RSS Feed for This Post

Esmeray’dan Sonrası: 30 Yılda Neler Oldu?

Bahar Pınar

Askerliğin ülkemizdeki algısı oldukça dokunaklı ve hüzünlüdür. Bir genç, askere gönderilirken davul ve zurna ile güle oynaya gönderilir ama herkes bilir ki bu şamata ve gürültü, sevinçle karışık hüznü bastırmak, ortamı iyice dramatikleştirmemek içindir. (Asker yolcu etme merasimi büyük şehirlerde tehlikeli bir hâl aldı ama konumuz bu olmadığı için ona şu anda değinmek istemiyorum.) Zaten yolcu eden topluluğun coşkusuna rağmen çokları gözyaşlarını tutamaz. Tabii ki bu hüzün, o gencin askerlik yaşına, yani vatanını, milletini ve milletinin değerlerini koruyacak, kollayacak yaşa gelmiş olmasının sevinci ve gururu ile karışıktır. Hem gurur duyulur, coşku ve sevinç hissedilir, hem de görevin hassasiyetinden dolayı tedirgin olunur ve hüzünlenilir.

Böylesine hassas bir konu ile ilgili herşey, bu sevinçle karışık hüzünden, gidenlerin ve geride kalanların “dokunsan ağlayacak” halinden nasibini alır. Asker mektupları dokunaklıdır, asker hikâyeleri de şarkıları da insanları ağlatır. Hele ki askerde tanıdığı olanları…

Toplumumuzun bu doğal davranışına ters düşen bir pop müzik şarkısı 2005 yılı başında hayatımıza girdi. Şarkının adı “O Şimdi Asker”, şarkıyı hayatımıza sokan kişi de, erotik dans ve imalar içeren, şen-şakrak klip eşliğinde şarkıyı seslendiren Tuğba Ekinci. Her ne kadar içinde “O şimdi asker” nakaratı geçse de, şarkıya asker şarkısı demek oldukça güç. En fazla askerlerin sevdiklerinden uzakta olduğunu ve hayatın normal akışındaki birçok şeyden mahrum olduğunu vurguluyor, bu olumsuz durumu da sevgilisi askerde olan bir kızın ağzından bayağı şekilde aktarıyor diyebiliriz. Gerçi şarkı, bu durumu, öylesine mutlu ve şen dile getiriyor ki, bu fikre ulaşmak ve anlattığı olumsuzluğu farketmek için, kendimizi fazlasıyla zorlamak durumundayız. Hele ki şarkıyı klip eşliğinde dinliyorsak. Kısacası şarkı, ülkemizde yaşanan askerlik olgusuna, insanlarımızın zihnindeki algıya fersah fersah uzak desek haksızlık etmiş olmayız.

Bu şarkı ortaya çıkmadan önce, bir araştırma yapılmış olsaydı ve “En bilinen asker şarkısı hangisidir?” diye sorulsaydı, rahmetli Esmeray’ın “Gel Tezkere” şarkısı büyük ihtimalle açık ara ile birinci çıkardı. Toplumsal hafızamızda yer etmiş bu şarkının sözleri herkesin az-çok aklındadır: “Gel tezkere, gel tezkere bitsin bu gurbet / Evde baban anan yüzüne hasret / Yolunu gözleyen yârin yüzüne hasret …” Görüldüğü üzere bu şarkı da sevgilisi askerde olan bir kızın ağzından aktarılmaktadır. Ama “O Şimdi Asker” şarkısının aksine, çekilen hasreti, o hassas ruh halini o kadar yalın ve samimi olarak ifade etmektedir ki askerde tanıdığı olan herkesin yüreğine doğrudan dokunmaktadır. Bu şarkı için, insanlarımızın kafasındaki askerlik algısı ile örtüşmektedir diyebiliriz rahatlıkla.

Ülkemizde asker algısının değil ama asker şarkısının içeriğinin, insanlara hissettirdiği duyguların 30 yılda geçirdiği değişim şaşırtıcı. İki şarkı arasındaki bu uçurum neyin habercisi ya da belirtisi olabilir? “Gel Tezkere” den “O Şimdi Asker” şarkısına geçiş nasıl mümkün olabildi? Özellikle halkımızın bu kadar hassas bulduğu, bu kadar dokunaklı bir konuda bu değişimi ve bu değişimin sindirilmesini dikkate değer buluyorum. Belki de bu değişimi mercek altına alarak yaşadığımız süreci daha iyi çözümleyebiliriz.

30 yılda böylesi bir ahlaki erozyon şu merhaleleri aşarak mümkün oldu diyebiliriz: Eskiden toplum olarak hoşlanmadığımız, doğru bulmadığımız birçok davranış, eğlence, daha kötüsü sanat adı altında, adım adım meşrulaştırılır oldu ülkemizde. Televizyon bu işte birinci aktördü. Yardımcıları da gazeteler, dergiler. Her şey hafife alınabilir, dalga geçilebilir bir hale getirildi. Teşhirci insanlar, bu insanların yer aldığı filmler, klipler, haber ve eğlence programları vasıtası ile sürekli körüklenen bir cinsellik ortalığa döküldü. Üstelik aşktan, sevgiden soyutlanmış, tamamen hayvani içgüdülere indirgenmiş, hemen doyurulması gereken bir cinsellikten bahsediyoruz. Elbette bu süreçte, eğlence sektöründe ve diğer yan kollarında, kadın vücudunun kullanılmadığı bir alan bulmak imkânsız hale geldi. Televizyonda her fırsatta karşımıza bir mayo ya da iç çamaşırı defilesi ya da olabilecek en çıplak hali ile bir kadın ya da kadınlar karşımıza çıkar oldu. Gazetelerin artık sadece arka sayfa güzelleri yoktu artık, ön sayfasından itibaren mümkün olan her sayfaya münasip bir resim bulunuyordu. Kadın vücudunun kullanılması, kadının vücudunu sergilemesi garip şekilde, kadının özgürlüğü olarak sunuldu ve sömürüyü farkında olarak ya da olmayarak destekledi. Oysa sadece kadın vücudunun tepe tepe kullanılması özgürlüğünden ya da görsel bir malzemeye indirgenme serbestliğinden söz edebilirdik bu esnada. Ve tabii ki ahlaki kaygılardan uzaklaşmış insanların görüşlerini, hayatlarını ve aslında ahlaksızlıklarını sürekli dinlemek, öğrenmek durumunda bırakıldı toplum. Ve bunlar bazen büyük, bazen küçük adımlarla gerçekleşti. Her adımda birileri “Ciddiye almaya değmez.”, “O kadar büyütecek bir şey yok!”, “Dünyanın sonu gelmedi ya!” benzeri, olayı hafife alan yorumlarda bulundular. Bu manzarayı modernlik sandılar ve bu gidişten rahatsız olanları susturdular. En çok da istemeyen o kanalı, o programı izlemesin, o gazeteyi dergiyi almasın dendi. Hâlbuki öylesine etrafımız sarılmış durumda idi ki bu gidişatın etkilerinden kaçmak imkânsız hale gelmişti. Karşı çıkışları ideolojik boyuta taşıyıp, gerici ya da tutucu olmakla suçlayanlar da çıktı. Bu karşı çıkışlar, şöhret ve para için ahlaki kıstasları göz ardı edenlerin, hiç sayanların işine yaradı en çok. Onları durdurmak imkânsız hale geldi. Önlerinde onları engelleyecek hiçbir şey kalmamıştı. Verilmiş ödünlerle bir anlamda kendimizi akışa bıraktık ve ahlaki aşınmaya teslim olduk. Bu teslimiyetimiz devam ederse, arkamızdan yetişen nesillerin, bu ahlaksızlığı bir önceki nesil gibi sadece seyredeceğini sanıyorsak, çok büyük bir safdillik gösteriyoruz. Böyle bir ortamda büyüyen çocukların, ahlaksızlığı seyretmek yerine parçası olmayı tercih etmeleri kuvvetle muhtemel. Ne de olsa onlar için normal olan, eğlenceli ve renkli olan bu. Dahası yeni nesil, eğer aileleri bu konuda dikkatli değillerse, gerekli aile içi eğitimi vermiyorlarsa, bu tarzın alternatifinden de bihaber büyüyor. Televizyondan öğrendiklerinin yerine koyabileceği başka bir şeye sahip olmayan bir büyük kalabalık arkamızdan geliyor.

Elbette iki şarkıyı karşılaştırmamı anlamsız bulanlar da olabilir. “O Şimdi Asker” şarkısı için “Askerliğe esprili bir dilde yaklaşılmış, olayı dramatize etmeden eğlencelik bir şarkı yapılmış. Ciddiye almaya gerek yok.” denebilir. Anında unutulup gitseydi, sahibini meşhur -ve belki de zengin- etmeseydi, hafızamıza yerleşmeye başlamasaydı ciddiye almaya, üzerinde konuşmaya değmezdi. Zaten şarkının güftesi, bestesi ve yorumunun askerlikle ilgili duygularla yapıldığını düşünmek fazla iyi niyetli bir yorum olur. Asker bahane, şan-şöhret-para şahane diyerek sebebi özetleyebiliriz. Bu yüzden, hafızalara yerleşmeseydi, “ilgi çekmek için askerlik gibi hassas bir olguyu bile erotik sosla beraber kullandılar” der geçerdik. Ama maalesef asker şarkısı olarak hafızamızda yer etmeye başladı bile. Hatta Tuğba Hanım’ın askerlere yapılan gecelere, eğlencelere, askeri gazinolara davet edildiğini, bunun için şehir şehir gezdiğini de televizyondan izledik. Şimdi bazı erkek okuyucularımız, müstehzi bir gülüşle “Tam isabet, ne iyi olmuş, askerler gerçek bir eğlence yaşayacaklar.” diyebilirler. Ama şakayı bir yana bırakırsak, bu haber değişimin artık normal olarak algılandığının, tepki almadığının, sindirildiğinin göstergesi. Uzun vadede Esmeray’ın ve şarkısının yerini, bu seviyesi yerlerde olan eser ve sahibi alacak gibi duruyor.

Ya da bu iki şarkı arasındaki fark şu sözlerle de normalleştirilmeye çalışılabilir: “Zaman değişti, insanların müzik ve eğlence zevkleri de değişti. Böyle hafif, eğlenceli eserleri seviyorlar artık.” / “Modern zamanlarda dokunaklı olana geçit yok!” / “İnsanlar daha özgür düşünüyorlar ve davranışlarında da daha serbestler. Bu şarkıda da bu serbestlik göze çarpıyor. ” / “Askerlik algısı eskisi kadar ağır ve hüzünlü değil…” gibi… (Bu sonuncu fikir, halen şehit haberleri alarak sarsıldığımızı düşünürsek olası değil bana kalırsa… Askerlik algısı henüz bu kadar anlamından uzaklaşmadı.) Bu açıklamalar, toplumdaki ahlaki aşınmayı, değer kaybını görmezden gelenler ya da farketmeyenler için yeterli olabilir. Ama ahlaki erozyonu farkedenler ve bundan rahatsız olanlar için bu açıklamalar yeterli değil, her biri sadece birer bahanedir. Üstelik de umursamazlığı, körlüğü gözler önüne serdiği için, gidişatın daha da tehlikeli olduğunu anlatan bahaneler. İki şarkı arasındaki fark, ahlaki çöküntünün ve maalesef bu çöküşün normal algılandığının, sindirildiğinin bariz bir göstergesidir. Dahası, aşınma olduğu yerde durmamakta günden güne artmaktadır. Ahlaki çöküşün, kışkırtılan cinselliğin bedellerinin ağır olacağını görmek zorundayız. Yukarıda da söylediğim gibi böyle bir ortamda büyüyen çocukların, ahlaksızlığı seyretmek yerine parçası olacakları aşikâr. Daha şimdiden birçok genç kızın, televizyonda izlediği, gazetelerde yaşamlarını, aşklarını, görüşlerini okuduğu, modern, şöhretli, güzel ve zengin ablaları gibi manken, şarkıcı vs. olmak istediğini duyuyoruz. Rol modellerine sadıklar diye bu genç kızları suçlamak yersiz. Ayrıca bu özenilen kadınların sanat yaptıklarını, sanatçı olduklarını düşünüyor olabilir bu genç kızlar. Bu arada yeni nesil genç erkeklerin, tüm dişiliğini sürekli gözler önüne seren, mütemadiyen iç gıcıklayıcı poz ve sözlerle ortalıkta süzülen, gazetelere resimleri basılan bu seksi kadınlara, ve onlar gibi olmayan çalışan kendi yaşıtları kızlara bakarak, karşı cinsine saygı duymasını, onları seks objesi değil de kendi gibi insan, birey olarak algılamasını, öyle davranmasını bekliyorsak eğer, nafile bir bekleyiş içindeyiz.

 

Sanat karanlıkta çakılmış bir kibrittir…

 ”…Neden bir natürmorta iştahla bakmıyoruz? Tersine ressam “yiyecek-gıda” elmayı silmiş, elmanın elmalığı ortaya çıkmış. Gerçek bir elmaya bakarken göremeyeceğimiz bir şeyi gösteriyor bize sanatçı. İlk harfi büyük yazılmak üzere Elma’yı keşfediyoruz bütün orjinalliği, tekilliği ile…” 

Bu kitapta Derin Düşünce yazarları sanatı ve sanat eserlerini sorguluyor. Toplumdaki yeri, siyasî, etik ve felsefî yönüyle… Denemelerin yanı sıra son dönemde öne çıkan, ekranları, kitap raflarını dolduran eserlere (veya ürünlere?) dair eleştiriler de bulacaksınız. Buradan indirin

 

Kitap okumak… Jean Paul Sartre, Nazan Bekiroğlu, Toshihiko Izutsu, Henri Bergson, Mustafa Kutlu, Dostoyevski, Elif Şafak, Clausewitz, Sadık Yalsızuçanlar, Alber Camus ile sohbet etmek… Suyun resmine bakmakla yetinmeyen, su içmek isteyenler için var kitaplar. Mesnevî var, El-Munkızü Min-ad-dalâl, Kitab Keşf al Mânâ, Er-Risâletü’t-tevhîd var.  Elinizdeki bu kitap Derin Düşünce yazarlarının seçtiği kitapların tanıtımlarını içeriyor. Bizdeki yansımalarını, eserlerin ve yazarların bıraktığı izleri. Farklı konularda 44 kitap, 170 sayfa. Zaman’a ayıracak vakti olanlar için… Buradan indirebilirsiniz.

 

Derin Göz

 Sanat’a bakmak için çeşitli yapıtlardan, ressamlardan istifade ettik: Cézanne, Degas, Morisot,  Monet, Pissarro, Sisley, Renoir, Guillaumin, Manet, Caillebotte, Edward Hopper, William Turner,Francisco Goya, Paul Delaroche, Rogier van der Weyden, Andrea Mantegna , Cornelis Escher , William Degouve de Nuncques.

Peki ya baktığımızı görmek, gördüğümüzü anlamak? Güzel’i sorgulamak için çağ ve coğrafya ayırmadık, aklımızı uyaracak hikmetli sözlere açtık kapımızı: Mevlânâ Hazretleri, Gazalî Hazretleri, Lao-Tzû, Albert Camus, Guy de Maupassant, Seneca,  Kant, Hegel, Eflatun, Plotinus, Bergson, Maslow, …

 (Buradan indirebilirsiniz)

Trackback URL

  1. 16 Yorum

  2. Yazan:Arzu Tarih: May 16, 2007 | Reply

    Geçen hafta Okan Bayülgen’in konuklarından biri Yeliz Yeşilmen biri de Pınar Altuğ idi. Altuğ yaptığı her türlü ahlaksızlığı “Bu benim hayatım nasıl biliyorsam öyle yaşarım.” geyiği ile bastıra bastıra söyleyince kimsecikler bir şey diyemedi. Yeşilmen ise, içki-sigara içmediğini, gece hayatını olmadığını belirtince, kızın üzerine öyle bir gidildi ki, “Ne yani sen şimdi içki için kötü bir şey midir mi demek istiyorsun?” dediler. Kız hemen geri çekildi ve “Ben kullanmıyorum. Sadece bunu söylemek istedim.” dedi. Bir de programda olduğunu unutmuş olacak ki, Bayülgen Yeşilmen’e “salak” diye hitap etti. Şimdi normalin salaklık addedildiği bir dönemde olmanın hüznü var içimizde. Yazınız da bunu körükledi.

  3. Yazan:Haydar Tarih: May 16, 2007 | Reply

    Guzel yazilmis, rahat okunabilen, keyifli bir yazi. Tesekkurler Bahar hanim.

    Tesekkurum sadece bununla sinirli degil, ayrica herseyin siyah beyaz, politik olmaya zorlandindigi blog sayfalarinda; insan ve ona ait degerlerin dogal surecine aykiri sekilde mutasyona ugramasina karsi ciktiginiz icin ve bunu bizlere hatirlattiginiz icin de tesekkurler.
    ***

    Cok degil, tam 20 sene once bir bayan ic camasiri firmasi televizyon reklami yaptirmak icin manken aramistida bulamayip Cezayir asilli Fransiz esmer bir hanimi oynatmisti. Bugun anadan uryan ekranlara kosacak yuzlerce hanim bulmak hicte zor degil.

    Peki ne olduda boyle oldu?

    Elbette icinde bulundugumuz iletisim ve bilgi cagi en onemli etken. Tv ler, bilgisayarlar, uydular, otobusten ucuz ucak biletleri, internet gazeteleri, yabanci dil ogrenen nesiller vs vs artik insanlarin birbirinden etkilenmesinin onundeki bariyerleri, birbaska deyisle “yasssak”lari dinlemiyor, bu arada pek cok mikropta bu catlaklardan siziyor. Resmi din. resmi ahlak, resmi tarih, resmi yerli mali haftalari, resmi “Ulu” kimseler artik onumuzu kesemiyor. On yillarca halkin dogal, sosyal, ekonomik ve kulturel gelisme trendine baraj koyan bu zihniyet eriyip kuculdugunde “furyaaaa! ahlaki” herturlu mutasyonu ile hayatimiza giriyor…

    …ve anlattiginiz gibi -bu bir hastaliktir-.

    Bu hastaliktan mikroplar oldugu kadar toplumun bagisiklik sisteminin gelismesini engelleyen “yasssakci” zihniyette sorumludur.

  4. Yazan:Akif Uğur Tarih: May 16, 2007 | Reply

    http://www.box.net/shared/s0ctyaha00 adresinden indirip dinleyebilirsin bu parçayı oldukça güzel duygu yüklüdür gerçekten.

    “hiç gam yemem yaş dolsa da görür gözlerim
    vatan borcu namus borcu derim beklerim”

  5. Yazan:Cengiz Cebi Tarih: May 16, 2007 | Reply

    Bahar Hanim,

    Sizin “ahlaksızlık” dediginiz şey, belli bir kesimin ahlakı durumunda. “Başkalarının da kendisi gibi olmasini istemek”, anlaşılabilir psikolojik bir motiv. Ahlakın ölçüsü nedir, neye göre toplumda “ahlaki aşınma” var diyeceğiz? Önemli bir kesime göre sizin “aşınma” dediğiniz şey aksine bir ilerleme. Şimdi kim neye göre hakli? Felsefe derslerindeki ifadesiyle “Evrensel ahlak ilkesi” var mi? Varsa ölçüsü ne?

  6. Yazan:Mehmet Yılmaz Tarih: May 16, 2007 | Reply

    BiZ KADINLARIMIZA NE YAPIYORUZ?

    Bu konunun muhafazakâr müslümanlarin (veya ABD’de protestanlarin) tekelinde kalmamasi gerekir. Mesela kadin haklarini savunan, insan haklarini, demokrasiyi destekleyen herkesin isbirligi yapmasi gerekiyor.

    Neden?

    Yasamdaki görevi gitgide agirlasiyor kadinlarimizin. Biz erkekler gibi bütün gün çalistiktan sonra evde ikinci bir tam mesai bekliyor onlari hele küçük çocuklar varsa.

    IDEAL KADIN, IDEAL ANNE, IDEAL ES derken onlara konulan erisilmez hedefler sürekli bir “yetersizlik – suçluluk” duygusu olusturuyor zihinlerinde.

    Bu yetmiyormus gibi Türk kadinlarini cinsel birer nesne olarak göstermekle Türk medyasi ülkemizin temellerini dinamitliyor.

    Bahar Hanim’in isabetle belirttigi gibi bu konulari açmak artik GERiCiLiK oldu. O halde sonuna kadar gidelim : Gericilik eger yapilan bir yanlistan rücu etmek, geri adim atmak ise EVET, NE MUTLU GERiCiYiM DiYENE! (Mehmet Yilmaz 🙂

    Eslerimiz, kizkardeslerimiz, annelerimiz ve kiz evlatlarimiz insandir. Onlarin kisiliklerini, erdemlerini, inançlarini ve bütün güzelliklerini bir kenara atip KADIN kavramini sadece ETTEN VE KEMIKTEN görmek, göstermek kadar büyük bir suç düsünemiyorum.

    Kaldi ki kadinlarimiza yapilan bu haksizlik biz erkekler için büyük sorunlarin kaynagi oldu ve olmaya devam edecek. Cinselligini vaktinden önce ve güzel, saf sekli disinda kesfeden erkeklerin saldirganlastigini, cinsel olmayanlar da dahil her türlü suça büyük egilim gösterdigini kanitlayan yüzlerce bilimsel arastirma var.

    Rating için veya Sampuan, otomobil ve çukulata satmak amaciyla kadin vücudunun sömürülmesi umarim Atatürkçüleri de bir parça rahatsiz etmeye baslar ve bu konu bir “muhafazakârlarin sorunu” zannedilmekten çikar.

    Modernlik adina yapilan saçmaliklarin topluma verdigi zararlarla ilgili olarak asagidaki yazilari, güzel yorumlari ve verilen baglantilari yeni gelen arkadaslara tavsiye ederim.

    http://www.derindusunce.org/2007/02/09/pozitif-ayrimcilik/

    http://www.derindusunce.org/2007/02/01/ani-yasamak/

    http://www.derindusunce.org/2007/03/10/tramvay-arabasinda-zina/

    http://www.derindusunce.org/2007/03/25/daniel-%e2%80%9cseni-leylekler-getirdi%e2%80%9d-yalanina-inanmak-istiyor/

  7. Yazan:mustafa Tarih: May 17, 2007 | Reply

    aslında bütün bunların sistematik bir şekilde ‘bilinç altımıza’ yapılan saldırılar olduğunu düşünüyorum. En iyi çözüm belki de bir düşünürün şu sözünde gizli; ”Televizyonunuzu öldürün, o sizi öldürmeden”

  8. Yazan:Ç-Z Tarih: May 17, 2007 | Reply

    Cengiz Cebi’nin sorusu çok güzel;Evrensel ahlak ilkesi var mı diye sormuş.Evet var ve ölçüsü sadece “yaşama hakkı”!!!
    Dikkat etmişsinizdir mutlaka değişime yada gelişime neden olacak bir adımın değer ölçeri olsun diye kefenin diğer gözüne ”insan yaşamı” konuyor.
    “İnsanca yaşamak”tanımındaki “insanca”kısmının anlamı değiştirildi ve yerine başka sıfatlar kondu.
    Daha uzun yaşamak,daha sağlıklı yaşamak,daha rahat yaşamak,daha özgür yaşamak,
    daha…..,daha…..,çıta her zaman bir üste taşınıyor.Bu cümlelerdeki” uzun, sağlıklı, rahat, özgür” kısımlarına ilk elden itirazım yok ama “daha” kısmının bedeline var.
    Suat bey kusura bakmayın yine sizden alıntılayacağım (ne yapayım! cuk oturan ve pek çok şey anlatan özet cümle)bu çıtanın yükselmesi ile elde edilmeye çalışılanların kazanımı zekatını bile karşılamaz çünkü istenen değil istetilen,tercih edilen değil yönlendirilmiş olan hedefler.

    Empoze edilen yaşamın maddi kalitesi,ahlaki yada manevi kalitesi değil.

    Daha zengin,daha teknolojik,daha sağlıklı daha güzel olabilirsin böylelikle daha saygı duyulan,daha var olduğunun farkına varılır ve benim sana dayattıklarımı elde edebilirsin deniyor.
    Sınırları iptal edilmiş insani arzular üzerine inşa edilen yeni hayat görüşü.

    Din afyondur görüşüne benzer bir düşünce ile dünyevi ve insanları gönüllü köleler haline getirecek yeni hedeflere ulaşmak için kabul edilen yollar şimdi din afyonu tanımını yapanların yeni afyonları.Adı da “refah”.
    İnsanlar düşünmeyen sadece yaşamaya programlanmış robotlara döndürülüyor.
    Hissetmeyen,şaşırmayan,kınamayan her şeyi ve her durumu olağan karşılayan,hedefe yani sadece “yaşamaya” kilitlenmiş robotlar.

    Ve dayatılan,özendirilen,reklamı yapılan yeni hayat görüşüne uyan gönüllü köleler.

    Bir kesimin ahlaki yozlaşmasından bahsetmiyoruz.Bu bir kesime ait dejenerasyon değil.Değişim ve dejenerasyon!Değişime kimsenin hayır diyeceğini sanmıyorum ama elde etmesi için neredeyse her yolu mubah gösterecek iddialar ortaya atan bu yeni hayat görüşünde kendine saygıya yer yok!
    Kendine saygı duymayan insana sınırsız özgürlük vaat edenlere karşı sınırlı ve sorumlu bir bilinçle ahlaklı yaşamı nasıl anlatabilirsiniz ki?

    İnsanlar o kadar yoğun bir bombardımana tabi tutuluyorlar ki ahlak kavramı değil kendilerinin bile kim olduklarını düşünmelerine izin verilmiyor.Düşünme! sadece izle ve yap!
    Benzer insanlar,fabrikasyon tipi,aynı fabrika ürünü olmadıklarına göre nasıl bu kadar benzer özelliklere sahip olabiliyorlar ve biz artık insan gibi insanla karşılaştığımızda şaşırıyoruz.

    Ahlak kavramını oluşturan değerler her toplumun kendi kültür yapısı ve dini ile biçimlenir.Bu kavramlarda evrenselliğe soyunulamaz.
    Çok basit bir algılama örneği;bazı toplumlarda kırmızı ahlaksızlığı çağrıştırırken bazı toplumların ise kırmızı,gelinlik rengi!
    Tüm dayatmalara rağmen insan olma erdemlerine,dinine sarılan insanlar işte maalesef bu yeni hayat görüşünü benimseyen,tatbik eden insanlar arasında “irticacı,gerici,modası geçmiş,eski kafalı,vs” diye tanımlanıyorlar,siyasetten özel hayata kadar.

    Birey olarak,konfeksiyon üretimi bir kostümü giyer gibi “değişimi” giyinemezsiniz eğer bunu denerseniz kıyafet balosundan fırlamış komiklerden biri olursunuz,maharetli olup bunu kendinize yakıştırmanız gerekir onu giyenin ”siz” olduğunun altını çizebilmeniz gerekir.

    Tesev’in yaptığı bir araştırmada dine eğilimin arttığı belirtilmişti,diğere tarafta da toplumda ahlaki bir çöküntü yaşanıyor.Bu kişilere sorduğunuzda ,kendilerini modern,çağa uyan insanlar olarak tanımladıklarını duyarsınız,diğer tarafta dine doğru eğilim gösterenlerde de bunun bu yozlaşmadan kaçış,direniş olduğunu duyarsınız.(bazıları bunu siyaseten irtica olarak tanımlayabilir)

    Bahar hanım güzel bir yazı olmuş,elinize fikrinize sağlık.Açtırdınız kutuyu ne yapalım:)

  9. Yazan:Ekrem Senai Tarih: May 17, 2007 | Reply

    Ahlak konusu hassas konulardan biri. Cengiz bey’in bahsettiği gibi bu konuda ortak bir norm yok. Brezilya’daki ahlak ölçüleriyle Polonya’daki ölçüler birbirinden çok farklı. Ahlak toplumsal kabullere, kültüre ve en önemlisi dine göre şekilleniyor. Toplumdaki yozlaşma da bu bağların gevşemesinden açığa çıkıyor.
    Toplum olarak çok değil, 5 yıl önce şiddetle karşı çıktığımız şeyleri benimsemeye başladık. Hani kurbağa deneyini bilirsiniz. Sıcak suya birden atarsanız hemen tepki verir ve zıplar, ama sıcaklığı yavaş yavaş arttırırsanız bir süre sonra haşlanması kaçınılmaz olur. Toplumca haşlanma durumundayız.
    Yabancı kanalları tarayın, bizim kadar gürültülü, şıkır fıkır programlar görmek mümkün değil. Belki biraz İspanyol tv’leri, biraz da italyanlarınkiler, onlarınki bile çok masum kalıyor. Mesela İngilizlerde de dans programları var, ama kameralar kalçaları, göğüsleri zumlamıyor; izlediğiniz halis muhlis dans oluyor. Biz, sözde muhafazakar bir toplumuz. Suç kimde bilemiyorum?
    Tuba Ekinci semt komşumdur bu arada.

  10. Yazan:Murat Tarih: May 17, 2007 | Reply

    Guzel bir yazi, elinize saglik.

    Uzerine Mehmet bey’in yorumunu da okuyunca aklima buraya yonlenmeme de vesile olan http://www.dusunceler.org da okudugum Suat bey’in bir yazisi geldi.

    “Feministler kadinlara ne yapiyor? Meta olarak kullanilmalarini engelleyebiliyor, dahasi bunu yeterince istiyor mu? Son bilimsel gelismeler, kadin ve erkegin biyolojik farklari icin ne diyor? femizst akimlardaki radikal degisiklikler neler?” ekseninde cok iyi bir yaziydi. Bahar hanim’in yazisi ile birlikte okunmasini oneririm:

    http://www.dusunceler.org/2007/03/13/degisen-dunyada-feminizm/

    (Suat bey’in orada tanitimizi duymustum ama sitenize ancak bakabildim. Biraz goz gezdirdim. İcerik acisindan cok kaliteli buldugumu bilmenizi isterim. Tebrik ederim.)

    Saygilar.

  11. Yazan:Bahar Pınar Tarih: May 17, 2007 | Reply

    Merhaba,
    Herkese yorumları için teşekkür ediyorum. Sağ olun.

    Cengiz Bey,

    “Evrensel ahlak ilkesi var mıdır?” diye sormuşsunuz. Toplumların ahlak anlayışları yaşayışları, yüzyılların birikimi olan örf ve adetleri ile ve tabii ki yaşamı, örf ve adetleri de şekillendiren inanç olgusu ile oluşur fikrindeyim. Bu durumda her toplumun ahlak anlayışı birbirinden çok farklı olabilir diyebiliriz, en azından inançları (dinleri) farklı toplumları düşünerek. Ama dinler, özellikle de Sami dinler, her ne kadar şu anda farklı görünseler de, hepsinin ortak bir özü olduğunu biliyoruz. O yüzden tüm insanlığın üzerinde hemfikir olacağı bazı ahlaki kıstaslar var diye düşünüyorum. Mesela hırsızlık, dolandırıcılık, yalan söylemek, tecavüz, çocuk pornografisi vb. her toplum tarafından ahlaksızlık olarak algılanır diye düşünüyorum. (Şimdi ahlak inanctan olusur dedigim icin ateist oldugunu soyleyenlerin, seküler insanların ahlakı yok mudur denebilir. Asla böyle birşey demek istemiyorum. Onların da ahlaki kıstaslarını şekillendirdikleri dayanakları tabii ki var. Belki şu anda bu dayanağa din ya da inanç denmiyor ama kökeni araştırıldığına yine inanca ulasabiliriz. Kültürlere, yörelere özel anlayışlar da mutlaka vardır ama herşeyi temelden sarsacak, ortak özden tamamen uzaklaşacak kıstasların varlığı çok çok azdır diye düşünüyorum.)

    Elbette modern zamanlarda, yani geçmişten gelen her türlü kavramın, kuralın gevşettildiği, sulandırıldığı, neye mal olacağından bağımsız olarak bireyciliğin en üst noktaya çıkarıldığı, hazcılığın yüceltildiği şu günlerde, bu gibi ortak paydalar bile tartışabiliyor. Bu da bir gerçek. Ama bu gerçeğin kendisi yani bu temel ahlaki kıstasların tartışılabilmesi tartışmaya açıktır. Çünkü bu süreç henüz tamamlanmadığı için -umarim tamamlanmadan yolundan çevrilir-, olabileceklerden kısmen bihaber sayılırız. Elbette bazı sonuçları şu anda da gözlemleyebiliriz. Örnek verirsek, Avrupa ve Amerika’da 20 yaş altı genelde bir yuva kurmadan anne-baba olan gençlerin, çocuk suçluların, annesiz ve babasız büyüyen çocukların, fuhuşa süreklenen çocuk kadınların ya da erkeklerin, alkol, uyuşturucu bağımlısı gençlerin artış oranları bu sürecin görünen kısmıdır.

    “Evrensel ahlak ilkesi var mıdır?” sorunuza cevap vermeye çalıştım ama yazımı aslında toplumumuza özel olarak da okuyabiliriz. Toplumumuzda herkesin birden uzerinden anlastigi bir ahlak anlayışı var mıdır? diye dusunursek: Bazı ideolojik saplantılardan uzaklaşabilirsek bence var. Ama ideolojik korkular su yüzüne çıktığında, modern zamanların slogan cümleleri de havada uçuşmaya başlayınca (mesela: Benim hayatim, ne istersem yaparim! gibi.), sanki uzlaşılamayacakmış gibi de görünüyor. Varılacak noktanın, olabileceklerin ya da olanların vehameti anlatılabilirse, gösterilebilirse, insanların ideolojik koşullanmalardan ve sloganlardan kurtulup gerçek resmi görebileceklerine inanıyorum. Inşallah diyelim.

    Ekrem Bey, kurbağanın yavaş yavaş haşlanması örneği tam olarak bizim durumumuzu anlatıyor. Kademe kademe olunca herşey normalleşiyor ya da farkedilemiyor.

    Yorumlar için yeniden teşekkürler,

    Saygılarımla,

  12. Yazan:JaneDo Tarih: May 17, 2007 | Reply

    Bahar Hanım’ın bu yazısı ve altına eklenen yorumlara daha ne eklenebilir diye düşünüyorum. Zira, yazının tamamında ve yorumların hepsinde çok doğru saptamalar mevcut. Tekrar etmek yerine yeni ekleme yapabilir miyim diye düşündüm. Ve aklıma, Bahar Hanım’ın çıkışı olan “30 yılda ne değişti?” sorusu “neden 30 yıl?” sorusunu getirdi. Öyle ya 20 değil 25 değil de neden 30… Bahar hanım, rahmetli Esmeray’ın 30 yıl önce hit olan, dillerden düşmeyen bu parçasından yola çıkarak yazısını kaleme almış. İyi de yapmış…

    Ben de düşündüm, o yıllarda neler olmuş da bu hale gelmişiz diye… Bakın bu beni nerelere götürdü; 60’lı, 70’li yıllar dünyada her alanda geçiş dönemi yaşandı. İkinci Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında hızla gelişip yaygınlaşan ses ve görüntü teknolojisinin varabileceği en son nokta olan renkli yayın ile TV, ABD ve Avrupa’da kültürel değişimdeki hakimiyetini perçinleyen adımını atmış oldu. Biz de ise TV’nin ilk yayınlarına başladığı yıllar o zamanlara tekabül eder. iletişimin çeşitlendiği, haber alma ve yaymada “hız faktörünü”nün yavaş yavaş ivme almaya başladığı bir dönemdir o yıllar. İlk baskısı 1974 yılında yapılan Alvin Tofler’ın “Gelecek Korkusu (Future Shock)” adlı kitabında değerlerin değişimini etkileyen iki temel etkinin olduğundan bahsedilir. “Değerlerin deişimiyle ilgili tartışmalarda iki önemli nokta gözden kaçmaktadır. Bunların birincisi hızdır.” der A. Tofler. Tam da o değişim yıllarında yazılmış ve basılmış kitabın bu konu ile ilgili bölümünün devamı ise hayli ilginç tesbitler içermektedir. “Değerlerin devir hızı tarihte hiç bu denli çabuk olmamıştı. Geçmişte kişi, bir toplumda yaşarken, yaşamı boyunca değer yargılarının değişmeyeceğini bekleyebilirdi. Oysa günümüzde sanayileşmemiş toplumlar dışında bu varsayım geçerli değildir. Bu durum, halkın ve kişinin değer sistemlerinin yapısında geçiciliğin egemen olduğunu gösterir. Sanayi çağının koyduğu değerlerin yerini alacak olanlar, geçmiştekilere oranla daha kısa ömürlü olacaklardır….Çünkü gelecek, daha hızlı değer değişimlerine gebedir.” Tofler’ın o zamanki bu sapataması şimdi yaşadıklarımıza 30 küsür yıl öncesinde tutulmuş ışık niteliğindedir. Aynı kitabın ilerleyen satılarında değişime neden olan ikinci temel noktanın toplumdaki bölünmeler olduğu ifade edilmişti. Yazar bundan şöyle bahsetmiş; “İkinci ve güçlü etken ise toplumlardaki bölünmeler, değerlerin türlenmesi sonucunu da birlikte getirmektedirler. Düşünce birliğinin bozulmasına tanık oluyoruz. Geçmişteki toplumların çoğu, ortak olarak paylaşılan geniş bir merkezi değerler çekirdeğiyle işletilmişti. Bu öz şimdi daralmaktadır. Önümüzdeki yıllarda, geniş bir düşünce birliğinin oluşmasını beklemek, hiç de akla yatkın bir davranış olmaz. Baskılar tekdüzeliğe değil, çeşitliliğe doğrudur.”

    Evet, yıllar geçti, dünya sahnesinde çok oyunlar targedyalar, dramalar, komediler sergilendi. Her bir olayın sonucunda dünya farklı pek çok akıma, çeşitliliğe yeni bir yer açtı. Sınırlar, duvarlar kalktı, demir perdeler indi. Farklı insanlar, kültürler, diller, dinler, devletler birbirinden bir şeyler alıp verdi. Çeşitlilik tavan yaptı. Öyle ki bu çeşitlilik içinden sıyrılıp yer bulabilmek, tutunabilmek için farklılıklar ön plana çıkarıldı. En basit mevzularda bile insanoğlunun önüne sayısız seçenek serildi. Doğru seçimi yapmak kimi zaman kişinin kendi iradesinin dışında bırakıldı. Fazla uzatmadan bu konu ile ilgili aynı kitaptan bu konuyla ilgili son cümleyi de sizlerle paylaşmak isterim. “Seçme olanaklarının dar olduğu çağların insanları olağan ürünleri nasıl tükettiyse, geleceğin insanları da yaşam biçimlerini tüketecekler.”

  13. Yazan:Mehmet Yılmaz Tarih: May 18, 2007 | Reply

    EVRENSELLIK VE EVRENSEL AHLAK

    “Sizin “ahlaksızlık” dediginiz şey, belli bir kesimin ahlakı durumunda. “Başkalarının da kendisi gibi olmasini istemek”, anlaşılabilir psikolojik bir motiv. Ahlakın ölçüsü nedir, neye göre toplumda “ahlaki aşınma” var diyeceğiz? Önemli bir kesime göre sizin “aşınma” dediğiniz şey aksine bir ilerleme. Şimdi kim neye göre hakli? Felsefe derslerindeki ifadesiyle “Evrensel ahlak ilkesi” var mi? Varsa ölçüsü ne? “

    Cengiz Bey’in bu sorusuna su sekilde yanit aramak isterim :

    Bir özgürlügün icrasi baska özgürlükleri kisitlaMAmali ve kisitlayabilecek toplumsal dönüsümlere yol açmamali.

    Açiklayayim : TV’de soyunma, kadin vücudunu kullanma “özgürlügü” gençlerin cinselliklerini saglikli bir sekilde kesfetmelerine ciddi bir engeldir. Ilk olkulda ve orta okulda yasanmasi gereken çocukluk asklari vardir. Bunlarin sayesinde gençler cinsel kimliklerini yavas yavas kesfetmelidir.

    Son zamanlarda okudugum bir çok bilimsel makalede erken uyanan cinselligin insani saldirgan yaptigi, suça ittigi anlatiliyor.

    Elbette laik bir ülkede su reklam yasak bu afis gayri ahlaki demeye baslarsak Iran gibi herseyi yasaklamaya kadar gideriz.

    Ama cinselligin ayaga düsürülmesini görsel bir cinsel taciz olarak tarif edip yasal sinirlarini koyabilirsek “soyma ve soyunma özgürlügü” icrasinin tecavüz ettigi haklari koruyabiliriz :
    1) Gençlerin saglikli gelisme hakki,
    2) Anne babalarin evlatlarina gelenek görenek aktarma hakki,
    3) Her Suç egilimi düsük, barisçi bir toplumda yasama hakki,
    4) Kadinlarin insan onurlarini koruma hakki.

    Sadece Türkiye’nin degil Bati’nin da ciddi bir sorunu sudur : Insani sadece bir birey olarak kabul ediyoruz. Oysa insan sosyal bir varliktir. Bazi hak ve özgürlükler sadece grup halinde kullanilabilirler :
    1) Ana dilini kullanma hakki,
    2) Toplu ibadet hakki,
    3) Dügün, cenaze vb olaylarda gelenekleri yasama ve YasaTma,
    4) vs vs

    Iste özellikle kadinlarin sömürüldügü cinsel içerikli reklam ve TeleVole tarzi programlar bizim grupsal, kollektif haklarimiza tecavüz ediyor esas olarak.

    Yani “SEYRETMEYIN KARDESIM” lafi bireysel haklar için geçerli ama ben :
    hakkari’ye hiç gitmesem de oradaki insanlarin haklarinin çignenmesine karsiyim,
    2080 senesinde ölmüs olacagim ama çevrenin kirletilmesine karsiyim,
    vs vs

    Yani Mekan ve zaman olarak beni bir birey olarak ilgilendirmeyen seyler bir Türk, bir müslüman, bir baba veya bir dünyali olarak ilgilendirebilir.

    Iste benim anladigim EVRENSELLIK burada.

    Selam ve saygi ile

  14. Yazan:Ç-Z Tarih: May 18, 2007 | Reply

    Ahlak,yozlaşma denince aklınıza ilk gelen nedir diye sorsak çoğu insanın aklına hemen kadın ve onun cinselliği geliyor.
    Neden?
    Anne olabildiği için ona biraz daha fazla önem atfedildiğinden dolayı mı?
    Erkeğin tanıştığı ilk kadın annesi olduğundan dolayı mı?

    Aile.

    Kadın yada erkek fark etmez yakın temas içinde olduğumuz ilk cins anne.

    Anne=Kadın=Aile=Ahlak

    Ahlak konusunda kriterimiz işte bu eşittirler.

    Aile hayatı,yetişmekte olan çocuğun beklentilerine cevap veriyor ise annesi gibi bir kadın, yok eğer beklentilerini karşılanmamış ve hayal kırıklıkları var ise de annesinin zıttı bir kadın tasvirine sahip oluyor.

    Eskiden insanlar beklentilerini etrafına bakarak(gelenek,örf) belirliyorlarken şimdi tv yada diğer iletişim araçları ile farklı hayatlara göz atıp fikir sahibi olabiliyorlar.

    Anne artık çalışıyor evden ve çocuğundan uzakta,çocuk anneden beklediklerini bulamadığında içinde oluşan boşluğu doldurabilmek için arayışa başlıyor.

    Anne ise kazandığı para ile temin ettiklerini çocuğa sunarak veremediklerinin yerini doldurmaya çalışıyor.

    Çocuğun iletişim araçları ile gözlediği hayatlar,annenin yakınlığından uzak olması ve onun sürekli çalışması,çocuğun kafasındaki hayat şablonunu oluşturmaya başlıyor; anlık hazlar.

    Bu anlık hazların talep edilme sıklığı ve her türlü bağımlılık için açık bir davetiye oluyor..
    İçindeki boşlukta ona direnmek yada yönlendirmek için kuvvet verebilecek hiçbir şey olmadığından değiştiremediklerini kabul edip ve etrafındakilere uymaya başlıyor.Maalesef insan olarak genellikle bir grup içinde biz yada bize benzer insanlarla bulunma ihtiyacımız var içimizde bulamadığımız gücü benzerlerimizle yan yana olarak elde etmeye çalışıyoruz.

    Annenin =ailenin yerini tv ve maddiyat almış oluyor. Anneden alamadıklarını bedeli ne olursa olsun etrafını çevreleyen dünyadan temin etmeye çalışıyor,an ve an dozunu arttırarak,bir yorumcunun vermiş olduğu kaynar suda haşlanan kurbağalar örneği gibi.

    Bu şartlar altında büyüyen erkek çocuk anne=kadını, “yok” kabul ediyor.Bu ihtiyaçlarının karşılanmamasından doğan boşluğun kızgınlığı ile kadını ,ihtiyaçları karşılayan bir araç gibi görmeye başlıyor.
    Bu şartlar altında büyüyen bir kız çocuk ise anne=kadının “yok”olmasına tepki olarak inatla bireysel olarak“var”olmaya,annesinin sahip olduğunu düşündüğü güce/maddiyata ilk elden ulaşmaya çalışıyor,eğer rol model anne güçsüz ise de aksine daha güçlü olmaya çalışıyor.
    Bu çocukların gözleriyle,aile önemini ve değerini yitiriyor.Aile, çocuk “yetiştirme” ortamı olarak görülmüyor,yuva dediğimiz ev de bakım evi gibi algılanıyor.Çocuk, sadece büyütülüyor,yetiştirilmiyor.

    “Yok” kabul edilen bu çalışan anne ise çocuklarına kendi sahip olduğundan ”daha iyi bir hayat” telkininde bulunuyor!Nasıl olacağını söylüyor belki ama hangi şartlarla olması gerektiği konusunda maalesef eksik kalıyor,bilerek yada bilmeden.

    Bilerek ise,neden?
    TESEV in araştırmasında,eğitim ve ekonomik düzeyleri düşük, çocuklarının eğitim almalarını isteyen ebeveynlerin sayısında artış olduğu işaret edilmişti.
    Neden?
    Bu kadınların hepsinin “feminist” ve feminizm akımının peşinden gittiğini söyleyebilir miyiz? Hayır,sadece çocuklarının kendi sahip olduklarından daha iyi bir hayat sürmesini istiyorlar. Sahip oldukları manevi değerlerin prim yapmadığını düşünüyorlar;”bugün böyleysem,sahip olduklarım geçer akçe değilse eğer ben değişemiyorsam çocuklarımı bu değişime uygun büyütürüm”.
    Maddi değerlere sahip değilse manevi değerlerinin geçer akçe olmadığını kimden ve nasıl öğrenmiş?
    Ahlak=kadın=aile=anne
    Ne yapsın bu kadınlar?
    Çalışmazlarsa zeka seviyeleri bile söz konusu ediliyor(neden kadın mucit yada bilim adamı yokmuş yada kadınlar çocuk sahibi olunca işlerinden vazgeçip işvereni yarı yolda bırakıyormuş,kariyer yapan kadın eş ve anne olamazmış.vs vs.)
    Kadına hak ettiği değeri verilmesini nasıl sağlayacağız?
    Ona olan bakış açımızı değiştirerek,saygın davran, saygı duyalım diyerek bu “ahlaksızlaşmadaki “ tek sorumluluğu ona yükleyerek değil,saygıdeğer ve niçin önemli olduğunu hatırlatarak belki kadınlarımıza “kadın”olduklarını hatırlatabiliriz.Bunun adına pozitif ayrımcılık da diyebilirsiniz ama değmez mi?

    Feminizm denen kavramı bir de bu açıdan değerlendirsek!

  15. Yazan:elif atasever Tarih: May 21, 2007 | Reply

    güzel ama birazdaha derslere yonelik olsun

  16. Yazan:MY Tarih: Ağu 10, 2007 | Reply

    Can Dündar’dan çok güzel bir yazi

    Lolita ihtilali!

    Dünkü Milliyet’in 3. sayfasında bir haber: “12 yaşındaki kız internette tanıştığı adama kaçtı.”
    Sayfayı çevirin:
    Edirne’de sevişirken görüntülenen liseli kızın fotoğrafları… Ve günlerdir Mardin’den Sivas’a kadar Türkiye’nin dört bir yanından 12 – 13 yaşında küçük kızlara tecavüz haberleri…
    Madalyonun bir yüzünde ağzı salyalı sübyancılar var.
    Peki diğer yüzünde?..
    Alttan alta inanılmaz bir “ergen ihtilali” yaşadığımızın farkında mısınız?
    * * *
    Son zamanlarda bir lise mezuniyet balosunda bulundunuz mu hiç? Gitseniz, gördüğünüz ağır makyajlı, cesur dekolteli, yüksek topuklu, cep telefonlu kızların 16 – 17 yaşında olduğuna inanabilir miydiniz acaba?
    Levent’te bir estetik kliniğinde görevli bir uzmanla görüştüm. Dinlediklerime inanamadım:
    “14 – 15 yaşında kızlar, ana babalarından habersiz gelip kaşlarını kaldırmak, fazla yağlarını aldırmak, selülit tedavisi yaptırmak istiyor”muş.
    Geçenlerde bir kız elinde Angelina Jolie’nin fotoğrafıyla gelmiş ve “Bununki gibi dudak istiyorum” demiş.
    18’lik bir lolita da göğüslerini büyütmesi için yalvarmış.
    “En büyük istekleri” neymiş biliyor musunuz?
    Zara’nın ya da Diesel’in 34 bedenine sığmak…
    Bunun için yarışıyorlarmış:
    “Çünkü televizyonda gördükleri mankenler 34 beden giyiyor. Onu giyebilmek için 44 kilo kalmaları lazım. Bunun için resmen aç geziyorlar. Gün boyu yedikleri, bir kase yoğurt, iki tas salata, sigara, kahve ve kola… 500 kaloriyle yaşamaya çalışıyorlar. O yüzden vücutlarında demir, sodyum eksikliği var. Yanlış beslendikleri için vücutları hızla deforme oluyor, müdahale için de bize geliyorlar.”
    Uzman, bunun son 3 yılda gözlenen bir “patlama” olduğunu söylüyor:
    “Ben de anneyim, 18’lik ‘lipolu’ (yağ aldırmış) kızları görünce dehşete kapılıyorum. Biriktirdiği 300 – 500 milyonla gelip ‘Dudağımızı şişir’ diyenleri ‘Bırakın dudağınızı da gidin kafanızı şişirin’ diye geri yolluyorum.”
    * * *
    Genelde üst gelir grubundan hastaları bulunan bir jinekoloğun gözlemleri daha da çarpıcı:
    “Genç nüfusta müthiş bir uyanma var” diyor. 17 – 18 yaşlarında lise öğrencilerinin kürtaj için başvurduğunu söylüyor ve bazı gözlemlerini aktarıyor:
    Batı’da ergenlik yaşı 16 – 17’den 11 – 12’ye geriledi.
    Amerika’da 10 yaşa kadar düştü.
    Genç kızlar annelerinden çok daha erken adet görüyor artık…
    Bunun, iklimden beslenmeye kadar pek çok nedeni olabilir ama en önemli nedenlerinden biri “psiko – seksüel uyarımın artması”…
    Yani, okulda, çevrede ve özellikle de medyada cinsel teşhirin yaygınlaşması… Baştan çıkarıcı klipler, uyarıcı filmler, cinsellik yüklü diziler, çıplaklığa çağıran reklamlar, beyinde ergenliği erken uyandırıyor, cinselliğin keşfini hızlandırıyor.
    Özellikle varlıklı kesimden gençler, lise çağında, özentiyle büyük ve seksi görünme derdine düşüyor. Karşı cinsi de sadece bir seks nesnesi olarak görüyor.
    Anneleri mi? Onlar da kızlarının ponponlu çorapları ve lastik ayakkabılarıyla genç görünme çabasında…
    Küçükler büyük, büyükler küçük görünmek için yarışıyor adeta…
    * * *
    Kimseyi suçlamayalım; bu tablo bizim eserimiz:
    İyi bir kalça sahibi olmanın, iyi bir kafa sahibi olmaktan daha fazla prim yaptığı bir ülkeden ne bekliyordunuz ki? Kafasını çalıştıranların kafasını koparırken, kalçasını çalıştıranları baş tacı eden bir toplumda nasıl çocuklara “Göğsünü değil, kütüphaneni büyüt” öğüdü verebiliriz ki?
    Yasak çare değil…
    Beyin faaliyetine itibar kazandırmaya ve öncelikler konusunda topyekün bir hesaplaşmaya ihtiyacımız var.

    http://www.milliyet.com/2003/07/17/yazar/dundar.html

  17. Yazan:yusufmirza Tarih: Tem 23, 2009 | Reply

    Öncelikle herkese selamlar.Yorumlar geçekten kayda değer,gerçekten okunası.bende bir kaç kelam etmek isterim:son 20 30 yılda ülkemizde acayip bir yozlaşmanın yaşandığını söylemek lazım,ama bir yorumda okuduğum noktayıda göz ardı etmeden:neye kime göre yozlaşmaktan bahsetmeliyiz demiş bir kardeşim.Bir yere kadar haklı.Kimine çok yoz gelen değerler başkları için ahlaki ilerleme olarak kabul görebiliyor.Ama toplumsal yaşantımızın özellikle din merkezinden uzaklaştıkça yozlaşmış olduğu kanaatindeyim.Ne zaman ki uzaklaşmalar başladı dinden,o anlarda kılıflar altında ahlaki yükümlülük,sorumluluk dini değerler ve yaşantımız biçimlenmeye başladı.Kim ne derse desin ilk planda irdelenmesi gereken dini değerlerden kopuşumuzla,ahlakideğerlerimizin değişmesi,başkalaşması arasındaki doğru orantı olmalı.Ufakta olsa akıl özürlü şehvet düşkünü asıl yobaz o kadına değinmek lazım.Böylesine ağıtlar yakılan,asker mektubu adıyla edebiyat dünyasında kendine yer edinen,büyük sevdalar yaşayan yaşatan kutsal vatan borcuna bir hakarettir, o kadının yaptığı.

    Nefsi duygularla körü körüne,yapılmış aptal söz dizinlerine ödün vermeyelim,lütfen.Onları yerin dibine sokacak olanlarda bizleriz.Sosyal tabakamız başkalaşmış olsa da vatan borcunu bazı hislere alet edecek kadar düşmemeli türk insanı.Daha söylenecek neler var ama neyse diyor insan neyse!!Selametle…

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin