Main Content RSS FeedÖnceki Yazılar

Amerikan Saldırganlığı ve Batı’nın Barış Anlayışı (2) »

Son Afgan fotoğrafları (Yıldız Ramazanoğlu)

ABD Libya’ya çıkarma yapmak niyetinde. Sonra mutat olduğu üzere Müslüman avı başlayacak ve zamanla yüzlerce insanın akıbeti küçük birer üçüncü sayfa haberi kadar bile değer taşımayacak.  TAMAMI

 

… Bu konu ilginizi çekiyorsa …

Amerika Tedavi Edilebilir mi?

 Amerikalılar neden bu kadar gaddar? Dünyanın geri kalan kısmında yaşayan insanlara karşı niçin bu denli acımasız?  Bayrak yakmanın ve Amerikan/İsrail mallarını protesto etmenin dışında bir şeyler yapmak gerektiğini düşünenler için yapılmış bu çalışmayı ilginize sunuyoruz. ABD desteği son bulmadan Ortadoğu’nun psikopatı İsrail’in saldırganlığı bitmeyecek ve Ortadoğu’ya huzur gelmeyecek gibi görünüyor. Vietnam’da ve Latin Amerika’da yaşanan katliamlar Ortadoğu’da devam ediyor.

Yahudi oldukları için mi zalimler?

İsrail bir çok bakımdan Türkiye’ye benzeyen bir ülke. Paranoyak bir ulus-devlet. “Yoktan var edilmiş bir millet” dört tarafı “düşmanla çevrili” kutsal bir vatanda yaşıyor. Terör tehlikesine karşı ülkenin güvenliği için(?) haklar ve özgürlükler çiğneniyor. Devlet eliyle düşman üretiliyor! 

Gidemeyenlerin ülkesi oluyor İsrail… Kendi zulmü altında ezilen, korku içinde yaşayan, dünyasıyla beraber Ahiret’ini de kaybetmiş olan İsrailli zannederim Filistinliden bile daha zavallı bir durumda bu yüzden. Buradan indirebilirsiniz.

Amerikan Saldırganlığı ve Batı’nın Barış Anlayışı (1) »

Sides of the Wire | Afghanistan from photojournale on Vimeo.

 

Amerika Tedavi Edilebilir mi?

 Amerikalılar neden bu kadar gaddar? Dünyanın geri kalan kısmında yaşayan insanlara karşı niçin bu denli acımasız?  Bayrak yakmanın ve Amerikan/İsrail mallarını protesto etmenin dışında bir şeyler yapmak gerektiğini düşünenler için yapılmış bu çalışmayı ilginize sunuyoruz. ABD desteği son bulmadan Ortadoğu’nun psikopatı İsrail’in saldırganlığı bitmeyecek ve Ortadoğu’ya huzur gelmeyecek gibi görünüyor. Vietnam’da ve Latin Amerika’da yaşanan katliamlar Ortadoğu’da devam ediyor.

Laiklerin Bastırılmış Cinselliği »

[…] Kimi diğerleri ise, dekolte karşısında tahrik olmayı ilkellik ya da asosyallik gibi olumsuz vasıflarla ilişkilendirdiler. Cinselliğin insan doğasındaki yerini reddeden bu yaklaşıma göre, medeni bir insan öyle dekolteden falan asla tahrik olmazdı! Böyle şeylerden olsa olsa bazı gericiler etkilenirdi! Zira medeni dediğin insan, (tıpkı dinsel duyguları gibi) cinsel duygularını da dört duvar arasına girmeden asla hissetmezdi! […]

[…] Namus ve şeref üzerine yemin etmenin çıkış noktası da budur. Böyle bir yemin, kadınların, ailelerindeki erkeklerin namusu oldukları varsayımına dayanır. Dolayısıyla, namusu üzerine yemin eden bir kişi, yabancı kimselerden saklamak ve korumakla yükümlü olduğu kadınların mahremiyeti gibi hassas bir konudan hareketle şerefini ortaya koymaktadır. Zira ailesindeki kadınlardan birinin namusunun kirlenmesi, kişinin şerefinin de lekelenmesi anlamına gelecektir.

Cumhuriyet, dayattığı yeni hayat tarzını işte böyle bir altyapı üzerine kurdu. Bu hayat tarzında merkezi bir öneme sahip olan örtünmemek, Batılılar gibi giyinmek, balolara katılmak ve dansetmek gibi pratikler, bunlara emrivaki ile uyum gösteren dönemin CHP’li erkeklerini son derece rahatsız eden kimi yönlere sahipti: Kadınlar ecnebiler gibi giyinince, onların kollarına, omuzlarına, açık yakalarına bakan erkekler tahrik olmayacaklar mıydı? Hiçbir erkek böyle bir şeye rıza gösteremeyeceğine göre, ecnebiler bu konuyu da çoktan aşmış olmalılardı! Demek ki onlar kamusal alanda zinhar tahrik falan olmuyordu! Demek ki problem yine bizdeydi… O halde, tahrik olmak kötü bir şeydi ve bu gibi ilkel duyguları bastırmak gerekliydi! (DerinSular)

Kemalizmin Zararları (11): Atatürk’ün Fotoğrafı Uzayda! »

Son görevini tamamlayarak, dün dünyaya dönen uzay mekiği ”Discovery” ile Atatürk’ün fotoğrafı ve Atatürk’ün kurduğu Anadolu Ajansı’nın logosu da uzaya çıktı. Uluslararası Uzay İstasyonu’ndan (ISS) astronot Bill McArthur ile 2005 yılının Aralık ayında TAMAMI

Hiroshima Mon Amour / Hiroşima Sevgilim, Alain Resnais (1959) »

Ne zordur aşktan vazgeçmek, aşkından vazgeçmek. Akıllanmak unutmak anlamına gelir. Hayır, akıllanmak değil, arada bir hatırlamak… ne kadar sevdiğini ve ne kadar acı çektiğini arada bir hatırlamak.

Aşkın kollarında olmak, aşkının kollarında kalmak isterken, ölüm bile ayrılık anlamına gelmiyorken, insana en büyük engelin yine kendisi olması, belleği. Bellek unutmaya mahkumdur çünkü, acıyı dahi unutmaya…

1959 yılında bir barış filmi çekmek için Hiroşima’ya gelen Elle ile Hiroşima’da mimar olarak çalışan Lui arasında ansızın başlayan tek gecelik ilişkinin aşka dönüşmesi, birbirlerinden vazgeçememeleri ve bu vazgeçememenin ortaya çıkardığı geçmiş. Bitmesi istenmeyen o bir gecede; geçmişe, Nevers’e dönüş. Bir kadının gençliğinin, ilk aşkının, ilk aşk acısının bir şehir bağlamında verilişi. Yeni bir şehirde aşkı yeniden keşfetmesiyle aşkın önce iki şehir arasındaki git-gellerle verilirken, sonradan iki şehrin bütünleşmesiyle tek şehre dönüşmesi. Şehirlerin belleğinden, bellekteki şehirlere git-geller. Hiroşima’nın belleğiyle insanlığın belleğinin sorgulanması; Elle’in belleğiyle hem insanlığın hem de kendi belleğinin sorgulanması.

Film ilk katmanda, film içinde çekilen barış filmi aracılığıyla insanlığın belleğine yönelir ve ona, Hiroşima’yı, atom bombasının etkilerini, fotoğraflar ve dramatizasyonları kullanarak Read the rest

Evet, bu koroya iştirak etmeyeceğiz… »

Ergenekon davası soruşturmalarında gazetecilerin tutuklanması, medyada kuvvetli bir rüzgâr estirdi. Basın özgürlüğü adına, herkesin sesini kısmaya yönelik gürültü çıkaran bir koro oluştu. Öyle ki, Türkiye’de, devlet içindeki hukuk dışı yapıların üzerine gidilmesi için baştan beri yüreğini ortaya koyanlarda bile bir yalpalama var.

 Vesayet varsa medyası vardır. Darbeci varsa, gazetesi, gazetecileri vardır. 28 Şubat sürecinde, general telefonu ile üç gazetenin aynı manşeti atmasını unutalım mı? Bugün, Ergenekon davasını sulandıran, bulandıran, müthiş bir dayanışma sergileyen medya organizasyonu, onun için beni hiç şaşırtmıyor…

Yargısız infazlardan en çok bizim mahallede yaşayanlar çekti. Çektirenlerin başında da, bugün, “yargısız infazlara hayır” korosunun en önde gidenleri var. Suçsuz olduğu halde katil gibi, eşkıya gibi gösterilmek, cüzzamlı muamelesi görmek ne demek, en iyi biz biliyoruz. TAMAMI

Cumhuriyet, Kadın, Örtünme »

Falih Rıfkı Atay’ın Çankaya adlı kitabında naklettikleri, medeniyet ithalinin mimarı Mustafa Kemal’in de benzeri ikilemler yaşadığını ortaya koyar:

“Kadın anlayışında pek garplı olduğu söylenemez. Hatta hanımların tırnaklarını boyamasını bile istemezdi. Son derece kıskançtı. Denebilir ki harem eğiliminde idi. … Medeni kanunla Türk kadınına garp kadınının bütün haklarını veren Atatürk, kendi münasebetlerinde, bırakınız ecnebi erkekle evlenen Türk kadınını, ecnebi kadınla evlenen Türk erkeğine bile tahammül etmezdi. Devrimlerin büyük ve eşsiz kahramanı, kendi koyduğu kanunun sonuçları ile karşılaşmak lazım gelince: ‘- Bize göre değil ha çocuklar…’ derdi.”

Medeniyet ithali kolay iş değil… Zira Türkiyeli laikler takriben 80 yıldır örtünmüyor; örtünen ve örtünmeyen dindarlar ise artık büyük ölçüde bu işi bir namus meselesi olarak görmüyorlar. Diğer yandan, hala namus ve şeref üzerine edilen yeminleri hiçbirimiz yadırgamıyoruz. Çünkü kendimize itiraf edemesek de, aslında 80 senedir ciddi bir şizofreni yaşıyoruz. Huzursuzuz. Ve öyle görünüyor ki, bu şizofreniden kurtulmadan huzur bulamayacağız. (DerinSular)

Çorbadaki kıl »

Susurluk sürecinde ‘bir dakika karanlık’ eyleminin yolundan saptırılması, askerî lojmanların da eyleme katılmalarıyla olmuştu.  O dönem bazı arkadaşlarımız bunu olumlu yorumlamışlar, ama ardından tüm sürecin bizzat bu katılım sayesinde iğdiş edilmesine tanık olmuşlardı. Çünkü askerlere karşı çıkılmayınca, protestonun anlamı değişmiş, olay bir laiklik gösterisi haline gelmişti. Kıssadan hisse şudur: Bir siyasi eylemin sahiplenmemesi gerekenlerce sahiplenilmesi o eylemi sulandırır ve yolundan çıkartır. Bugün de Nedim Şener ve Ahmet Şık’a yönelik destek, sahiplenmemesi gerekenlerce sahipleniliyor ve bu iki gazetecinin destekçileri (E. Mahçupyan)

Bir ulus yaratmak? »

Samuel Huntington, Medeniyetler Çatışması adlı kitabında medeniyet ithali konusuna da değinir. Kitabın içerisindeki 16 sayfalık bir bölüm, medeniyet ithaline kalkışan siyasi liderlerin başarısızlığa mahkum olduklarını vurgular. Huntington’ın, Türkiye’yi merkeze alan analizinden sonra söyledikleri epey çarpıcıdır:

“Eğer Batılı olmayan toplumlar modernleşmek istiyorlarsa, bunu Batılılar gibi değil, tıpkı Japonya gibi, kendi yöntemleriyle, kendi gelenek, kurum ve değerlerini kullanarak ve geliştirerek başarmak zorundalar. / Toplumlarının kültürlerini temelden yeniden şekillendirebileceklerini düşünebilecek denli kibirle dolu siyasi liderlerin başarısızlığa uğrayacak olmaları mukadderdir. Böyle liderler, Batı kültürünün kimi öğelerini tanıtabilseler bile, mevcut kültürün temel öğelerini ortadan kaldırmaya ya da sonsuza dek bastırmaya güç yetiremezler […]”

Huntington’a göre, Türkiye kültürel bir şizofreni ile maluldür ve bu şizofreninin sorumlusu (Deli Petro’ya benzettiği) Mustafa Kemal’dir. Devlet eliyle gerçekleştirilen ve ciddi bir travmaya neden olan medeniyet dayatması sonucunda, toplum, kültürel anlamda iki arada bir derede kalmıştır. (Derin Sular Sitesi)

Irkçı Değilim Ama… »

Erden Özkant

Uzun bir süre önce Doç. Dr. Birol Caymaz ve Doç. Dr. Füsun Üstel’in, Açık Toplum Vakfı ve İstanbul Bilgi Üniversitesi için yaptıkları bir araştırmada kendisini “Beyaz Türk” olarak gören bir kişi “İnsanları çok seviyorum ama başörtülülere ve Kürt’lere karşı önyargılıyım” diyordu. Türkiye’nin en iyi okullarında okumuş eğitimli ve varlıklı insanlar kendileri gibi olmayan, düşünmeyen insanları ikinci sınıf olarak gördüklerini “Kürtler ve başörtülüler Türkiye’yi, şehrimizi, mahallelerimizi, sokaklarımızı ve tatil beldelerimizi işgal ettikler” sözleriyle ifade ediyorlardı. Kendileri gibi olmayan insanların Türkiye’de önemli yerlere gelmesinden ve onlarla aynı ortamlarda bile bulunmaktan hoşlanmadıklarını hatta rahatsız olduklarını söylüyorlardı. Bütün bunlar İnsan Hakları Derneği (İHD), Helsinki Yurttaşlar Derneği (hYd) ve Uluslararası Af Örgütü’nün Türkiye şubesinin kurduğu İnsan Hakları Ortak Platformu (İHOP) tarafından Şubat ayında yayımlanan ve Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyelerinden Prof. Dr. Eser Köker ile Doç Dr. Ülkü Doğanay tarafından yazılan “Irkçı Değilim Ama… Yazılı Basında Irkçı- Ayrımcı Söylemler” kitabında yer alan örnekleri okurken aklıma geldi. Read the rest