Main Content RSS FeedÖnceki Yazılar

Başörtüsü Yasaklarından Bize Kalan »

Yazı yazan bir insanın en büyük şansı insanların ne düşüneceğini düşünmeden özgürce yazabilmekmiş. Sanırım ben son günlerde en azından başörtüsü konusunda yazarken bu şansımı yitirdim. Her şeyden önce bir insanın kendi mağduriyetleri üzerine konuşması yeterince zor zaten. Bir de beni bu konuda iyice söz söyleyemez konuşamaz hale getiren ben dahil bu konuda yazan bir şeyler söyleyen insanların kendilerini anlamaya hiç niyetli olmayan belki de konuşmasını istemeyen insanlar tarafından sıklıkla ajitasyon yapmakla, duygu sömürüsü ile veya arabesk edebiyatıyla suçlanması oldu. Üstüne bir de Allah versin AKP çözsün tavrı… 

Ama bu yasak sürüyor. Bütün saçmalığı ve zalimliği ile capcanlı, küstahça karşımızda. Bir halkın kadınlarının belki yarısından fazlasının hayat tarzını hiçe sayan, toplum hayatından dışlayan, en doğal haklarına set çeken, her şeyden öte onurunu ayaklar altına alan bu gayri ahlaki durum sürdüğü sürece susmak kendi egomuzu öne çıkarmak gibi bir lüksümüz olmamalı. Zor da olsa yazmalı…  Read the rest

Tutuklu çocukların aileleri adına »

26 Haziran 2009

Değerli basın mensupları:
 
Türkiye B.M. Çocuk Hakları Sözleşmesini kabul etmiş ve 1995’de yürürlüğe koymuş bir ülke olmasına rağmen; çocuklara yönelik ihlaller artarak devam ediyor. Çocuklarımız bir etkinliğe katıldıklarından, zafer işareti yaptıklarından veya polise taş attıklarından dolayı cezaevlerinde yaşları kadar cezalara mahkum ediliyorlar. Hapse atılıp dört duvar arasında çürümeye terk ediliyorlar.  Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 2007’deki tarihi kararı ile çocuklarımıza çeyrek yüzyıl ceza verilmeye başlandı. Read the rest

Acaba şimdi ne olacak? »

”Konuşmak ile susmak arasında kaldığım kısa zamanlarım vardır benim.Göz açıp kapayıncaya kadar kısa süren bu anların sonunda kararım yine hızla verilir ya konuşur ya da susarım.Bu an o anlardan biri değil saatlerdir yazmak ile yazmamak arasında gidip geliyorum.Şimdi susmak ya da konuşmak arasında geçen kararsızlığım susuz kalmış bir kardelen’ ile vicdanlı bir yürek arasında sıkışıp kalıyor.Hiç sonu gelmeyecek gibi duran bir araf sürecinden,vicdanlı yüreğimi heybeme alıp,yapraklarımı solduranların ‘Ne oldu?Neden susuyorsunuz?’etkileriyle çıkıyorum,yine onların etkileriyle alıyorum kalemi elime.Çok itina ediyorum yazarken susuz bir ‘kardelen’ yüreğinden değil de vicdansızlıktan vicdan öğrenmiş bir yürekle yazabilmeye…”

  Bazen bildiklerini bazen hissettiklerini yazan Read the rest

Ayy bu yazınız çok uzun, hiç vaktim yok! »

Bazen iletişim kutusundan yazıların uzunluğu ile ilgili şikâyet geliyor:

« Ayy bu son yazınız çok uzun, vallahi sonuna kadar okuyamadım. »

 Bazen de detaylı bilgi isteyen genç bir arkadaşa kitap tavsiye ediyorum, yanıt ilginç:

 

  • – Ben okumayı sevmem, o kadar vaktim yok, tartışmak için gelmiştim sitenize…
  • – Sayın X, Türkiye’yi seviyor musunuz?
  • – Evet, elbette.
  • – Bir savaşa girsek ölmeye hazır mısınız?
  • – Tabi, hem de seve seve şehit olurum.
  • – Türkiye’nin tarihini, sorunlarını anlamak için bir haftanız yok ama ülkenize hediye edecek bir ömrünüz mü var?
  • – …
  • – Darbe planları yapan üniformalı eşkıyaların emrinde, hiç bir şey anlamadan ölerek şehit olmak mümkün mü? Peygamberimiz (S.A.V) bu kan, soy yolundaki ölüme “cahiliye ölümü” demiş. Biliyor muydunuz?

 10 sayfalık uzun bir makalenin okunması yaklaşık 40 dakika sürüyor. Konuya yabancı ise bir okuyucu veya referanslara, Read the rest

Öteki Kızın Türküsü »

Size özgürlük,  bize anayasa mahkemesinin yolları,
Size iş,aş,eğitim bize pop sosyolog zırvaları,
Size ikbal rüzgarları, bize hakim kararı ile hakaret görme hukukturmacaları
Size ihale telaşı,stresi bize derviş sabrı, sukuneti
 
Yormayın kafanızı biz öyle bir köşede yaşar gideriz!
 
 
Oyun bozanlık, ağızların tadını kaçırmak ne haddimize.
Bir otuz yıl bekledik nasıl olsa bir 130 yıl daha bekleriz.
Aklımıza bile gelmez mahallerinize girmek,
Haşa değil ki bastırmak,
Kamusal alanların kutsallığına Read the rest

Regaib Kandili Duası »

Euzü billahi mine’ş-şeytani’r-racîm, Bismillahi’r-rahmani’r-rahîm 
 Güzeller güzeli rabbimiz!  

Sana sonsuz hamd ü senalar olsun.  
 
Sevgili Peygamberimiz Hazreti Muhammed Mustafa’ya sonsuz salât ü selam olsun.  

 İçinde bulunduğumuz şu mübarek Regaib Kandili münasebetiyle bu gecenin senin katındaki kutsiliğini de vesile edinerek dergâh-ı ilahînin önünde ellerimizi açıp yalvarıyoruz: 

 Bizi üniformalı eşkıyaların elinden kurtar. Ülkemizi her an kendi ordusu tarafından işgal edilme korkusuyla yaşamaktan kurtar. Bu eşkıyalara her türlü maddî ve fikrî desteği veren gaflet içindeki insan kardeşlerimizin vicdanını uyandır.

 Anayasa Mahkemesi’ni, askerî yargıyı Read the rest

Ya bu ordu adam olmazsa? »

(Taraf Gazetesi HerTaraf sayfası, 21 Haziran 2009)

 Geçenlerde yolumuz Liechtenstein’a düştü. (Biliyorsunuz öyle bir ülke var.) Fırsattan istifade birkaç kitap da okudum, Liechtenstein Tarihi, Anayasa tartışmaları ve yeni anayasa süreci, prens ailesinin şeceresi, vs. Notlarımı sizinle paylaşayım dedim.

Onbir köy, sağlam banka

 Ülke nüfusu yirmibeşbin, bizim Selçuk kadar. Ama yüzyıllardan beri bağımsız, egemen, tam teşekküllü bir devlet. Şimdiki prensin ceddi bundan 300 yıl önce Türk harplerinde iyi para kazanmış. Ne olur ne olmaz, bir gün lazım olur diye ufak bir prenslik satın almış. Napolyon harpleri sırasında da şık birkaç hamleyle bağımsızlıklarını tescil ettirmişler. Başkent Read the rest

Davacıyım Ey İnsanlık!… »

Hrant Dink

 Aldılar bir sabah biz 13 çocuğu… Gedikpaşa’dan yürüyerek Sirkeci’ye… Oradan vapurla Haydarpaşa’ya… Haydarpaşa’dan trenle Tuzla İstasyonu’na… İstasyondan da bir saat yürüyerek, göl ile denizi kenarlayan geniş ve uçsuz bucaksız düz bir araziye götürdüler. O zamanın Tuzla’sı bugünkü gibi zenginlerin ve bürokratların villalarıyla dolu bir mekân değil… İnce kumlu, bakir bir deniz kenarı ve denizden kopma bir göl parçası… Uçsuz bucaksız arazide bir iki ev, tek tük incir ve zeytin ağaçları ve hendek kenarlarına serpilmiş dikenli böğürtlen çalıları…

Bir de bizim kurduğumuz Kızılay çadırları…

8 ila 12 yaş arası biz 13 çelimsiz için yazları Gedikpaşa Yetimhanesi’nin beton bahçesine mahkum olma sona ermişti…

Ailelerimizi, yakınlarımızı ancak geceleri uzaklarda, parlayıp sönen kent ışıklarını izlerken anımsıyorduk. Yere düşmüş ve üst üste yığılmış yaşlı yıldızlara benzetiyorduk kent ışıklarını. Read the rest

Çift Yarık Deneyi – Dr. Quantum »

Hepimiz Filistinli mi olacağız, yoksa İsrail mi olduk? »

İçim öfke dolu… Yazı adabını falan bir kenara bırakıp, sadece öfkemi boşaltmak istiyor canım bu günlerde…

Taş taş üstünde kalmayan Gazze’de yerde yatan ölü bebek bedenlerini gördükçe, annelerine, babalarına, kafes gibi bir Gazze’de bile olsa tozlu sokaklarda oyunlarına daha doyamadan ölecek çocukları düşündükçe, çaresizliğimi, çaresizliğimizi; Filistin halkıyla dayanışmak, İsrail’in terörünü lanetlemek için katıldığımız imza ve yardım kampanyalarının, sokaklarda ve meydanlarda telin haykırışlarımızın acziyetini gördükçe, koskoca bir yanan ateş ve enerji topuna dönüşmek ve yok olmak; yok olurken de yok etmek istiyorum insanın insana gazabını yaşatan o insan müsveddelerini…

Bir avuç toprak parçası üzerinde, açlık ve yoksulluk içinde kapana kısılmış gibi yaşayan -ne yaşaması!- sadece hayatta kalmak için direnen bir avuç insana, o masum çocuklara nasıl kalkan olunabilir? O insanlara bütün kibir ve güçleriyle vuranlar nasıl engellenir?

Engelliyemiyoruz! Ve öfke ve nefret kaplıyor içimizi…

Yazmak anlamsızlaşıyor; Yazmak ne kelime, konuşmak anlamını kaybediyor… Sadece nefretimizi haykırıyoruz… Ama istedikleri tam da bu… Çünkü “gel gel” yapıyorlar… Ölüme, ölümün diline çağırıyorlar bizi… Ve biz gidiyoruz onların çağırdığı felaket diline…

O şiddet dili bir anafor gibi içine çekiyor bizi, dünyayı dolaşıyor, sokaklarımıza, evlerimize, ta içlerimize siniyor… Kırılganlaşıyoruz, korkuyoruz ve o dilin esiri haline geliyoruz. Read the rest