Main Content RSS FeedÖnceki Yazılar

Gladio-Stay Behind Aforizmaları »

  • gladio-stay-behindSoğuk savaş sırasında komünist Rusya’nın Avrupa’yı işgal etme ihtimaline karşı NATO binlerce milise ayaklanma taktikleri öğretti.
  • Bütün Avrupa’yı kapsayan ve “Stay Behind” (cephe gerisinde kal) isim bu gizli ordu İtalya’daki ismiyle ünlendi: Gladio.
  • ABD subayları Alman, Fransız, Türk, … her ülkeden seçilen gruplara o ülkelere haber vermeksizin terör ve gerilla savaşı taktikleri öğretti.
  • Düzenli ordulara karşı çok etkili olan bu taktikler bomba ve sığınak yapımından işkenceye kadar uzanır.
  • Bütün bunlar gizli kalmalıydı: ne Gladio ne de Stay Behind ismen dahi bilinmeyecekti. Ama öyle olmadı. Neden?
  • Çünkü Amerikan güdümlü milisler sosyalist partilerin seçilmesini engellemekten uyuşturucuya kadar her işe bulaştı.
  • İtalya’da Aldo Moro cinayeti, Lüxemburg’da yüzme havuzuna bombalı saldırı… NATO Avrupa’da sol adına terör estirdi.
  • Lüxemburg’da çok sayıda bombalı saldırı “faili meçhul” kalmıştı. Bunları araştıran Ulla Jeplke NATO-Terör bağını keşfetti.
  • Komünist Rusya hiçbir zaman Avrupa’yı işgal etmedi ama bazı iş adamları sevmedikleri hükümetlere karşı Gladio’yu kullandılar.
  • Meselâ seçimlerden hemen önce tren garlarında vs bomba patlatarak hükümeti suçlamak, muhalefete koz vermek cazipti.
  • Maaşını ABD’den alan, ülkedeki askerin, polisin, yargının bile haberi olmayan Gladio çeteleri hiç kimseye hesap vermiyordu.
  • 1980’de OktoberFast sırasında patlatılan bomba Maşa olarak kullanılan Neo-Nazi gençle beraber 11 kişiyi öldürdü.

1980-oktober-fast

  • Türkçü, Kürtçü, “islâmcı” bir çok terör örgütü Gladio için çalışır ama Amerika’ya direndiklerini zannederler.
  • Neo-Nazileri, PKK’yı ve Ülkücüleri severler çünkü Gladio’nun amacı bir yeri ele geçirmek değil fanatik unsurları çatıştırıp bölgeyi destabilize etmektir.
  • Bir terör eylemini yapanın Gladio olup olmadığını anlamanın en kolay yolu soruşturmaya bakmaktır. İlerlemiyorsa katil Gladio’dur.
  • Gladio Belçika’da solun güçlenmesini engellemek için 1982-1985 arasında “sol terör” estirdi: 30 ölü. Elbette saldırılar false flag’dı, solcular masumdu.

Read the rest

Fotoğraf makinesi: İnsanların dürüstlüğü yerine ikame edilen mekanik şahit »

susan-sontag-fotograf-uzerine-tttBir fotoğraf herhangi bir olayın gerçekleşmiş olduğunun tartışılmaz ispatı haline geldi. Zira güvenilir/ emin insanların şahitliği yerine “emin” makinelerin ürettiği “objektif” delillerle adaleti sağlamaya çalışıyoruz. Sadece fotoğraf değil polisin ve adlî tıbbın kullandığı her araç bunun tezahürü: Güvenlik kameraları, ses kaydı analizleri, parmak izi, kan, doku ve gen tahlili,.. Fotoğraf bir hafıza protezi gibi ortaya çıkarken aklın yerine gözün geçmeye başladığı bu çağda “gerçek” algımızı da değiştiriyor: Eskiden inanılan gerçekler vardı, Hakikat’in tecellisiydi. Laik/ pozitivist tasavvurda ise görünen gerçekler dışında hiçbir şey yok; yokluğa iman var artık: Modern insan Hakikat’e inanmak yerinde gerçekleri görmek istiyor. (Bkz. Derin Lügat:İman / Faith / Foi / Bilgi / Knowledge / الإيمان) O zaman fotoğrafı çekilebilen şeylerin gerçekliği insanın gerçek algısını da dönüştürüyor. Susan Sontag’ın sözleriyle ifade edersek:

“… Fotoğraflar bize kanıt teşkil ederler. Hakkında bir şey işitip de şüpheyle karşıladığımız bir şey, onun bir fotoğrafı bize gösterildiğinde kanıtlanmış sayılır. Fotoğraf makinesinin faydalı olarak kullanıldığı alanlardan birisi, yaptığı kayıtla suçlayıcı bir nitelik taşımasıdır. Nitekim fotoğraflar, Paris polisinin Haziran 1871’de Komünarların canice katledilmesinde kullanılmalarından itibaren, modern devletlerin giderek daha fazla, eylem yapan kitleleri gözetleyip denetim altında tutmasına yarayan araçlardan biri haline gelmiştir. Bir görüntünün fotoğraf makinesiyle kayda geçirilmesinin başka bir özelliği, onun doğrulayıcı, haklı çıkarıcı işlevidir. Bir fotoğraf herhangi bir olayın gerçekleşmiş olduğunun su götürmez kanıtıdır. Çekilmiş olan resmin çarpıtılmış olması mümkündür, ancak her zaman için, o fotoğraftakine benzer bir şeyin mevcut olduğuna ya da olmadığına dair bir kanıya kapılmamızı sağladığı da açıktır. Tekil bir kişi olarak bir fotoğrafçının önündeki (amatörlükten kaynaklanan) sınırlamalar ya da (sanatsal bir kaygı gütmenin yol açtığı) abartılı yorumlar bir tarafa, bir fotoğrafın -herhangi bir fotoğrafın- gözle görülür gerçeklikle ilişkisi, diğer taklit araçlarına kıyasla daha masumane ve bundan dolayı daha doğrudur …” (Fotoğraf Üzerine)

Fotoğrafın demokratikleşmesi

Resim çekmenin kolay ve ucuz hale gelmesi fotoğrafı ulus-devlet bürokrasisi içine yerleştirdi ve “vesikalık” fotoğraflarla devlete kendi Ben’liğimizi, Kim’liğimizi ispat eder hale geldik. Köyde, mahallede bizi tanısalar da tapu, cenaze, miras, evlilik, askerlik gibi pek çok işimizi vesikalık fotoğraflarla yapabiliyoruz. Fakat fotoğraf bir kimlik protezi olmakla kalmıyor; aynı zamanda bir hatıra/hafıza protezi de oluyor. Hatta gerçekte sahip olmadığımız bir geçmişi fotoğraflarla yapay olarak inşa ediyoruz. Meselâ mutsuz yahut dağılmış bir ailenin fertleri yapmacık pozlarda çekilmiş bayram, düğün, doğum günü fotoğraflarını saklayıp kendi mitlerini yazıyor; kollektif bir mitomanya içine sığınabiliyor. Fotoğrafın alternatif gerçekliği hayatın acı gerçeklerine karşı güçlü bir Read the rest

Aforizmalar / Franz Kafka »

  • Aforizmalar-KafkaDoğru yol gergin bir ip boyunca gider; yükseğe değil de, hemen yerin üzerine gerilmiştir bu ip. Üzerinde yürünmek değil de, insanı çelmelemek içindir sanki.
  • İnsanın belli başlı iki günahı vardır, öbürleri bunlardan çıkar: sabırsızlık ve tembellik.
  • Sabırsız oldukları için Cennet’ten kovuldular, tembelliklerinden geri dönemiyorlar. Ama belki de belli başlı sadece bir günahları var: Sabırsızlık. Sabırsızlıklarından ötürü kovulmuşlardı, sabırsızlıklarından ötürü geri dönemiyorlar.
  • Bilgeliğin başladığına ilk işaret, ölmek isteğidir. Bu yaşam dayanılmaz görünür, bir başkası ise erişilmez. İnsan ölmek istediği için utanmaz artık; nefret ettiği eski hücresinden alınıp ilk işi nefret etmeyi öğrenmek olacağı yeni hücresine konulmak için yalvarıp yakarır.
  • Bunda belirli bir inancın kalıntısı da etkilidir; taşınma sırasında efendi koridorda görünecek, tutukluya şöyle bir bakacak ve diyecektir ki: “Bu adamın yeniden hücreye kapatılmasına gerek yok. O bana geliyor artık.”
  • Gerçek düşmandan sınırsız bir cesaret akar içinize.

Read the rest

Hayat kristalleşmiş anlar dizisi değildir ama fotoğraf öyledir »

susan-sontag-fotograf-uzerine_4 “… Fotoğraf kaçınılmaz bir şekilde gerçekliğe tepeden baktırır. Dünya, olduğu yerden çıkıp fotoğrafların ‘içine’ girer. […] Durağan olan fotoğrafın filmle ilişkisini kurmak, tabiatı icabı yanlış. Bir filmden aktarma yapmak, bir kitaptan alıntı yapmakla aynı şey değil. Bir kitabı okuma süresi okura göre değişir ama bir filmi izleme süresi ancak montaja bağlı olarak hızlanır ya da yavaşlar. Bu yüzden, tek bir anın dilediğince uzamasını sağlayan bir fotoğrafın film formatıyla çelişmesi gibi, hayatın içindeki anları donduran bir fotoğraflar dizisi de onların formuyla, bir süreci, zaman içinde akışı temsil eden formuyla çelişir. Fotoğraflanmış dünya nasıl gerçek dünyayla özünde yanlış bir ilişki kurmuşsa, durağan resimlerin filmlerle ilişkisi de aynı şekilde yanlıştır. Hayat, bir an yakalanıp ebediyen sabitlenen önemli ayrıntılardan ibaret değildir. Ama fotoğraflar öyledir …”

Böyle demiş Susan Sontag Fotoğraf Üzerine adlı kitabında; sene 1977. Henüz internet yok; cep telefonu yok; nümerik TV evleri ve zihinleri işgal etmemiş. Ama fotoğraf makineleri hayatın kopyasını çıkarıp hızla yaymaktalar. Fotoğrafın ürettiği görseller hayattan ayrı ve gayrı değiller; Yaşanan, hissedilen anların birer izi onlar da. Ama Fotomontajla yahut yakın çekim vs yoluyla aldatıcı; abartılı olsalar da varlıkları gerçeğin bir parçası. Dahası bir fotoğraf çekilip gazete/TV yoluyla dağıtıldıktan sonra katarsis etkisiyle tuhaf bir güce sahip  oluyor. Kennedy’nin Dallas’ta vurulduğu an, Atatürk’ün cenazesi, Vietnam savaşında Amerikalıların napalm ile yaktıkları kız çocuğu… Milyonlarca insanın aynı fotoğrafı görmüş olması görünen, yaşanan hayatın gerçekliğine yeni bir gerçeklik katmanı ekliyor: Bir bakıyorsunuz gerçek olaya tanık olan 50 kişiye fotoğrafsal olarak tanık olan milyonlar eklenivermiş bir anda. Hatta çoğu kez bir olayın fotoğraflanmasının (=görülmesinin) gerçekliği olayın gerçekten olmuş olmasını gölgede bırakıyor. Elbette yaşanan gerçeklik ile görünen/gösterilen gerçeklik arasındaki münasebet fotoğraf makinesiyle başlamadı. İnsanlar yaşananlar kadar hatta daha fazla görünenlerle ilgilendiler. Bir Aşk Söyleminden Parçalar’da Roland Barthes’in söylediği gibi:

“… Farz edelim ki bir tartışma yüzünden ağladım ama öteki farkında bile değil. Ağladığım görünmesin diye buğulu gözlerime siyah güneş gözlüğü taktım. Bu hareketin maksadı aslında önceden hesaplanmış: Onurlu, zorluklara göğüs geren soğukkanlı bir imajı koruyarak ötekinin merhametini uyandırmak. “Ama neyin var? Neye üzüldün?” sorusunu sordurmak. Aynı anda merhamet ve hayranlık duyulmasını istiyorum; hem çocuk hem de yetişkin olmanın avantajını arzuluyorum …” (Fragments d’un discours amoureux, 1977)

Panopticon etkisi: Bir şeyin fotoğrafını çekmek, fotoğraflanmış olan o şeyi ele geçirmektir Read the rest

Akademisyen Aforizmaları »

  • akademisyen21Sırf bir üniversiteye kayıtlı oldukları için kendilerine “akademisyen” diyen düdük makarnaları bu kurumları da kirletmekteler.
  • Tez hocaları ev taşırken öğrencilerini hamal gibi kullanıyor ve badana bile yaptırıyor. Terörden evvel bunları konuşalım.
  • Subayların ordu evindeki erlere yaptığı gibi üniversitelerdeki tez hocaları da öğrencilerini kullanıyor. Kendi çocuklarına özel ders verdiren bile var.
  • İlietişim fakültesi öğrencileri bile iletişim kurmayı bilmiyor, muhaliflerine yumurta atıyor. Üniversitelerimiz insan değil eşek yetiştiriyor.( İletişim Fakültesinde yumurta atmak)
  • Master tezi bile olamayacak müsveddelerle doktora yapılan üniversitelerimizin çoğu gerçekte bilim değil meslek öğretilen yüksek liselerdir.
  • Türkiye temel bilimlerde zayıftır ve bu sebeple icad kabiliyeti olan mühendis değil uygulama bilen teknisyen yetiştirir.
  • Elbette kendi köşesinde çalışıp ilerleyen kahraman ve özverili bilim adamlarımız var ama bunlar genelde yalnız bırakılırlar.
  • Nobel ödüllü Türklerin büyük çoğunluğunun Türkiye’den değil yurtdışındaki üniversitelerden gelmesi ne kadar düşündürücü.

Read the rest

Ölüm Korkusu Aforizmaları »

  • Bir gün 24 saat değil: 8 saatlik uyku, iş, okul, yemek, duş vs mecburi faaliyetleri sayarsanız özgürce yaşadığınız 3-4 saatiniz var sadece.
  • Eviniz uzaksa günde 2-3 saatinizi yolda harcıyorsunuz. Ailenizle olmak, kitap okumak ve ölüme hazırlanmak için günde sadece 1 saatiniz var.
  • Bir futbol maçı 1,5 saat sürüyor. Sünnetleri ve tesbihat ile bir günlük namaz ise 1 saat. Özgürlüğünüzü yaşamak için tek bir saat.
  • Her gün insanca (=özgürce) yaşamak için en fazla 4 saatimiz olmasına rağmen bu süreyi televizyon seyrederek israf etmemiz büyük kayıp.
  • TV’de “Haberleri” seyredip haber almak isterken kendi hayatımızı ıskalıyoruz. Çünkü ne kadar çok seyredersek o kadar az yaşıyoruz.
  • Bizi izlemeye devam edin.. Başbakandan tokat gibi cevap… O sanatçıdan ŞOK tepki.. Başkalarının dedikodusu dışında ne var TV’de?
  •  Evet, Türk halkının günde ortalama 4 saat TV seyretmesinin gerçek sebebi kalplerdeki ölüm korkusudur.
  •  Çünkü öleceğini unutmak isteyen insanlar başkalarının hayatlarını yaşamaya heveslidir. Pascal’ın dediği gibi “eğlence ciddî bir iştir”
  • Dikkat edin; Türk halkı birçok ülkedekinden daha hızlı ve tehlikeli araba kullanır. Neden?
  • Çünkü kurallara uymak sabır ve teslimiyet gerektirir.
  • Tıkalı trafikte insan geçen zamanı (yaklaşan ölümü) idrak eder… ve tabi  kendindeki emanetin (=ruhun) bâkî olduğununu.
  • Ama çoğu insan bu idrake hazırlıksız yakalanmıştır. Ne yani? Ben de mi öleceğim? Evet, insanlar ölür, herkes ölür ama BEN herkes değilim!
  • Bu yüzden trafikte sıkışan insan aniden bir yakını ölmüş gibi davranır: Öfke yahut aşırı konuşma: Hepsi belediyenin yahut kadınların suçudur!
  • Trafikteki insanların öfkesi, oburluğu ve aşırı gevezeliği aslında Ölüm fikrinden kaynaklanan boşluğu doldurmak içindir…

Read the rest

Fotoğraf Üzerine / Susan Sontag »

“… Savaş fotoğrafı sadece konusu olan suçu değil « görevini » yapan fotoğrafçının iğrenç tarafsızlığını da dünyaya yayıyor …” (Derin Düşünce.Org)

susan-sontag-fotograf-uzerine-2

Fotoğrafla uğraşmak, bir şeyi tecrübe etmenin, bir şeye katılmış olma görüntüsü katmanın başlıca araçlarından birisi haline gelmiştir. Bir tam sayfa reklamda, biri dışında hepsi afallamış, heyecanlı ve gergin bir şekilde bakan/ iyice birbirlerine sokulmuş ve fotoğraftan kaçma telaşındaki küçük bir grubu görürüz. Grup içinde yüzünde farklı ifade okunan biri, fotoğraf makinesini kendi gözüne tutmakta ve o haliyle kendine hâkim görünüp, handiyse gülümsemektedir. Grubun diğer mensupları edilgen açıkça telaşa kapılmış seyirciler izlenimi verirlerken, fotoğraf makinesine sahip olmak o kişiyi etkin birine, bir dikizciye dönüştürmüştür; duruma sadece o hâkimdir. Bu insanlar neye bakarlar? Bilmeyiz. Zaten bunun pek bir önemi de yoktur. Bu bir olaydır: Görmeye değer, dolayısıyla fotoğrafını çekmeye değer bir şeydir. Bir teleks makinesinden akan haberler gibi fotoğrafın alttaki koyu zeminli üçte birlik kısmında beyaz harflerle sadece altı kelimelik reklam metni okunmaktadır: .. Prag … Woodstock … Vietnam … Sapporo … London-derry … LEICA.” Boşa çıkmış umutlar, gençlik delilikleri, sömürge savaşları ve kış sporları, hepsi birbirine benzerdir -fotoğraf makinesi hepsini eşitlemiştir. Fotoğraf çekmek, dünyayla, her türlü olayın anlamım düzleyen bir kronik dikizci ilişkisi kurdurmaktadır.

Bir fotoğraf, bir olay ile bir fotoğrafçının karşılaşmasının sonucu değildir salt; fotoğraf çekmek başlı başına bir olaydır, üstelik daha da kati haklar (olup biten herhangi bir şeye karışmak, istila etmek ya da görmezlikten gelmek gibi) sağlayan bir olay. Bir duruma dair duygularımız, böylece fotoğraf makinesinin müdahaleleriyle belirtilmiş olmaktadır. Fotoğraf makinesinin her yerde bulunması, zamanın ilginç olaylardan -fotoğrafı çekilmeye değer olaylardan- meydana geldiği düşüncesine inanmayı kolaylaştırır. Bunun beraberinde getirdiği düşünce de, her olayın -eğer başlamışsa ve nasıl bir ahlaki nitelik taşırsa taşısın- sonuna kadar gitmesine izin verilmesi gerektiğidir -bu suretle başka bir şey daha, yani bir fotoğraf daha dünyaya getirilebilir durumda olacaktır. Öyle ki söz konuşu olay, her ne ise olup bittikten sonra da, çekilen resmin ona bir tür ölümsüzlük (ve önem) kalması sayesinde varlığını korumuş olur -‘sayesinde’ diyorum, zira çekilen o resim olmasaydı böyle bir ölümsüzlükten (ve önemden) söz etmemiz asla mümkün olmazdı. Orada gerçek insanlar kendilerini ya da yine kendileri gibi gerçek olan başka insanları öldürürlerken, fotoğrafçı, makinesinin arkasında durarak, başka bir dünyadan (ömrü hepimizden daha uzun olmaya aday bir görüntü-dünyasından) küçük bir kesit yaratacaktır. Read the rest

Âmâk-ı Hayal / Şehbenderzade Filibeli Ahmed Hilmi »

Âmâk-ı Hayal - Şehbenderzade Filibeli Ahmed Hilmi-2Kendi aralarında konuşuyorlardı. Sanki biz hayal türünden bir şeymişiz gibi, bu iki devletlinin bir bakışına bile hedef olmadık. Hatta arkadaşlardan birinin: “Es-Selâmü Aleyküm”ü bile havaya gitti. Sonra, arkadaşlardan her biri bir şeyle meşgul olmaya başladı. Kimi yemek pişirmekle, kimi meze hazırlamakla uğraşıyordu. Ben de hasırlının (içkinin) başına geçerek beynimi uyuşturmaya karar verdim. Tesadüf bu ya, pejmürdelerin yanına düşmüştüm. Onlar kendi aralarında konuşuyorlardı. Ben de konuşulanlara kulak misafiri oluyordum. Elli yaşlarında olanı konuşuyor, daha genç olanı dinliyordu. Bunların konuştuklarını işitince, ilk önce deli olduklarına hükmettim. Gerçekten deliydiler. Yalnız delilerin “meczup” denilen cinsinden… İşin garip tarafı, bu iki pejmürdenin konuştuğu konular, beni öteden beri meşgul eden konulardı. Yaşlı deli, genç deliye şöyle diyordu:

-Bu âlemde olan her şey benim sıfatımdır. Ben olmasaydım, hiçbir şey olmazdı. Ben “hep”im ya da “hiç”im. Ben “hiç”im ya da “hep”im. Zaten “hiç” ve “hep” aynıdır, tek şeydir. Fakat cahil insanlar aynı şeyi iki farklı isimle anıyorlar. Konuşmanın gerisini varın siz tahmin edin. Hayret içinde kaldım. İstemeden söze karıştım:

-Çok tuhaf! “Var” ile “yok” eşit olur mu? Meselâ, ben şimdi “var”ım. Fakat yarın “yok” olacağım. Bu iki durum arasında fark yok mu? dedim. Deli başını çevirdi ve kahkahayı patlattı:

-Vay! Sen “var”sın ha! Acaba “var” mısın? dedi.

Bu soruyu kendime pek çok defa sormuştum. Bu soru sığ bir bakış açısıyla ele alındığında anlamsız ve dalga geçilmeyi hak etmiş bir soru olarak görünebilir. Fakat böyle değildir. Eğer “var” isem niçin “yok” olacağım? Yok olmayacaksam, ruhum ebediyen mi kalacak?.. İşte, şüphe ejderhasının şaha kalktığı kısım, denklemin bu son kısmıydı. Ruhum ebedî kalacak mı? Ruh nedir? Bizzat kendisi, hissetme kabiliyetine sahip midir? Hüviyetini bilebilir mi? Eğer ruh diye birşey varsa, bedenden ayrıldığında nasıl bir durumda bulunacak? İşte, cevapsız bir sürü soru… Deli ilâve etti: Read the rest

Ağıt 1 »

yas-olum-agit ‘Beni sordun mu ölüm

İkiz kardeşin doğuma

Bağlayan ne çözen ne

Bu hayat denen düğümü

Kimi havyar yerken

Kimi soğan cücüğünü

Üç beş arşın beze sarar

Öyle gidersin’

Cem Karaca – Ölüm

Vatan da her şeyden çok ve fakat hepsinden az olan şey : Ölüm. Kendisini her gün metrobüs camından E-5’e bakarken, camiden çıkarken, çocuğumuzla parkta tek top çevirirken, halı saha da diagonal paslar yaparken… görüyoruz. Filmlerimizde, şarkılarımızda, dizilerimizde ise çok çok karikatürünü bulabiliyoruz. Sebebi ne ola?

Ölüm, kendinde yaşamı manalandıran özne..

Ölüm, uzaktaki bilinmeyen köy ve fakat orada…

Ölüm, bütün zevklerin, tatminlerin ve hedeflerin kifayetsiz bırakıcısı…

Ölüm, yalnızlığın çocuğu ve babası…

Ölüm, doğumdan öte doğuş… Read the rest

Fotoğraf Üzerine / Susan Sontag »

susan-sontag-fotograf-uzerine-1Aileler, fotoğraf yoluyla bütün sülalenin bir portre-tarihçesini çıkarır (aile fertlerinin birbirine bağlılığına tanıklık eden taşınabilir bir görüntüler kutusu oluşturur). Çeşitli vesilelerle çekilip aziz bir hatıra olarak saklandıkları sürece nelerin fotoğraflandığının pek bir önemi yoktur. Avrupa ve Amerika’nın sanayileşmekte olan ülkelerinde, aile kurumunun kendisinin kökten ameliyata alınmasıyla birlikte fotoğrafın da aile hayatinin bir ritüeline döndüğünü görürüz. Çekirdek aile adı verilen o klostrofobik birim çok daha büyük bir topluluğu temsil eden geniş aileden koparılıp çıkarılırken, fotoğraf da aile hayatının tehdit altındaki sürekliliğim ve süreç içinde kaybolmakta olan genişliğim hatıralaştırmaya, sembolik düzlemde yeniden oluşturmaya yaramaktadır. İşte bu hayali gizler -fotoğraflar-, dört bir yana dağılmış akrabaların sembolik varlıklarının bir nişanesidir. Bir ailenin fotoğraf albümü, genellikle geniş aileyle ilgilidir ve çoğunlukla da o geniş aileden geriye kalan tek şeydir.

Fotoğraflar, insanların gerçekdışı bir geçmişe hayallerinde sahip olmalarına imkân tanırken, kendilerini içinde güvenli hissetmedikleri bir mekânı ellerinde tutmalarına da yardımcı olur. Bu yüzden fotoğraf sanatı, modern faaliyetlerin en karakteristik olanlarından biriyle -turizmle- yan yana gelişecektir. Bu dönemde tarihte ilk defa çok sayıda insan, kısa sürelerle hep bildikleri çevrenin dışına gezmeye çıkacaklardır, işte, zevk için yapılan bu gezilere, yanında bir fotoğraf makinesi olmadan çıkmak kesinlikle doğal görülmeyecektir. Fotoğraflar, çıkılmak istenen gezinin yapıldığının, belirlenen programın uygulandığının ve arzu edilen eğlencenin yaşandığının tartışma götürmez kanıtları işlevim göreceklerdir. Fotoğraflar, ailenin, arkadaş ve dostların, komşuların bakışinın dışinda yapılan tüketimlerin sarih birer belgesidirler. Ne var ki, insanın tecrübe ettiği şeyleri gerçek kılmaya yarayan fotoğraf makinesine bağımlılık, insanların daha fazla yolculuğa çıkmalarıyla azalacak değildir. Fotoğraf çekmek, nasıl alt orta-sınıftan tatilciler Eyfel Kulesi’nin ya da Niagara Şelaleri’nin şipşak fotoğraflarını çekmeye bayılıyorlarsa, kozmopolit insanların yukarı Nil’de düzenledikleri tekne gezilerinin, ya da Çin’de geçirilen iki haftanın fotoğraf-hatıralarını biriktirmeleriyle de aynı ihtiyacı karşılarlar. Read the rest