim değiştirip teknolojik nitelik kazanmıştır.Elde edilen sonuçların “vahşice” kullanılmasına sebep,ahlak anlayışının yozlaştırılması,dinin tarihten silinmeye çalışılması olabilir mi?

    “İyi ve güzel ahlak”ın normları, statik olamamalıdır, olamaz da. Oldurmaya zorladığımız an, sürtünme kayıpları olur ki, uygarlık ivmesinde hız yapamayız.
    “İd” yok edilemiyorsa ve hatta var olmak için ihtiyaç duyulan tetikleyicilerden biriyse bazı ahlaki normlar “4000” yıl geçse de değiştirilemez zira ” insan olmaya yapışıktır” ne zaman ki insan olmaktan çıkar farklı bir canlı türüne evriliriz ancak o zaman bazı normlar zaten kendiliğinden değişmiş olur.Uygarlık düzeyi,öldükten sonra canlandırmayı mümkün kıldığında,insan öldürmekle ilgili bazı kavramları tekrar gözden geçirebiliriz gibi .-)
    Bu “yok” hızıyla geldiğimiz yer neresi,durduğumuz yer mi?

    Çakra’yı şarj edecek dinamolarından biri de semavi dinlerin iyi,doğru,güzel,sevap öğretileri,tavsiyeleri olabilir = Bu kaynak ise, “başkalarının rahatsız olabileceği noktayı keşfetmektir. Yani, yukarıda dediğim gibi, işaret levhakarı.. zorlama (korkutma) değil, yönlendirme metodu.=> Oysa, “düzey” diye derecelendirdiğimiz uygarlıkta doğanın vahşi yanıyla savaşılmalıyken, “vahşi yanı” model karakter olmuştur!

    Baş örtüsünü takabilme “özgürlüğünü” isterken, dilediklerinde onu çıkarabilme özgürlüğüne sahiplerse, dediğiniz vurguya tamamen katılıyorum. Türbanı dilediğinde çıkarabilme özgürlüğüne sahip olamayanlar, öncelikle bu sorunu halletmelilerdir.
    “Başımı örtmüyorum o halde ben Müslüman değil miyim?” diye serzenişte bulunan kadınlara haksızlık ediyorsunuz!

    Çok uzun yazmışsınız yaz yaz bitmiyor .-)

  34. Yazan:Ç-Z Tarih: Mar 4, 2008 | Reply

    Zihni bey,
    örnek olarak; bu gün saç telinden tahrik olan bir erkeği, 5 yıl boyunca, gelişmiş bir toplumun bulunduğu plajda her gün 1 saat yaşamasına fırsat veriniz; plajın bir sex arenası olmadığını, sexsin mekanının özel bir alan olduğunu anlayacağından emin olabilirsiniz. /zihni

    Tahrik olmak insanın doğasında vardır elbette.

    oraya zampara kılığında gelmeyi ilkellik saydığında, . İşte o zaman, alt beyin frene basacaktır.

    Balatası aşınmış alt beyinlerden bunu bekleyemeyiz.

    tahrik olanın fren ayarını yapmak daha adilce olacaktır.

    Nasıl?

    Yaz sezonunun gelmesini ve sokakları plaja çevirerek mi?
    Madem örtünerek kadınların kendisini kısıtlaması haksızlık,o halde hep beraber bikinilerimizi giyelim,saçtan,elden,kulaktan,bilekten,göğüsten tahrik olan,plaj deneyimi kısıtlı olan erkeklere fırsat tanımış olalım ki sexin mekanının özel bir yer olduğunu anlayabilsinler.
    İlginç bir sorun çözme tekniği,haklısınız tüm adınların amacı zaten bazı frene basamayan erkekleri eğitmek olmalı. :-))Yaşasın nüizm(kelimenin doğruluğundan emin değilim) öyle bir akım vardı sanırım kendilerine çıplaklar kampı adı altında bir alan sa tahsis edilmişti yanılmıyorsam hatta sokaklarda dolaşanları da vardı bir ara,ne oldu o akım?

    Çocuk utanma duygusuna siz, telkinde bulunup bir form vermeden önce sahiptir.Neden?
    Ve neden bu utanma duygusu,çocuğun cinsel kimliğini keşfetmesiyle beraber başlar?
    Bu sizce doğal fren olabilir mi?Örtünmek de bu frenin doğal bir uzantısı kabul edilebilir mi?

    Sexin mekanını öğrenmek için plaja gitmeye ne gerek var,siz tahrik olmayı engeleyecek fren

    Toplumsallaşabilmenin asıl erdemi hatta yasası, başkalarını mutsuz edebiliecek hamleyi kontrol edebilme kapasitesinin adı olmalıdır.

    Bırakın o halde kadınlar istedikleri gibi örtünsünler.Örtünme nedenini sorgulayıp,kendinizce ithamlarda bulunarak onları mutsuz etmenin ne alemi var ve bu yaklaşım hangi sorunu çözer?

    Sorun;başörtülü insanların üniversite eğitimi almak istemesi ve buna İZİN verilmemesi.

  35. Yazan:Ç-Z Tarih: Mar 4, 2008 | Reply

    Zihni bey,

    Bilim adamı din bilgini midir? Din bilgini de bilim adamı mıdır?
    Dinin laboratuarı mı var, deneyi mi var,
    Evet,Hayat ve yaşanmışlıklar :-)Gönüllü deneği bu kadar fazla olan başka izlenebilir bir örnek gördünüz mü?

    Asırlardır, toplumların iliğine işlemiş din kültürün, özellikle günümüzde politik yüzünü bilmek için din bilgini olmaya gerek var mıdır?
    Nerde şimdi sizin şu ilkel “id”.Kapitalizme hizmet ederken din’i atlayıvermiş demek ki?Çok ayrımcı çokk,neden adil davranmamış ki?

    Diyelim ki vardır; toplum hayatına hakim kılmaya çalışıldığında, bilim adamı ve diğer düşünürler kalıbıyla yutmak zorunda mıdırlar, yoksa felsefe süzgecinden geçirme hakları var mıdır?

    Siz dini yutulması gereken bir kalıp içinde düşünüyorsanız elbette dediğinizde kendi açınızdan haklı olacaksınız.Ama ben tekrar soracağım bilim adamı olmak için din terk edilmek zorunda mıdır?Dine inanan bir bilim adamı olamaz mı?İnanmışlığı zaten bir felsefe süzgecinden geçirmiş olduğuna işaret etmez mi?

    Bilim adamından politikacı olur ama din adamından politikacı olmaz diyen bir “laik” sistemi koruma altına alan anaysamız yok mu?
    Var evet, neden var? Din adamının anayasasıyla, bilim adamının anayasası barışık değilidir de ondan.
    Baykal’ın bir siyasetçi olarak Kur’an’a bakıp örtünmek burada yer almıyor fetvasını vermesinden bahsediyoruz.Konu başlığına dikkatinizi çekerim.Şimdi bunu nasıl anlayalım;bilim adamı=siyasetçi=din adamı şeklinde mi?

    Birinin özü diğerini yok etmek üzerine kuruludur da ondan.
    Bilim adamı baykal dini yok etmek için Kur’an’a mı bakmış oluyor şimdi?Yoksa siyasetçi Baykal din anaysasına mı danışmış oluyor?

    Evet,maalesef problem burada zaten YOK etmek.Ama dinin özünde insanı,“eşref-i mahlukat” olarak VAR etmek var!

    Hangisinden yanasınız derseniz; dinler tarihi miadını doldurmuştur, günahıyla sevabıyla tarihe gömülmelidir, acısıyla tatlısıyla insanlık tarihinin kutsal bir anısı olarak kalmalıdır.
    Günümüzde hüküm sürmeye çalışan “Vahşi” yada “ilkel” uygarlıktan mı bahsetmiştiniz siz?

    Şimdi sıra bilimler egemenilğinde olacaktır.
    Bilimin “vahşileşmesine” nasıl engel olacaksınız,yasakları arttırarak mı?
    Mesajınız çok açık olarak alındı;tahrik mahrik bahane amaç dini tarihe gömmek.

    Vermemiz gereken mücadele ise, doğayı egemenlik altına alarak, “vahşi” etkenlerden kurtarmak olmalıdır.

    NASIL?Dini gömdük yaşasın Çakra!

    Deniz Baykalcı değilim ama, bir sosyalist olarak, siyasal bilimler doçenti olan bir insana konu yasağı koymak çok gülünç geliyor bana.

    Hani laiktik,din kullanılarak siyaset yapılamazdı?Muhafazakar Erdoğan şimdi Kuran’ı açıp fetva verebilir mi yoksa önce doçent mi olması gerek?Nasıl yani en iyi politikacılar bilim adamları mıdır?Ok ,o halde devlet idaresini YÖK’e bırakalım,ne dersiniz?Dini nasılsa gömdünüz!

    Siyaset yapıyor olması yeterli nedeniz olmalı bence.
    Din konusunu politikacının ayağına sürerlerse, politikacı da onunla oynamak zorunda kalır.
    Eğitim hakkı tanımamak için “dini” gerekçe gösteren prof.larımız hangi topla oynuyor?Başı açık kızlarımıza baskı yaparlar ve laiklik elden gider?Neden?Din,anılarda kalması gereken,din.

    Bilim adamlarının öncelikle, politikacıların da onlardan sonra, düşünce üretme ve onu yayma dokunulmazlığının ÖNCELİĞİNDEN yanayım. Daha sonra diğerleri gelmeli dokunulmazlıkta

    Dedim yeni yönetim sistemimiz sayenizde belli oldu YÖK.Hazır siz 4=1 dediğinize göre,biraz daha halkı cahil bırakıp bazılarına da bol keseden unvan dağıtırsak bu iş olmuştur ama bir dakika bu kadar zahmete ne gerek var ki,düşünce üretme ve yayma dokunulmazlığına sahip olan insanların “seçilmesi” gibi bir saçmalık düşünülemez bile,iktidar onların en doğal hakkı olmalı.

    Çok şükür sizin gibi düşünenler çoğunlukta değil yoksa ari ırk yaratmak adına kafa taslarımız bile bilim adamlarınca ölçülüyor olurdu.
    Abartı bir tarafa dokunulmazlık kadar saçma korku ürünü bir sınıflama gayreti düşünemiyorum.

    Din konusunu konuşmak için nerden ehliyet almak gerekir ki?
    Miadını doldurduğuna inandığınız bir şey için “ehliyet alınacak” yer sormanız ilginç olmuş.Şuna gömmek için nerden kazma kürek alırım dite soruyorum deseydiniz ya!

    Konuşmak(işkembe-i Kübra’dan sallamak) için ehliyete gerek yok ama dini konu etmek için ehliyet, bilmek,bilginin adresi zaten malum.

    “dini konu etmek” ve dini konuşmak” güzel bir espri olarak alıyorum bunu…ve eleştirel yaklaşımlarınızın ruhunu özetliyor gibi..

    Nasıl algılayabildiyseniz,elbetteki ancak size ait bir yorum …

    S O N :-)) eğlenceliydi,gerçekten ..teşekkürler.

  36. Yazan:zihni Tarih: Mar 4, 2008 | Reply

    Ç-Z Hanım,

    Son mesajnızı “son”landırdığınız için, cevap yazmayı uygun bulmazdım ama, yazılarınızın arasındaki bazı sorularınız garip kalmış. Bunlar yalnızlıktan sıkılmasın diye, onlara yoldaş bırakmayı uygun buluyorum ve sizi de tekrar cevap vermeye zorlamamaya özen göstererek, ben de son veriyorum.

    Ayrıca, “4=1” konusyla asıl konuyu değiştirmek istemiyorum, yeni kıvılcım çakmanıza rağmen…

    insanı merkeze almayan onu araçsallaştıran,yardımcı öğe kabul eden hiçbir gelişim “uygarlık” olarak kabul edilemez

    Herkesin uygarlığı kendine güzeldir de, biz burada uygarlık anlayışımızı yarıştırıyoruz değil mi? 2. ve 3. paragrafınızda sizinle aynı düşünüyorum. Asıl sorun, hangimizin hayat felsefesi şiddete daha az el verişli, onu anlamaktır.

    Kapitalist ahlak demişsiniz böyle bir tanımın doğruluğuna inanmıyorum ancak “ahlaklı kapitalizm” (yada sizin tanımınızla “uygar”)söz konusu olabilir.

    “id” tatminini başkalarının acı çekmesine rağmen doğal hak sayan ahlak kapşitalist ahlak değil midir? Daha açıkçası, servetin ihtiyaçtan ötesindeki miktarıyla, insanlar üzerinde egemenlik kurma saplantısını kapitalist ahlak olarak tanımlıyorum.

    Akıl,bilim,.x.?uygarlık çıtası yükseltildikçe ters orantılı olarak azalması gereken ”vahşilik” neden azalmamış da sadece kılıf,isim değiştirip teknolojik nitelik kazanmıştır.Elde edilen sonuçların “vahşice” kullanılmasına sebep,ahlak anlayışının yozlaştırılması,dinin tarihten silinmeye çalışılması olabilir mi?

    Hayır efendim olamaz. Çünkü, tarih, (komünal toplumdan sonrası,) tamamen dinler+güç+servet egemenliğinin hikayesiyle örülü. Bu 3 kardeşin (ya da ortağın) egemenliğine direnme gücü, reform-rönesans ve sanayileşmenin doğurduğu fırsatlarla yakalanabilmiş. Ama, iktidar olamamış. Bir de, Şu an tarihin mirası üzerinde oturan ilkel çağdaşlara muhalefet olarak sürdürmektedir varlığını.

    “İd” yok edilemiyorsa ve hatta var olmak için ihtiyaç duyulan tetikleyicilerden biriyse bazı ahlaki normlar “4000” yıl geçse de değiştirilemez zira ” insan olmaya yapışıktır

    “id”i yok etme gibi bir düşüncemiz yok. “ego ve süper ego” insan ilişkilerinde gereken işlevi yapacaktır. “id” bastılırldığı zaman, ne türban gibi bir örtüye, ne de sendikalar gibi bir karşı kuvvete ihtiyaç olacaktır.
    Nasıl? diye soruyla gelen yorumlarınızı şaka olarak kabul ediyorum. Çünkü, içinde demagoji ağırlık kazanıyor:))

    Ama ben tekrar soracağım bilim adamı olmak için din terk edilmek zorunda mıdır? Dine inanan bir bilim adamı olamaz mı? İnanmışlığı zaten bir felsefe süzgecinden geçirmiş olduğuna işaret etmez mi?

    “dine inanmak ve allaha inanmak” bu yazım hatalarını ben de çok yapıyorum, ama tekrar okuduktan sonra farkediyorum.
    Evet, “dini inancı olan” bilim adamı olamaz mı? Olur elbette. Var da.. ama, bilimi dini emrine veren bilim adamı newtonlaşır ancak:)) işini allha havele eder v e kenara çeklilir:))

    İnancını felsefe süzgecinden geçiren bilim adamı (ya da herhangi biri) o inancın öğretilerine karşı şüpheciliği de işlettiğinde, o inanç ile kavgalı hale gelir. Sonra ayıkla taşın pirincini.

    Bilimin “vahşileşmesine” nasıl engel olacaksınız,yasakları arttırarak mı?
    Mesajınız çok açık olarak alındı;tahrik mahrik bahane amaç dini tarihe gömmek.

    Doğayı, adaletli ve temel haklarada eşitlik kurallarını acımasız işleteterek. Ve sonra, insandaki “id” dürtüsünü tamamen pasifleştirdikten sonra, yüksek uygarlığın ivmesi, otomatiğe alınmış olacaktır.
    Amaç dini tarihe gömmek değil, o sadece araçtır. Tıpkı Başbakanın (bir zamanlar) demokrasi şeriat yolunda bir araçtır” demesi gibi.

    dokunulmazlık kadar saçma korku ürünü bir sınıflama gayreti düşünemiyorum.

    “dokunulmazlık” bir sınıflama değil, bir atlama çıtadır. Ama bu günkü (suç işleme ayruıcalığı) anlamda değil. Bie çeşit özgürlüktür dokunulmazlık Hedef, tüm insanların ideal özgürlük ehliyetine sahip olamsını sağlamak…

    1. S O N :-)) eğlenceliydi,gerçekten ..teşekkürler.

    Benden de teşekkürler ve de kesin SON

  37. Yazan:çuvaldız Tarih: Mar 4, 2008 | Reply

    Zihni bey,
    O son,sizin yazdıklarınıza cevap vermenin tamamlandığını belirten “son” demekti,(yaz yaz bitmiyordan hatırlayın)siz cevap vermeyin bu konu benim yazdığımla bitecek demek değildi ki!

  38. Yazan:knz Tarih: Mar 5, 2008 | Reply

    biz burada kadınlar sakınmasın diye konuşmadık ki,..

    erkekle kadın arasında ortaya çıkan ve kadının yaşam tercihini erkeklere göre kısıtlayan nedenleri sorguladık.

    insan doğasına aykırı görüşleriniz elbette eleştirilecektir. ve hele bu görüşleriniz ait olduğunu iddia ettiğiniz dinle çeliştiğinde elbet bu yüzünüze vurulacaktır.

    şimdi suat beyin dediği, rekalm panolarını
    kadınların doldurduğu görüşü dönemsel bir özelliktir. 10 sene önce erkekler daha azdı, şimdi erkekler de kadınlar kadar geniş yer almakta.

    kuranda yusuf suresini okuduğumuzda bunu anlıyoruz. o örnekte iktidar sorgulanıyor,
    kim güç ve iktidar sahibi ise,paranın ve mülkün sahibi ise o toplumda kültürü oluştutuluyor, ve diğer cins üzerinde azgınlık yapmayı kendinde hak görüyor. Nitekim yusuf suresinde tacize uğrayan bir erkektir.

    Yine Bugün 50 yaşında bekar alman kadın geliyor, 20 lik anadolu delikanlısını nikahlayıp almanyaya götürüyor.

    Erkeklerin egemen olduğu bir toplulukta kültür de öyle şekileniyor. Dünyadaki toplam mülkün belki %80 erkekler üzerinde.

    konuyu bulandırmaya gerek yok. bir kadınla bir erkek deniz kenarında gittiğinde, çay bahçesine gittiğinde veya bir konferans salonunda kadını erkekğin yaşam şartlarına göre yaşamını kısıtlayan hiçbir neden yoktur.

    kadın bileği, parmakları, boyun veya kulağı veya dudakları veya saçlarının fizlojik olarak bir erkekten farkı yoktur.

    hele hele kulağımız duymak içindir.

    kadınla erkeğin fizyolojik tek farkı avret yerleri ve kadında göğüs dekoltesidir.

    Bunun dışında giyimiz tamamen kültüreldir.
    ve coğrafidir . ve bir toplumda erkek neyse,
    kadında aynı sorumluğa sahiptir.

    kuran yusufa birşey demez. ama o kadınlar gözlerini sakınmalı değil miydi ?

    gözlerini sakınmak insana ( kadın veya erkek değil) düşer.

    Bir erkek saçlarına jöle sürüyor. bir erkek çıplak bedene deri yelek giyior. bir erkek gitarının teline basarken gögüsünü kabartıyor,
    bir erkek hindi gibi kabarıyor.

    fakat ilmihal kitapları hep kadın hakkında konuşuyor.

    saldırıya uğradığında kadın suçlu,
    saldıran olunca yine kadın suçlu.

    bakın yeniden yazdım. önemli olan üslup değil ne söylendiğidir.

    da vinci ile ilgili gelişmeleri kendisinin sitesinden takip edeceğim.

  39. Yazan:Erkan Tarih: Mar 5, 2008 | Reply

    Gerçekten kim düşünmüşse cok eğlendim cok güldüm teşekkür ederim fikirlerimleri tamamını yazmışsnız 🙂

  40. Yazan:Editör Tarih: Mar 6, 2008 | Reply

    Değerli Okurlar,

    Bazen bir nedenle engellenenen yorumların altına not düşmek zorunda kalıyorduk. Bunun bir sebebi yorum kurallarına uygun olmayan yorumların sahibine engelleme sebebi ile ilgili bilgi vermekti. Tabi bu yöntemin önemli bir sakıncasını olacağını hiç düşünmedik. Oysa bu kapalı, engelleme sebebine ilişkin genel ifade, diğer okuyucular nezdinde yanlış ya da maksadını çok aşan algılara yol açabilir.

    Tabi bu yola tevessül etmemizin bir sebebi de şu. Okur uydurma bir mail veriyor, yorumunuz şu sebeple yayınlanmadı diye mail atıyorsunuz, ulaşmıyor. Biraz sonra “benim yorumum ne oldu” diye tekrar yorum geliyor, adres yine aynı uydurma adres. Bu kez yorumcuya bilgi vermek için bir yol kalmıyor.

    Tüm bu sebeplerden dolayı yorum kurallarına şu maddeyi koyduk:

    Mutlaka gerçek bir e-mail adresi kullanın. Bu yapılmadığında, ilgili yorum sahibine niçin yorumunun yayınlanmadığını açıklamak imkansız oluyor. Mecburen yorumun altına not düşmek durumunda kalıyoruz. Artık bunu yapmayacağız. Çünkü bu kapalı, yayınlanmama sebebine ilişkin genel ifade, diğer okuyucular nezdinde yorum sahibine yönelik yanlış ya da maksadını çok aşan algılara yol açma potansiyeline sahip. Gerçek bir e-mail adresi kullanmanızı bu sebeple istiyoruz. Görevli editör sorun halinde sizinle temasa geçecektir. Endişe etmeyin, mail adresleri gizli kalır. Eğer gerçek bir e-mail adresi kullanmaz yorumunuz da herhangi bir sebepten yayınlanmaz ise bunun nedenini öğrenme yolunuz kalmayacaktır.

    Bu yüzden yanlış algıya yolaçabilecek EDİTÖR notlarının yeraldığı yorumları siteden kaldıracağız. Konuyla alakalı en güncel başlık bu olduğundan buraya bu notu eklemek istedik.

    Bu yöntemle haklarında yanlış yargılara yolaçmış olabileceğimiz okurlardan da özür dileriz.

  41. Yazan:Bedestan Tarih: Haz 22, 2008 | Reply

    Laikçiler Hrıstyan geleneğine daha yakın oldukları için midir bilinmez ruhban sınıflarından pek bir hoşlanıyorlar. Sınıf başkanı da Baykal olmuş, ne güzel. Ayda gülen adam yüzü olmaz diyenler büyük bir çıkmazda.

  42. Yazan:Mustafa Tarih: Eki 15, 2008 | Reply

    Tasawwuf felsefe degildir.

    Tasawwuf alimleri insanin kalbinde ilham yolu ile bilgilerin dogdugunu söylerler. Felsefe ise sistematik bir düsünce agidir.

    Baykal ve din

    Baykalda bilir islamda basörtünün yeri oldugunu. Ama mesele o degil. Mesele kendisi fransiz ihtilalindeki kültür devriminin hala temellerini uygulamakta basrili olabilecegine inanmasidir. Fransizlar almanyadan ren nehrine kadar toprak koparmislardi. O zamanlar katolik ve protestan almanlara laikcilik ne demek diye kilise ve dini ayinlere saldirdilar hor gördüler ve aksi iddialar savundular millete empoze etmege calistilar. Hiristiyanlikta su yok bu yok gibi millete kendi “yorumlarini” bastirdilar. Baykalda bilir ama ideolojik saplanti varya….

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin