Main Content RSS FeedÖnceki Yazılar

Simyacı / Paulo Coelho »

  • Bir düşü gerçekleştirme olasılığı yaşamı ilginçleştiriyor.
  • İhanet, senin beklemediğin bir darbedir. Ama sen yüreğini dinleyecek olursan, sana baskın yapmayı hiçbir zaman başaramayacaktır. Çünkü onun düşlerini ve arzularını tanıyacaksın ve onları hesaba katacaksın. Hiç kimse kendi yüreğinden kaçamaz. Bu nedenle en iyisi onun söylediklerini dinlemek. Böylece, kendisinden beklemediğin bir darbe indirmeyecektir kesinlikle sana.
  • Seni seviyorum, çünkü bütün evren sana ulaşmam için işbirliği yaptı.
    Bir akşam yüreği, ona mutlu olduğunu söylemişti. “Biraz şikayet edecek olursam,” diyordu yüreği, “bu yalnızca insan yüreği olmamdandır ve insanların yürekleri böyle olur. Ulaşmaya layık olmadıklarını ya da ulaşamayacaklarını sandıkları için en büyük düşlerini gerçekleştirmekten korkarlar. Dirilmemek üzere sona ermiş aşklar, olağanüstü olabilecek ama olamayan anlar, keşfedilmesi gereken ama sonsuza dek kumların altında kalan hazineler daha aklımıza gelir gelmez bizler, yürekler hemen ölürüz. Çünkü böyle bir durumla karılaşınca ölümcül acılar çekeriz.”

Read the rest

Okyanus jeopolitiğinde sabitler ve yeni kartlar »

Deniz savaşlarına ayırdığımız son birkaç bölümde donanmanın ülke ekonomisinden ve finansal gücünden bağımsız düşünülemeyeceğini söylemiştik. Bu bağlamda okyanusları, limanları, boğazları ve stratejik adaların kontrolünü jeopolitiğin merkezine yerleştiren İngilizler ile Amerikalılar birbirlerine benzerler. Çünkü bu iki devlet Almanya, Rusya, Çin ve Türkiye gibi ürettiğini satarak değil başkalarının ürettiklerine el koyarak işleyen bir ekonomik modelle ayakta dururlar. Bir başka deyişle Amerikan saldırganlığı özünde İngiliz saldırganlığının devamıdır. Biz bu saldırganlığın genetik kodlarını anlamak için geçen bölümlerde olduğu gibi bu bölümde de Amiral Alfred Thayer Mahan’ın kitap ve makalelerinden istifade edeceğiz.

Elinde çekiç olan her şeyi çivi gibi görür

Mahan’ın teorilerini geliştirdiği dönem 1800’lerin ikinci yarısı. Fakat ABD’nin o zamanlar bugünkü kadar büyük bir donanması yok ve bugünkü gibi saldırgan da değil. “Normal” diyeceksiniz, saldırmak için zaten ordusu yok. Doğru, ABD dış politikasına o yıllarda “Monroe doktrini” hâkim. Daha çok içe kapanık, Avrupa’nın iç işlerine ve sömürge savaşlarına katılmayı reddeden ABD Başkanı James Monroe’nin, 2 Aralık 1823’te kongreye sunduğu ilkeler manzumesi bu. Mahan ise tam tersini düşünüyor:

“… Milletlerin büyük ailesine dâhil olduk, bu sorumluluğu üstlenmeliyiz […] ABD limanlarının savunmasını arttırmalı, düşmanın ele geçiremeyeceği hale getirmelidir. […] ABD caydırıcı taarruz gücüne sahip bir donanma inşaa etmelidir. San Fransisco kıyılarından 3000 deniz mili mesafeye kadar bir güvenli bölge oluşturulmalıdır ki Karayip Denizi’ndeki gibi Avrupalı güçler bizim limanlarımızı kullanabilecek duruma gelmesinler. […] Hawaii’deki yönetimin ABD’ye bağlanma isteğini kabul etmeliyiz zira biz bunu yapmazsak başka güçler yapacaktır…” (The Interest of America in Sea Power, Present and Future, 1897)

Monroe doktrininden net bir kopma arz eden bu bakışı bir parça tahlil edelim. Evvelâ Amerikan emperyalizmini teşvik eden Mahan yalnız değil. Meselâ Hawaii krallığın ABD’li iş adamlarınca kaosa itildiğini, uyduruk bir hükümetin ABD’ye ilhak için başvurduğunu Read the rest

ABD’yi esir alan savunma sanayii konusunda Eisenhower’ın uyarısı »

 

… Bu konuda okumak için…

Amerika Tedavi Edilebilir mi?

Ücretsiz kitap indirin76 kitap indirin

Bayrak yakmanın ve Amerikan/İsrail mallarını protesto etmenin dışında bir şeyler yapmak gerektiğini düşünenler için yapılmış bu çalışmayı ilginize sunuyoruz. ABD desteği son bulmadan Ortadoğu’nun psikopatı İsrail’in saldırganlığı bitmeyecek ve Ortadoğu’ya huzur gelmeyecek gibi görünüyor. Vietnam’da ve Latin Amerika’da yaşanan katliamlar Ortadoğu’da devam ediyor. Ancak ne askerî ne de ekonomik olarak bu iki ülkeye üstünlük sağlayamayan insanlar Afganistan’da, Filistin’de, Irak’ta ABD bombaları altında can vermeye devam ediyorlar.

Barışçı yollarla bir şeyler yapmaya niyetli,  “yangına gagasıyla su taşıyanlar” ise Amerikan kamuoyunu uyarma çabasında. Fakat ne yanmış yıkılmış okullar, ne de kolları bacakları kopmuş bebek fotoğrafları Amerikalıların vicdanını uyandıramadı.  Amerikalılar neden bu kadar gaddar? Dünyanın geri kalan kısmında yaşayan insanlara karşı niçin bu denli acımasız?

Amerikan’ın bu saldırganlığı sıradan Amerikalılara da büyük zarar veriyor aslında. Sadece Irak’ın işgali için harcanan yüz milyarlarca dolar ile ülkelerini baştan yapabilir, zengin-fakir demeden herkese yüksek kaliteli sağlık ve eğitim hizmeti götürebilirlerdi. Oysa milyonlarca Amerikalı sefalet içinde yaşıyor. Kimi ekonomik kriz yüzünden kimi Katrina kasırgası gibi bir doğal felaketlerden dolayı evini, işini kaybetti. Devlet ise bu insanları yüz üstü bıraktı. Neden?  Bu 37 sayfalık kitap klişelerin ötesinde bir bakış açısı öneriyor. Buradan indirebilirsiniz.

Çanlar Kimin İçin Çalıyor? / Ernest Hemingway »

  • İnsan ada değildir, bütün de değildir tek başına, anakaranın bir parçası, okyanusun bir damlasıdır; bir kum tanesi bile alıp götürse deniz, küçülür Avrupa, sanki kaybolan bir burunmuş, dostlarının ya da senin bir yurdunmuş gibi; bir insanın ölümüyle eksilirim ben, çünkü bir parçasıyım insanlığın; işte bu yüzden hiç sorma çanların kimin için çaldığını, çanlar senin için çalıyor.
  • Beni sevmiyorsan eğer korkma ben seni ikimize de yetecek kadar çok seviyorum …
  • Uğruna savaştığımız her şey gibi seviyorum seni. Seni özgürlüğü, haysiyeti, bütün insanların çalışma ve aç kalmama haklarını sevdiğim gibi seviyorum. Seni savunduğumuz Madrid’i sevdiğim gibi seviyorum ve ölen bütün yoldaşlarımı sevdiğim gibi.
  • Hiç kimsenin başka birinin hayatını elinden almaya hakkı yoktur, başka insanlara daha kötü bir şeyin olmamasını önlemek dışında.
  • Bir devrimde, size yardım eden yabancılara bir şey açıklayamazsınız, hiç kimse de bilmesi gerekenden fazlasını bilmez.
  • İyi ve kötünün yan yana olduğu bir ordu savaş kazanamaz. Hepsinin belirli bir siyasal gelişim düzeyine getirilmesi gerekli; hepsi niçin dövüştüğünün,amaçlarının önemini kavramalı. Yapacakları kavgaya inanmalı hepsi, disiplini kabul etmeli.
  • Ülkenizde çok faşist var mı? Read the rest

Ekmek artık mafyanın ağzında… »

“… Tarım artık mekanize bir gıda endüstrisi oldu. Öz itibariyle gaz odalarından, çalışma kamplarından ve hidrojen bombasının üretim hattından farkı kalmadı …” (Martin Heidegger)

Temmuz 2009, Washington, Birleşik Devletler Senato binasının 4cü katı

Carl Levin ana koridorda hızlı adımlarla ilerliyor. Durmuş sohbet eden senatörlere çarpmamak için 75 yaşında bir adamdan beklenmeyecek çeviklikle, adeta slalom yapan bir kayakçı gibi zikzaklar çiziyor. Burnunun ucuna düşen gözlüğü, ütüsüz ceketi ve düğümü küçülmüş bordo kravatıyla senatörden çok bir lise öğretmenini andıran bu adam Birleşik Devletler Senatosu iç güvenlik soruşturmaları daimi komitesi başkanı. Kolunun altına sıkıştırdığı dosyanın garip bir başlığı var: Excessive Speculation in The Wheat Market (Buğday Piyasalarında Vurgunculuk)

Levin koridorun sonunda yavaşlıyor; aralık duran kapıdan geçip gösterişsiz bir toplantı salonuna giriyor. Kendisini bekleyen komite üyeleri Elise J. Bean, Dan M. Berkovitz, Rachel E. Siegel, Christopher J. Barkley Timothy R. Terry rahat bir nefes alıyorlar, artık toplantı başlayabilir. Salonun ortasında duran 6-7 kişilik bir yuvarlak masa var. Masanın iki yanında duran iki uzun masaya 15 sandalye yerleştirilmiş. Söz almayacakları, gözlemci olarak bulundukları tahmin edilen 15 kişi de çoktan yerleşmiş. Carl Levin bu gözlemcilere “ne işiniz var burada?” der gibi ters bir bakış atıyor. Bu bakıştan rahatsız olan birkaçı cevap verircesine isim kartonlarını Levin’e doğru çeviriyorlar. İsimlerin altında görevleri yazılmış: Tobby Moffet (Kongre Üyesi), Dennis De Concini (Senatör)… Yaşlı adam burnunun ucuna düşen gözlüklerinin üzerinden özellikle Margaret Miller’a dik dik bakıyor. Baba Bush ve Clinton dönemlerinde Gıda Güvenliği Müdürlüğü’nü (Food and Drug Administration) yöneten bu kadının gıda devi Monsanto’da çalıştığını öğrenmiş olmalı.

Aslında Levin’in bozulması anlamsız zira salondaki bütün gözlemciler çift kasketli: Hem devletin tarım, gıda güvenliği ve tüketici haklarıyla ilgili müdürlüklerinde çalışıyorlar hem de dünyadaki hammadde ve gıda devleri yararına lobi faaliyeti yapıyorlar: Meselâ Glencore (250 milyar $), Louis Dreyfus (57 milyar $), ADM (90 milyar $), Bunge (60 milyar $), Cargill (136 milyar $), Vitol (300 milyar$)… Türkiye’de adına “rüşvet, yolsuzluk” dediğimiz şeyin adı Amerika Birleşik Devletleri’nde “lobi”. Daha sempatik bir isim ve yasal bir faaliyet.  Lobiciler herkes gibi muhasebe tutuyor ve vergi ödüyor.

Levin’in “Raporu herkes okudu değil mi?” sorusuyla balıklama dalıyorlar konuya. Fakat sorduğu sorulara net cevap alamayan Levin’in yüzü her cevaptan sonra biraz daha asılıyor… Read the rest

Hayatın Mucizeleri / Stefan Zweig »

  • Üniformalı olmayan insanlar genellikle biraz daha fazla insandır.
  • Fert daima fikirden daha kuvvetlidir; yeter ki kendisi olarak kalsın, kendi hür iradesiyle.
  • Zira henüz bilmiyordu ki, derin bir ızdırap, o huzursuz suskunluk içinde yeraltından, taşların arasından kendine yol açan ve zayıf bölgelerde, geçit vermeyen vadilere vurdukça vuran karanlık bir dağ deresi gibidir. Fakat bu dere sonunda duvarı deler ve durdurulamaz bir coşku içinde bütün gücü ve yıkıcılığıyla aşağıya, her şeyden habersiz, mutlu mesut bir güvenle salınıp duran çiçekli vadilere hücum eder.
  • Ah, herkese karşı tek başına olmak, kimseyle konuşamamak ne zordu!
  • Bugün artık para dışında hiçbir şeyin hükmü yok, lanet olasıca paranın, bir de insanın kendi reklamını yapmayı bilmesinin…

Read the rest

Düşüş / Albert Camus »

albert-camus-dusus-2Elbette! Kaygan kaldırımda onların ağır aksak adımlarını duyduğunuz için, altın renkli çirozlarla ve ölü yaprak rengindeki mücevherlerle dolu dükkânları arasından hantal hantal geçtiklerini gördüğünüz için, kuşkusuz onların bu akşam ortada olduklarını sanıyorsunuz. Herkes gibisiniz siz de, bu namuslu insanları bir çıkar ortağı ve satıcı topluluğu olarak görüyorsunuz, paralarını sonsuz yaşam şanslarıyla birlikte hesap eden ve tek coşkuları, başlarında geniş şapkalarla bazen anatomi dersleri almak olan kişiler olarak, öyle değil mi? Aldanıyorsunuz. Onlar yanımızda yürürler, doğru, yine de, bakın kafaları nerededir: Kırmızı ve yeşil dükkân tabelalarından dökülen o neondan, ardıç rakısından ve naneden oluşmuş siste. Hollanda bir düştür, bayım, gündüz daha dumanlı, gece daha yaldızlı bir altın ve duman düşüdür ve gece gündüz bu düş Lohengrin’le doludur, tıpkı, bütün ülkede denizlerin çevresinde, kanallar boyunca durmadan dönüp duran, gömütlük kuğularını andıran, yüksek gidonlu bisikletleri üzerinde hülyalı hülyalı kayıp giden kimseler gibi. Onlar, başları bakır rengi bulutları içinde, düş görürler, döne döne giderler, sisin altınsı tütsüsü içinde uyurgezercesine dua edenler, artık orada değillerdir. Binlerce kilometre öteye, uzak Cava Adası’na doğru uçup gitmişlerdir. Onlar, tüm vitrinlerini süsledikleri o yüzünü buruşturan Endonezya tanrılarına dua ederler, o tanrılar ki şu anda üzerimizde gezmektedirler, görkemli maymunlar gibi, dükkân tabelalarına ve merdiven biçimindeki çatılara asılmadan önce, Hollanda’nın yalnız satıcılar Avrupası olmayıp deniz olduğunu, Cipango’ya ve insanların çılgın ve mutlu olarak öldükleri o adalara götüren deniz olduğunu bu özlem dolu sömürgelilere anımsatmak için. Read the rest

Kelimeler ve Şeyler / Michel Foucault »

Lisanın suretle olan münasebeti ebedî bir münasebettir. Bunun nedeni kelâmın yetersizliği ve zâhir olan karşısında beyhude kapatmaya uğraşacağı bir açığının olması değildir. Bunlar birbirlerine indirgenemez niteliktedirler: gördüğümüz şeyleri istediğimiz kadar anlatalım, görünen şey hiçbir zaman söylenen şeyin içine sığmaz ve söylenmekte olan şey sûretler, eğretilemeler, mukayeseler aracılığıyla istendiği kadar izhar edilmeye çalışılsın, bunların ışıklarını saçtıkları yer gözlerin gördüğü değil de, sentaksın ardışıklığının tanımladığı yerdir. Öte yandan özel ad bu ayırımda bir yapmacıktan başka bir şey değildir: parmakla işaret etmeye, yani konuşulan mekândan, bakılan mekâna farkına varmadan geçmeye olanak vermektedir; yani onları sanki aralarında uyumluymuşlar gibi birbirleri üzerine uygun bir şekilde kapatmaya izin vermektedirler. Fakat, eğer lisan ile tezahürün münasebeti açık tutulmak istenirse, eğer uyumsuzluklarından hareketle her ikisine de en yakın durumda kalmak istenirse, bu durumda özel adları silmek ve lekenin sonsuzluğu içinde kalmak gerekir. Read the rest

Mahçupyan’a Üç Paragrafta Jeo-Strateji Dersi »

Batı Türkiye’yi neden bölmek istesin? “Akıl dışı” sorunuza, akılcı cevaplar vermeye çalıştık sayın Mahçupyan;

A- Kuzey Irak petrollerine avantajlı bir lojistikle erişim imkanı bulunan askeri bir gücü rezervlerden uzak tutmak.

Türkiye’nin güneyinde kurulacak bir Kürt devleti bu rolü oynayabilir hemde ucuza ve kamuoyu baskısı altında kalmadan. Çünkü Kuzey Irak’ta savaşan Amerikan güçleri işgalciyken, Türkiye’yi Kuzey Irak’taki rezervlerden uzak tutan tampon bir Kürdistan kendi vatanını savunan bir devlet olacak. Bu da ABD için petro-dolar sisteminin güvenliği demek çünkü Kuzey Irak’ta 150 milyar varil petrol rezervi var. Bu rezervlerin dolar dışında bir para birimi ile satılması Dolar’ın canına okunması anlamına geliyor. (Bkz. Petro-dolar sistemi) 2003 yılında Saddam’ın devrilmesindeki ana sebepte bu, Saddam Irak petrollerini Euro ile satacağını söylemişti. Bu petro-dolar’ı ve doğal olarak ABD finansal egemenliğini tehdit etti. Ardından da işgal geldi. Tahmin ediyorum Baas’ın içinde de sizin gibi naif danışmanlar vardı. “ABD bizi niye işgal etsin canım” falan diyen. Bu naiflik Irak egemenliğine fayda getirmedi aynısı sizin içinde söylenebilir.

B- Türkiye’nin İslam coğrafyasındaki mobilizasyon olanakları.

Bu ilk paragrafta belirttiğimiz senaryonun sadece ABD değil Avrupalı güçler açısından da daha yıkıcı bir versiyonu. 80 milyon nüfuslu ve iç meselelerini çözmüş bir “İslamic power” bölge için çekim merkezi olmaya aday. Batılı güçler tarafından yıllardır ezilen bu kimlik için geliştirilecek bir limana her Müslüman sığınmak ister. Bu da Türkiye’nin dünya petrolünün neredeyse %60’ının (50 Dolar altında %100’ünün) bulunduğu bir coğrafyada nüfuzu olması anlamına geliyor. Diğer taraftan enerji trafiğinin yüzde %10’unun ve küresel ticaretin bundan daha fazla bir miktarının geçtiği Suveyş Kanalı’nın da kontrolü açısından bu büyük bir risk. 3. Napolyondan, Churchill’e üzerine üniformayı geçiren her komutanın Mısır’a koşup Süveyş’i zapt etmeye çalışmaları tesadüf değil. Sayın Mahçupyan, sizi 20.yy başlarında kafanızda fesle Abdülhamit Han’a tavsiye verirken hayal ediyorum. “Yahu İngilizler Mısır’a neden saldırsın? Paranoyaya lüzum yok.” Böyle danışman düşman başına.

C-Avrupa’nın İslamizasyonu

Avrupa’nın kalbinde yaşayan 15 milyon Müslümanın Avrupa’daki düşük doğum oranları ve din değiştirme hızı yüzünden nüfusunun 2020 civarında ikiye katlanması bekleniyor. Alman, Fransız ya da İspanyol olmayan ama bu ülkelerde yaşayan 30 Milyon Müslüman’ın Türkiye gibi “islamî” bir merkeze angaje olması Avrupa açısından büyük bir istihbarat risk. Bu bağlanmanın yoğunluğu ise Türkiye’nin nasıl bir model olduğuyla alakalı olacak. Eğer 2020 yılındaki Türkiye, bölgesinde ağırlığı olan ve müslümanlar için model bir ülke olursa, bahsedilen Müslüman nüfusun Türkiye’ye olan bağlılığı Alman devletine olan bağlılığından şüphesiz daha kuvvetli olur. Diğer taraftan kendi Güneydoğu’sunu kontrol etmekten aciz ya da bölünmüş bir devlete karşı aynı eğilim beklenemez. Bu yüzden Türkiye’nin bölünmesi Avrupa’nın islamizasyonu sonrası oluşacak entegrasyon risklerinin de bertaraf edilmesi anlamınma geliyor. Read the rest

Gömülü Şamdan / Stefan Zweig »

  • Bu soruyu sormakta haklısın, çocuğum. Elimizden alınmasına neden göz yumuyoruz? Neden savunmaya geçmiyoruz. Ancak bu dünyada adaletin haklıdan yana değil, güçlüden yana olduğunu daha sonraları anlayacaksın.
  • Tanrı peki? Bu soyguna neden göz yumuyor? Bize neden yardım etmiyor? Onun adil ve her şeye kadir olduğunu söylemedin mi? Neden doğruların değil de, haydutların yanında yer alıyor?
  • Bilmiyorum, bunu anlayabilmek senin gibi küçük bir çocuk için güç olacak, çünkü Tanrı’nın ve inandığımız adaletin bizim dünyamızda görünür olmamasını, çile çekerken çoğu zaman bizim bile aklımız almıyor. Ama beni şimdi anlamasan bile, aklını karıştırma ve dinlemeye devam et oğlum.
  • İnsanların ihtiraslarından bu dünyada yalnızca ölüler kurtulurdu.
  • Huzur yalnızca toprağın altındadır.
  • İnsanın sahip olduğu ne varsa emanettir yalnızca ve mutluluk süresi döner bir tekerlek üstündeymişçesine akar gider.

Read the rest