Main Content RSS FeedÖnceki Yazılar

Fizikçilerin Zaman’ı »

“Mümkün olsa, Zaman’da yolculuk iki farklı Zaman’ın varlığını zorunlu kılar: “Üzerinde” seyahat edilen, dış Zaman ve yolcunun zamanı, iç Zaman…Fizikçiler için ortak ve evrensel bir zaman kavramı (şimdilik) yok

Sunuş: Etienne Klein 1958 doğumlu bir Fransız fizikçisi. Ayrıca Bilim Felsefesi üzerine doktora yapmış. Enerji, savunma ve bilgi teknolojileri alanında araştırma yapan CEA adlı kamu kurumunda araştırma müdürü. Şu an nanoteknoloji, lazerler, Güneş, nötronlar üzerine çalışmalar yapan Madde/Malzeme Bilimleri Laboratuarı LARSIM‘i yönetiyor. CERN’deki parçacık hızlandırıcının tasarımına katkıda bulunmuş. Kuantum fiziği ve parçacık fiziği dersleri vermiş. (Kendisini tanımak için buradan videolar izlenebilir). Okuyacağınız bu makale Klein’in üniversite derslerinden ve halka açık konferanslarından derlenmiş notların dilimize çevirisidir.”Çevirenin  Notu” mânâsında ç.n. ifadesi koydum ve açıklamalar yaptım. Dilimizde olmayan bazı vurguları ifade etmek için büyük harf ve koyu yazı( bold) kullandım.

Fransızca kullanan okurlarımız Fizik’te Zaman kavramı üzerine verilmiş şu konferansı da izleyebilirler:

Bölümler: 1, 2, 3, 4.

Fizikçilerin Zaman’ı (Etienne Klein, çeviren: Mehmet Yılmaz)

Tanıdık görünüşüne rağmen Zaman kavramı bir sürü çelişkinin, fikrî çıkmaz sokağın kaynağıdır ve bu çelişkiler biz Zaman’ı anlamaya çalıştıkça artar adeta. Aziz Agustinus’tan beri bilinen ilk açmaz “zaman” kelimesinin ifade etmesi geren şey hakkında hiç bir şey söyleMEmesidir. İlk bakışta “zaman” kelimesi bilinebilecek bir nesneyi ve dumanı üstünde bir tecrübeyi anlatır. Ama içeriğini kavramak, ihata etmek istediğinizde ellerinizin arasından kayıp gider, sisler içinde kaybolur. Elbette Zaman’ı tarif etmeye çalışabiliriz: Read the rest

YAKINDA: 12 Eylül’de deniz donabilir, darbeciler yargılanabilir »

Bir iki gün içinde yazarlarımızdan Cemile Bayraktar tarafından hazırlanan harika bir dosya yayınlayacağız: “Yıldönümünde, Röportajlarla, Referandum Gölgesinde, 12 Eylül Darbesi”. 12 Eylül sürecini yaşamış, biri solcu, biri islamcı ve diğeri ülkücü, üç insanın gözüyle hem 12 Eylül 1980 darbesini hem de yakında yapılacak referandumu ele alacağız.

Biz insanlar geçmişe bakarak geleceği tahmin edebileceğimizi sanırız. Çünkü kısacık hayatımızda benzer sebepler benzer sonuçlar doğurmuştur. Sadece bilimde değil siyasette de hep bu sebep-sonuç zincirlerine bakarak yaşarız.Bir türlü halledilemeyen sorunlar karşısında  “Burası Türkiye, ne yaparsın? Böyle gelmiş böyle gider” deriz.

Oysa tarihte öyle günler vardır ki insan aklına haddini bildirir, tevazuya davet eder. Meselâ bir süvari birliğinin kıyıdan 80 km açıkta demirlemiş savaş gemilerini esir aldığı o 19 ocak Read the rest

Tayyip Erdoğan’dan Sonra Kim Başbakan Olacak? »

“Kaos, benim dostumdur…”

Bob Dylan

 

Okan KEMAL

 

Türkiye önümüzdeki yıllarda ya da dönemde henüz tartışmaya bile başlamadığı bir konuyu tartışacak: Artık ismi marka haline gelen Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’dan (bu yazıda bunda sonra marka ismiyle RTE olarak anılacaktır) sonra kim AKP’nin lideri ve Başbakan olacak? RTE’nin bir konuşmasında “2011’den sonra yokum” şeklindeki ifadesi ve taahhüdü şayet gerçekleşirse, bundan sonra durum ne olacak? İşte henüz sorulmamış; ama yakında sorulacak sorular bunlar.

 Esas itibariyle, AKP’nin Tüzüğünde bir milletvekilinin ancak Read the rest

Bir Ayrımcılık Aracı Olarak Başörtüsü Yasağı »

Halkın birbiri üzerinde iktidar kurmaya çalışmadığı, ben nasıl muktedir olurum yerine iktidarı nasıl paylaşabiliriz’in cevabının arandığı bir toplum için ayrımcılığa aracı olan unsurları farklılık değil, zenginlik olarak görmemiz şart. Aksi halde, birisini farklı olmakla toplumdan ayrı tuttuğumuz zamanın hemen ertesinde başka bir konuda da biz çoğunlukla ayrı düşüp, kendimizi dışlanmış bulabiliriz. Birbirimiz üzerinde kurduğumuz iktidarları yıkmak için hak ve özgürlük kavramlarına biraz daha Read the rest

Ulusal bir angarya: Zorunlu askerlik »

“… O da bir emekli asker. Onun da ismi bende saklı. İşte ikinci mektup:

“Zorunlu askerlik, militarizmin temeli…” başlıklı yazınızı her günki gibi büyük bir zevkle okudum. Aslında yazınızın başlığı “Zorunlu askerlik militarizmin zaferi” olsaydı daha iyi olurdu. Elinize sağlık. Ben emekli bir askerim. Türkiye’de artık Türk Silahlı Kuvvetleri gerçeğinin su yüzüne çıkmasına çok seviniyorum. Türkiye’de yaklaşık 185 bin er tamamen posta, kuaför, berber, görevli gibi isimler adı altında sadece ordudaki subaylara ve ailelerine hizmet veriyor. Ayrıca 32 bin asker de koruma adı altında yine kişilere hizmet veriyor. 14 bin asker de lojmanlara hizmet veriyor. TSK ‘nın kendini milletin bağrında gibi gösterip, milletten uzakta, sivillerden tam bağımsız kendi lojmanı kendi mahkemesi, kendi hastanesi ve kendi hegomanyası içinde bulunması ve bütün bunları disiplin gerekçesiyle kamufle etmeye çalışması gerçekten çok üzücü ve düşündürücüdür…” Read the rest

Gözden kaçmasın: Tasavvuf Nedir? »

ilginç bir site: http://umutrehberi.wordpress.com/

Ya Hayır Çıkarsa; Cui Bono? »

Haftada bir gün, bir gurup arkadaşımla toplanıp belirlediğimiz bir konu üzerinde okuduklarımızı paylaşırız. Anlatıcısı olduğum bu gurupla ilk önce, bir hafta önce konuştuklarımıza dönüp bir hafıza tazelemesi yapmayı gerekli bulurum. Bu yazıda da öyle yapayım.

Hepimizin ülkesi olduğu halde, belirli bir zümrenin ülkesiymiş gibi yaşatılmış bir ülkenin ötekisi olarak; geçtiğimiz haftalara, aylara, yıllara bakmak bu günün günceline adapte olmak için önemlidir. Türkiye maalesef darbelerin yönetimde pay sahibi olduğu, bununla kalmayıp darbelerin neredeyse teminatını sağlayan anayasalar ile Read the rest

EYVALLAHSIZ ÇINAR »

Bugün onu da toprağa verdik. Birkaç saat önce mezarlıktaydık. Yavaşça indirdiler kabrine. Bedeni küçücük kalmıştı zaten. Tek tek tahtalar uzatıldı. Tek tek kapattılar tahtaları üstüne. Son kürek toprak da atıldığında mezara devasa bir çizgi üzerinde 75 yıllık bir nokta daha öylece sona ermişti işte. Ağır ağır bıraktık bedenini orada. Mezar tekbirlerle kapandığında fotoğraf da solmaya başlamıştı sanki. Helva dağıtılacak, akşam kur’an okunacak, çocukların yanına dönmek lazım. Hayat olanca sesiyle çağırıyor hepimizi. Düşüncelerimi merhumun hatıraları yerine yaz orucunun susuzluğu kaplamaya başladı bile. Sonra susuzluk sona erince tekrar hatırlayacağım. Sonra gitgide daha az. Sonra aile bir araya geldiğinde gözlerimizdeki mahçup yaşları saklamaya çalışacağız.. Sonra gitgide daha az. Gitgide bayramlarda bir iki hatıra ile yad edeceğiz. O kadar.

 Birkaç saat önce mezarlıkta tek tek kabirlere bakıyordum. Kayseri eşrafından Hüseyin bey. Merhume Fatma hanım ruhuna el Fatiha…Mezara sıra ile toprak atarken sevenleri, mis gibi kokmuştu toprak. Sonra dedemin mezar taşına Read the rest

İlker Başbuğ’a şeref madalyası verildi sonunda… »

… Bu makale ilginizi çektiyse…

Hiç bir yeri işgal edemeyen ordular kendi ülkelerini işgal ederler. Çünkü bir ordunun ayakta durması için insan emeği ve maddî destek gereklidir. Normal bir ordu kaynaklarını emrinde olduğu milletten sağlar… Efendisi olan bu milletin gönüllü katkısıyla silah alır, asker toplar, YABANCI DÜŞMANLA savaşır.

Normal ordular efendilerini yani milleti, o milletin vatanını korurlar ya da ganimet getirebilecekleri ülkeleri işgal ederler. Yine efendilerinin emri ve izniyle yaparlar bunu.

Anormal ordular ise üniformalı eşkıyalardır. Disiplinsiz olduklarından YABANCI DÜŞMAN ile savaşamazlar. Kolayca yenebilecekleri İÇ DÜŞMANLAR uydururlar ve bu bahane ile kendi ülkelerini işgal ederler. Başbakan asarlar. Milletvekillerini hapse atarlar. Korumakla yükümlü oldukları halkı işkenceler altında inletirler. Üniformalı eşkiyalar ülkenin zenginliklerini tüketirler, geleceğini mahvederler.

Kendisini ülkenin sahibi zanneden üniformalı eşkıyaların hakim olduğu ülkeler yabancı orduların işgali altında gibidir. İşgalciler kimseye hesap vermezler. Halkın isyan etmesine engel olmak için “etrafımız düşmanla çevrili” diyerek  KORKU PROPAGANDASI yaparlar.

Eleştirilerden uzak kalmak için farklı inançlardan ve kültürlerden olan insanların birbirine düşman olması da bu eşkiyaların işine gelir. Bu sebeple terörü destekleyebilir hatta teröristlere silah ve para yardımında bulunabilirler.

Okuyacağınız kitap kendi ülkesini işgal etmiş bir ordunun kısa tarihidir. Buradan indirebilirsiniz.

Counterinsurgency Field Manual / İsyan Bastırma Teknikleri »

isyan-bastirma

Neden bu kitap? Terör hakkında yazılmış binlerce kitap varken neden bu?

Bir kaç sebebi var. Birincisi “Counterinsurgency Field Manual” terör konusunda okuduğum en “teknik” ve en “soğuk” kitap. Bu soğukluğa, bu tekniğe ihtiyacımız var zira Türkiye’de basılan kitaplar ister istemez resmî ideolojinin gölgesinde. Batı ülkelerinde basılan kitaplar ise terör deyince genellikle İslâmcı(!) terörü anlıyorlar. El-Kaide vs derken konunun özü güme gidiyor. Bask, Kuzey İrlanda bölgelerdeki ayrılıkçı terörü de sağlıklı biçimde analiz etmek kolay değil zira konuyu en iyi bilenler ister istemez “içeriden” insanlar. Tarafsız kalamıyorlar. Ahlâkî zeminde bir tartışma başlıyor: Terör mü yoksa bağımsızlık savaşı mı? Hayatı tehlikede olan bir azınlık meşru müdafa yapamaz mı? Birleşmiş Milletler kriterleri, insan hakları beyannamesi derken siyasî kaygılar, yazarın tutkuları, korkuları, düş kırıklıkları yansıyor yazdıklarına.

İsyan Bastırma Teknikleri

PKK… Ters giden nedir? Bundan sonra nereye?” isimli makalede kısaca bahsetmiştim bu kitaptan. Counterinsurgency Field Manual ‘ın 2006 baskısı var elimde. Ama Acrobat/PDF şeklinde internetten de indirilebilir. Kitabın övgüye değer bulduğumuz yanı yani soğuk ve teknik bir biçimde terör ile arasına mesafe koyabilmesi bir “manual” yani el kitabı olmasından kaynaklanıyor. Kitabın muhatabı sağcı, solcu, Kürt veya İslâmcı değil. Amerikan ordusunda görev yapan ve bir şekilde gayrı nizamî harp ile karşı karşıya kalan hemen herkesi ilgilendiriyor konu. Ama önce bir kaç anahtar kelimeye açıklık getirelim.

Son zamanlarda eski genel kurmay başkanımız İlker Başbuğ tarafından yanlış olarak (propagandanın eş anlamlısı şeklinde) kullanılan bir terim var, “asimetrik savaş“. Bu terim esasında “gayrı nizamî harp” teriminin karşılığı. Yani düzenli iki ordunun, üniforması, bayrağı, binaları vs belli olan iki silahlı gücün savaşması “nizamî”; bunun tersi gayrı nizamî. Ne demek? Asimetrik savaşta:

  • 1) Savaşın başlangıç tarihi belli değil,
  • 2) Savaşanlar gündüz çoban, gece terörist,
  • 3) Bölge halkı düzenli ordunun ve devletin baskısı ile terör örgütü arasında eziliyor,
  • 4) Bölgede paralel bir ekonomi oluşmuş ve teröristleri besliyor,
  • 5) Terör örgütüne yardım eden komşu ülkeler ile resmen savaş hali yok. Diplomasi ve ticaret devam ediyor.

Balyozla sinek öldürmek

Bütün bu ögeler geleneksel savaş yöntemlerini etkisiz kılıyor ve asimetrik savaşa uygun yöntemleri gerektiriyor. Ülkemizdeki terörle mücadele dili, terimler ve kavramlar da bu çerçevede ele alınmalı elbette. Zira:

PKK hakkında düşünmek ve konuşmak kolay değil
Bir konuda insanların konuşarak çözüm arayabilmesi için anahtar kavramlara aynı adları vermiş olmaları yani ortak bir dile sahip olmaları gerek. Biz de öncelikle kelimelerin içinin neyle doldurulduğuna bakalım. Türk basını, güvenlik güçleri, yabancı basın ve PKK ‘nın kendisi aynı kavramlar için aynı kelimeleri kullanmıyor.
Terörist, bölücü hareket, gerilla, ayaklanma, bağımsızlık savaşçısı, direnişçi, şehit. Bu kelimelerin bazısı dünya tarihindeki hatta dinimizdeki “haklı” mücadeleleri çağrıştırdığı için PKK’nın eylemlerine de retorik bir meşruiyet kazandırıyor. Gerilla bunlardan biri. PKK silahlı mensupları için bu kelimeyi kullanmayı tercih ediyor.

Gerilla aslında İspanyolca guerra (=savaş) kelimesinin küçültülmüşü, bir tür “savaşçık”. Napoleon’a karşı mücadele eden İspanyol direnişi sırasında ortaya çıkmış. Doğrudan çeviri yaparak Amerikan ve İngiliz kaynakları da bu kavrama “small war” (küçük savaş) diyorlar sıklıkla. Anglo-Saxon kaynaklarda yakın anlamda kullanılan bir başka terim ise insurgency – counterinsurgency (isyan ve karşı isyan).

Aslında gerilla kelimesinin işaret ettiği önemli bir teknik bilgi var o da orantısız güçlerde karşıya gelmiş iki silahlı grup. Bu olduğu zaman zayıf olanın tek çaresi saklanmak ve vur-kaç taktiği ile büyük orduyu taciz etmek. Büyük ordu genellikle sırtını bir devlete dayadığı için küçük olanı “terörist” ilân ediyor. Küçük olan ise “ezilen-mazlum” kimliğini seve seve kabul ederek “dev bir orduya kafa tutan bir avuç kahraman” rolüne bürünüyor.“(PKK… Ters giden nedir? Bundan sonra nereye?)

Counterinsurgency Field Manual işte bu kavramlara ile arasına gerekli mesafeyi koyabilmiş nadir eserlerden. Başlığından itibaren “isyan” bastırmayı hedef alan bir doktrin sunuluyor. Elbette Amerikan ordusunun giriştiği harekâtların isyan bastırmak değil düpedüz işgal olduğu söylenebilir. Örneğin Irak’taki durumda elbette direnişçilere “isyancı” veya “terörist” denemez. Ama yazının başından beri belli ettiğimiz gibi bu makaledeki amacımız teknik bir analiz, zaten aşikâr olanı ahlâken sorgulamak değil.

Bu bağlamda gerek Irak’ta gerekse Türkiye’deki terörle mücadele sürecinde düzenli bir ordu var. Orduya hükmettiği varsayılan bir devlet ile bütçesi, komutanı, üsleri, tankları ve toplarıyla silahlı bir güç. Karşısında neredeyse görünmez bir ordu: Sivil giysiler içinde dolaşan, hatta maaşlı olarak şu veya bu kurumda çalışan ama zaman zaman isyan/terör/direniş hareketinde rol alan insanlar.

Bir başka ortak yön ise doğrudan savaşan terörist/direnişçi sayısından çok daha fazla gözcü, yiyecek vb sağlayan yada en azından “susan, göz yuman” bir grup insan bulunması.

Böyle bir savaşta düzenli ordu balyozla sinek öldürmeye çalışan birine benzer:

“Teröre karşı düzenli birlikleri kullanmak son derece hatalıdır, çünkü ordular terörle mücadeleye göre dizayn edilmemişlerdir. Eğer terör örgütleri ülkeyi rahatsız eden bir sivrisinekse, ordular bir ‘balyoz’a benzer. Balyozunuz ne kadar ağır olursa ‘sivrisinek’i yakalamak o kadar zor olacaktır. Sinek bir yere konacak, siz hızla balyozu kaldırıp duvara indireceksiniz. Bir süre sonra bakacaksınız ki sivrisinek uçmaya devam ediyor, fakat duvarlar yıkık dökük olmuş. Üstelik sizde sivrisinek kovalayacak, yani terörle mücadele edilecek hal kalmamış. Onca ağır bir nesneyi kaldırıp indirdiğiniz için incinen, kırılan, ya da çıkan uzuvlarınız da cabası. Bu nedenle terör örgütleri orduların terörle mücadelenin içinde olmasına bayılırlar. Tam da istedikleri şeydir. Tam da dişlerine göre bir hedeftir. Havada sallanan balyozun tepelerine inme olasılığı sıfıra yakındır. Onlar balyozu değil, onu tutan eli ısırırlar. Balyozu tutan el sinirlendikçe daha bir sert saldırmaya, kendisini perişan etmeye başlar. Oysa sivrisineğe karşı doğru mücadele aracı balyoz değil, sinekliktir, sinek kovucu tablettir veya sinek ilacıdır. Bunlar hem daha hafiftir, hem de daha esnek. Eli yormaz, çevreye zararı daha azdır.” (PKK… Ters giden nedir? Bundan sonra nereye?)

Peki çare nedir?

Sadece Counterinsurgency Field Manual yazılırken değil bütün Amerikan savaş nazariyesi oluşurken etkisi büyük olmuş bir Fransız subayından bahsetmeliyiz önce: David Galula (1919-1967). Başta Cezayir’in bağımsızlık savaşı olmak üzere Fransız ordusunun girdiği bir çok asimetrik savaşta rol almış bir subaydır Galula. Ancak diğer askerlerden farklı olarak terör/isyan/direniş ordularıyla yaşadığı tecrübelerini kitaplaştırmıştır. Bildiğim kadarıyla makale ve kitaplardan oluşan orijinal metinlerin çoğu İngilizcedir. En önemlileri:

  • Pacification in Algeria (İngilizce),
  • Classics of the Counterinsurgency Era(İngilizce),
  • Contre-insurrection : Théorie et pratique(Fransızca),

Gerçekten de İngiliz ve Amerikan ordularının komuta kademeleri Fransa’da neredeyse hiç tanınmayan bu Fransızı el üstünde tutarlar hâlâ. Meselâ Irak ve Afganistan’daki Amerikan işgal kuvvetlerinin komutanlarından David Petraeus “O isyan bastırma stratejilerinin Clausewitz’idir” demiştir David Galula için.

Evet, “çare nedir?” diye sorarak başladık bu bölüme. Çare en başta ağir merkezî emir-komuta zinciri yerine esnek, bireysel inisyatife dayalı komuta mekanizması koyabilmektir. Tıpkı 19cu yüzyıl devletlerinin ağır bürokratik yapıları gibi o dönemde son şeklini alan düzenli ordular da esnek değildir ve 21ci yüzyılın asimetrik savaşları karşısında çaresizdirler. Peki bu esnek yapı nasıl kurulabilir? Counterinsurgency Field Manual sayfalarında David Galula’dan yapılmış bir alıntıyla cevap verelim:

“Eğer bir organizasyonu oluşturan insanlar aynı zihin yapısına sahip iseler ve eğer her birim aynı karar-davranış kalıbına [orijinal metinde “pattern”] göre hareket ederse mesele çözülmüş demektir. Tutarlı, herkesçe kabul görmüş ve iyi anlaşılmış bir doktrin de bunu amaçlamaz mı zaten? Doktrin dediğimiz şey bütün çabaların aynı yönde yoğunlaştırılması meselesine uygulama bazında verilmiş bir cevaptır”

Türkiye’nin uzun süre terörü yenmesini engelleyen neydi? Uzun seneler boyunca Kürt Politikası üretmede tek merkez olan Genel Kurmay, askerî harekâtları bir araç değil bir amaç olarak görüyordu.  Oysa sivil güçler ordunun hizmetinde değil ordu sivil güçlerin hizmetinde olmalı değil mi? Yine Counterinsurgency Field Manual sayfalarında David Galula’dan yapılmış bir alıntıyla son noktayı koyalım:

Temel düşünce şudur ki; askerî harekât siyasî harekâtın memurudur. Temel amacı siyasî aktörler ile sivil halkın birlikte çalışabilmesi için asgarî güvenliği sağlamaktır.”

Son bir soru: Amerikan ordusu bu kitaptan ne kadar istifade ediyor? Irak ve Afganistan’daki durum nasıl yorumlanmalı? Bu konudaki görüşlerimizi Amerika Tedavi Edilebilir mi? isimli kitapta bulabilirsiniz.

… Bu makale ilginizi çektiyse…

Türkiye bölünür mü?

“Bebek katili! Vatan haini!…” PKK terörünü lanetliyoruz ama devlet eliyle işlenen suçlara karşı daha bir toleranslıyız.  “Kürtler ve Türkler kardeştir” diyenlerin kaçı “sen benim kardeşimsin”  demeyi biliyor Zaza, Sorani, Kurmanci dillerinde? Ülkemizin terör sorunu ne PKK ne de Kürt kimliğiyle sınırlanamayacak kadar dallandı, budaklandı. Bazı temel soruları yeniden masaya yatırmak gerekiyor: (*) Kürtler ne istiyor? (*)  İspanya ve Kanada etnik ayrılıkçılıkla nasıl mücadele etti? (*) PKK ile mücadelede ne gibi hatalar yapıldı? (*) İslâm ne kadar birleştirici olabilir? Töre cinayetlerinden Kuzey Irak’a terörle ilgili bir çok konuyu ele aldığımız 267 sayfalık bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirin.

 

Türk milliyetçiliği birleştirir mi yoksa parçalar mı?

 İllâ ki bir tutkal/çimento mu gerekiyor? Milliyetçilik tutkalı adil ve müreffeh bir düzene alternatif olabilir mi? Adaletin, hukukun hâkim olmadığı ortamlarda Türklerin kardeşliği ne işe yarar? Belki de Türk Milliyetçiliği diğer milliyetçilikler gibi yok olmaya mahkûm bir söylem. Çünkü var olmak için “ötekine” ihtiyacı var. Ötekileştireceği bir grup bulamazsa kendi içinden “zayıf” bir zümreyi günah keçisi olarak seçiyor. Kürtler, Hıristiyanlar, Eşcinseller, solcular…150 sayfalık bu kitapta Türk Milliyetçiliğini sorguluyoruz. Müslüman ve milliyetçi olunabilir mi? Türkiye’ye faydaları ve zararları nelerdir? Milliyetçiliğin geçmişi ve geleceği, siyasete, barışa, adalete etkisiyle. Buradan indirin.