Main Content RSS FeedÖnceki Yazılar

Tarihsel Kapitalizm / Immanuel Wallerstein »

Tarihsel-Kapitalizm-Immanuel-Wallerstein_2Tarihsel kapitalizmde işçiler gitgide daha çok proleterleşmiştir” önermesi yeni olmadığı gibi, hiçbir şaşırtıcı yanı da yoktur. Proleterleşme sürecinin üreticilere getirdiği yararlar bol bol belgelenmiştir. Şaşırtıcı olan, proleterleşmenin böylesine fazla olması değil, böylesine az olmasıdır. Tarihsel bir toplumsal sistemin en azından dört yüz yıllık varlığı sonunda bugün kapitalist dünya ekonomisinde tam olarak proleterleşmiş işçi miktarının yüzde elli olduğu bile söylenemez. Bu istatistiğin, nasıl hesaplandığına ve kimin hesaplandığına bağlı olarak değiştiğinde kuşku yoktur.

Temelde ücretli işçi olarak resmen çalışabilir durumdaki erişkin erkeklere dayalı, iktisaden etkin işgücü denen işgücüne ilişkin resmi istatistikleri kullanırsak, bugün ücretli işçi yüzdesinin akla uygun yükseklikte bir yüzde olduğunun söylendiğini görürüz (gerçi bu durumda bile, dünya düzeyinde hesaplanan fiili yüzde, çoğu kuramsal önermenin varsaydığından daha düşüktür). Oysa emeğiyle meta zincirleri bünyesinde şu ya da bu biçimde yer alan tüm insanları dikkate alırsak —böylelikle pratikte tüm erişkin kadınları, ayrıca erişkinlik öncesi ve ilk-erişkinlik sonrası yaş gruplarının çok geniş bir bölümünü (yani gençleri ve yaşlıları) hesaba kattığımızda— proleter yüzdesi keskin bir düşüş gösterir. Read the rest

Tefekkür Yahut Düşünmek »

dusunmek-tefekkur

Öztürk Ali Bayram’dan Bayram Ali Öztürk’ün kıymetli mirasına…

Bir nevi eğlence çağından geçiyoruz. Başımızı ne tarafa çevirsek hoşluk, güzellik, ‘sterilelik’, tanımlanmış estetik kıstaslarıyla kundaklanmış ayartıcılar içerisinde kırmızı halıda gibi yürüyoruz. Neredeyse ‘her yer kırmızı halı hepimiz de o yılın en iyi aktörü’-yüz gibi. Neden bu klişe metaphoru kullandım? Sebebini izah edeyim. Sinema sektörü seyretmek fiilini yaygın hale getirmiştir. Sorgulayanı var mı içimizde bilmiyorum. Ben de doğrusu bu yazıya kadar ciddi anlamda soruşturmaya tutmamıştım bahsi geçen fiili. Küçük bir sözlük taramasından sonra vardığım sonuçları paylaşayım: Read the rest

Ehliyet / Liyakat / Merit / Mérite / ليياكات »

liyakat

Ne değildir?

Ceza almadan araba kullanmaya yarayan bir kâğıt parçası değil.

Nedir?

Ehil ve lâyık olmak; fazilet.

Ehlî: Kendisi ile ünsiyet edilen, alışık, yabancı olmayan.

Lâyık: (Liyakat) muvafık, yakışan, münasib, uygun.

EHL : (Ehil) Müteallikat. Usta, mahir, muktedir ve becerikli anlamıyla ehil ve ehliyet sahibi. İşleri ehline vermemizi emreden İslâm’da önemli bir husus. Cemiyette mes’uliyet, mevki, makam ehline verilirse işler düzgün gider; herkes neticeden memnun olur. Tersi yapılır ve İslâm’a aykırı olarak ehliyet yerine eş, dost, adam kayırma, dünyevî çıkarlar ağır basarsa işler ehliyetsizlere verilir. Bu hem dünyaya hem Ahiret’e zarardır.

 

… Kaybolan kelimeler ve mânâlar üzerine okumak için…



70 kitap indirin70 kitap indirin Ulysses / James Joyce Savaş ve Cihad ve Şehadet aforizmaları Atina Anlaşması / Le Corbusier Genç Türkiye İnşa Edilirken / Ernst A. Egli Küresel ısınma aforizmaları Güçler ayrılığı Aforizmaları Kendini Savunan İnsan / Erich Fromm Hudud / Sınır / граница / Frontière / الحدودHudud / Sınır / граница / Frontière / الحدودDerin Lügat 3.0

Yeni sürümlere dair not: Eski sürümleri indirip okumuş olanların işini kolaylaştırmak için kelimelerin sırasını değiştirmiyoruz. Yani her yeni sürümde okumaya kaldığınız yerden devam edebilirsiniz.

3cü sürümle eklenen yeni terimler: Eksen Kayması, Bilgi toplumu, Zamanda Yolculuk, Ateist , Yokluk , Çağdaş, Gurbet, Kader.

İnsanlık neredeyse 4 asırdır “ilerleme” adını verdiği müthiş bir gerileme içinde. Tarihteki en kanlı savaşlar, sömürüler, soykırımlar, toplama kampları, atom bombaları, kimyasal ve biyolojik silahlar hep Batı’nın “ilerlemesiyle” yayıldı dünyaya. En korkunç barbarlıkları yapanlar hep “uygar” ülkeler.  Her şeyin fiyatını bilen ama hiçbir şeyin değerini bilmeyen bu insanlar nereden çıktı? Yoksa kelimelerimizi mi kaybettik?

Aydınlanma ile büyük bir karanlığa gömüldü Avrupa. Vatikan’ın yobazlığından kaçarken pozitivist dogmaların bataklığında kayboldu. “Yeniden doğuş” (Rönesans) hareketi sanatın ölüm fermanı oldu: Zira optik, matematik, anatomi kuralları dayatıldı sanat dünyasına. Sanat bilimselleşti, objektif ve totaliter bir kisveye büründü.

Kimse parçalamadı dünyayı “Birleşmiş” Milletler kadar. Güvenliğimiz için en büyük tehdit her barış projesine veto koyan BM “Güvenlik” Konseyi değil mi? Daimi üyesi olan 5 ülke dünyadaki silahların neredeyse tamamını üretip satıyor. “Evrensel” insan hakları bildirisi değil güneş sisteminde, sadece ABD’deki zencilerin haklarını bile korumaktan aciz. Bu kavram karmaşası içinde Aşk kelimesi cinsel münasebetle eş anlamlı oldu: ing. To make love, fr. Faire l’amour… Önce Batı, sonra bütün insanlıkakıl (reason) ile zekânın (intelligence) da aynı şey olduğunu sanmışlar. Oysa akıl iyi-kötü veya güzel-çirkin gibi ayrımı yaparken zekâ problem çözer; bir faydayı elde etmek ya da bir tehditten kurtulmak için kullanılır. Bir saniyede 100.000 insanı ve sayısız ağacı, böceği, kediyi, köpeği oldürecek olan atom bombasını yapmak zekâ ister ama onu Hiroşima üzerine atmamak için akıl gerekir.

İster Batı’yı suçlayalım, ister kendimizi, kelimelerle ilgili bir sorunumuz var: İşaret etmeleri gereken mânâların tam tersini gösterdikleri müddetçe sağlıklı düşünmeye engel oluyorlar. Çözüm ürettiğimizi sandığımız yerlerde yeni sorunlara sebep oluyoruz. Dünyayı düzeltmeye başlamak için en uygun yer lisanımız değil mi? Kayıp kelimelerin izini sürmek için yazdığımız Derin Lügat’ı ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

Kendine Ait Bir Oda / Virginia Woolf »

Kendine Ait Bir Oda - Virginia Woolf

Kadın hareketinin klasik eserlerinden biri olan Kendine Ait Bir Oda eseri, Virginia Woolf’un 1929 yılında kaleme aldığı ve onaltıncı yüzyıldan bu yana kadının toplum içerisindeki konumunun incelendiği bir kitap.

Kitap içerisinde rastladığımız ilk bulgulardan biri onaltıncı yüzyıl toplumunda kadının varlığına yönelik yapılan yorumlar. Bir kişiliğinin dahi olmadığını savunan düşünürlerin mevcut olduğunu düşünürsek, kadın burada bir anlamda var olma mücadelesi vermekte. Eğer bir erkek eşini dövüyorsa toplum nezdinde utanılacak bir şey yapmıyordur ya da bir baba kızını kendi istediği bir adamla zorla evlendirme girişiminde bulunuyorsa bu o kadar da kötü bir şey değil. Babanın kendi konumu için bildiği ve haklı olduğu bir sebebi kesinlikle var! Genel olarak böyle bir düşüncenin hâkim olduğu bir ortamda kadının ekonomik olarak nasıl bir konumda olduğunu tahmin etmek çok da zor olmasa gerek. Peki toplumda ikinci planda olan kadın neden geçimini kendisi sağlama yeteneğinden yoksun olabilir? Koruma altına alınması gereken bir varlık olarak bakıldığından, bütün haklarının temini ve korunması eşi tarafından sağlandığından,  kadının şu düşünceye sahip olması bunun nedeni olabilir : “Kazandığım her para kocamın eline geçecekse, kocam nasıl isterse öyle harcanacaksa,  para kazanmak çok ilgilendiğim bir konu değil en iyisi bu işi kocama bırakmak.”

Eğitim almaya yönelik kabiliyetinin olmadığı ve hatta beyninin daha dar bir yapıya sahip olduğuna kadar yapılan sığ yorumlara karşılık şunu düşünebiliriz: Bir cinsiyet diğer bir cinsiyet üzerinde neden egemen olmak ister? Virginia Woolf bu soruyu ayna tasavvuru üzerinden şöyle açıklıyor:

“Bütün bu yüzyıllar boyunca kadınlar, erkeği olduğundan iki kat büyük gösteren bir ayna görevi gördüler, büyülü bir aynaydı bu ve müthiş bir yansıtma gücü vardı. Böyle bir güç olmasaydı dünya hala bataklık ve balta girmemiş ormanlardan ibaret olurdu. Savaşlarda zafer kazanıldığı duyulmazdı. Hala geyiklerin iskeletleriyle kırık koyun kemiklerini birbirine sürter, çakmaktaşı verip koyun derisi ya da gelişmemiş zevkimizi hangi basit süs eşyası tatmin edecekse onu alırdık… Çar ve Kayzer ne taç giyerler, ne de tahttan inerlerdi. Uygar toplumlarda hangi işe yararlarsa yarasınlar, bütün şiddet ya da kahramanlık eylemlerinde aynalar gereklidir. İşte bu yüzden Napoleon da Mussolini de kadınların erkeklerden aşağı olduğunda bu kadar ısrarcıdırlar, eğer onlar aşağıda olmasalardı kendileri büyüyemezlerdi.”

Kendine Ait Bir Oda - Virginia Woolf-77Yani bir kadın tarafından eleştirilen erkek aynadaki görüntüsünün bozulduğunu hisseder. Bu da beraberinde bir savunma aracı olarak kadına karşı duyulan öfkenin oluşmasına neden olur. Kadının elindeki haklar alınarak, düşünmesi, sorgulaması yasaklanarak, aynadaki suretin bozulmaması sağlanır.

Aslında ayna tasavvuru toplum içerisinde bir yere sahip olma, insanlar tarafından onaylanma isteği duyan her insan için geçerli olan bir kavram. Önemli bir davete katılan insanları dışarıdan izlediğimizi düşünelim. İyi giyimlerinin altında kendilerine müthiş güvenen insanlar olsun bu kişiler. Hepsi bu ortama girdiğinde diğer bütün insanları birer ayna olarak görecektir. Kendisi konumca diğerlerinden ne kadar yüksek olursa, bu ayna o kadar büyük gösterir. Milan Kundera’nın litost kavramıyla açıkladığı bu durumun tam tersinde ise,  kişi bu ayna karşısında, kendisini daha iyi olmayan bir yerde gördüğünde sinirlenecek, gücün bir nevi refakatçisi olan öfke ile bu duruma karşılık verecektir. Burada önemli olan bir ayrıntı aslında karşı tarafın iyi olması dolayısıyla değil kişinin kendini yetersiz görmesi ile ilgili, insanın içinde var olan hırs, kazanma isteği ile açıklanan bir durum. Read the rest

Çirkin Şehir Aforizmaları »

  • homojen-mekanManeviyatı kaybediyoruz. Bugün Türkiye’nin bütün dertleri çözülse « neyi kurtardık ? neyi kazandık ? » sorusuna verilecek cevabımız yok.
  • Vatan insan içindir. Eğer insana hizmet edemiyorsan ve insan yetiştiremiyorsan vatanı kurtarsan ne olur?
  • Toplumdaki manevî sıkıntıların suçunu başbakana ve Erdoğan’a yıkan bir güruh türedi. Dünya sevgisi senin nefsanî hastalığın. CB yahut BB ne yapsın?
  • Yükselen binalar, çoğalan AVM’ler belediye başkanından önce toplumun suçudur. Böyle bir talep var. Beton seven milyonlar var.
  • Müslüman olsa bile birçok insan kendi ölümüne inanmıyor. Öleceğini kabul etmeyen insan ölümsüz olduğuna inanır ve Firavun gibi yaşar.
  • Kurumlarımız ve siyasetimiz manevî hastalıklarımızın tecessüm etmiş halidir. Başkalarının kusuruyla uğraşmaktan kendine bakamayan ne çok insan var.
  • Sadaka taşını icad eden bir cemiyet ile zengin Müslüman(?) gettosu icad eden bir cemiyet aynı biçimde yaşayabilir mi?
  • Kordoba Camii‘ni yıkıp kilise yapanlara Vci Karl’ın tepkisi: “Bilseydim izin vermezdim. Çünkü yaptığınız şey her yerde var. Ama yıktığınız şey hiç bir yerde yok”.
  • Hem güzel şehir yapamıyoruz hem de dünyadaki mimarinin tektipleşmesinden kurtulamıyoruz. İstanbul, Pekin, Londra aynı-laşıyor.
  • Başta İstanbul olmak üzere yaşadığımız her yeri çirkinleştiriyoruz çünkü ahlâkta güzellik peşinde değiliz.
  • İnançlarımız, geleneklerimiz farklı(?) olduğu halde neden Brezilya veya İsrail’deki binalardan farklı evler yapamıyoruz?
  • Mimar Sinan gibi güzel insanlar yetiştiren okullarımız yok. Mimar Sinan’ı kopyalayan yahut onun zıddı “modern” şeyler yapan mimarcıklarımız var.
  • Mimar Sinan gerçekten kimdi? Onun eserlerindeki güzelliği taşta, kubbede arayan pozitivist mimarcıklar çok cahiller.
  • Bir halvetî dervişi olan Mimar Sinan Tezkiretü’l Bünyan’da şunları yazmış yazmış:

Read the rest

Sohbet: Savaşta kazandıklarımızı neden masada kaybettik? »

petrol-savasİstanbul, Fatih’te saat 14:30’da enerji savaşları ve terör konulu yeni bir sohbet yapacağız. Katılmak isteyenler bu duyurunun altına isim, telefon ve mail adresi bırakabilirler. Yorumlar yayınlanmayacak, adresi ve saati kendilerine özel mesajla bildireceğiz.

Sohbet internet üzerinden canlı olarak bu adresten izlenebilir : ISBEK 

Konu başlıkları şöyle:

  • Osmanlı’nın unutturulan zaferleri
  • Petrol savaşları ve dünya hâkimiyeti
  • 2ci Dünya Savaşı petrol yüzünden mi çıktı?
  • Avrupa ülkelerinin ABD sömürgesi haline gelmesi
  • Büyük Ermenistan ve Büyük Kürdistan neden aynı yerde?
  • İsrail bir benzin vanası mıdır?
  • Kömürden petrole geçen dünyada demokrasinin gerilemesi
  • Çin ve Doğu Avrupa’da yeni savaş tehditleri
  • Petro-dolar sistemi

Sunum ile ilgili PDF buradan indirilebilir: demokrasi-komur-petrol v8

Devrim Aforizmaları »

  • devrimDevrim kavramı son derecede sorunlu. “Kötü” düzeni yıkıp “iyi” düzeni inşa etmek… İyi-Kötü ayrımını kim yapacak? Yıkıntıların altında kalanlar ne olacak?
  • Bütün devrimler muhafazakârdır. İran’da devrim muhafızları vardı vardı. Devrim muhafızı devrimi HıFZ edecek… Bekâret fahişesi gibi bir saçmalık!
  •  “Terreur” Fransızcadır. Fransız devriminden sonra devrimi MuHaFaZa etmek için giyotinle kafa uçurdular. Kralın 50 yılda öldürmediği adamı 1 yılda öldürdüler.
  • Kemalist devrimden sonra istiklâl mahkemeleri kuruldu, devrimi MuHaFaZa etmek için binlerce insan astılar, Dersim’i yaktılar, Trabzon’u topa tuttular.
  • Devrim / Revolution / inKıLaB halkın acziyetini sömürür. Devirmek iddiasında olduğu zalim düzenden daha zalim bir düzen kurar.
  • Devrim yapanlar rant kapılarını ele geçirince DEVR-ilen zalimden daha zalim olurlar. Normal, eski zalim biraz doymuştu, yeni rantçılar aç!
  • 1917 Rus devriminden sonra devrimi MuHaFaZa etmek için NKVD kuruldu, sonra KGB’ye dönüştü. İnsana zulmetmenin doruk noktasına ulaştılar.
  • Devrimler iddia ettikleri gibi yeni kurumlar da koymazlar ortaya. Eski kurumlar farklı adlar ve farklı sahiplerle devam eder.
  • Komünist Rusya’nın toplama kampları devrimin icadı değil çarlık döneminin mirasıydı. Fransa’da en büyük şirketler modern “baronlar” tarafından yönetilir.
  • Acı gerçek: Humeyni, Lenin ve Atatürk arasında zannettiğinizden daha fazla ortak özellik var. Bkz: Humeyni Lenin’i döver mi? Ulus devlet bölüm III

Read the rest

Bozkır Kurdu / Hermann Hesse »

Bozkirkurdu-Hermann-Hesse-205Dünyanın her yerinde olduğu gibi Bozkırkurdu’nun hayatında da bazen sıradanlık ve beklentilerle ahenkli olma hali zaman zaman saniyelik bir kopmayı yaşayıp olağanüstü olana yani mucizeye, Tanrı’nın inayetine tecelligâh olma maksadına yönelikti. Acaba bu seyrek yaşanan kısa mutluluk saatleri Bozkırkurdu’nun kötü yazgısını dengeleyip yumuşatabilir de mutlulukla mutsuzluk birbirine denk duruma gelebilir miydi, hatta az sayıdaki saatlerde yaşanan kısa süreli ama güçlü mutluluk tüm mutsuzluğu soğurup alır da Bozkırkurdu için bir artı durum ortaya çıkabilir miydi? Bu yine öyle bir soru ki, işsiz güçsüz kimseler diledikleri gibi üzerinde kafa yorabilir. Bozkırkurdu da aylaklıkla geçen boş günlerinde bu sorunun üzerinde sık sık kafa yormuştu.

Burada bir şeyi daha eklemeden geçmemek gerekiyor: Harry tipinde pek çok insan var dünyada; özellikle pek çok sanatçı, söz konusu tipe mensup kişilerin arasında yer alır. Bu tiptekilerin hepsi iki ayrı ruhu, iki ayrı insanı barındırır içinde; tanrısal ve şeytansa!, anne ve baba kanı, mutluluk ve acı çekme yeteneği, Harry’deki insan ve kurt gibi, düşmanca ve birbirine dolanmış, yan yana ve iç içe sürdürür varlığım. Ve hayli tedirgin bir hayat süren bu insanlar seyrek mutluluk anlarında bazen öylesine güçlü duygular ve dile gelmeyen güzellikler yaşar, anlık mutluluğun köpüğü kimi vakit göz kamaştırarak öylesine yükseklere fırlayıp acılar denizinin dışına taşar ki, bu kısa süre parıldayan mutluluğun köpükleri sağa sola saçılarak başkalarına dokunmadan geçemez, onları da büyüler. Read the rest

Dünyamıza Bakış / Albert Einstein »

Dunyamiza-Bakis-Albert-Einstein-aZenci Sorunu

Amerika’da, 10 seneden fazla bir süredir bulunan, sizinle yaşayan bir kimse olarak yazıyorum. Şakası olmayan bir sorun üstüne dikkatinizi çekmek niyetindeyim. Bir çok okuyucular: «Yalnız bizleri ilgilendiren ve memleketimize yeni gelmiş bir adamın dokunmaması gereken konular üstünde söz söylemeye ne hakkı var? » diye sorabilirler kendi kendilerine.

Böyle bir görüşün haklı olabileceğini sanmıyorum. Belli bir ülkede büyüyen bir kimse bir çok şeye olağan gözüyle bakar. Oysa, bu ülkeye olgun yaşta gelmiş bir kimse özel ve karakteristik olan şeylere keskin bir gözle bakabilir. Bence, bu kimse görüp duyduklarını serbestçe dile getirmelidir. Çünkü, böyle davranmakla yararlı olabilir belki.

Yeni gelen birisinin bu memlekete çarçabuk bağlanması halkta rastlanan demokrasi havasındandır. Ben burada, bu memleketin büyük ölçüde hayranlığımızı hak etmesine rağmen demokrasinin politik yapısından çok, kişiler arasındaki ilişkileri ve bunların birbirlerine karşı tutumlarını düşünüyorum.

Birleşik Amerika da, herkes kendi kişisel değerine inanmaktadır. Hiç kimse bir başka kişinin ya da sınıfın karşısında küçülmez. Büyük zenginlik farkları, hatta küçük bir azınlığın üstün gücü bile kişilerin kendilerine olan bu gürbüz güvenini ve benzerlerinin onuruna karşı duyduğu tabii saygıyı sarsamaz. Read the rest

Cesur Yeni Dünya – Aldous Huxley »

Cesur-Yeni-Dunya-Aldous-Huxley-54

Toplumsal istikrarın en önemli araçlarından biri. Tektip gruplarda standart erkek ve kadınlar. Küçük bir fabrikanın tüm çalışanları bokanovskileştirilmiş tek bir yumurtanın ürünleri olabilir.

“Doksanaltı tek tip makinede çalışan doksanaltı tek yumurta ikizi!” Sesi coşkudan neredeyse titriyordu.

“Tarih boyunca ilk kez nerede olduğunu anlayabiliyorsun.” Gezegensel slogandan alıntıyla, “Cemaat, Özdeşlik, İstikrar” dedi. Muhteşem sözcükler. “Sonsuz bir biçimde bokanovskileştirebilseydik, bütün sorun çözülürdü.” Standart Gamalar, değişmez Deltalar, tek tip Epsilonlar sorunu çözerdi. Milyonlarca tek yumurta ikizi. Seri üretim prensibi sonunda biyolojiye uyarlanabilirdi.

“Fakat, heyhat,” diye Müdür kafasını salladı, “sonsuz sayıda bokanovskileştiremiyoruz.”

Doksanaltı üst sınırdı; yetmişiki ise iyi bir ortalama. Aynı yumurtalık ve aynı erkeğin gametlerinden mümkün olduğunca fazla sayıda tek yumurta ikizi üretmek -yapabileceklerinin en iyisi (ikinci en iyi olmakla birlikte) buydu. Bu kadarı bile zordu.

“Çünkü doğada ikiyüz yumurtanın olgunluğa ulaşması otuzyıl sürer. Ama bizim işimiz şu anda nüfusu sabitleştirmektir, burada, bu anda. Bir çeyrek yüzyıl zarfında damla damla ikiz üretmek ne gibi bir fayda sağlar ki?”

Hiçbir faydası olmayacağı açıktı. Fakat Podsnap tekniği, olgunlaşma sürecini büyük ölçüde hızlandırmıştı. İki yıl içinde en azından yüzelli olgun yumurtayı garantileyebiliyorlardı. Dölle ve bokanovskileştir -diğer bir deyişle, yetmişiki ile çarp- bu da ortalama olarak yüzelli tek yumurta ikizi grubundan yaklaşık onbirbin erkek ya da kız kardeş üretebilmek demekti, tümü aynı çağda, sadece iki yıl içinde gerçekleşiyordu. Read the rest