RSS Feed for This Post

Bir kurtuluş reçetesi: MODERNLEŞME

M.İkbal Tuna
Pakvizyon

Türk(Osmanlı) modernleşmesi kendine özgü, elan devam etmekte olan uzun bir maceradır. Kendine özgüdür; zira, modernleşen diğer toplumlarla birçok ortak paydayı taşımakla beraber; farklılıklar ve özgün yönler, izlediği rotayı belirlemiştir. Bazen bir dağın çevresinden dolanıp aynı yere gelmek gibi, yol aldığı zannıyla, uzun mesafeler katetmiş ama bir arpa boyu yol gidememiştir. Modernlik, Batı’nın inşa ettiği, farklı mecralarda akan birçok ırmağın birleştiği noktada şekillenen ve dünyayı bir kaldıraç gibi değiştiren bir tarih dönemini ifade etmektedir.1

Osmanlı’da modernleşme hareketlerinin sadece son dönemlerde başladığını belirtmek doğru değildir. Mümtaz Turhan bu gelişmeleri Lale Devri’ne kadar götürmektedir. Fakat konu itibariyle Batılılaşma ve kurtuluş reçetesi olarak sunulan modernleşme Osmanlı’nın son dönemlerine rastlamaktadır.

Günümüzde, siyasal alanda demokrasiyi, kültürel alanda insan merkezli bir dünya tasavvurunu, bilimsel alanda sınırsız bir akıl egemenliğini ve ekonomik alanda serbest rekabet ve piyasa ekonomisini ifade eden modernleşme kavramı birçok ülkenin peşinden koştuğu bir hedef haline gelmiştir. Türk(Osmanlı) modernleşmesi ise öncelikle, devletli bir toplumun modernleşme çabasıdır. Bizdeki modernleşme hareketleri, muasır medeniyetler seviyesine yükselmekten çok, zayıflayan devleti ve su almaya başlayan imparatorluk gemisini kurtarma doğrultusunda cereyan etmiştir. Modernleşme hareketleri, bir yönüyle, hasta durumda bulunan devlete çare olması için sunulmuş bir kurtuluş reçetesidir. Bu yazıda Türk modernleşmesi, sosyolojik ve siyasal olmak üzere iki temel nokta üzerinde incelenmektedir.

Sosyolojinin Türkiye’ye girişi ve etkilerinin görülmesi Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemine rastlamaktadır. Bu dönemde Osmanlı, gerileme dönemindedir ve imparatorluk çöküş süreci yaşamaktadır. Devletin ileri gelenlerinin, aydınların ve padişahın ortak amaçları kötü gidişatı durdurmaktır. Bu amaçla 18. yüzyıldan itibaren hızlı bir modernleşme süreci başlamıştır. Modernleşmede Osmanlı’nın etkilendiği yer Avrupa, özellikle Fransa olmuştur. Türkiye’de modernleşmenin temel özelliklerine bakıldığında, bu sürecin Batılılaşma olarak algılandığı görülmektedir.2 Bu dönem de tüm aydınların kafasında ülkenin içinde bulunduğu bunalımdan, sosyo-ekonomik krizden nasıl kurtulacağı sorusu yatmaktadır. Bu aydınlardan birisi de Prens Sabahaddin’dir.

Prens Sabahaddin “Türkiye Nasıl Kurtarılabilir” adlı eserinde Osmanlı imparatorluğu ile ilgili hem sosyolojik hem de politik olmak üzere birçok saptamada bulunmuştur. Prens’e göre Türkiye’nin ilerlemesindeki engel Batıcıların iddia ettiği gibi din değil, sosyal yapımızdır. Bireyci sosyal yapı ve toplumcu(cemaatçi) sosyal yapı olmak üzere iki ayrıma giden Prens Sabahaddin’e göre gelişmiş batı toplumları bireyci yapıda iken, doğu toplumları cemaatçi yapıdadır. Prens, devletin yönelmesi gereken ana doğrultuyu şöyle göstermektedir: “Bütün sosyal sorunların, ana sorun olan yapı sorunu çevresinde toplandığına, onun etkisi altında toplumlar için uygun ya da uygun olmayan şekiller aldığına bakılırsa, ıslahat adımlarımızın bütününe damgasını vuran bir ana doğrultu beliriyor: Bütüncü yapıdan bireyci yapıya geçmek Bireyci yapıya geçmek ilkece bir eğitim sorunudur.”3

Prens Sabahaddin devletin ana sorunu olarak gördüğü toplumcu yapıdan bireyci yapıya geçişin önemine vurgu yaparak âdem-i merkeziyetçi bir yönetim anlayışını, kendine yeten bireyci gençlerin yetiştirilmesini ön görmüştür. Osmanlı’da, Tanzimat ve Islahatla birlikte merkeziyetçi sistemin terk edilmesi konusunda ciddi adımlar atılmıştır. Fakat Avrupa devletlerinin, Osmanlı Devletini parçalamak ve yıkmak emeline dayanan, gayrimüslim unsurları tahrik ve teşvik ederek ve Osmanlı hükümetine baskı yaparak kurdukları âdem-i merkeziyetçi idareler, kısa zamanda merkezi devlet otoritesini zayıflattı. Bu gelişmeler önlem almak içinde devlet otoritesinin ve merkeziyetçiliğin sağlanması konusunda tekrar belirli çalışmalara gidilmiştir. Bu gelişmelere rağmen ısrarla âdem-i merkeziyetçilik fikrini savunan Prens Sabahaddin, “Her şeyi devletten bekleyen Osmanlı toplumunun gelişebilmesi için, ferdiyetçi bir yapıya geçmesi gereklidir. Âdem-i merkeziyetçilik, ferdiyetçi yapıya geçilirken, devlet düzeninin yenilenmesinde temel ilke olacaktır. Yeni yetişecek burjuva sınıfının teşebbüsçülüğünü engellemeyecek bir idare biçimi, ancak İngiliz ve Amerikan örneğine uygun bir âdem-i merkeziyet modeli olabilir.

Buna göre yapılacak ıslahatla, bütün tebaayı içine alan bir âdem-i merkeziyet uygulanmalıdır. Seçimle gelecek belediye meclisi üyeleri, mahalli idarede söz sahibi olmalıdır. Vilayet meclislerinde, azınlıklar, nüfusları oranında temsil edilmeli, Osmanlı tebaası arasında imtiyazlı hiçbir grup bulunmamalıdır. Jandarma teşkilatında her azınlık, nüfusu oranında yer almalıdır. Yalnız vali, mutasarrıf, defterdar ve mahkeme reisleri, merkezi idare tarafından tayin edilmelidir.” görüşleriyle bir yandan devlet otoritesinin yıpranmasını önlemeye, bir yandan da birey merkezli bir sistem kurmaya çalışmıştır. Prens’in merkeziyetçiliğe karşı olmasının bir sebebi de merkeziyetçi toplumlarda bürokrasinin hâkim olması ve bürokrasinin gelişmeyi engelleyici bir rol oynamasıdır. ‘Merkeziyet usulüne tabi ülkelerde mesela bir sancakta köprü, yol, hastane, okul gibi doğrudan doğruya yerel ihtiyaçları ilgilendiren bir imar yapmak gerekse sancak vilayet merkezine, merkez içişlerine, içişleri imar ve iskân bakanlığına, imar ve iskân bakanlığı başbakanlığa, başbakanlık saraya zincirleme olarak başvurmak zorundadır. Bitip tükenmek bilmeyen ağır resmi işlemlerle memleketin ekonomik hayatı heder olup gidiyor.’4

Yerinden yönetimin gerekliliğine ilişkin olarak ileri sürdüğü bir başka gerekçe bölgelerin ihtiyaçlarının birbirinden farklılığıdır:

“Yerinden yönetim olmaksızın memleketimizi imar mümkün olmadığı gibi bir ildeki yönetim şeklinin diğerinde aynen uygulanması imkânsızdır. Mesela Yemen vilayeti ile Selanik vilayeti halkının geçim tarzları arasında ciddi farklar vardır. Bunları yakından görecek, her iki vilayetin hakiki ihtiyaçlarını en iyi algılayacak elbette İstanbul’daki memurlar değil fakat Yemen ile Selanik’te bulunanlardır.”

Yerinden yönetim, toplumsal yapı öğelerini göz önünde bulunduran ve sorunlara merkezden çare aramak yerine yerinden çözüm aramayı gerekli kılan bir yönetim biçimidir.

Fakat sosyolojik alandaki tüm bu görüşlere rağmen ülkemizde sosyoloji, Fransızların gölgesinde, A. Comte’un pozitivist anlayışında şekillenmiştir. A. Comte’un pozitif felsefesinin ve siyasetinin Türkiye’deki savunucusu ise Ahmet Rıza’dır. Ahmet Rıza, A. Comte’un politik sistemini “güç ve iktidar” kavramlarına dayandırmakta idi. Bu yüzden A. Comte’un düşünceleri etrafında ülkemizde otoriter bir devlet anlayışı gelişmiştir. Bu düşünceye paralel olarak, sosyolojiye yüklenen misyon da devleti kurtarma misyonu olmuştur. Devlet çöküş sürecinde olduğundan ve siyasi kaygılar nedeniyle de sosyoloji politikaya alet olmuş ve adeta devleti, meşrulaştırma aracı olarak sayılmıştır. Türkiye’ de sosyoloji çalışmalarında amaç, iktidara yakın olmak ve iktidardan pay almak etrafında sistematize edilmiştir.

Avrupa’da sosyoloji, toplumun isteklerine bir cevap olarak ve tarihsel bir olgu içinde doğmuş iken, biz de toplum için değil, devlet için, devleti kurtarmak ve devlet merkezli kabulü sağlamak için doğmuştur. Sosyolojide önemli olan halktır. Fakat bizde kabul edilen sosyolojiye göre, halk, ikinci plana itilmiş, edilgen bir konuma getirilmiş ve kul olmaktan öteye geçememiştir. Aydınlara göre devletin devamı bireyin devamı demekti ve birey için daha büyük bir iyilik yapılamazdı. Bizde ulusal, çağdaş ve birey merkezli bir toplum yaratma düşüncesi Kemalizm çerçevesinde şekillendiği için devlet merkezli toplum ve insan tasarımı her zaman baskın olmuştur. Devlete bir toplum yaratma misyonu yüklenmiştir. Kemalist düşüncenin merkeziyetçi yapısı ve birey yerine toplumu temel alması, bireyci anlayışı arka plana itmiş ve “fert yoktur cemiyet vardır” anlayışını ortaya çıkarmıştır. Prens Sabahattin’in görüşleri ise Kemalizm’le zıt yöndedir: “Bir toplumun, bir devletin temelini fertler teşkil eder. Toplumu kuran, ona varlık bütünlüğü ve yaşama gücü kazandıran fert olduğu için, sosyolojinin, işe, fertleri ele alarak başlaması gerekir. Fert, toplum için değil; toplum, fert içindir.”

Fransız usulü sosyolojinin biz de başarısız olmasının sebebi ise Fransız aydınların(A. Comte) devleti kurtarma gibi bir amacının olmamasıydı. Osmanlı’da, Fransa gibi bir devrim gerçekleşmemişti, toplumsal sınıflar yoktu ve imparatorluk yaşam mücadelesi vermekteydi.

Türk modernleşmesinin diğer bir ayağı da siyasi alanda olmuştur. Modernleşme süreci ile Osmanlı’da anayasacılık faaliyetleri başlamıştır. Fakat hemen belirtmek gerekir ki, anayasacılık hareketleri modernleşmeden çok, çöküş sürecinde devleti kurtarma misyonuyla yapılmıştır.

Anayasacılık, devlet iktidarını hukukla ve yazılı anayasayla sınırlama amacı güden modern bir düşüncedir. Bu düşüncenin nihaî amacı ise, devlet iktidarını sınırlamak yoluyla birey özgürlüklerini güvence altına almaktır. Anayasacılık düşüncesinin asıl özelliği keyfi yönetim yerine, hukukî ve kurumsal mekanizmalar yoluyla sınırlanmış, kurallara bağlı bir yönetimi geçirmektir. Modern anayasacılık hareketi yeniçağın başlarında monarşik mutlakıyetçiliğe karşı, siyasi özgürlüğü gerçekleştirme amacıyla ortaya çıkmıştır.5 Bu bağlamda anayasacılık genel olarak, hak ve özgürlükleri korumak amacıyla siyasi iktidarı sınırlandırmaya yönelik her temel ilkelerdir. Bu ilkelerin en önemlileri ise hukuk devleti, güçler ayrılığı, insan hakları, siyasal tarafsızlık ve yargısal denetimdir.

Osmanlı Devleti’nde anayasacılık hareketleri modernleşme çabasıyla paralel gitmiştir. Başta da ifade ettiğimiz gibi anayasacılık hareketleri Osmanlı modernleşmesinin siyasi kanadını oluşturmaktadır. Osmanlı’da anayasacılık faaliyetlerinin kronolojik sırası yapılırsa, ilk olarak Sened-i İttifak daha sonra, sırası ile Islahat Fermanı, Tanzimat Fermanı ve ilk anayasamız olan 1876 Kanun-i Esasi’dir.

Yukarıda saydığımız anayasacılık faaliyetlerine baktığımızda, genelde ülkemizde anayasacılık hareketlerinin geç başladığı, demokrasi deneyimimizin az olduğu, Batıda demokrasi uğrunda yüzyıllarca savaş verildiği gibi fikirler hâkimdir. Hemen belirtmek gerekir ki, bu yöndeki genel kanılar yanlıştır ve bu yanlışlığı görmemiz için bir Alman hukukçudan, Cristian Rumpf’tan şu satırları okumak yeterlidir:

“Anayasa tarihinin ayrıntılı olarak incelenmesi, Osmanlı İmparatorluğundaki makropolitik demokrasi kurumlarının, Avrupa’da ortaya çıkan benzerlerini sadece birkaç yıl gecikmeyle izlediğini gösterir. Bu açıdan bakıldığında Türkiye’nin Almanya’dan daha fazla demokrasi deneyimi vardır.” 6

Dünya’da ilk anayasa 1787 tarihli Amerikan Anayasasıdır. İkinci ise 1791 tarihli Fransız Anayasasıdır. Diğer bazı anayasalar tarih olarak şöyle sıralanabilir: 1812 İspanyol, 1814 Norveç, 1831 Belçika, 1848 İtalya,1887 Hollanda, 1889 Japonya’dır.7 Bu anayasalara bakılarak bizim 1876 Kanun-i Esasi’nin çok geç bir anayasa olmadığı gözükecektir. Bu kadar erken anayasacılık faaliyetlerine başlamamıza rağmen, Osmanlı anayasacılığı siyasi iktidarın sınırlandırılması, yani bir bakıma, devletin sınırlandırılması yönünde ciddi bir başarı gösterememiştir. Osmanlı’da anayasacılık faaliyetlerinin başarısız olmasında 3 ana sebep göze çarpmaktadır:

1-Osmanlı’nın geleneksel sosyal ve siyasal yapısını yıkılmasıdır. Kendi içinde “kontrol ve denge” mekanizmaları içeren, otoritenin dağınık vaziyette olduğu geleneksel siyasi yapının yıkılması ve yerine merkeziyetçi bir yapının kurulması,

2-Reformcuların elitist tutumları ve Osmanlı’da yöneten ile yönetilen arasındaki iletişimi sağlayacak sivil örgütlerinin cılızlığı,

3-Osmanlı reformcularının hem mesleki hem de zihniyet açsından militarist ve devletçi olmasından8dolayı anayasacılık faaliyetleri başarısız olmuştur.

Merkeziyet, seçkincilik, sivil toplum eksikliği ve militarist zihniyet olarak gösterilen bu etkenler devlet-toplum ilişkisinde devlete öncelik veren bir anlayışı öne çıkartmaktadır. Bu etkenler Cumhuriyet Dönemi’nde ve hatta şu anda da meydana gelen “bürokratik otoriteryenizm”inde temellerini atmıştır. Osmanlı’da halk hiçbir zaman kendi ayakları üzerinde duramamıştır çünkü bu anlayış ne elitist zihniyete uygundu ne de halk bu anlayışı kendi kafasında benimser duruma gelmişti.

Türk modernleşmesinin siyasal ayağına daha ziyade Rousseau’cu birey-toplum-devlet anlayışı hâkimdir. Bireyi toplum ve devlet içinde eriterek onu nesneleştiren, devleti de kutsallaştırıp bireyler üzerinde mutlak tasarrufa sahip bir güç olarak gören bu anlayış, özü itibariyle otoriter ve anti-liberaldir.9 Bu anlayışlara rağmen âdem-i merkeziyetçi anlayışı benimseyen Prens Sabahaddin gibi liberaller de vardı. Prens Sabahaddin, diğer Jöntürklerin aksine, Kanun-i Esasi ve meşrutiyetin kabul edilmesiyle ülkenin kurtulacağına inanmıyordu. Ona göre birey eksenli radikal bir toplumsal değişime ihtiyaç vardı. “Türkiye Nasıl Kurtarılabilir?” adlı eserinde dikkate değer tespitlerde bulunmuştur:

“Kamusal hayatı özel hayat üzerinde hâkim kılan cemaatçi yapıda yönetim şekli; mutlakıyet, meşrutiyet veya cumhuriyet şekillerinden hangisi olursa olsun sonuç daima aynı: siyasi zorbalık ve sosyal bayağılaşma! Bundan dolayıdır ki yalnız yönetim şeklimizi ve kanunları değiştirmekle gerçek özgürlüğe sahip olamayacağımızı Meşrutiyetten senelerce önce açıklamaya başlamıştık. Yaşananlar çalışmamızın doğruluğunu baştanbaşa tasdik etti ve mutlakıyetle olduğu gibi meşrutiyetle de zulüm baskı ve anarşiden bir türlü kurtulamadık.”10

Yukarıda bahsettiğimiz anayasacılık faaliyetlerinin başarısız olmasının sebeplerinden birisi de mevcut olan zihniyetin militarist ve devletçi olmasıydı. Prens Sabahaddin’in askeri vesayet konusunda da önemli tespitleri bulunmaktadır. Prens Sabahaddin’e göre “Ordunun ülke içindeki siyaseti düzenleyecek statü işgal etmesi, mesela bir zamanlar denildiği gibi meşrutiyetin gözcüsü olması, yani yönetimin orduya dayanması toplumumuzun zayıf bir sosyal örneğe bağlı olduğunu ispatlar.”11

Başta da ifade ettiğimiz gibi modernleşme süreci ile çıktığımız bu yolda halen bir yanda Prens Sabahaddin’in düşünceleri diğer yanda ise otoriter devlet ve merkeziyetçi sistem etrafında dönüp durmaktayız. Hala gündemimizde sivil toplum, piyasa ekonomisi, askeri vesayetçilik, birey merkezli anlayış yer almaktadır. Sürekli dönüp dolaşıp aynı yere geliyoruz. Eliot’ın da dediği gibi:

Arayıştan vazgeçmeyeceğiz

Ve bütün arayışlarımız sonucunda

Başladığımız yere varacağız

Ve ilk kez tanıyormuşçasına

Kaynakça:
1. M. Türköne, Türk Modernleşmesi, Lotus yay, s.10
2. Sosyoloji Dergisi, sayı 12, 2004
3. Prens Sabahattin, Türkiye Nasıl Kurtarılabilir, Elif yay, s.63
4. http://www.yerelsiyaset.com/v2/index.php?goster=ayrinti&id=661
5- M. Erdoğan, Anayasa Hukuku, Orion yay, s.3
6- Rumpf, Türk Anayasa Hukukuna Giriş, s.5
7- K. Gözler, Anayasa Hukukuna Giriş, Ekin yay, s.172
8- Z. Arslan, Anayasa Teorisi, Seçkin yay, s.129
9- Z. Arslan, Liberalizm, s.273
10- A.g.e., s.39
11- A.g.e., s.41

 Derin Düşünce nedir?

Sitemizde siyasetten tarihe, kadın haklarından felsefeye, sanattan bilime kadar bir çok konudan bahsediyoruz. Ama zaman zaman da kendimizden söz ediyoruz. Derin Düşünce nedir?  Sitenin geçmişi, geleceği, ortak projeler, yazar olmak isteyenlere öneriler, okunma istatistikleri… Derin Düşünce’nin bir kimliği, tarihi ve kendine has “yaşam” tarzı var. Eğer aramıza yeni katıldıysanız bu kitap “yöre halkına” kaynaşmanızı kolaylaştıracaktır :)

 Liberalizmin Kara Kitabı

Liberalizm asırlardır bir çok aşamalardan geçmiş, tarihi olaylarla kendisini imtihan etmiş bir düşünce geleneği. Değişmiş yanları var ama sabitleri de var. Bu sabitlerin içinde liberalizmin tehlikeli yönleri hatta YIKICI UNSURLARI da var. Bunları ortaya çıkarmak için “doğru” soruları sormak ve liberal perspektifte kalarak yanıt aramak gerekiyor… Büyük bir kısmı bu gelenekten olan düşünürlerin fikirlerinden istifade ederek liberalizmin kusurlarını ele alıyoruz bu kara kitapta: Adam Smith, Mandeville, John Stuart Mill, Hayek, Friedman, Röpke, Immanuel Kant, Alexis de Tocqville, John Rawls, Popper, Berlin, Mises, Rothbard ve Türkiye’de Mustafa Akyol, Atilla Yayla, Mustafa Erdoğan… Liberallere, liberalimsilere ve anti-liberallere duyurulur. Buradan indirebilirsiniz.

Maymunist imanla nereye kadar?

Evrim ve Big Bang gibi konular genellikle sağlıklı biçimde tartışılmaz. İdeoloji ve inançlar, felsefî tercihler bilim-SELLİK maskesiyle çıkar karşımıza. Özellikle evrim tartışmaları “filanca solucanın bölünmesi” veya falanca Amerikalı biyoloji uzmanının deneyleri etrafında döner ve bir türlü maskeler inmez. Madde ve o Madde’ye yüklenen Mânâ maskelenir… Oysa perde arkasında tartışılan başkadır. İnsan’a, Hayat’a dair temel kavramlardır. Sadece et ve kemikten mi ibaretiz? Yokluktan gelen ve ölümle yokluğa giden, çok zeki de olsa SADECE VE SADECE bir maymun türü müdür insan? BİLİM DIŞINDA bir insanlık yoksa Aşk yoksa, Sanat yoksa, Güzellik yoksa ve Adalet yoksa Hayat‘ın anlamı nedir? Aşık olmak hormonal bir abartıysa, iyilik enayilikse, neden birbirimizin gırtlağına sarılmıyoruz ekmeğini almak için? Neden bir çocuğa tecavüz edilmesi midemizi bulandırıyor ve neden fakir bir insana yardım etmek istiyoruz? Taj Mahal’in, Ayasofya’nın, Notre Dame de Paris’nin değeri bir arı kovanı veya termit yuvasına eşdeğer ise, Mesnevî boşuna yazıldı ise neden Hitler’i lanetliyoruz ve neden Filistin’de can veren bebeklere üzülüyoruz? Maymun olmanın (veya kendini öyle sanmanın) BİLİM DIŞINDA, psikolojik, siyasî, ahlâkî, hukukî öyle ağır sonuçları var ki…  Evrim senaryosunu kabul etmenin etik ve siyasî neticeleri ve evrimciliğin etimolojik değeri … Derin Düşünce’nin yorumcuları tarafından konuşuldu. Biz de bu sebeple söz konusu iki tartışmayı 116 sayfalık bu kitapta topladık. Buradan indirebilirsiniz.

Trackback URL

  1. 23 Yorum

  2. Yazan:ikna Tarih: Haz 12, 2007 | Reply

    Sayın M. İkbal Tuna elinize , emeğinize , bilginize sağlık.

    Belkide soru modernleşmeden çok, batılaşma mı , batılılaştırma mı ? sorusu. “Ulus yapıcı devlet” kuramı ile hareket etmenin sonucu doğan, “müdaheleci devlet” yada “aşırı devletçi” bir yapılanma ortaya çıkıyor.

    Devlet eliyle kültürel değişim, devlet eliyle ekonomik gelişim, devlet eliyle modernleşme! Peki, iyide bu “devlet” kim ?…

  3. Yazan:Suat Öztürk Tarih: Haz 14, 2007 | Reply

    Elinize sağlık, çok iyi bir analiz olmuş M.İkbal Bey.

    Bu mihvalde M.Türköne’nin “Türk Modernleşmesi” adlı kitabını, tüm konuyla ilgili olanlara tavsiye ederim…

  4. Yazan:Kürşat Tarih: Ağu 11, 2007 | Reply

    sayın ikbal bir araştırmam için lazım olan yazının çoğunu sizin yazınızda bulabildim. ellerinize sağlık. gerçekten mükemmel…

  5. Yazan:seda savas Tarih: Eki 28, 2007 | Reply

    tebrik ederim gercekten cok güzel bir yazı olmus.anlasılır ve öz.

  6. Yazan:knz Tarih: Eki 29, 2007 | Reply

    Yukarda yazıda asrileşme kelimesi aradım.
    Diğer bir deyişle çağdaşlaşma kelimesi ile bu sayfayı ben bütünleyelim.

    Osmanlı imparatorluğu, 1500 ‘lü yıllarda Danimarka ile aynı çağda gözlemevine sahipti.
    yani o çağın bir süpergüücü.
    ÜSTELİK BU GÖZLEM EVİ imparatorluk başketindeydi ve iklim olarak gözlem sonuçları çok daha sağlıklıydı.

    Ben yazımda tarihi tartışmaya girmeyeceğim. Bir şansızlık oldu., o gözlemevi 1700 lere gelindiği zaman yok oldu.

    Onlar ise tarihin şanslı bir vakası olarak, dinle çatışmaya girdi. Biz ise dinle çatışmaya giremedik.

    Eğer biz de dinle çatışmada gözlemevi galip gelseydi, dünya da değişimin patronu bugün biz olacaktık. Çünkü çatışma herzaman kötülük değildir. Biz de din dogmalaştı. İçine kapandı.
    Onlarda da din bu çatışmadan iyileşrek çıkmadı. Çünkü hristiyan kaynakları bilim hakında tahrif edilmiş bilgiler içeriyordu ve
    bunu arındırmadılar. Protestanlık bugün daha
    KATOLİK OLMAKTAN DAHA yüksek seviyede, evrimleşmiş bir din oluşturamadı.

    Fakat eğer gözlemevi galibiyeti müslüman dinininde gerçekseydi bu din fazlalıklarından arınabilir, kaynağını koruduğu için de,
    din temizlendikten sonra bilim ile çatışmadan insan zihinsel ilerleyişine eşilik edebilirdi.
    kaçan fırsat malesef iki tanedir. Anlaşıldı değil mi * biri din diğeri ise bilimdir.

    Osmanlı DEDİĞİM GİBİ, bir şansızlıkla 1700 lere değişimin lideri olarak giremedi. Sanayileşmeyi kaçırdı.
    1700 lerde yapması gereken artık bir refomdu ve yapamadı. 300 yıl daha gömüldük ve bilgi üretimine hiç katkımız olmadı. Bir afrika kabilesi kadar değişimin gerisinde kaldık.

    Bunu ilk farkeden ordu mensupları oldu, çünkü kanatlarda gerçek manzarayı görüyorlardı. ordu yeniliyordu ve nedeni belliydi.

    onun için ordu içinde yenilikçilerin hareketi ile kurtuluş savaşı organize edildi. Halk ise bilgiye açtı. Onun için büyük bir ivme ile aniden ve kimsenin inamayacağı bir şekilde toplumsal değişime seferber olundu.

    Biz sanayi öncesi yaşam tarzına takılı kalacak bir toplum değildik. Biz yaşam değişimi talebimizi batılaşmak olarak görürsek, genlerimizi tanımıyor oluruz.

    ingiltre 1800 lerdeki gibi giyinmiyor, fransızlar giyinmiyor ama biz neden giyiniyoruz ? bu giyimi batılşatırmak değildi.

    bilgiyi teknoloji transferi olarak görmeyin.
    telsizden yüzlerce yıl önce elektromağnetik dalga biliniyordu. Telsize bakıp bilgi budur diyemeyiz. Bilginin yaşamı değişitrmesi kaçınılmazdır. Batıda kadınların ilk kez pantolon giymesi bir mücdaleledir ve yüzlerce yıllık bir mücadelenin sonucudur.

    Biz bu mücadeleyi bilmeden pantolon giymekle,
    elektromağnetik dalganın nasıl bilgi haline dönüştüğünü bilmeyen ama buna rağman telsiz kullanan bilinçsiz kullanıcılara döneriz.

    kadının pantolon giymesi sanayi sonrası yaşam değişimidir. çünkü otobüse koşuyorsun, tranwaya biniyorsun ve artık işgüsün.

    şimdi batı toplumları yaşamın değişimini sanayi sonrası topluma dönüştürdü.

    Biz müslüman kalalım ama sanayi sonrası toplum olalım diye kurulan bir cümlenin hiç bir anlamı yok.

    çünkü siz hangi müslümansınız ? Bu soruyu sordunuz mu ? istanbulda ilk gözlemevini 1500 lerde koruyamayan bir müslümanlık mısınız ?
    halkın kafasını bunla mı karıştıracağız ?

    Bizler hala gözlemevi koruyamayanların korumasını mı yapacağız ?
    Biz zaten müslüman mıyız ? ( bu soru günümüzde sorulmalı, müslümanlık yüzlerce yıldır ağır bir taşın altında yaşamın bütün dinamiğini kaybetmiş halde,.. yani sizce eline telsiz aldı diye değişir mi ? bu telsiz de katkı payın hiç ama hiç yok.)

    zor sorular sorulmalıdır. ikbal tuna dan cevap bekliyorum.

  7. Yazan:knz Tarih: Eki 30, 2007 | Reply

    çoğu kişi modernleşmeyi tarihte bir zaman dilimi olarak algılıyor. öncesi ve sonrasına bakmıyor.

    bilimsel düşüncenin gelişimi takip ederseniz,
    Gallieo’un öncesi ve sonrası diye bir dönem yoktur., bilimsel bilginin üstüste binerek çoğalmasından başka birşey konuşmuyoruz biz.
    Biz yani osmanlı’da bilgiyi taşıyacak krişleri oturtamadık.

    Bu krişler ortacağda batıda danimarkadaki gözlem evi ile atılmıştı. Ancak Yukarda yazdığım gibi, biizm gözlemevi çalışsaydı sanayi sonrasında yaşamı değişitren dinamiği biz oluşturacaktık.

    Fakat o değişim yine olacaktı.
    Din ile siyaset çatışacak ve din bu çatışmadan arınmış olarak çıkacaktı., Ve seçkin bir ulemanın değil halkın dini olacaktı.

    sorun devlet veya halk değilki ?

    eceye yazmıştım. geçmişte pirmaitlerdeki yazıları okumak için oluşturulan organizsasyon ne ise, günümde uzay araştırmaları için oluşturulan organizsasyon odur ( devlet)

    istikbal göklerdedir yani.

  8. Yazan:blue Tarih: Eki 31, 2007 | Reply

    Osmanlı şunu yapamadı, bunu edemedi battı demek ne kadar da kolay. Dünyanın yörüngesinin değiştiği bir ortamda, bir imparatorluğun kolayca dönüşmesini bekleyemezsiniz. Öyle şunu etseydi batmazdı demek çok kolay tabi. Sanki Türkiye Cumhuriyeti olarak çoktan aştığımız konulardan bahsediyoruz. Din dogmalaşmış, o yüzden rasathane açmamış batmışız. Bak hele… Şimdi kaç rasathanemiz var peki? Mesela en meşhur Kandilli Rasathanemiz ne zaman kurulmuş bir araştırın bakalım. Hay Allah işe bak. Tam da batarken 1869’da kurulmuş… Ne olacak şimdi?

  9. Yazan:knz Tarih: Eki 31, 2007 | Reply

    selam blue,

    benim verdiğim örnek, osmanlı’da biz geri kaldık hadi batıya yetişelim diyen reformist bir hareket örneği değildi.,

    Rasathanenin sonradan VE çok gecikmiş kuruluşu olarak senin verdiğin tarihin önemi var elbette, ama benim yukarda verdiğim örnekle hiç bir alakası yok.
    Benim verdiğim örnek şuydu;

    Bu bilginin doğasından kaynaklanan bir merak ve araştırma arzu ile kendiliğinden oluşan bir gözlemevi mecarasıdır.

    Bu macera batıda klise ile çatışma ile noktalandı. Biz de ise bilginin ölü doğumundan sonra hiçbirşey olmadı.

    taaa ki yıllar sonra, evet dediğiniz gibi 1800 lü yıllardır, ordu artık alenen yenilmeye başladığında, biz de batıda olan birşeyleri yapalım demeye başlandığı bir ihtiyacının sonunda yapılan birşeydir.

    kurumsal dinle çatışacak dinamiği elbette yoktu böyle bir rassathanenin. Çatışmayı burada dogmalardan arınma için fırsat anlamında kullanılıyorum. Bakın cumhuriyet kuruldu o dinamiği hala bulmadık.

    bilim dinle çatışmalı mı ? çatışmayı yukarda italik olarak ne anlamda kullandığımı yazdım.

    Bilimin sogulama geleneği, kendi kendi doğrulaması veya yanlışlaması,
    disiplin olarak azam’lar muazzam’lar oluşturmaması kaybedilecek özellikler değildir.
    Malsef din bu disiplinden nasiplenmedi.
    onun için ilahiyat fakülteleri kısır döngüde kaldı.

    burdaki post-liberal yazarlar var. Fakat modernleşme karşıtı bir yazıyı dahi batı tarihini bize adapte ederek yaptığımızı fark edin.

    Öte yandan bizler hala yavuz sulatan selimin ithal ettiği bir dinin dışına çıkmaya korkuyoruz.
    (o dışardan mevcut kurumsal bir din sistemi aldı ve bu topraklarda yeni bir din inşa etti.

    şuanda bir devlet dinini savunduğunuzun farkında mısınız ? Bu dinamiklerden yoksun imparatorluk diniydi ve ancak bilimle çatışarak arınabilirdi.

    peki , din alanında hazretlerden oluşmuş bir komiteye karşı iç tapınmayı, büyüklere saygı ile karıştırdığımızın farkına varmak için ne yapmalıyız?

    Biz sadece bilinmeyen gerçekliğe iman eden bir dinin mensupları olmalıydık.

    Hayır blue, biz türkiye cumhuriyeti olarak çoktan aştığımız konulardan bahsetmiyoruz.

    4 bin din kültürü hocası atanıyor.
    6 bin daha atansa ve 20 tane biyoloji hocası atansa sizler birşey diyecek misiniz ?

    yine aynı yerdeyiz. cumhuryet işe yaramadı diye üüzlmeliyiz belki. Mısır bizde kalsaydı pirmaitlerdeki yazıları biz okur muyduk ?
    Neden okumazdık ? sorusu anlamlı bir sorudur.

    Bizim öteden beri gelen meraksızlığımız mı ? yoksa birşey bize engel mi oluyordu ?

    benim bu soruya cevabım net.
    bu sorunun cevabı öteden beri gelen meraksızlığımız değil.
    eh! o devirde tanzimatçı yok, reformucu yok ?
    kabahati onlara da bulamazsınız ?
    emparyalist devlet yok, yanına yaklaşamazlar zaten, imparatorluk sensin.

    iyi 1500 den 1800 kadar susayım.
    sizin batılaşma dediğiniz şey öyle başladı ama.

    değişmeyen yanılgılar oldu hep.

    sanayi sonrası yaşam batılşama değildir.
    sanayi sonrası yaşamdır.
    batılar bizden önce o çizgiyi geçtiği için biz
    yaşamdaki sanayi sonrası değişimi batılaşma sanırsak yanılgı olur. öyle sananlarınız olablir ama öyle değildir.

  10. Yazan:blue Tarih: Eki 31, 2007 | Reply

    Neden her bir melanetin ardında din aranıyor anlamıyorum. Osmanlı’nın batışının dinle bir ilgisi yok. Ne ile ilgisi olduğunu İkbal bey yukarıda çok güzel açıklamış. Bizim yüzyıllardır problemimiz cemaat kafa yapısından bireyselciliğe geçemememiz. Tukaka ettiğimiz ümmetçilik yerine ikame edilen milliyetçiliğin de bu bağlamda bize bir fayda sağlamadığı ortada. Hala değişen dünyaya ayak uyduramıyoruz. Hala bireysel özgürlüklerden, liberalizmden, serbest piyasadan bihaberiz. Hala kısır tesettürmüş de sıkmabaşmış da salak muhabbetlerini yapıyoruz. Osmanlı neden batmış geyikleri yapıp duruyoruz.
    Osmanlı ne yapmışsa yapmış; 600 sene dünyayı gümbürdetmiş. Şimdi sinek gibi vızıldıyoruz; “heme hüme Osmanlı niye çökmüş, heme hüme dinden dolayı batmış heme hüme”. Laf üreten çok da, iş yapan yok.
    Rasathane yok diyene kadar aç bir rasathane, bir icat yap; programa katıl, patent al bir şey yap. Bir faydanın ucundan tut.
    Bir Fransız atasözü var:
    Bilen susar, bilmeyen öğretir diye.
    Çok güzel söz.

  11. Yazan:knz Tarih: Kas 1, 2007 | Reply

    Yukarda bütün verdiğim detayları görmezden gelen kestirme bir cevap verdiniz blue.

    Fakat ben sizin kestirme cevabınızda ortaya çıkan bütün detayları yazacağım. Bu cevapların ardındaki koruma psikolojisini de siz çözün artık. Demişsiniz ki;

    Neden her bir melanetin ardında din aranıyor anlamıyorum

    Yanlış. Din aranmıyor. En azından ben din aramadım. yukarda yazdığım şu; dinin bilimsel gelişme ile ortaya çıkan sorgulama yöntemlerinden yararlanamadığı, bu nedenle kendini arındıramadığını yazdım. Bu sözünü ettiğiniz yavuz sultan selim Han’ın getirdiği ve bundan sonra böyle inanacaksınız dediği bir dindir.

    o dönemde din ve vicdan özgürlüğü olmadığı için, yapacak bir şey yoktu.

    yani ben melanetin altında bir din aramadım.
    olmaması gereken bir şeyin, yani dinin devlet dini hale getirilmesindeki sürecin nasıl bir zihinsel felce neden olduğunu yazdım.

    yani yolumuza çıkan engel hala duruyor orda.
    Biz o engeli görmezden gelerek yola devam etmeye çalışıyoruz.

    yine demişsiniz ki;

    Bizim yüzyıllardır problemimiz cemaat kafa yapısından bireyselciliğe geçemememiz. Tukaka ettiğimiz ümmetçilik yerine ikame edilen milliyetçiliğin de bu bağlamda bize bir fayda sağlamadığı ortada.

    Alakasız iki şey yazdınız. Din başkadır milliyetçilik başkadır. din bireysel olmak zorundadır.. milliyetçilik ise kollektiftir.
    Evet öyledir.

    30 bin kişi savaşa bireysel olarak gitmez.
    bireysel olarak pasaportumun rengi beğenmiyorum diyemem.
    Bireysel olarak bu vatanın tek sahibi olamam.
    vatandaş sorumluluğumuz vardır. Bu sorumluluğa vicdani ret hakkımız da yoktur.

    Milliyetçiliğin akıl ve ahlaka dayalı normları olması gerektiği başka, kolektif amaçlar taşıması başkadır.

    Yeniden yazıyorum.

    Din ve vicdan hürriyeti vardır ama milliyet ve vicdan özgürlüğü diye bir kavram yoktur.
    Bunu daha önce çok yazdım , mutlaka okumuştunuz değil mi ?

    ümmetçiliği elbette tukaka edeceğiz.
    Çünkü din ve vicdan özgürlüğünü savurmuş gibi yapan sahtecilerden olmayacağız değil mi ?

    Bizim peygamberimiz bir zamanlar tek kişilik bir dindi. Siz tek kişinin dinini, size ne kadar saçma gelirse gelsin, hatta zararlı gelirse gelsin sizden daha az değerli bir yere koyamazsınız. Bireysel özgürlüğü önce dinde öğrenceğiz hocam. Yavuz sultan selimin saydığı yerde bunu yapamayacağımız ortada.

    Son cümlenize çok güldüm blue:) kötü anlamda söylemiyorum.

    ilen susuyorsa kapatın derin düşünceleri.
    knz konuştuğunda mı ssukunluk aklınıza geldi.

    siz rasathane ile yazdığınız herşeyi önce türkiyede futbol başlığında yazsanız iyi olacak. .,

  12. Yazan:fuatogl Tarih: Kas 1, 2007 | Reply

    Batılılaşma, çağdaşlaşma, medeniyet denilen şey kapitalizm den başka birşey değildir. İnsan hakları bile son kertede kapitalizmin has ürünüdür.
    Biz hala osmanlı konuşuyoruz. Kapitalizme dönüşme dinamiğini kısıtlı oranda içermiş bir feodalizm. Çöpte artık, ama kalıntıları hala var.
    Sanayi sonrası yaşam batılılaşma değildir.
    Sanayi sonrası yaşamdır.
    Çok doğru demişsiniz!
    Kafamızda muğlak bir doğu-batı sınıflandırması yapıyoruz ve çok alakasız alanlara uyguluyoruz genelde.
    Doğuda batıda her yerde kapitalizm var. Gelişmiş, birde bizim gibi gelişmemiş beceriksiz kapitalizm. Gelişmişlerin şansı, ilk oldukları için gelişimleri kendi iç dinamikleri ile oldu. Bizimkisi ise yukarıdan aşağıya oldurulmaya çalışılıyor çünkü zorunlu olarak pek iç dinamiğe dayanmıyor yatkında değiliz sanırım. Çarpık kapitalizm kısacası. Tarikatlarla,cemaatlarla,kemalizmin “modern” çocukları ile, yabancı sermaye ile iç içe geçmiş karman çorman birşey. O yüzden eğreti duran, eğri büğrü garip haller görüyoruz her yerde.
    Çarpıklık her yerde. Az önce öğretmen bir arkadaş anlattı msn de. Alakası olmadığı halde eğitim-bir e üye olacakmış, ders alamıyormuş işleri zorlaşıyormuş vs.vs. Nasıl ucube bir durum bu? Aşağıdan yukarıya işlemesi gereken şey bizde tam tersi. Yukarıdan aşağıya…Her yerde bu tepeüstü durum var.

  13. Yazan:knz Tarih: Kas 2, 2007 | Reply

    O zaman bugün gözle görüleni konuşalım.
    eğer gözle görüleni konuşuyorsak o gözlemevi ne oldu ? semerkanttan istanbula taşınan gözlemevi ne oldu ? Biri kazasker oldu idye bir gözlemevi kapanır mı ? hadi kapandı diyelim yok olur mu ?
    gözle görülene bakıyoruz.
    tarih tartışmalı bilim diye gözle görüneni yok sayamam kusura bakmayın.
    Gıcığımız var diye 500 sene önce yaşamış insanlara atıp tutmayalım. Biz 2.dünya savaşına girmedik. Almanya girdi, Japonya girdi; ikisi de dibe battı, sıfırlandı. Sonra onlar dünya devi oldu, biz hala under-developing country konumundayız. Kimdir bunun sorumlusu? Yavuz Sultan Selim mi?
    hayır. Yavuz sulatn selimin getirdiği bilimle hesaplaşamayan osmanlı bilimdir. ölü doğmuştur.
    semerkant istanbulda boğulmuş ve yok olmuştur.
    Bunun adı bak ve gör’dür.
    almanya gelileonun mirasını yiyordu, japonya da bu mirası kullandı, henüz bu iki ülkede savaşın yenilgisini üzerinden atamadılar.
    Bizim önümüzdeki tökez hala duruyor. Elbette ataması yapılan sadece 20 tane biyoloji öğretmeninden yavuz sultan selim mesul değil.
    biz hala tökezlediğimiz o yerde hesaplaşamadık.
    siz söyleyin madem, semerkent’ten istanbula taşınan gözlemevine ne oldu ?
    bugün istanbul üniversitesinde ulubeyin heykeli var. Ben onu arıyorum ?
    bakın burada bir yazar, ana sayfa yazarınız moderneşlemeyi hala batıdan geldi sanıyor..
    ilk modern gözlemevinin semerkantta olduğunu bilsek bu sayfa böyle mi giderdi ?
    Bir yanılgınız daha var ki blue, onu sonra yazacağım.

  14. Yazan:fuatogl Tarih: Kas 2, 2007 | Reply

    Ben şöyle okudum, bir paradigma değişimi var, bu paradigmanın gelişmesi ve serpilmesi için 40-50 yıl koyun ve sonuçta….
    Blue bey, bunu alıp “Adam ölmüş, 50 sene geçmiş, rasathane yıkılmış. Suçlusu kim? 50 sene önce ölmüş olan adam…” şeklinde okumak herhalde işi fazla basite almak, anlamamayı istemek.
    Ve sanırım kimse “doğrudan” dinlere suç atmıyor. İnsanların din ile kurdukları ilişki önemlidir. Ama din denen olgunun da özünde bu tarz sonuçlar doğuracak ilişkiler kurmaya müsait bir yapısı var maalesef. Ki bu din, hiçbir şekilde insanların yaşam biçimlerinin sonucu olan fikir ve düşünce düzeyleriyle köklü hiçbir çatışma ve hesaplaşma yaşamamıştır.
    Geçmişe bakmaya gerek yok, bugüne bakalım. Manisaya gidin kör ana diye birisini sorun. Muskacı filancı kör bir kadın. Evinin önüne şöööle bir göz atın. Türkiyenin her yerinden gelmiş tonlaaarca insan doktora gitmektense ona gidiyor.Yaz kış evinin önünde sıra var. “almıyayım, yan cebime koy” paralarla “tedavi” oluyor bu insanlar dua,muska ve üfürüklerle. Çocuğu olmayandan karısı/kocası ile ilişkisini düzeltmeye çalışan insanlara kadar. “sosyetik” de var köylü de. Hangi ortamda beslenebiliyor bu tür ucube şeyler? Hangi zemin böyle bir şeye gelişme imkanı verebilir? Bu tazr şeylerin bu kadar yaygın yaşandığı yerden ne beklenir? Bizim “under-deveoped” luğumuz hakkında bir fikir vermiyor mu?
    Yada bu sitede çok tartıştığımız şu bildik vrim meselesi. Bütün bir bilim dünyasının temel olarak gördüğü şeyi bütünüyle görmezden gelme eğilimi nereden geliyor? Bir bilimin önemli bir bölümünden bizler neden mahrum kalıyoruz? Ne akalası var diyeceksiniz. Komşu bir siteden aklıma gelen birşeyi anlatayım. Bizim kendi ülkemizde yurt dışı için çok büyük paralar, milyonlarca dolarlar harcadığımız hormon ilaçları, diabet ilaçları, hemofil ilaçları novo nordisk diye küçük bir ülkenin büyük bir firmasından geliyor. Her yıl üniversite ve genetik-bioinformatics ile ilgilenen enstitülere evrim ve genetik araştırmaları konusunda büyük fonlar oluşturan bir şirket. 400 yıl önce Tycho Brahe nin çalışmalarının taşlandığı yere bizden milyar değilse de çok milyon dolar paralar gidiyor ilaç için. Ama onların araştırdığı alanı biz okularımızda doğru düzgün öğretmek istemiyoruz, isteksizliği bırak müthiş bir direnç var ve dini açıklama daha makbul görünüyor. O kadar geçmişe gitmeye hiç gerek yok yani, benzeri hikaye tarihe bugün de yazılıyor bir gerilik örneği olarak. Bu sefer bu alanda paradigma değişikliğine yol açan yavuz selim değil, kenan paşa. 30 yıl önce filan. 30 yıl önce olmasına rağmen büyük bir payı vardır Türkiyenin gerilik tarihinde.
    tarihçiler bize bunun sebeplerin içinde çok küçük bir yer teşkil ettiğini; asıl sebebin ticaret yollarının değişmesi, Moğol istilası, sanayi devrimi, milliyetçilik akımının ortaya çıkması gibi elle tutulur sebepler olduğunu söylüyorlar.
    Milliyetçilik kapitalizm-ulus-devlet bağlamında anlamlı bir kavramdır, ve o bağlamda ele alınması lazım..sanayi devrimi…bunların neden yıkıcı bir etkisi oldu peki? Ne gibi yapılara yıkıcı bir etkisi olur bunların? Yeni birşey yeniyi mi yıkar eskiyi mi?

  15. Yazan:knz Tarih: Kas 5, 2007 | Reply

    O halde sayfayı ben özetleyim.
    yanlış 1.
    buranın yazarları Dünya’da modernleşmenin ilk başlangıcının Semerkant olduğunu bilmiyorlar.
    Biliyorlarsa da dile getirilmemiş yukarda, sonuç değişmez.
    Bu başlangıcının batıdan 160 yıl önce başladığını bilmiyorlar.
    SEMERKANTTAN istanbula taşınan geleneğin hangi yollarda boğulduğunu bilmiyorlar.
    Modern bilimin olduğu yerde durmaycağını,ÜNİVERSİTE DIŞINA TAŞCAĞINI VE yaşamı değiştiren dinamiğe dönüşeceğini ve bu dinamiği kaybetmenin bir toplumun ölümü olduğunu bilmiyorlar.
    Dini ve yaşamı satatikleştirip yaşamı durudurmak mümkün değildir. Bilim ise teknoloji olarak satın alınmaz.
    Bilim bir kültürdür. Siyaset ve toplumsal yaşamdan ayrı tutulamaz.
    KİBİRLE, SANKİ HERŞYİ BİLİEN BİLGİNİN bİR AZAMI VEYA BİLİNMEYİN TEK SAHİPLERİYMİŞ GİBİ GERÇEKLİĞE KARŞI KÜSTAHLAŞANLAR DA tOPLUMDAKİ MERAKI ÖLDÜRMEKTEN BAŞKA İŞE YARAMAZLAR. bir de kendi hükümdarlıkları ALLAH adına sürer gider.
    ben aranızda, gerçekten mısır piramitlerine karşı bir merak olduğuna da inanmıyorum.Böyle bir vurdum duymazlığı cumhuriyet projesi önleyemedi.
    Bakın ANATLAYDA RUSLAR gelip teleskop kurdular.
    Siz diyosunzu ki yayınları ruslar yapmasın, bizimkiler yapsın. İnsan kendine düşman olur mu ?
    herşeyin en üstün ilahi bilgisinie sahipmiş gibi davranan toplum, yüzlerce yıldır fuzuliden beri rüşveti önleyemediği gibi,
    şimdi de futboldan başka bir alana ilgi göstermiyor.
    Yüzlerce yıldır fıkıh ve hadis bire on vermektedir.
    Ve bu hala devam etmektedir. İsterseniz ki, bütün okular fıkıh hadis olsun, fıkıh bire on versin. Biyoloji yardımcı ders olsun.
    BU RUŞVETİ FUZULİDEN BERİ Rüşveti ÖNLEYEMEYEN DİN ELDEN GİTSE NE OLUR elden gitmese ne olur ?
    Fuzuliden bu yana rüşvet kesintisiz önlenebildi mi ? Kusura bakmayın 1950 lerden sonra fışkırdı asıl.
    Din elden gidiyormuş! GİTSİN KARDEŞİM YA, Bİ NEFES ALALIM. Cumhuriyet döneminde en kötü performans din okullarında oldu. kIZ ÖĞRENCİLERİN OKULLARINA DUVARLAR ÇEKMEKTEN BAŞKA NE YAPTILAR ? Sizler önce şu kötü okullarınızı ilaki yaygınlaştırma illetinden vazgeçin.
    yanlış 2: din ve vicdan hürriyeti! Bunu da yazacağım.

  16. Yazan:knz Tarih: Kas 8, 2007 | Reply

    Din ve vicdan özgürlüğü şu anlama gelir.

    Ben anında herhangi bir etkinin altında dinimi değiştirebilirim. Bu etki size göre çok saçma olabilir, fakat vatandaş olarak hakkım yine çoğunluğun dini inancından daha az hukuki değere sahip değildir.

    Siz okullarda iyi din veya kötü din sınıflandırması yapamazsınız.
    veya hukukta iyi din veya kötü din talebi diye bir şeyi hukuka kabul ettiremezsiniz.

    Bunu yaparsanız din ve vicdan özgürlüğünü zedelersiniz.

    peki devletin dinle ilgisi nedir ?
    devlet vatandaşın dinle ilgili taleplerine*
    hizmet verir. Fakat devletin vatandaşa kamuda dini özgürlük **sağlamak gibi hizmeti olamaz. çünkü hiçbir devlet buna muktedir değildir.

    * ile ** farkı nedir ?

    önce ** ne olduğunu tekrarlayalım.

    MESELA bir gece rüyamda bir aksakallı bana bundan sonra beyaz külah tak dese ve ben bunu yapmakla dünyanın kurtulacağına inansam, gözlerim yaşlı bundan sonra bunu yaşamak istesem hiç bir devlet kuruluşu veya yetkilisi senin bu davranışını değersiz gördüğümüz için hukuki olarak tanımıyoruz diyemez.

    Fakat hiç kimse ben bunu yapıyorum diye beni kutsamak zorunda da değildir.

    Dolayısı ile, vatandaş olarak din ve vicdan hürriyetini zedelememek için kamuda zorunlu uzlaşmaya gideriz. DEVLET BANA KAMUDA ÖZGÜR ALAN SAĞLAMAK ZORUNDA DEĞİLDİR.

    peki * ile kast ettiğim neydi ? devletin vatandaşa dini hizmet vermesi., nedir ?

    bu yine nötr olan devlet yapacaktır.

    hangi kişinin yakını ölse bunu yapacaktır.
    yani bir ateist de ölse, camiye uğramadan gömülmek isterse o tür hizmet verecektir. ermeni de ölse hıristiyan adaleti isteniyorsa o hizmeti yapacaktır.

    o zaman imam kadrosunun diğerlerine göre fazlalığını talebe bağlayabilirsiniz. çünkü netice bir işletme mantığı vardır burada.

    ama diğerlerine hiç yok, ama sadece suni imamı %100 ‘ü açıklayacak bir atilla yayla dünyada bulamazsınız.

  17. Yazan:blue Tarih: Kas 8, 2007 | Reply

    Fuat bey,

    Ben şöyle okudum, bir paradigma değişimi var, bu paradigmanın gelişmesi ve serpilmesi için 40-50 yıl koyun ve sonuçta….
    Blue bey, bunu alıp “Adam ölmüş, 50 sene geçmiş, rasathane yıkılmış. Suçlusu kim? 50 sene önce ölmüş olan adam…” şeklinde okumak herhalde işi fazla basite almak, anlamamayı istemek.

    Ortada bir paradigma olmadığını söylüyorum. Eğer Yavuz böyle bir paradigma oluşturma niyetinde olsaydı Ali Kuşçu’nun eserlerini şerh ettirmezdi. Elbette 50 sene önceki ortam bugünü şekillendirir, ama bizim anlamadığımız şu ki, paradigmaları oluşturan sadece kişilerdir demek insafsızlıktır. Osmanlı’nın çöküşünü Yavuz’da düğümlemek insaflı bir iş değil.

    Ve sanırım kimse “doğrudan” dinlere suç atmıyor. İnsanların din ile kurdukları ilişki önemlidir. Ama din denen olgunun da özünde bu tarz sonuçlar doğuracak ilişkiler kurmaya müsait bir yapısı var maalesef. Ki bu din, hiçbir şekilde insanların yaşam biçimlerinin sonucu olan fikir ve düşünce düzeyleriyle köklü hiçbir çatışma ve hesaplaşma yaşamamıştır.

    Din elbette manüple etmeye uygun bir araçtır. Manüple etmeye uygun olmayan bir araç var mı? Bugün cumhuriyet, laiklik, Atatürk, evrim, herşey manüple ediliyor…

    Geçmişe bakmaya gerek yok, bugüne bakalım. Manisaya gidin kör ana diye birisini sorun. Muskacı filancı kör bir kadın. … Bizim “under-deveoped” luğumuz hakkında bir fikir vermiyor mu?

    Anlatmaya çalıştığım, biz geri kaldığımız için böyleyiz. Böyle olduğumuz için geri kalıyor değiliz.

    Yada bu sitede çok tartıştığımız şu bildik vrim meselesi. Bütün bir bilim dünyasının temel olarak gördüğü şeyi bütünüyle görmezden gelme eğilimi nereden geliyor?

    Bilmemekten, araştırmamaktan kaynaklanıyor tabi. Bunun sebebi de buyurduğunuz gibi Evren dönemindeki yasaklar, ailelerin çocuklarını apolitik ve kitaplardan uzak yetiştirme anlayışı olabilir. Ama bunun için sadece Evren Paşa’ya kızmak doğru mudur? Ben, bugün kitap okumuyorsam bunun sorumlusu Evren Paşa mıdır? Okuma yazma biliyor muyum? Evet. Kitap çok mu pahalı bir şey, alamadığımdan mı okumuyorum? Hayır. E o zaman ne?

    Ne gibi yapılara yıkıcı bir etkisi olur bunların? Yeni birşey yeniyi mi yıkar eskiyi mi?

    Valla yeniyi de yıkar eskiyi de. Bugün doğalgaz Rusların elinde. Vanayı kapattıkları zaman ne fabrikanda üretim yapabiliyorsun, ne evini ısıtabiliyorsun, harç bitti yapı paydos. Üretim Çin’e kaydı, Avrupa ve Amerika ekonomisi allak pullak oldu. Çin Avrupa’yı bitirecek, biz göremezsek çocuklarımız görecek. Drastik değişiklikler drastik sonuçlar doğurabilir. Ne kadar güçlü olursan ol.

  18. Yazan:knz Tarih: Kas 8, 2007 | Reply

    Blue’nun Fuat Beye verdiği cevabında şunun sorunun izlerini aradım ama bulamadım ?

    semerkantta modern gözlemde batıdan en az 150 yıl önde olan bir gelenek nasıl olur da tam 400 yıl geriye düştü ?

    Bunu göç yollarının kaybına indirgemek mümkün değil.

    çünkü göç yollarını kaybetmek de bir sonuçtur.

    bakın konünizm çökmesine rağmen bugün rusya bilimde istikrarlı öncülüğünü sürdürmektedir.
    uzay yarışından kopmadı. antalyada teleskobu var. Bunu siyasi olarak lenin’e değil, gorboçova da değil ama deli petroya borçulular.

    Yani Blue nun dediği gibi ne duruyorsun madem sen de al teleskop, sen de bak diyen bir siyasi yapı yok, gidip başka ülkede( gökyüzü net gözüküyor diye) teleskop inşa eden bir siyasi yapılanma var. ( blue yukarda olması gereken bir yazınınızı aradım bulmadım )

    cumhuriyet sandığınızdan da çok büyük atılım yapmıştır ama, önümüzdek engeli kaldırmadığımız için aynı engel siyaseten hep önümüzde durmaktadır.

    ben pirmaitlerin şifresini çözemedik diye dertlenen siyasilermizin olduğunu sanmıyorum.
    hala macar topçusuna top döktürüp çağı yakladığını sanan siyasilerimiz var.

  19. Yazan:blue Tarih: Kas 8, 2007 | Reply

    knz,

    Evet bir yazım uçmuş. DD’de bakım faaliyetleri var, bu arada kaybolmuş. Allah’tan sizin yazı gitmemiş, artık yedi düvele duyururdunuz 🙂

    semerkantta modern gözlemde batıdan en az 150 yıl önde olan bir gelenek nasıl olur da tam 400 yıl geriye düştü ?

    400 yılı biraz abarttınız sanıyorum. Osmanlı’nın son döneminde bile böyle bir fark yoktu. Ama neden geri kaldı derseniz bunun birçok açıklaması var. Herkes bir şey söylüyor. Mesela bunu Yavuz’a bağlayanı hiç duymamıştım. Atış serbest bir konu, çok farklı rivayetler üretilebilir. Bu konuda devr-i sabıkı kötüleyip kendi ideolojisini benimsetmeye çalışanlar da Osmanlı’yı bir asr-ı saadet olarak tahayyül edip toz kondurmayanlar da hata yapıyor.
    Osmanlı la’yüsel değildir. Çünkü yönetenler insandır. bununla birlikte imparatorluk yönetmek de öyle basit bir iş değildir. Osmanlı eğer bir imparatorluk değil de Türkiye gibi küçük bir ulus-devlet olsaydı şüphesiz her şey çok daha kolay olurdu.
    Beylerbeyi sarayını dolaşırken bir gömme kafa “padişahlar da yaşamış ha !” diyor. İmparatorluk ne demektir, protokol nasıl oluşturulur, ihtişamın imparatorluk için önemi nedir bilmeyen adama sen ne anlatacaksın. Bu adamın bildiği Osmanlı’nın işretle, laleyle, zevk ve eğlenceyle bittiğidir. Gömme kafadır çünkü kafasına ne bilgi gömüldüyse o vardır orada, muhakemeden yoksundur, tek yönlü düşünür. Bize asker millet derler. Doğrudur asker milletiz. Emre itaat ederiz, bize ne söylense doğru belleriz, gelen ağam, giden paşam deriz.
    Bizi yıkan sebebi 600 yıl öncede aramaya gerek yok, o çok yanımızda, hemen kafatasımızın içinde. Onu keşfedersek yıkılışın nedenini de, halen neden yıkılmaya devam ettiğimizi de çözeriz.

    bakın konünizm çökmesine rağmen bugün rusya bilimde istikrarlı öncülüğünü sürdürmektedir.

    Rusya’nınki vitrin çalışması. Eski kırıntılarla idare ediyor. Öncü filan değil, nereden çıkartıyorsunuz böyle şeyleri?

    uzay yarışından kopmadı. antalyada teleskobu var.

    Bizde Deli Petro olmadığı için uzay yarışından koptuk öyle mi? Yavuz mezhep değiştirince artık bütün uzay çalışmaları rafa kalktı öyle ya.

    cumhuriyet sandığınızdan da çok büyük atılım yapmıştır ama, önümüzdek engeli kaldırmadığımız için aynı engel siyaseten hep önümüzde durmaktadır.

    Engel nedir? Çok merak ettim…

    ben pirmaitlerin şifresini çözemedik diye dertlenen siyasilermizin olduğunu sanmıyorum.

    Ben, bunu dert eden herhangi bir siyasetçi olduğunu sanmıyorum. Siyasetçiler pragmatik insanlardır. Kendi yararlarına olduğunu düşünmedikleri şeyi dert etmezler. Siyasetçilerden bir şey beklemeyin. Bizi onlar kurtarmayacak.

    hala macar topçusuna top döktürüp çağı yakladığını sanan siyasilerimiz var

    Deniz Baykal mı döktürmüş? İnanırım…

  20. Yazan:knz Tarih: Kas 9, 2007 | Reply

    ilahi blue bey, siz iki nokta üzerinde hassiyetle durmuyorsunuz.

    Bunlardan biri; semerkantta modern gözlemevi kurulduktan sonra avrupada almanya ve damirakada ilk modern gözlemevinin çalışmasına kadar geçen uuzn bir süredir.

    İyiki yazım kaybolmadı, elbette duyururdum 🙂
    bakın sizin yazınıza da hassasım ve duyuruyorum.

    şimdi ben size kronolojik bir tarih akışı verdim.

    benim yazıma alaylı ve küçümseyeci bir üslüpla son cümleyi yazmanız sizi haklı çıkarmayacak.

    Siz hala osmanlı yavuz geleneğini sürdürüyorsunuz. Bu ani bir paradigma değişimidir.

    yukarda yazdım. Bilimi küçümsemek, sonuçlarını küçümsemek, ama başı sıkıştığında ise bilimim satın alınabilir bişey olduğunu zannetmek.

    Herşeyi bildiğini iddia eden, tek taraflı ve dayatmacı bir din eğitiminin güdülemesi altında insanlar, ne evrenle ilgili ne pirmaitlerle ilgili, hiç bir sorgulayıcı merak unsurunu barındırmıyor.

    çünkü bilinmeyen gerçekliğinin tek bilgisinin
    zaten onların bildiğini ve bunun da eğitimin zaten verildiğini başkasına ihtiyaçları olmadığını düşünenen bir yapılanma var.
    Bu gerçekliğe karşı küstah ve üsütün bakış
    osmanlı aydın geleneğinde yüzyıllarca hakim oldu. Bu kapıyı yavuz sulatan selim açmıştır ve daha kimse kapayamadı.

    ben size osmanlıya dair bir örnek verdim. Mısır göç yolları üzerinde değildir. İmparatorluğun en şaşalı günlerinde osmanlı valilerin yönetimdedir.

    Valilik Fransızlara geçtiği anda, insanlar bu pirmaitlerde ne yazıyor diye sorguladılar, düşündüler ve örgütlendiler ve çözdüler.

    Ne farnsız hayranıyım, ne jön türküm.
    ben size bir olayı olduğu gibi aktarıyorum.
    semrkantta gözlem evi açan gelenek, mısırda pirmaitleri de okurdu. evet bu benim yorumum ama gerçek bir olaydan yola çıkarak bu yorumu yapıyorum.

    gene yukarda farkında olmadan yine bilime karşı küçümseyici bir tavrı sürdürüyorsunuz .
    rusya şuanda uzay teknolojisine sahiptir.
    onlarda biizm gibi 1500 lerde ilk bilimsel ivmeyi kaçırmış ama 1700 lerde üniversite reformu yaptılar. Newton kitabını yayınladığı
    anda rusçaya tercüme ettirdi.Biz ise Newton adını duymak için 300 yıl bekledik.

    Bilimi bediüzzamandan öğrenmeyi tercih eden kaç kişi var aramızda hala ?
    halbuki bediüzzaman yanlışlarla doludur.
    Saygıyı abartılı bir tapınmaya çeviren bilim olamaz.

    BEN ŞİMDİ NERDE OSMANLIYI YERDEN YERE VURMUŞUM.
    hat sanatı hakkında mı birşey yazdım ? güvercinlerin avluda beslenmesine mi ? birşey dedim ? Aksine ben senelerdir, batıdaki azgın bir köleliğin osmanlı topraklarına girmeyişini dile getirdim daha önce uğradığım forumlarda.

    ama illetini bileceksin. hep şunu söyledim, bizlerin başka göçcek torağı yoktur.

    ARTIK PİRMAİTLERİN ŞİFRESİNİ ÇÖZEMEDİK DİYE dertlenen siyasimiz olmak zorunda blue bey.
    ve siyaset sizin dediğiniz gibi paragmatist
    değildir. Biz de özellikle sağ siyaset bunu yanlış algılıyor.

    fransızların gelir gelmez piramit okumaya yönelmesi bal gibi devlet organizasyonudur.

    Din ve vicdan özgürlüğünü de yazdım yukarda.,

  21. Yazan:blue Tarih: Kas 9, 2007 | Reply

    knz hanım,

    Öncelikle yazılarınızı takip etmediğimi belirtmeliyim. O yüzden kendi yazılarınıza neden atıf yapıp durduğunuzu anlamıyorum. Yazılarınızın hayranı bir tip izlenimi mi veriyorum?
    İkincisi ben sizi çok doğru anlıyorum ama sizin kendinizi anlayabildiğiniz konusunda kuşkularım var. Çok güzel şeyler söylüyorsunuz: Bilim önemlidir, Batılılar bilime önem veriyor, bizler vermiyoruz, o yüzden onlar uzaya gidiyor, biz gidemiyoruz bla bla… ama bunları olmayacak yerlere bağlıyorsunuz. Yazınızın anafikri benim kompozisyon yazılılarında yazdıklarımın aynısı. Konu: “Bilimin önemi”, “muasır medeniyete nasıl ulaşırız?”.. Çok hoş da bana bir şey ifade etmiyor. Bir de o kadar anlamsız ve yanlış örnekler buluyorsunuz ki, haklı olacak noktada kendinizi haksız duruma çıkartıyorsunuz.
    Eminim yazınızı okuyanlar piramitler konusunda Fransızların büyük bir gayret içinde olduklarını ve acayip bulgulara ulaştıklarını düşünüyordur. Bunların devletle bir ilgisi ancak finansal destek bağlamında olabilir. Biz de Sümerler konusunda çok ilgiliyiz mesela. Bu, ilgi ve merak meselesidir. Bilim çevrelerinde artık işler böyle dönüyor. Devlet desteği almak istiyorsanız merak ve ilgi uyandırmanız, veya devlete bir fayda vereceğiniz konusunda bir ışık olması gerekiyor. Birçok ülkede bu işi devlet de değil, büyük şirketlerin Ar-Ge bölümleri yapıyor, hatta zenginler hibe ediyor. Bu, insanların yaklaşım meselesidir. Biz yıllarca devletçiliği savunduğumuz ve sürekli onun eline baktığımız için böyle özel teşebbüslerimizin ortaya çıkması için Özal dönemini beklemek durumunda kaldık. Bugün ARGE şirketler için çok önemli, şirketler ayakta kalmak için innovasyon yapmak durumunda, ve bu işe para yatırmak zorunda. Devlet, sizin piramitler konusundaki merakınızı gideremez. Ama siz bu konuya meraklıysanız yapabileceğiniz şeyler çok. en azından 500 € verip oraya gidip içine girmekle işe başlayabilirsiniz. Gördüğünüz gibi araştırma şevki için devlet desteği gerekmiyor. Çıkıp gidiyorsunuz. Fransızlar için de bu böyleydi. Hala ülkemizde yüzlerce yabancı arkeolog çalışma yapıyor. Bunlar devlet desteklediği için mi çalışıyor?
    Bilimi Bediüzzamandan öğrenen hiç duymadım. Ama Bediüzzamanın bilimsel yanlışını da hiç görmedim. Hatta doktor kız kardeşimle alyuvar-akyuvarların görevleri ve solunum sistemiyle ilgili bir eserde bir paragraf okumuştum, doğru mu diye. Önce dalga geçti, neden yanlış olduğunu izah etti, sonra ilgili haşiyenin devamını okuyunca kendisinin yanlış olduğunu farketti. Yazanın medrese mezunu olduğunu öğrenince iyice dumur oldu. 14 sene pozitif bilim okudum, bir yanlışını göremedim. Bu, olamayacağı anlamına gelmiyor tabi. Ama köydeki adama da bilim namıma bir şeyler sunabiliyorsa buna ancak şapka çıkartmak gerekir diye düşünüyorum.

    ARTIK PİRMAİTLERİN ŞİFRESİNİ ÇÖZEMEDİK DİYE dertlenen siyasimiz olmak zorunda blue bey.

    Piramitlerin şifresini bilmiyorum ama sizin şifrenizi çözersem pek bir memnun olacağım knz hanım:)

  22. Yazan:knz Tarih: Kas 9, 2007 | Reply

    Yukarda yazdıklarıma birşey daha ilave edeceğim.

    ben bu sayfaya neden uğradım ?

    Bilimin gelişmesi ister istemez yaşamı ve insanın düşüncesini değiştiriyor. Hakim olan dinle çatışma çıkıyor. Hrsitiyanlığın özgür ve güzel dönemi var mıydı bilmiyorum ? Fakat müslümanlığın bir zamanlar özgür ve güzel dönemi olduğuna da birçoğumuz hemfikiriz. Semerkant buna güzel bir delildir.
    Modern bilimin doğduğu yerdir.

    Halbuki biz bugün Türkiyede biz modern bilimin batıda ilk kez kopernik devrimi ile başladığını öğreniriz.

    hayır modernbilim semerkantta başladı ama kopernik devrimi batıda gerçekleşti.,
    MUTLAKA BİRYERDE TÖKEZLEMİŞ OLMALI. .
    Bu doğal birşey değil ???

    Dedimki, olsa olsa müslümanlığın özgür ve güzel dönemi bitmiş yerine konsüllere emenet olmuştur. Tarihi olarak bakıyoruz; tam da o vakit Yavuz sultan selimin dışardan getirdiği ulema istanbula hakim olmuş. Bunların değil delipetronun yaptığı gibi batıdan bilim ithal etmek, var olanı sönümlendirmek gibi işlevi olmuştur diyorum.

    Diyelim ki, benim savlarım doğru değil, ama hangi cevaba karşı doğru değil ? Belki blue bunu anlatmaya çabaladı ama EN AZINDAN BANA anlatamadı.

    biz öteden beri meraksız mıydık ? hani o zaman biz asker millet miyidik ?

    ama yukarda dediğim gibi madem öyleydik, nasıl oldu da gözlemevini biz başlattık ?

    ben didişmek için yazmadım. bu bir vakadır.

    modern bilim ile modernite arasında ilişkiyi de yazdım., sanayi sonrası yaşam ile batı tarzı yaşamı ayırt etmmemiz gerektiğini de yazdım., iyi çalıştım safyanızda 🙂 artık derin derin siz düşünün .

  23. Yazan:NİDANUR Tarih: Kas 30, 2007 | Reply

    ben böyle bir veri istemedim örnek:1881=atatürk dünyaya geldi
    1938=atatürk vefat etti bunun gibi işte bu ‘kronoloji’ dir

  24. Yazan:İzzet Kütükoğlu Tarih: Tem 5, 2008 | Reply

    Sayın M. ikbal Tuna, son derece gerçekçi düşünen biri olduğunuzu bu yazınız ortaya koyuyor. Ne yazık ki sizin gibi düşünen çok insan yok bu ülkede.
    Yazınızın altındaki yorumlardan da bu ortaya çıkıyor. neyse kimseye sataşmış olmayalım…
    Bende kendimce düşündüğümü sanıyorum, bu ülkede ki herkes gibi.
    Ben ilk okul mezunuyum, torpille falan değil, söke söke devlet kadrosu almış ve 20 yıl devlet adına çalışmış, ve devlet kurumunda çalışırken, içinde bulunduğu vaziyetin imkan ve şeraitini düşünmeden hemde kophenak kriterleri bile imzalanmamış iken, devlete veryansın edip düzeni eleştiren bir de kitap yazmış, bir anlamada tek başına düzeni değiştirme mücadelesi vermiş, ilk okul mezunu tahsilsiz bir adamım işte…
    Yirmi yıl devletin içinde kalmış olmam devlet hakkında, düzen hakkında yeterince bilgi sahibi olmamı ve fikir sahibi olmamı sağladı zannediyorum.
    Ben devletin uç noktasında, yani zurnanın zırt dediği yerdeki adamdım.
    Sen ordan neyi görüp neyi anladın? diye bir soru yöneltebilirsiniz.
    Devletin uç noktasından görünen, Ankara’dan görünenden daha önemsiz değildir.
    Peki ben ne gördüm?
    Bu ülkenin bazılarının zannettiği gibi bir düzeni falan yoktur!
    Cumhuriyet ise bu ülkede seçimler yapılıp, hükümet kurulana kadar vardır. hükümet kurulduktan ötesi, su katılmadık saltanattır!
    Bu ülkede ki siyasi kavgalar da ap açık saltanat kavgasıdır.
    Ülkenin Anayasasında kuvvetler ayrılığını sağlayacak hiç bir sistematik önlem yoktur.
    Saldım çayıra mevlam kayıra anayasası!
    Denilirki, siyasiler kuvvetler ayrılığına riayet etmiyor…
    Kuvvetler ayrılığına riayet diye bir şey yoktur!
    Kuvvetler ayrılığını sağlayacak sistemler vardır. bu yoksa kuvvetler ayrılığı Hiç bir zaman olmayacaktır!
    Kuvvetler ayrılığını sağlayacak sistem neden yok?
    Çünkü sistemden sistematikten anlayanımız yoktur.
    Dünyada ki toplumları ben iki sınıfa ayırıyorum.
    Sistemden anlayanlar ve sistemden anlamayanlar.
    Sistemden anlayanlar sistem üretebilmiş, teknolojik olarak ilerlemişlerdir. sistemden anladıkları için sistematik anyasalar yapıp ülkelerinin mükemmel idare edilmesinide sağlamış gelişmişlerdir.
    Sistemden anlamayan toplumlar ise, teknolojik ve bilimsel yönden geri kalmışlardır. sistemden anlamayan toplumların hemen hiç birisinde demokrasi işletilememiştir.
    Ne yazık ki bu ülkede, sistemle ne olur arkadaş, mühim olan insan diyen, kendinden habersiz aydınlar çoğunluktadır.
    Ne yana baksan cehalet, ne yana baksan aymazlık, Adam müslümanım, dindarım diyor, kitabından haberi yok!
    İlahi kitapta “biz kainatı düzenledik” diyor Yaradan, gene başka bir ayette, “biz insnı düzenledik” diyor. müslüman ise, “Düzenden” kastın ne olduğunu anlamıyor. çünkü anlayacak kadar kafa yormuyor. Yalvarıyor sadece Yaradanına. Düzenden kasıt sistemdir.
    Ben diyorum ki, insan sistemden anladığı kadar insan, insan sistemden anladığı kadar müslümandır. Sistemden anlamayan insanın hem dünyası hemde ahireti tehlikededir!
    Evet bizde sistematik aygıtlar kullanıyoruz ama, bu sistemden anladığımız, sistemin önemini idrak ettiğimiz anlamına gelmez!
    Ben, hem ülkemizin ve hemde diğer müslüman ülkelerin geri kalmalarının sırrını sistemden anlamamakta gören biriyim.
    Sistemdn anlamak için ise düşünmek gerekiyor. Düşünmek ama öyle yüzeysel değil!
    Derin düşünmek gerekiyor!
    Düşünmek, hele derin düşünmek ise biz ağır geliyor!
    Ben düşünmüşüm bunun da anlamı olmuyor!
    Çünkü, kimse benim neyi kaç sene düşünmüş olduğuma bakmıyor. benim tahsilim ne olduğuna kademik kariyerimin ne olduğuna bakıyor. Sanki ben üniversite okusaydım.Sistem konusunda daha çok bilgi sahibi olabilecekmişim, daha sağlıklı ve daha çok düşünen bir adam olacakmışım gibi düşünülüyor.
    Üniversiteli cahiller dediğim zamanda cümle üniversiteli hurrra üzerime hücum ediyor!
    Zaten Allah falan dememizde bir cahillik alameti sayılınca kimseler ne yazıp söylediğimize kimse bakmıyor!
    Ben site reklamı yapmış olmamak için, merak edenlere, Gogldan “motor geliyor motor” yazarak aramalarını o yazıdan diğer yazılarımada ulaşabileceklerini bildirmek istiyorum.
    Düşünelere saygılarımla, herşey gönlünüzce olsun.

  1. 3 Trackback(s)

  2. Nis 2, 2008: Amaç-Araç Ekseninde Anayasacılığımız : Derin Düşünce
  3. Nis 2, 2008: Pakvizyon » Amaç-Araç Ekseninde Anayasacılığımız
  4. Haz 1, 2009: 101 bin kez okunan yazı için 101 bin kere teşekkür : Derin Düşünce

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin