RSS Feed for This Post

Demokrasi, laiklik, hukuk ve başörtüsü

kukla_ozgurluk.jpgSon günlerde başörtüsü tartışmaları aldı başını gidiyor. Aslında bu ve buna benzer tartışmalara girmeyi çok anlamsız buluyorum. Çünkü, yıllardır Türkiye’yi sömüren bir egemen güç var. Bu güç çoğunlukla, ülkenin belli kaynaklarını peşkeş çekmek suretiyle kendisine rantlar elde eden, nispeten daha iyi eğitimli, yurtdışında bulunmuş bir tayfadan oluşuyordu. Türkiye gibi geri kalmış bir ülkenin yönetimini ele geçirmek ve kaynaklarını istediği gibi kullanmak bunlar için zor olmadı. Fakat, Türkiye’nin gelişmeye ve insanların da bilgiye çok farklı kaynaklardan ulaşmaya başlamasıyla birlikte bu rant grubunun tasfiye süreci de başlamış oldu. Hiçbir emek sarf etmeden Türkiye’de sulta kuran bu tayfa, bugüne kadar hiç dikkate almadığı “çarıklı”larca tasfiye edilince, nasırına basılmış “yogi” gibi homurdamaya başladı.   

Pilavı hala “kaşıkla” yiyen, bu da yetmiyormuş gibi bıçağı sol, çatalı sağ eliyle tutan çarıklıların bilgi, birikim, para ve vizyon yönüyle bir gün kendilerini yakalayabileceğini aklının ucundan bile geçirmeyen “sulta tayfası”, hep olduğu yerde saydı. Atatürk’ün 1938’de bıraktığı yerde duruyorlar. Ancak, çarıklılar büyük bir değişim gösterdi ve nihayetinde sulta tayfasının yanından bile geçemeyeceği bir noktaya geldi. O nedenle, bu tayfanın karın ağrılarını biliyorum. Düşünsenize, bugüne kadar hiçe saydıkları insanlar büyük bir güçle iktidara geliyorlar ve onların tahayyül bile edemeyeceği işlere imza atıyorlar…İşte tam da bu nedenle, bu zevattan kimselerle tartışmaya girmek anlamsız oluyor. 1938 model bir tayfayla, tartışmaya değecek bir durum göremiyorum ben.

Neyse…

Avrupalılar, Türkleri “duygusal insanlar” olarak tanımlar. Bu tanım, hakaret içerir; duygusallık “rasyonellik”in zıddıdır ve mantıksızlığa işaret eder. Hakikaten öyledir. Her olaya çok duygusal yaklaşırız. Öyle olduğu için de, bizi tavlamak isteyenler duygularımıza hitap ederler. Bu stratejiyi partiler de çok kullanırlar. Dini siyasete alet edenler buna bir örnektir mesela. Fakat sanıldığı gibi dini siyasete alet edenler, mazide kalan Refah Partisi (RP) ve türevleri değildir; dini siyasete alet edenler daha çok CHP tarzı sol partilerdir. Dikkat ederseniz CHP, bütün siyasetini din eksenli yapıyor. Tek bir farkla; doğrudan dini kullanarak değil, dini ortaya atıp din karşıtlarının oylarına talip olarak. RP ve türevi partiler zamanında dini doğrudan kullandılar ancak, onlar artık mazide kaldı. Şimdi CHP tek başına “din istismarı”na devam ediyor.

Dedik ya, Türk milleti duygusallığıyla meşhurdur; CHP’nin tek argümanı “laiklik ve cumhuriyet elden gidiyor” iken, sözgelimi MHP’nin de “vatan millet Sakarya”dır. Duygusal seçmen, somut hiç bir önermesi olmayan bu argümanlarla oltaya getirilmeye çalışılır. Ülkenin sorunlarını çözmeye yönelik bir tane de olsa çözüm önerisi duydunuz mu bu iki partiden? Ya da Türkiye’nin çok önemli darboğazlardan geçtiği şu son 20 yılda, örneğin CHP’nin pozitif yönde bir tane bile olsa katkısı var mı? MHP’nin cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde meclise gitmesi ve başörtüsü meselesinin çözülmesi için attığı son iki adımı istisna olarak düşünebiliriz. Bu iki adımı da mecburiyetten attı diyebiliriz. Nitekim, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde meclise gitmeyen ANAP ve DP’nin başına gelenleri gördükten sonra meclise gitmemek, en hafifiyle aptallık olurdu herhalde. Başörtüsü sorununu çözmek için atılan adımlara destek vermek ise, boynunun borcuydu MHP’nin. Hem tabanının hoşuna gidecek bir hamle, hem de Türkiye’nin başına sarılan bu belada payı olan bir parti olarak, pisliğini temizleme görevini ifa etmiş olacak.

Vatan, millet sevgisi kuru sloganlarla olmuyor. Vatan elden gidiyor, cumhuriyet tehlikede, laiklik elden gidiyor gibi içi bomboş sloganlar hiç bir anlam ifade etmiyor artık. Vatan, millet sevgisi, ikisi için de üretmekle olur. Cumhuriyete ve laikliğe sahip çıkmak, ikisinin de gereklerini yerine getirmekle olur. Bana söyler misiniz, CHP cumhuriyetçi mi? Ya da halkçı mı? Hangisi için ne yapmış? Laiklik bütün dinlere eşit mesafede durmaksa, CHP bunun yüzde birini başarabilmiş mi? Bu mudur laiklik? Demokrasiden haberi var mı CHP’nin mesela? Vazgeçtik Türkiye için demokrasi talebinden, kendi içinde demokrasinin D’sini işletebiliyor mu CHP? AK Parti’ye karşı olmayı anlarım, fakat alternatif olarak CHP’ye sarılmayı anlamam mümkün değildir.

Gelelim başörtüsü meselesine,

Öncelikle, “başörtüsü ile türban farklı şeylerdir. Biz geleneksel başörtüsüne değil, türbana karşıyız” türünden zırvalıkları yutmadığınıza inanmak istiyorum. Türban (esas adıyla başörtüsü), nenelerimizin kullandığı geleneksel yazmanın, modaya uygun tarz değiştirmiş halidir. Nenelerimizin kullandığı yazmanın yerini, teknolojinin ve modanın sunduğu imkanlarla yapılmış modern ipek eşarplar aldı; hepsi bu kadar. Bu değişim sadece başörtüsünde yaşanmadı; önceleri kapalı insanların giydiği etek, bluz, kazak gibi giyeceklerde de modaya uygun gelişmeler oldu. Hatta, eskiden kapalı bayanlar pantolon giymezken, şimdi tesettüre uygun pantolonlar da giyer oldu. Bunlar çok normal değişimler. Açık bir bayanın 20 yıl önce giydiği kıyafetlerle, şimdi giydiği kıyafetler aynı mı? Açık bir bayana, “illa nenen gibi giyin” demek kadar abzürd bir şey var mı? Açık bir bayanın giyimi 20 yıl öncesine göre büyük değişimler gösterdiği gibi, kapalı bir bayanın giyimi de büyük değişimler gösterdi. Bu değişim başörtüsünde de yaşandı. Amaç, dinin emrettiği gibi başı örtmekse, bunun sadece bir tane yöntemi yok. Açık bir bayanın, nenesi gibi giyinmesini talep etmek ne kadar büyük bir salaklıksa, kapalı bir bayanın nenesi gibi örtünmesini istemek de o kadar büyük bir salaklıktır. Biliyorum, amaçları üzüm yemek değil, bağcıyı dövmek…O yüzden geçiyorum.

Başörtüsüyle ilgili kullanılan ikinci argüman ise “mahalle baskısı”. Başörtüsü üniversitelerde serbest olursa, başörtülüler başörtüsüzlerin zorla başını kapatacakmış. Düşünün, Türkiye’nin üniversitelerinde başörtülüler, başörtüsüzlerin başını zorla kapatıyor. Niyet okuyorlar diyesim geliyor ancak, bu niyet okumanın da ötesinde zırvalamak oluyor. Zırva olmayan tek gerçek var; halkı için var olan devlet, halkın paralarıyla elde edilmiş imkanlar ve halkı korumak ve kollamak için kurulan kurumlar eliyle başörtülülerin başını zorla açıyor. Hem mahalle baskısı gibi dolaylı bir yöntem falan da değil. Bizzat yapıldı. Bu niyet okuma da değil, gerçeğin ta kendisi. Hem de çok acı bir gerçek. Başı açıklar, başörtüsünün serbest olmasıyla, başlarının zorla kapatılacağı ihtimalinden(?) bile ürküyorken, başı kapalı olan insanların başlarının zorla ve çoktan açılmış olmasına neden ses çıkartmadıklarını siz anlayabiliyor musunuz? Ben anlayamıyorum.

Başörtüsü yasağını savunanların üçüncü argümanı: çatışma çıkar, huzur bozulur. Bu tayfa ne diyor: “Biz başörtülüleri üniversitelerden içeri sokmuyorduk, homojenliği sağlamıştık. Eğitim hakkını tekelimize almıştık. Biz ne güzel düzenimizi kurmuştuk. Siz nerden çıktınız şimdi? Üniversiteyi sadece biz okuruz, sizin ne işiniz var. Bize hizmetçi de lazım. Biz okuyalım, kariyer yapalım siz de bize hizmet edin. Ne yani, yarın öbür gün bir başörtülüyle aynı pozisyonda mı çalışacağım! Benim bildiğim, şirkette bir tek başörtülü olur; o da temizlikçi, çaycı ya da aşçıdır. Ya başörtülü bir müdürem olursa? Bu, kölenin para kazanıp efendi, efendinin de tüm varlığını kaybedip eski kölesine köle olmak gibi bir şeydir. Olmaz canım öyle şey. Huzurumuzu bozmayın. En iyisi siz köle, biz efendi olmaya devam edelim. Herkes yerinde dursun. Bozmayın şimdi düzenimizi!”… Özgürlük karşıtlarının huzuru yerinde. Ne güzel at koşturuyorlar. Ne diye bozarsınız huzurlarını! Beş yıl Boğaziçi Üniversitesi’nde okudum, başörtüsü yasağı yok denecek kadar azdı. Kampuste başörtülü arkadaşlarımız da vardı. Bir gün birinin ne huzurunun bozulduğunu, ne de birinin diğerine “mahalle baskısı” yaptığını gördüm. Huzursuzluk, ikna odalarıyla doğrudan baskı kuran üniversitelerde hakimdi, bizde değil. Kimsenin, ikna odaları kuranların uğraştığı saçmalıklarla uğraşacak vakti yoktu Boğaziçi’de.

Nasırına basılmış tayfanın başörtüsüyle ilgili başka bir argümanı da, “başörtüsüyle üniversiteye girmenin laikliğin köküne kibrit suyu dökeceği”dir. Bunlara, ‘laiklik nedir’ diye sorarsanız,  artık baymış tanımıyla ‘din işleriyle devlet işlerinin birbirinden ayrılmasıdır’ derler. Peki, ‘öyleyse devlet neden insanların dinine karışıyor’ diye sorarsınız, hönk diye kalırlar. Laiklik, devletin insanların başörtüsüyle üniversiteye girmesine engel olmakla sağlanıyorsa, vay o laikliğin haline. Laiklik, başörtüsüyle üniversiteye girmekle öyle hemen yıkılan zayıf, cılız bir şeyse de vay o laikliğin haline. Bu arkadaşlar, laikliğin ne olduğunu bilmedikleri için, laikliği savunurken çok komik durumlara düşüyorlar. Laik bir ülkede, devletin başörtüsüyle ne işi olur Allah aşkına (diyaneti, zorunlu din derslerini vs gibi laiklikle taban tabana zıt şeyleri hiç saymıyorum)?! Devletin, başörtüsüyle bir tek ilişkisi olabilir: İnancı gereği başörtüsü takmak isteyen ancak takamayan bir bayanın, başörtüsünü özgürce takabilmesini temin etmek için. Bunun dışındaki devlet-başörtüsü arasındaki her türlü ilişki, laik devlet anlayışına ters düşer!

Velhasıl,

Laiklik, demokrasi, hukuk… Bunların hayat bulması için, başörtüsünün üniversitelerde serbest olması bir zorunluluktur. Aksi halde, bu zımbırtıların hep bir tarafı eksik kalır. Başörtüsü yasağı ne laikliğe, ne demokrasiye, ne de hukuka uygundur.

Noktayı koymadan önce şunu da ifade etmekte fayda var; başörtüsü serbestliği hizmet verenler işin dışında tutularak, sadece hizmet alanlara getirilirse laiklik, demokrasi ve hukuk yine yarım yamalak hayat bulmuş olacaktır. Özgürlüğün tanımında hizmet alan ile hizmet veren ayrımı yoktur. Bu ayrımın yapılmasının bir mantığı da yoktur; eğitim fakültesini bitirdim ve öğretmen oldum, ülkemi seviyorum ve ülkemin çocuklarını, ülkemin okullarında yetiştirmek de istiyorum. Eee, ben öğretmenlik yapamayacak mıyım? Öğretmenlik yapamadıktan sonra yıllarca üniversite okumamın anlamı ne? Üniversiteyi bitirdikten sonra öğretmenlik yapmak için başörtümü çıkartacaksam, bitirene kadar takmamın anlamı neydi?

 

Kitap tanıtan kitap 1

Kitap okumak… Jean Paul Sartre, Nazan Bekiroğlu, Toshihiko Izutsu, Henri Bergson, Mustafa Kutlu, Dostoyevski, Elif Şafak, Clausewitz, Sadık Yalsızuçanlar, Alber Camus ile sohbet etmek… Suyun resmine bakmakla yetinmeyen, su içmek isteyenler için var kitaplar. Mesnevî var, El-Munkızü Min-ad-dalâl, Kitab Keşf al Mânâ, Er-Risâletü’t-tevhîd var.  Elinizdeki bu kitap Derin Düşünce yazarlarının seçtiği kitapların tanıtımlarını içeriyor. Bizdeki yansımalarını, eserlerin ve yazarların bıraktığı izleri. Farklı konularda 44 kitap, 170 sayfa. Zaman’a ayıracak vakti olanlar için… Buradan indirebilirsiniz.

 

Aydın kimdir? Muhafaza’nın ve Değişim’in kimyası

Aydın konusu gerçekten sorunlu görülüyor. Her ideoloji, her grup kendi liderini, kahramanını aydını ilan ediyor çünkü. Tam da bu sebeple tanımından önce başka bir sıfata daha ihtiyaç duyuluyor: Reformist aydın, muhafazakar aydın, Kürt aydını, Türk aydını, vs.. Kısacası “aydın olmak” hem toprak(toplum) hem de tohum(aydın) gibi üzerinde durulup incelenmesi yazılıp çizilmesi gereken bir kavram. Değişimin adresi kabul edilen Aydın’ın tanımı konusunda muhafazakar olunabilir mi?” 130 sayfalık bu kitapta modernleşme sürecinde Aydın’ı ve Aydınlanma’yı sorgulayan bakış açıları bulacaksınız. Ama teori ile yetinmeyen,  fikrin eyleme dönüşmesini, Cumhuriyet’i, demokrasiyi ve sivil itaatsizlik olgusunu da sorgulayan yazılar bunlar. Buradan indirebilirsiniz.

 İslâmcılık, Devrim ile Demokrasi Kavşağında

Müslümanca yaşamak için devletin de “Müslüman” olması mı gerekiyor? Bu o kadar net değil. Çünkü İslâm’ın gereği olan “kısıtlamaları” insan en başta kendi nefsine uygulamalı. Aksi takdirde dinî mecburiyet ve yasakların kanun gücüyle dayatılması vatandaşı çocuklaştırıyor ister istemez. İyi-kötü ayrımı yapmak, iyiden yana tercih kullanacak cesareti bulmak gibi insanî güzellikler devletin elinde bürokratik malzeme haline geliyor. 21ci asırda Müslümanca yaşamak kolay değil. Yani İslâm’ın özüne dair olanı, değişmezleri korumak ama son kullanma tarihi geçmiş geleneklerden kurtulmak. AKP’yi iktidara taşıyan fikrî yapıyı, Demokrasi-İslâm ilişkisini, İran’ı ve Milli Görüş’ü  sorguladığımız bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

Zaman Nedir?

“…Geçip gitmiş olmasa “geçmiş” zaman olmayacak. Bir şey gelecek olmasa gelecek zaman da olmayacak. Peki nasıl oluyor da geçmiş ve gelecek var olabiliyor? Geçmiş artık yok. Gelecek ise henüz gelmedi. Şimdiki zaman sürekli var ise bu sonsuzluk olmaz mı? ”  diyordu Aziz Augustinus. Zira kelimeler yetmiyordu. “Zaman Nedir?” sorusuna cevap verebilmek için kelimelerin ve mantığın gücünün yetmediğı sınırlarda Sanat’tan istifade etmek gerekliydi : Sinema, Resim ve Fotoğraf sanatı imdadımıza koştu. Ama felsefeyi dışlamadık: Kant, Bergson, Heidegger, Hegel, Husserl, Aristoteles… Bilimin Zaman’a bakışına gelince elbette Newton’dan Einstein’a uzandık. Bilimsel zamandan başka, daha insanî ve MUTLAK bir Zaman aradık. Delâilü’l-İ’câz, Mesnevî, Makasıt-ül Felasife , Telhis-u Kitab’in Nefs ve Fütuhat-ı Mekiyye gibi eserler Zaman-İnsan ilişkisine bambaşka perspektifler açtı. Zaman’ın kitabını buradan indirebilirsiniz.

Tarih şaşırmaktır

Evet… Tarih şaşırmaktır. Atatürk’e şaşırmak, Kürtlere şaşırmak, Lozan’a şaşırmaktır. Geçmişe hayret edip bugüne eleştirel bakabilmek, yarını hazırlamaktır Tarih. Geçmişe değil geleceğe dönüktür amacı. Özetle siyasî bir propaganda aygıtı değildir. Gaz vermek, “Asker millet” üretmek, atalarımızla gurur duymak için tarih araştırılmaz. Eğer resmî tarihin beyin yıkamasından bıktıysanız bu kitap ilginizi çekecektir… Buradan indirebilirsiniz. 

 

 

Kendi ülkesini işgal eden ordu

Hiç bir yeri işgal edemeyen ordular kendi ülkelerini işgal ederler. Çünkü bir ordunun ayakta durması için insan emeği ve maddî destek gereklidir. Beceriksiz ordular disiplinsiz olduklarından YABANCI DÜŞMAN ile savaşamazlar. Kolayca yenebilecekleri İÇ DÜŞMANLAR uydururlar ve bu bahane ile kendi ülkelerini işgal ederler. Başbakan asarlar. Milletvekillerini hapse atarlar. Korumakla yükümlü oldukları halkı işkenceler altında inletirler.  İşgalciler kimseye hesap vermezler. Halkın isyan etmesine engel olmak için “etrafımız düşmanla çevrili” diyerek  KORKU PROPAGANDASI yaparlar. Eleştirilerden uzak kalmak için farklı inançlardan ve kültürlerden olan insanların birbirine düşman olması da bu eşkiyaların işine gelir. Bu sebeple terörü destekleyebilir hatta teröristlere silah ve para yardımında bulunabilirler. Okuyacağınız kitap kendi ülkesini işgal etmiş bir ordunun kısa tarihidir. Buradan indirebilirsiniz.

Trackback URL

  1. 7 Yorum

  2. Yazan:İzzet Kütükoğlu Tarih: Şub 5, 2008 | Reply

    Bu yazının virgülünü değiştirmeden altına imza atarım. Yazarına teşekkürler.

  3. Yazan:snowqueen Tarih: Şub 5, 2008 | Reply

    “çarıklı” derken nasıl bir çarıktan bahsediyorsunuz?
    Hayrünnisa Gül’ün giydiği altı kırmızı pahalı “çarık” gibi mi?

    Açık bir bayanın, nenesi gibi giyinmesini talep etmek ne kadar büyük bir salaklıksa, kapalı bir bayanın nenesi gibi örtünmesini istemek de o kadar büyük bir salaklıktır.

    Nine gibi giyinmekten değil sorun, mütehahhit karısı veya kapıcı karısı gibi giyinmenin arasındaki fark…

    Ayrıca “bayan” diye bir cinsiyet yoktur.

  4. Yazan:T.Suat Demren Tarih: Şub 5, 2008 | Reply

    Nine gibi giyinmekten değil sorun, mütehahhit karısı veya kapıcı karısı gibi giyinmenin arasındaki fark…

    Nasıl yani, anlamadım.

    Mesela.. Başı açık müteahhit karısı ile başı açık kapıcı karısı aynı mı giyiniyor?

    “Siz nineniz gibi örtmüyorsunuz” diyenler acaba kendi nineleri/dedeleri gibi mi giyiniyor?

    Eğer bu geri zekalı argüman gerçekten inanılarak dillendiriliyorsa bunun sahibinin akıl sağlığından şüphe ederim. Yok diğer türlüsü ise zaten dürüst değildir demektir.

  5. Yazan:snowqueen Tarih: Şub 5, 2008 | Reply

    Başı açık müteahhit karısıyla başı açık kapıcı karısı aynı giyinmiyor.
    ama bu bir moda sorunu değil takdir edersiniz.
    Gelir düzeyi sorunu.

    Başörtüsüne ilaveten,
    Latife Tekin iyi yakalamış, Anadolu kadınının geleneksel örtüsü katı bir kalıp değildir, perçemleri alnına da düşer, saç örgüsü alttan da çıkar.
    Kimi zaman fotoğraf çekilirken saçlar açılır.(Kayserideki akrabalarımdan biliyorum)
    Değişen vatkanın şekli, gözlüğün modeli falan değil demek ki.

  6. Yazan:Mehmet Yılmaz Tarih: Şub 6, 2008 | Reply

    Basörtülü kadinlari dislayan

    ZANNEDIYORUM “HALK” PARTiSiNE YENi BiR HALK LÂZIM!!!!!!

    CHP Grubu’nda skandal: Başörtülü kadınlar salondan çıkarıldı

    CHP’nin grup toplantısı başlamadan önce ilginç bir olay yaşandı. Toplantının başlamasına kısa bir süre kala grup salonuna 4-5 başörtülü kadın geldi.

    Salonun arka kısmına giderek yerlerini alan ve Deniz Baykal’ın konuşma yapmasını bekleyen kadınlara, partililer müdahale etti. Halk eğitim merkezlerinin sorunlarını iletmek üzere Meclis’e geldiklerini söyleyen kadınlar, CHP’li gençleri ikna edemedi. Partili gençler, başörtülü kadınları ‘provokatif eylem yapmaya çalışmak’la suçlayıp dışarı çıkmalarını istedi. Bunun üzerine kadınlardan biri, “Biz eyleme gelmedik. Bizim sorunumuz türban değil. Halk eğitim merkezinden geliyoruz. Özlük haklarımızı aramaya geldik.” dedi. Ancak, buna rağmen partililer, kadınların dışarı çıkarılmasında ısrarcı oldu. Kameraların çekimde olduğunu gören bazı CHP’liler ise kadınların yanına giderek, önlerinde beklemeye başladı. Başörtülü kadınlar da salondan ayrılmak zorunda kaldı.

  7. Yazan:kamil Tarih: Şub 8, 2008 | Reply

    başı kapalı olan insanların başlarının zorla ve çoktan açılmış olmasına neden ses çıkartmadıklarını siz anlayabiliyor musunuz? Ben anlayamıyorum.(yukardan)

    yanılmıyorsam amerikadaki HOCA AÇIN DEDİ AÇTILAR kızlar başlarını bir kısmı amerikaya okumaya gitti benim gibi AÇLARDA açmayıp okulu bıraktı

    bende bunu anlamıyorum

  8. Yazan:pandülayak Tarih: Şub 9, 2008 | Reply

    sevgili Osman Timurtaş ‘ın ellerini saglık gercekten.

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin