RSS Feed for This Post

Amaç-Araç Ekseninde Anayasacılığımız

Anayasacılık

Anayasal devletin vazgeçilmez unsurlarından biri olan “hukukun üstünlüğü”, demokratik ülkelerde meşruiyetin temelini oluşturan “milli irade” ve “insan hakları” arasındaki dengeyi sağlanmakla birilikte otoritenin egemenliğinin sınırlandırılması için hayati önem taşır.(1) Anayasacılığın temeli de özgürlükleri otoriteye karşı korumaktır. Anayasa kavramı, Magna Carta’nın tarihi açılımı olarak devam eden süreçte otoritenin baskılarına karşı bir tepki arz eden kısıtlayıcı ve şartlar koyucu; devlet ve toplum arasında yapılan bir milli mutabakat uzlaşma metni ve toplumun devlete verdiği bir yetki beratı(2) olarak açıklanabilir. Temel gaye, iktidarın sınırlanarak özgürlüklerin teminat altına alınmasıdır.

Anayasacılık konusunda toplum-siyaset ilişkisi iki mefhumla ele alınır. Birincisi; toplumun doğasına ilişkin olan toplumdaki sosyal, fikri ve kültürel farklılıklardan doğan çeşitlilik ve zenginlik; ikincisi ise iktidarın doğasına ilişkin, Lord Acton’un “güç yozlaştırır, mutlak güç mutlaka yozlaştırır” görüşüdür. İktidarın meşruiyet çerçevesinde sınırlandırılması toplumsal çeşitliliği korur. Anayasacılığın bu iki kutuplu düzenekteki yeri siyasi iktidarın sınırlandırılmasına yönelik meşru kural ve kurumların kullanılmasıdır.

Buraya kadar bahsettiklerimiz ideal çizgide olması gereken statik bir hâldir. Pratikte ise siyasal araçların kuruluş ve işleyiş niyet ve misyonlarına göre şekil alabilir. Bu durumda “demokrasi”, “hürriyet”, “insan hakları”, “anayasacılık” ve “anayasa mahkemesi” gibi mefhumlar mana kaymasına uğrayabilir. Konumuza dönecek olursak, anayasa liberal bir anlayışla özgürlükleri teminat altına alma tanımından kayarak otoriteyi güçlendirme ve iktidarı garanti altına girişimine de dönüşebilir. Nitekim anayasal devlet olmakla anayasaya sahip devlet olmak birbirlerinden çok uzak anlamlar taşımaktadır. Anayasa mahkemelerinin kuruluş vizyon ve misyonları da bahsedilen bu samimiyet testi çerçevesinde değerlendirilebilir. Yani bir ülkede anayasaya dayandırılarak kurulmuş anayasa mahkemesinin günün şartlarına, şekline, üstlendiği görevlere ve makasının genişliğine göre ne kadar özgürlükleri teminat altına almayı hedeflediği anayasacılık ilkesi gereğince irdelenebilir. Bir anayasa mahkemesinin kuruluşu temel hak ve özgürlükleri koruma gibi demokratik bir amaçla olabileceği gibi rejimi ve resmi ideolojiyi hatta gizli iktidarı koruma gibi anti-demokratik bir maksatla da olabilir.

Modernleşme Hareketlerinin Katalizörü; Osmanlı Anayasacılığı

Osmanlı’da anayasacılık hareketleri tepeden inme modernleşme girişimleriyle paralel şekil almış, elitist ve militarist gölgenin altında genç Cumhuriyet’e miras kalmıştır. Osmanlı’da anayasacılık faaliyetlerinin kronolojik sırası yapılırsa, ilk olarak Sened-i İttifak daha sonra, sırası ile Islahat Fermanı, Tanzimat Fermanı ve ilk anayasamız olan 1876 Kanun-i Esasi’dir.(3) II. Meşrutiyet’in getirdiği siyasileşme süreciyle 1878’de tepkisiz bir halde ortadan kalkan Kanun-i Esasi, Makedonya’daki gerginliklerin neticesinde 1906’da kurulan, 1907’de İttihat ve Terakki’nin Ahmet Rıza grubuyla fiilen birleştikten sonra yine 1907’de düzenlenen 2. Jön Türk Kongresinde devrimin ancak askeri bir hareketle başarılı olabileceği kararının bir nevi muhatabı olan Osmanlı Hürriyet Cemiyeti’ne mensup mektepli subayların gövde gösterilerinin saraya abartılı bir şekilde aktarılmasıyla tekrar ilan edilmiştir.

Osmanlı’daki anayasacılık hareketlerinin ne kadar özgürlükleri teminat altına alma girişimi olduğu tartışılır. Reformcular, imparatorluğun Avrupa’nın anlayış ve desteğini kazanmak için anayasal bir monarşiye, meşrutiyete ihtiyacı olduğuna karar vermişlerdi.(4) Zira temel hedef dağılmakta olan İmparatorluğu kurtarmaktı. “Hürriyet”, “anayasa” veya “meşrutiyet” gibi kavramlar ancak bu temel hedefe hizmet ettikleri oranda bir değer taşımaktadır.(5) Kanun-i Esasi’yi tartışan bürokratlar, askerler ve cemiyet elemanları –Prens Sabahattin kısmen hariç tutulabilir- konuyu daha çok Avrupa karşısındaki gerileyişi ve devletin yıkılışını önleyecek modernleşme hareketleri ile birlikte salt bir şekilde ele almış ve araç konumuna oturtmuşlardır. Balkanlar ve Rumeli hakkındaki gelişmelerin haberleri bilhassa Üçüncü Ordu’nun mektepli zabitleri tarafından günü gününe heyecanla takip ediliyor; istikbâl kaygıları arttıkça her derdin devasının Kanun-i Esasî olduğu yolundaki kanaat bir iman ve dayanılacak tek teselli haline geliyordu.(6)

Fakat sonucun ne kadar başarılı olduğu tartışmalıdır. Kanun-i Esasi’nin ilk kabulü Mithat Paşa’nın savunduğunun aksine Rusların İstanbul’a dayanmaları ile sonuçlanmış, İkinci Meşrutiyet’in ilanından sonra da otoritenin çökmesini fırsat bilen Bulgaristan bağımsızlığını ilan, Avusturya da Bosna-Hersek’i ilhak etmiştir. 2. Meşrutiyet’in getirdiği siyasileşme döneminde denetleme iktidarında yer bulabilen İttihat ve Terakki hükmetme arzusuyla eski vaat ve görüşlerinden ödün vermiş, içtimai nazarda tam bir başarısızlığa uğramıştır. Tabi bu başarısızlıktan anayasacılık hareketleri de nasibini almıştır. Osmanlı anayasacılık hareketlerinin en azından sonuçları itibariyle başarısız olmasının nedenleri arasında birçok şey sayılabilir. Anayasacılık hareketlerinin Osmanlı’nın klasik yönetim anlayışına hâkim olan “kontrol ve denge” mekanizmasının yıkılmasına neden olmasından, Osmanlı’da yöneten ile yönetilen arasındaki iletişimi sağlayacak “sivil toplum” örgütlenmesinin cılızlığına, bu hareketlerin elitist özelliğe sahip olmasından, Osmanlı reformcularının hem mesleki hem de zihniyet açısından militarist olmasına kadar bir dizi dinamik bu başarısızlıkta rol oynamıştır.(7) Bu başarısızlığı yıllar önce Sultan Abdülhamid, Genç Osmanlılar adına ilan etmiştir. Abdülhamid, baştan itibaren Mithad paşa’nın bir anayasa yapma yolundaki çabalarını, tahtın vazgeçilmez egemenliğini ve kutsal haklarını sınırlandırmak için düşünülmüş, bir bürokratik araç oluşturmak çabaları olarak görmüştü… Sultana göre, anayasa ancak halkın siyasi olgunluğa eriştiği bir ülkede uygulanabilir; aksi takdirde anayasa meşru yöneticiye başkaldırmak ve karışıklık yaratmak için kolayca bir araç olarak kullanılabilirdi.(8)

Sonucun bu duruma varmış olması bu görüşü illaki kanıtlar nitelikte de değildir tabi ki. Fakat ortada bir gerçek vardır ki modernleşme hareketleriyle kolları sıvayanlar anayasacılığın temel niteliğinden özgürlükleri teminat altına alma amacını görmezden gelerek vatanı kurtarmaya bir araç olarak kullanmaya çalışmışlar ve başarısız olmuşlardır. Devri yaşayan bir asker münevverin itirafı bu bakımdan çok ibret vericidir: “Meşrutiyet’in başında ne masum hayallere kapılmıştık; Her şey hak ve adalete uygun olacak, kimse yalan söylemeyecek, artık iltimas belalarından kurtulacağız, hırsızlık olmayacak, şahsi garezler hüküm sürmeyecek, vatan evlatları hakikaten kardeş olduklarını bilecekler… Bu hüküm ve zanlar meğer benim safderunluğumdan ibaretmiş.(9)

Türkiye’de Anayasacılık ve Anayasa Mahkemesi

Sultan Abdülhamid ve ardından İttihat-Terakki dönemlerindeki eğitim, siyaset ve bayındırlık gibi modernleşme girişimleri genç cumhuriyet Türkiye’ye miras olarak kalmıştır. Osmanlı’dan kalan tek miras bunlar değildir, asıl önemli olan Türkiye’nin mimarlarının Osmanlı ile organik bir bağlarının olması ve modernleşme dönemindeki zihniyetin genç Cumhuriyete de geçmiş olmasıdır. Bu geçiş ne resmi ideoloji ile beslenen ilkokul çocuklarının çizdiği resimlerdeki kara Osmanlı’dan aydınlık Türkiye’ye ne de sert duruşa sahip gelenekçilerin çizdiği aydınlık Osmanlı’dan kara Türkiye’ye şeklinde olmuştur. Bu geçiş Tanzimat’tan başlayan bir esneme ile günümüze kadar sürmüş ve devam etmektedir. Konumuza dönecek olursak anayasacılık hareketleri de Osmanlı’dan miras kalmış fakat bununla birlikte maalesef aynı başarısız zihniyet de devretmiş ve aynı elitist ve militarist tutumlarla modernleşme çabaları içerisinde anayasacılığın gayesi eritilmiştir.

Anayasalcılığın gelişiminde de en dikkat çekici husus siyasetin misyonu üzerindeki anlayıştır. Devleti kurtarmak adına doğan modernleşmemizin elitist özelliğinin ağır basması ve ilk gelişmelerin askeri özellik göstermesi ve de şövalyelerimizin üniformalı olması bizde kaygı-korku kültünü muhafaza etmiştir. Bunun yansıması da modernleşmemizin temelindeki düşüncenin “devleti, rejimi kurtarmak, kollamak” olarak güçlenmesi olmuştur. Nitekim en başından beri, demokrasi anlayışımız bu tehditler altında boğulmuş ve rejim muhafızlarının yegâne sakızı haline gelmiştir. (10) Bu durumda başta bahsettiğimiz mana kaymalarından Türkiye’deki anayasacılık ve Anayasa Mahkemesi de nasibini almıştır. On yılda bir hortlayan gulyabani anayasalar çıkartmak ve ya üzerinde büyük değişiklikler yapmak suretiyle vesayetini tazelemiştir. Temel hak ve özgürlüklerden çok resmi ideolojiyi korumak gibi tanımsız bir görevi üslenerek kurulan Anayasa Mahkemesi, Türkiye’nin anayasal devlet mi yoksa yalnızca anayasalı bir devlet mi olduğu sorusunu akıllara getirmektedir. 1961 Anayasası’nı yapanları, anayasa yargısı tesis etmeye yönelten temel kaygı, iktidar karşısındaki bireyleri ve onların haklarını korumak değil, siyasal rejimi ve onun temel niteliklerini korumak olmuştur. Nitekim Anayasa Mahkemesi, bazı istisnalar dışında, bu kuruluş misyonuna uygun olarak devlet karşısında bireylerin haklarını ve özgürlüklerini korumaktan çok, bireyler ve siyasal partilerden gelen tehditler karşısında devleti ve onun ideolojisini koruyucu bir işlev görmüştür.(11)

Çözüm olarak, Türkiye’de anayasacılığın bir mecburiyeti gibi görülen Anayasa Mahkemesi demokratik bir meşrutiyet sağlamalı ve böylece kuruluş misyonundaki devletin hukukuna değil hukuk devletine hizmet eder hale getirilmelidir. Kurulurken bir kale edası ile oluşum şekli düzenlemesi verilen mahkemenin, üyelerinin büyük çoğunluğunun meclisten seçilmesi siyasi tıkanıklara sebep olmasını engeller hale getirebilecektir. Fakat en önemli çözüm yolu kanunun satırlarda değil sadırlarda yazılır(12) hale getirilmesidir.

Not: Yazıda kapatma davasına değinmedim; konu ile ilişkisinden bahsedecek olursak, Türkiye’de bir partinin üyelerinin yaptığı yolsuzlukların piyasaya çıkartılması ile çok rahat saf dışı bırakılabilir, fakat bu hemen hemen bütün partilere mensup üyelerin tasnifi demektir ki bu mevzuuya elitistlerimiz yine de demokrasinin sekteye uğraması açısından değil kendi kuyruklarına da basılması açısından bakacaktır. Bu sebeple yargının siyasallaşmasının son örneği olan kapatma davası, 31 Mart Vak’asından günümüze miras kalan “irtica” mefhumunun kullanılmasıyla icra ettirilmektedir. İşte Türkiye’de anayasacılık bu kadar amaç değil araçtır.

1.Talha Can, Türkiye’de “Hukukun Üstünlüğü” Kime Yarar? Yazı Dizisi (1), http://www.pakvizyon.com/?p=76

2.Prof. Dr. Remzi Fındıklı, Doç. Dr. Veysel K. Bilgiç, İdare Hukuku

3.M.İkbal Tuna, Bir kurtuluş reçetesi: MODERNLEŞME http://www.derindusunce.org/2007/06/11/bir-kurtulus-recetesi-modernlesme/

4.Feroz Ahmad, Bir Kimlik Peşinde Türkiye

5.Şerif Mardin, Jön Türklerin Siyasi Fikirleri 1895-1908; Aktaran Prof Dr. Zühtü Arslan, Türkiye’de Anayasacılık Hareketleri ve Liberalizm, Liberalizm Cildi

6.Prof. Dr. Ali Birinci, Tarih Yolunda

7.Prof Dr. Zühtü Arslan, Türkiye’de Anayasacılık Hareketleri ve Liberalizm, Liberalizm Cildi

8.Prof. Dr. Kemal Karpat, Dr. Robert W. Zens, Çeviren: Doç Dr. Nasuh Uslu; I. Meşrutiyet Dönemi ve II. Abdülhamid ‘in Saltanatı

9.Prof. Dr. Ali Birinci, Tarih Yolunda

10.Talha Can, Resmi İdeoloji Gölgesinde Lastik Siyaset, http://www.pakvizyon.com/?p=169

11.Prof Dr. Zühtü Arslan, Türkiye’de Anayasacılık Hareketleri ve Liberalizm, Liberalizm Cildi

12.Prof. Dr. Remzi Fındıklı, Doç. Dr. Veysel K. Bilgiç, İdare Hukuku

 

Gazetecilik Neden Dibe Vurdu?

Gazeteciler bizi bilgilendiriyor mu yoksa aldatıyor mu?  Gazetecilik galiba dürüstçe yapılmasına imkân olmayan bir meslek. Çünkü birbirine zıt işlerin aynı anda icra edilmeleri gerekiyor: Habercilik, savcılık, komiklik, amigoluk…  Gazeteci kendisine bilgi verebilecek herkesle iyi geçinmek için biraz politik davranmak daha doğrusu yalan söylemek zorunda. Ama aynı zamanda ondan gözü kara bir savcı gibi olayların üzerine gitmesi, iyi bir hâkim gibi dürüst olması da bekleniyor. Bir bilim adamı gibi konuları derinlemesine irdelemesi ama sıkıcı olmadan toplumun her kesimini eğlendirebilmesi… Gazetecilerden halkı aydınlatmaları isteniyor ama aynı zamanda da halka benzemeleri. Yoksa gazeteleri satılmıyor, TV kanalları izlenmiyor. Bu koşullarda “gazeteci gibi” gazetecilik yapılabilir mi? Derin Düşünce yazarları sorguluyor…

Buradan indirebilirsiniz.

 Alaturka Laiklik: “Beni bir bir sen anladın, sen de yanlış anladın!”

Türkiye Cumhuriyeti’nde Alevîlere zorla Sünnî İslâm öğretilirken Sünnîlerin başörtüsü devlet dairelerinde yasak. Türk Ordusu’nun istihbaratı camileri ve namaz kılanları fişliyor. Hristiyan Ermenilerin ne kiliseleri, ne yetimhaneleri ne de cemaat lideri seçimleri özgürce yapılamıyor. Rumların ruhban okulları özgür değil. Yahudiler diğer gayrı Müslimler gibi askerde ayrımcılığa uğruyor. Ateistlerin kitapları, internet siteleri yasaklanabiliyor, kapatılabiliyor. Gayrı Müslimlerin alın teriyle biriktirdikleri vakıf malları 1970′lerde gasp edildi, hâlâ geri verilmiyor. Sahi Laiklik neye yarıyor? Bu kitap son yıllarda Türkiye’nin gündemine gelen, birbirinden ayrı gibi duran ama çekirdeğinde Yobaz Laiklik Meselesini barındıran konuları ele alıyor.Buradan indirebilirsiniz.

 Derin Düşünce nedir?

Sitemizde siyasetten tarihe, kadın haklarından felsefeye, sanattan bilime kadar bir çok konudan bahsediyoruz. Ama zaman zaman da kendimizden söz ediyoruz. Derin Düşünce nedir?  Sitenin geçmişi, geleceği, ortak projeler, yazar olmak isteyenlere öneriler, okunma istatistikleri… Derin Düşünce’nin bir kimliği, tarihi ve kendine has “yaşam” tarzı var. Eğer aramıza yeni katıldıysanız bu kitap “yöre halkına” kaynaşmanızı kolaylaştıracaktır :)

 Liberalizmin Kara Kitabı

Liberalizm asırlardır bir çok aşamalardan geçmiş, tarihi olaylarla kendisini imtihan etmiş bir düşünce geleneği. Değişmiş yanları var ama sabitleri de var. Bu sabitlerin içinde liberalizmin tehlikeli yönleri hatta YIKICI UNSURLARI da var. Bunları ortaya çıkarmak için “doğru” soruları sormak ve liberal perspektifte kalarak yanıt aramak gerekiyor… Büyük bir kısmı bu gelenekten olan düşünürlerin fikirlerinden istifade ederek liberalizmin kusurlarını ele alıyoruz bu kara kitapta: Adam Smith, Mandeville, John Stuart Mill, Hayek, Friedman, Röpke, Immanuel Kant, Alexis de Tocqville, John Rawls, Popper, Berlin, Mises, Rothbard ve Türkiye’de Mustafa Akyol, Atilla Yayla, Mustafa Erdoğan… Liberallere, liberalimsilere ve anti-liberallere duyurulur. Buradan indirebilirsiniz.

Maymunist imanla nereye kadar?

Evrim ve Big Bang gibi konular genellikle sağlıklı biçimde tartışılmaz. İdeoloji ve inançlar, felsefî tercihler bilim-SELLİK maskesiyle çıkar karşımıza. Özellikle evrim tartışmaları “filanca solucanın bölünmesi” veya falanca Amerikalı biyoloji uzmanının deneyleri etrafında döner ve bir türlü maskeler inmez. Madde ve o Madde’ye yüklenen Mânâ maskelenir… Oysa perde arkasında tartışılan başkadır. İnsan’a, Hayat’a dair temel kavramlardır. Sadece et ve kemikten mi ibaretiz? Yokluktan gelen ve ölümle yokluğa giden, çok zeki de olsa SADECE VE SADECE bir maymun türü müdür insan? BİLİM DIŞINDA bir insanlık yoksa Aşk yoksa, Sanat yoksa, Güzellik yoksa ve Adalet yoksa Hayat‘ın anlamı nedir? Aşık olmak hormonal bir abartıysa, iyilik enayilikse, neden birbirimizin gırtlağına sarılmıyoruz ekmeğini almak için? Neden bir çocuğa tecavüz edilmesi midemizi bulandırıyor ve neden fakir bir insana yardım etmek istiyoruz? Taj Mahal’in, Ayasofya’nın, Notre Dame de Paris’nin değeri bir arı kovanı veya termit yuvasına eşdeğer ise, Mesnevî boşuna yazıldı ise neden Hitler’i lanetliyoruz ve neden Filistin’de can veren bebeklere üzülüyoruz? Maymun olmanın (veya kendini öyle sanmanın) BİLİM DIŞINDA, psikolojik, siyasî, ahlâkî, hukukî öyle ağır sonuçları var ki…  Evrim senaryosunu kabul etmenin etik ve siyasî neticeleri ve evrimciliğin etimolojik değeri … Derin Düşünce’nin yorumcuları tarafından konuşuldu. Biz de bu sebeple söz konusu iki tartışmayı 116 sayfalık bu kitapta topladık. Buradan indirebilirsiniz.

Trackback URL

  1. 9 Yorum

  2. Yazan:MY Tarih: Nis 2, 2008 | Reply

    ANAYASACILIK ÖLDÜ YASASIN MAHKEMECiLiK !!!

    Türkiye bir hukuk devletidir

  3. Yazan:alperen Tarih: Nis 2, 2008 | Reply

    STATÜKOCULUK VE DEĞİŞİM
    ALPEREN GÜRBÜZER

    Değişimden yana olmayan, mevcut durumdan taviz vermeyerek yaşamını idame ettiren anlayış ‘statükoculuk’ ismini alır. Yani, değişimin zıddıdır statükoculuk. Değişim ise eski bayatlamış alışkanlıkları terk edip, yeni bir hamlenin adıdır. Realite er-geç su yüzüne çıkıyor. Doğru tahliller ve kriterlerin önüne geçilmek istense de, dayatmacı görüşler sonunda hakikatin karşısında pes etmek zorunda kalıyor. Nice ilim adamları yaşadığı devirlerde kıymeti bilinmemiş, bin bir türlü cefaya maruz kalmışlar, ama haklılıkları zamanla anlaşılmıştır. Engizisyonun susturucu aleti giyotin, tarihi süreçte yerini bilgiye terketmiştir. Kazanan giyotin olmamış, geçde olsa değişim kazanmış, en nihayet giyotun tarihin harabelerine gömülmüştür..
    İslâmiyet; “iki günü eşit kılan zarardadır” buyurarak statükoculuğa geçit vermemiştir. Devamlı ilerleme kaydetme ve yeni gelişmelere uyum sağlamak İslâmiyetin kabulüdür. Değişmemekte ısrar eden toplumlar, kendilerini bataklığa düşmekten kurtaramazlar. Dünyada herşey eskir ve değişir, yalnız, hak ve hakikat prensipleri olan vahyin soluğu ve sünnetin ruhu değişmez. Çünkü; Kur’an-ı Mu’ciz’ül beyan bütün çağlara ferman okuyan, tek evrensel hakikat ışığıdır. İdeal bir müslümanın tek gayesi, asrımızı İslâm’ın o engin hoşgörü ışığında değiştirmek ve insanlığın özlediği gerçek değişim projesini sunmaktır.
    Batıda statükocu zihniyeti aristokratlar, kralcılar, dinciler, ırkçılar, klasik kapitalistler ve milliyetçiler oluşturur. Batı’nın karanlık ortaçağ devresine baktığımızda, kilise sultalarının, aristokratlarının ve kralcıların, değişimden uzak hayat yaşadıkları ve uzun seneler depdebeli saltanatlarını devam ettirdikleri görülecektir. Bu sultalarca birçok insanın giyotin makinasıyla canına kıyılsa da, sonunda kazanan değişim oldu.
    Batıda sağcı, hayatından memnundur. Çünkü, ekonomik durumu diğer kesimlere göre çok daha ileri seviyelerdedir, geleceği parlaktır da. O’nun için statik kalmaktan beis duymazlar. Batının solcu kesimi ise ekonomik yönden güçsüz olduğu için, olaylara hep tepkivarı refleks göstererek mevcut düzenin değişmesini isterler. Nitekim, batı solcusu huzursuz, zeril sefil hayat yaşadığından dolayı, herbiri ‘eylem manyağı’ oluyorlar.
    Türkiye’deki durum Batı’nın tam tersi, yani solcularımız maddi yönden çok iyi durumda olmalarına rağmen dinle barışık sayılmazlar. Solcularımız, genelde elit çevrelerden çıkar. Son derece önemli yerlerde köşebaşlarını tutmuş olduklarından dolayı etkilidirler. Bundan dolayıdır ki, değişimden yana değildirler. Ülkemizde sağcı diye vasıflandırılan kesim ise, ekonomik durumu iyi olmayan, fakat değişimden yana tavır gösterirler. O insanlar her nekadar radikal, fundamentalist ithamına maruz kalsalar da tepkileri sivil inisiyatif mücadelesi sınırları içinde kalıp, demokratiktirler. Yani, demokratik yollardan, hak ve özgürlüklerin hayata yansımasını taleb etmektedirler. Batı sağcısının yaşadığı lüks konfor hayatı yaşamasalar da, maddi imkansızlıklar içerisinde Allah’a inançları tamdırlar. Avrupa’da solcu, refah seviyesi düşük olmasından ötürü isyankârdır hep. Türk solcusu da bolluk içinde yüzdüğü halde Allah’a şükür noktasında bihaber yaşamaktadırlar. Sol 22 Temmeuz 2007’de seçime gitmekten imtina da ederler, neymiş o ayda seçmenin sahillerde olacağı kaygısını taşırlar, oysa sağ seçmenin böyle bir derdi yok. Bu iki örnek partilerin seçmen tabanının hangi noktada olduğunun en iyi göstergesidir.Görüldüğü gibi sağcı ve solcu kesimin genel yapısının profili aşağı yukarı bu merkezde seyrediyor. İstisnai durumlara şahit olsak da, umumiyetle bizde ki solcular statükocu, sağcılarımız ise değişimcidirler.
    Müslüman kimliğine sahip olan bir insan, hem külfette hem de nimette Allah’ı hatırlar, hayrın ve şerrin Allah’tan geldiğine inanır. Evet, varlıkta ve yoklukta iman sahibi olmak güzel bir duygu olsa gerektir. Allah’a itaatla, kölelerin sultan olduğunu, sultanların da isyankârlığında ise biçare duruma düştüklerini gösteriyor tarih bize. Onun için, insan hangi durumda olursa olsun mutlaka Allah’a şükretmesini bilmeli. Allah’ın bahşettiği nimetleri en iyi şekilde kullanarak değişimin kapısını aralamalı. İnsan beşer olması hasebiyle hataya düşebilir. Sadece düşüp kalkmayan şüphesiz Allah-ü Azimüşşandır. O halde her an Allah’ı hatırlamalı, O’na günahlarımızın affı için O’na yalvarmalı. Çünkü tevbe hürriyete ve değişime giden yolda birinci kapıdır. Statik yapımızı dinamik hale getirmek istiyorsak, Allah’ın huzurunda tevbe ederek hürriyetin ve değişimin tadını yaşamak gerek.
    Her halimiz statik olmuş adeta. Günümüzde insanoğlunun yaşadığı anla ilgisi yok gibi. Soluk soluğa hayatını geçiştiren insanoğlu, statükoculuğun kolları arasında can çekişiyor adeta. İnsanın birgün yeniden kendine dönüşü, belki de kurtuluşu olacaktır. İşte bu kurtuluş kapısını açmanın birinci adımı, Allah’a tevbe ederek değişimi iç dünyamızda başlatabiliriz. İçimizde fırtınalar estirerek, şu kâinat sarayında İslâm adına değişim rüzgarları estirmek pekâla mümkün. İç ayinesinde hürriyetin ve değişimin lezzetini tadamayan, dış dünyasında nizam kuramaz. Madem gerçeği araştırıyoruz, o zaman yapılacak tek şey ruh dünyamızı güle çevirmek, daha sonra da statükoculuğun çemberini kırarak mutlak manada değişimi elde etmek olmalı. Çok büyük iddia olsa da önce kendimizi değiştireceğiz sonra da âlemi…
    Nimette ve külfette beraberlik anlayışı dediğimiz kardeşlik olgusu, tarihin ilk devrelerinde yerini alan göçebe hayat tarzından daha kuvvetli bir duygudur.. Gerçekten de göçebe toplum da yardımlaşma duygusu ağırlıklı değerdir. O topluluğun sosyal yardımlaşmanın kaynağına baktığımızda akrabalığın etken olduğunu görürüz. İçtimai tesanüd dediğimiz sosyolojik vetire, din ile birleşince ister istemez karşı konamıyacak kadar bir güç doğar. Hatta devletlerin kuruluşunda bile tesanüd (asabiyet) hakimdir. Osmanlı, kuruluşunda Söğüt’te küçük bir aşiret beyliği idi, yaklaşık ikiyüz çadırdan ibaret bu topluluklar başlangıçta birlik ve asabiyet (dostluk) ruhu ile doluydu. Her devletin temelinde tesanüd (asabiyet) mayası vardır zaten. Demek ki bu maya olmadan devlet kurulamıyor. Dolayısıyla, başlangıç noktasında dostluk, akrabalık ve yardımlaşma duyguları, kurulacak devlet için şart gibi. Daha sonra bu duygular yerleşikliğin vermiş olduğu, lüks hayatla sönmeye yüz tutması kaçınılmaz oluyor. Böylece müesseseleşme denilen hadise ister istemez asabiyetin zayıflamasına neden olmuştur. Doğrusu da bu idi zaten. Ne zaman ki, beylikden devlete geçildi, o zaman karşımıza yöneticilerle, yönetilenlerin birlikte paylaştıkları iktidar ortaya çıktı. Halkın (tebânın) yönetime katılması kendiliğinden yerleşik hayatı ve refahı getirdi. Külfetin yerini nimetin alması durumunda ise, toplumda çözücü tesirler meydana getireceği, dolayısıyla tesanüd ihtiyacı azalacağı muhakkak. Çünkü, otorite kurulmuştur artık. Devlet kökleşmiş ve bu arada tesanüd değişime uğrayarak yerini iktidara terkedecektir. Medeniyetler zirvedeyken aslında çöküşün başlangıç işaretini verirler. Bir nevi, bu bir anlamda yeni bir medeniyete hazırlık süreci demektir.
    Değişim yönünde tavır sergileyenler, çevrenin her meydan okuyuşuna başarılı cevaplar verirler ve kendi kendilerini enine boyuna tazelerler. Değişimciler sayesinde toplum farklılaşmaktan bütünleşmeye, bütünleşmekten farklılaşmaya geçer. Her yaşanılan değişimle, medeniyete giden yolda bütünleşmeye, bütünleşmekten farklılaşmaya geçilir. Yani değişim olayı medeniyete giden yolda bütünleşmeyi sağlar. Fakat değişimcilerin de zamanla etki gücü kaybolur, bir an gelir ki kalabalığa yol gösteremezler artık. Nitekim, olgunlaşmış değişim zamanla etkisini yitirebiliyor. Olgunluğun zirvesinde olan ve doyuma ulaşmış değişimciler eski zaferlerin hatırasıyla avunurlar sadece. Çevrenin yeni yeni sorularına hep o alışık klasik cevabı verirler. Doyuma ulaştıkları için, aslında çevrenin sorularına verebilecekleri birşeyleri de kalmamıştır. Bu durum hem kendilerini hem de toplumu cevapsızlığa ve boşluğa sürükler. Sorularına cevap bulamayan toplum, bu sefer de huzuru başka alanlarda aramaya koyulur. Tâki, yeni değişimciler çıkana dek. Statükoculuk sahneden çekilince, yeni değişimciler yeni bir medeniyetin muştusu için seferber olurlar. Yeni klavuzlar, sadece çözülen topluma, yeni bir medeniyetin doğuşunu hazırlar. Demek ki;Allah ve Rasulünün hakikatleri hariç, şu dünyada herşey değişiyor, ister istemez insanın aklına dünya döner devran döner, sonunda herşey aslına döner veciz söz aklımıza geliyor
    Heyhât, anlıyoruz ki, medeniyetlerde bir ömür kadar dayanıksız. Dedik ya, herşey fani ve fani olan her olay yeni bir doğuma gebe. Sürekli doğuşlar, batışlar, düşüşler ve yükselişler yaşanacaktır, tabiidir. Bu durum değişimin sosyal bir vaka olduğunu hatırlatıyor insanlığa.
    Değişim, değişim, değişim illa da değişim diyoruz, statükoculuk asla…

  4. Yazan:Alper Akalin Tarih: Nis 2, 2008 | Reply

    Talha Bey:

    Cok guzel analiz olmus. Ellerinize saglik…

    Deginmek istedigim nokta; anayasal demokrasi anlayisina sahip cikan gercek demokrat bir partinin Turkiye siyasi tarihinde cikmamis olmasi uzucudur. AKPyi de ne yazik ki bu kervana dahil ediyorum zira ozgurlukcu bir anaysanin onemini ancak kapatilma davasiyla anlayan, sivil anayasadan da anladigi sadece turban ozgurluklerini teminat altina almak olan bir partinin 61 anayasasi bize bol geliyor diyen zihniyetten ne farki vardir diye sormuyor deilim kendime…

    Bu arada modernlesme tarihimizin en ozgurlukcu anaysasina bir askeri grubun imza atmis olmasi da bence su anki siyasiler iicn utanc verici bir durumdur.(Hos, bu ulkede siyasiler, askerlerden yonetimi ancak 80 sonrasi tamamiyle devralabilidler. O surede de 3 tane post modern darbe ile karsi karsiya kaldiklarini goz onune alirsak, ulkeyi yonetmeye ne zaman firsatlari oldu ki sorusunu da anlayisla karsilamaya hazirim)

  5. Yazan:Suat Tarih: Nis 2, 2008 | Reply

    Bu arada modernlesme tarihimizin en ozgurlukcu anaysasina bir askeri grubun imza atmis olmasi da bence su anki siyasiler iicn utanc verici bir durumdur.

    Alper bey,

    Ben o kadar emin değilim bundan. Evet, 61 Anayasasının toplumsal alanda bazı özgürlükler getirdiği doğru. Ama bunu yaparken iktidari siyasilere değil hemen tamamen devlete vermiştir. bakın Mümtazer Türköe bu konuda ne yazıyor:

    Parlamenter sistem iki başlı icrayı kaldırmaz. İcra ile yasamanın bir bütün teşkil etmesi, yani parlamentoda çoğunluğu elinde bulunduran partiye ait olması, sistemin işlemesi için zaruridir. Halkına güvenmeyen sistemler, tedbir olarak iki çare düşünürler. Parlamento, senato ve meclis olarak ikiye ayrılarak birbirini denetleyecek. İkinci olarak icra, cumhurbaşkanı ile yetkilerini paylaşacak.

    10 yıllık Demokrat Parti iktidarından sonra, 61 Anayasası ile siyasal sistemi şekillendiren 27 Mayıs Cuntası, halkın oyuyla yasama ve yürütme organını oluşturan gücü, yani iktidara gelen siyasî partiyi dengelemek ve frenlemenin ötesinde iş yapamaz hale getirmek için dünyada cari olan bütün araçları seferber etmiştir. Yasama organı ikiye bölünmüş, belirlenen kurallarla yasa yapma süreci içinden çıkılmaz hale gelmiştir. Üstelik senatoya, izahı mümkün olmayan bir garabetle cuntacılar “tabî üye” sıfatıyla katılmışlar, cumhurbaşkanına da aynı senatoya kontenjan senatörü unvanıyla üye atama yetkisi tanınmıştır. İcranın, yetki kanunu ile düzenleyici işlem yapmasına izin verilmemiştir. Ortaya çıkan sonuç tam olarak yönetilemeyen bir demokrasidir. Tablo o kadar aşırıya kaçmıştır ki, 12 Martçılar yönetimi bir ölçüde icraat yapabilir hale getirebilmek için Anayasa’da değişiklikler yapmak ve mesela hükümete Kanun Hükmünde Kararname çıkarmak yetkisi tanımak zorunda kalmıştır.

  6. Yazan:Alper Akalın Tarih: Nis 3, 2008 | Reply

    Suat Bey;

    Hangi anayasa daha özgürlükçü peki? Orjinal 82 mi, yamalı 82 mi, menderesin sonunu getiren 24 mü, yoksa kanun-i esasi mi? Bence, 60 anayasasına haksızlık etmeyelim…

    Kaldı ki, ben çift meclisi tek meclise tercih ederim. Kuvvetler ayrıığı ilkesini, yargının dominantlığını, şu parti kapatma sürecinde sıkça dile getiririz ama yasama ile yurutmenin bu kadar cakıstıgı bir sistemi eleştirmeyiz nedense. Yasa koyucuların, yürütme organlarının insiyatifinde kalarak yasama yapmaları, avrupa demokrasilerinde sakat bir durumdur. Bence, yürütmenin daha üstünde, sadece konusunda uzmanların seçilebidiği (atandığı deil),daha sıklıkla yenilenen ve devlet değil bireyler adına çalışacak olan bir senatonun varlıgı, yargının ve bizahati yürütmenin de sınırlarının belirlenmesi için demokrasinin gereğidir…

    Ülkemizdeki demokrasi ne yazık ki sahtedir. Bizde sahte demokrasi üzerinde fikir telakki ediyoruz. Daha bazıları da, bu sahte demokrasinin gücünden bile korkup, onu tümden yok etmeye çalışıyor. Bindik bir alamete, gedeyoz kıyamete…

  7. Yazan:T.Suat Demren Tarih: Nis 3, 2008 | Reply

    Alper bey,

    Ben şu anayasa daha iyi demek için söylemedim. 61 Anayasasının toplumsal özgürlükler verdiğini ancak siyaseti de işleyemez hale getirdiğini söyledim. Sahiplerimizin bazı haklar verdiği ancak yasamanın bu haklar da dahil başka pekçok şeye ilişkin düzenleme imkanını da çok çok zorlaştırıcı mekanizmalar getirmiş bir anayasadır 61 anayasası. Demokrasi açısıdnan çok sonrunlu bu. hele atanmış, ömür boyu konsey üyelri falan olacak şey değil.

    Çift parlomento (seçilmiş elbette) benim de zaman zaman düşündüğüm birşey ama bu 61 anayasasındaki sistemden hayli farklı. Zaten şu aşamada tekinin bulunduğu vesayet demokrasisini düzeltmeye çalışıyoruz. Yasamanın bırakın sınırlarını belirlemeyi, attığı her adımı engeleyebilen bir sistemi/zihniyeti değiştirmemiz önce.

  8. Yazan:yavaş yavaş Tarih: Nis 4, 2008 | Reply

    yasama ve yürütme arasında olması gereken küvvetler ayrılığının, türkiye’de pratikte olmamasını şu anda yaşadığımız yargı-meclis sorunlarının ana kaynağı olarak görüyorum.

    yasama yetkisi meclisin. yürütme de hükütmetin yetkisidir. ne yazık ki seçim yasaları ve sistemi yüzünden iktidarı elinde bulunduran hükümet, meclisin de önemli bir çoğunluğunu elinde bulundurmaktadır. bu durumda iktidarın anayasanın özgürlükleri koruyucu yapısını bozup, anayasayı iktidarı koruyucu hale getirmesi kaçınılmaz oluyor. yani çoğunluğun diktatörlüğüne doğru yöneliyor. bu da başlı başına rejim tehlikesi, toplumsal kutuplaşma ve iç savaş gibi tehlikeleri gündemden düşürmüyor.

    ne yazık ki akp de iktidar olduktan bir süre sonra kendi diktatörlüğünü kurmaya çalışmıştır. şu anda yaşanan gerilim bundan bağımsız açıklanamaz. şöyle bir beyin cimnastiği turnusol kağıdı görevi görüyor “düşünelim ki akp son iki yılında seçim yasasını çoğulcu bir çizgiye çekseydi ve anayasayı da farklılıkları koruyucu şekilde dönüştürseydi, nasıl bir türkiye’de yaşıyor olurduk.”

    sizin de belirttiğiniz gibi iktidarın doğası çoğulcu demokrasiyle çelişmektedir. bu hangi partinin iktidar olduğundan bağımsız bir mesele.

  9. Yazan:TT Tarih: Nis 4, 2008 | Reply

    yavaş yavaş akp de iktidar olduktan bir süre sonra kendi diktatörlüğünü kurmaya çalışmıştır.şu anda yaşanan gerilim bundan bağımsız açıklanamaz

    Neyin diktatörlüğü?
    Bana göre gerilimin sebebi AKP’nin sadece yaramaz çocuk olması o kadar…

    CHP ve aynı eksendeki solcular gibi(taraf gazetesi vb. sol camia hariç) gizli diktatörlerin safına geçmediği için AK Parti suçlu hale gelmiş ve bu durum ona demokrasinin odağı haline gelmeyi nasip etmiştir.

    AKP’yi problem edenlerin gerekçelerine baktığımızda bu partinin ülkeye ayak bağı olan temel problemlere el atmasını görüyoruz..

    -Avrupa Birliği sürecinde ve ortadoğuda izlenen aktif dış politika
    -Özgürlükçü bir yeni anayasanın hazırlanması ve 301.maddenin değiştirilmesi
    -Kürt sorunun çözümü için açılımlar.
    -Alevilere ve azınlıklara yönelik olumlu adımlar
    -Türban yasağının kaldırılması
    -Ergenekon terör örgütünün temizlenmesi
    -Sermayenin dar bir çevreden alınıp genişletilmesi…
    -Kartel medyası,Ordu,YÖK,yargı gibi en dokunulmazlara ve güçlülere karşı dik durması,doğru bildiği yolda mücadele etmesi…

  10. Yazan:dogus Tarih: Nis 4, 2008 | Reply

    yasama ve yürütme arasında olması gereken küvvetler ayrılığının, türkiye’de pratikte olmamasını şu anda yaşadığımız yargı-meclis sorunlarının ana kaynağı olarak görüyorum.

    Bu analizde dogruluk payi var (yorumlarin gerisine katilmasam da). Sistemimizde halk yurutme ve yasama erkini ayni anda secer, bunun yan etkisi olarak parlamento ayri bir kuvvet olamaz. Parlamento uzerinde “parti”‘nin etkisi artar yani meclis degil “parti” kuvvetlenir. Karsi taraf karsi hamle yapmak icin elinden gelen tek hamleyi yapiyor – demokrasi karsiti gozukme pahasina parti kapatmak!

    Bu kutlenin (parti/yasama/yurutme) birbirinden ayrilmasi lazim. Ne var ki bu iki kuvveti ayirmaya kalktiginizda bu sefer “padisahlik sistemi geliyor” diye bagiriyorlar! Qamalci arkadaslara yaranmak hakikaten mumkun degil.

    Ote yandan parti kapatmayi ancak bir noktaya kadar savunmak mumkun. AKP’nin kapatilma seviyesinde bir icraatininin olduguna sadece en Qamalci Hurriyet yazarlari ve onu takip eden beyinsiz kitleleri inandirabilirsiniz. Demek istedigimiz aslinda mevcut sistem de isletilebilirdi ama mevcut sistem ne yazik ki “aptal gecirmez” degil cunku sistemde Qamalcilar var.

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin