Main Content RSS FeedÖnceki Yazılar

Sinemanın Elçisi Ya Da Acı Çeken Bir Kul Olarak Tarkovsky »

Geçen zamanla birlikte yaptığı işlerin ulaştığı doruklar nedeniyle ismi belirsiz bir sise ya da “kendisi,” imajı etrafındaki hale nedeniyle seçilemeyen birisine dönüşen “uzak”lardandır Tarkovsky: Cannes’dan tasdikli yönetmenimiz Nuri Bilge Ceylan’ın “Uzak” filminde adı açıkca anılıp bir karakterin “Hani Tarkovsky gibi filmler yapacaktık?” deyişinde bir fikir dünyası açar ya da ona inat sevimsiz bir entelektüel sohbette duyulunca ismi yabancılığa gark eder herkesi. Oysa belki de sanat dünyasında onun kadar sahici, onun kadar samimi ve yürekten konuşan az isim olmuştur. Çünkü o, sanatı bir çok sanatçı ve entelektüelin aksine doğrudan tanrısal aşk ile irtibatlandırır ve bunu yaparken kendi eserlerini bir mabette tanrıya yakaran imanlıların yakarışı ile özdeşletirir durmadan.

Üstelik bu yakarışın mistik yönleri öylesine ağırdır ki psychedelic bir deneyimin eşiğindeki seyirci, ister istemez yüzünü Doğu’dan ayıramaz bu filmlerde. Fakat bu mistisizmle kastedilen Read the rest

Ateşin Düştüğü Yer »

Bir İstanbul Günü

Türkiye İnsan Hakları Vakfı 20. Yıl adına düzenlenen “Ateşin Düştüğü Yer” isimli sergiye katılmak için Adapazarı’ndan trenle İstanbul yollarına düştüm. İstanbul Film Festivali’nde aynı günün akşamı gösterilecek “Ölücanlar” belgesel filmini de izlemek istiyordum. Ufak bir İstanbul farkındalığı olacaktı, başka farkındalıkları yüklenip büyük günü geride bıraktım. Şimdi bu satırları yazıyor olmak başka bir yükten kurtulmak istemenin adıdır.

Tophane’de Depo’nun kapısından kafamı uzattığımda kimse yoktu içeride. Sessizce merdivenleri çıktım. Sergide de kimsecikler yoktu. Yalnızken biraz daha keyiflidir hani böyle şeyleri gezmek… Gözlerden uzak olmanın gözleri tek bir noktada sabitleme imkanı sergi sonuna kadar benimleydi.  Tek tek bütün çalışmalardan bahsetmeyeceğim, sadece birkaç tanesini, bende bıraktığı izlenim anlamında bahsedilmeye değer buluyorum. “Yuva” çalışmasında kapkaranlık bir tablo içerisindeki evleri, sokağı ve insanları seçebiliyordunuz, bunun için resme biraz odaklanmanız gerekiyor.  Yuvayı anlatan karanlık bir tabloda ne ev netti ne de insan yüzleri, üstelik insanlar çıplaktı. Çıplaklık belki de savunmasızlığı anlatıyordu, karanlık olması görülmemeyi; gerçekler görülmüyordu. Read the rest

Hasretinizdeyim Efendim (SAV) “İyi ki doğdunuz” »

Hasretinizdeyim Efendim, hasretinizdeyim; elimin üzerinde yed-i beyza’nızın izi duruyor Eylül’den beri. O günden beri beklemedeyim sizi. Siz ki dua dua, umut umut dilimdeyken ziyaret ettiniz beni. Öyle mesudum ki Efendim, öyle… Yine hasrette yüreğim, gözlerim nurunuzu beklemede. Doğum gününüz, doğum günüm, doğuşunuz, doğuşum. Nedenlerin en güzeli sizsiniz Efendim; aşk sizsiniz, özlem siz, nur siz…

Doğum gününüz geldi Efendim, doğum gününüz. Hasretinizdeyim. Read the rest

Ak Parti başörtüsü sorununu çözemez…mi? »

Edebiyat Fakültesini zamanında terk etsem de bir gerçekle yüzleşmiştim yirmili yaşlarımda: Edebiyat beni terk etmemişti. O yaşlarda kafamın içinin çok boş olmasından mıdır, yoksa içinde çok fazla bakir alanı barındırmasından mıdır nedir halâ hafızamda çok fazla şiir saklıdır. Bir çırpıda söylenen aforizmaları o günden beri sevmem, hatta küstahça burun bile kıvırırım.

“Yalnız insan tek tabanca gibidir; ilk gördüğüne “dan” diye vurulur” diyen Şaire inat ben yalnızlığı dahi tek satıra sığdıramam. Benim Şairim yedeğinde şiirin kurallarıyla gelmeli ve yalnızlığı dahi anlatacaksa, özenle “Gözlerimde parıltısı bakır bir tasın/ Kulaklarım komşuların ayak sesinde/ Varsın yine bir yudum su veren olmasın/ Başucumda biri bana ‘su yok!’ desin de” demelidir.

Şiire bu bakış açısı daha sonra yaşam şeklime de sirayet etti sanırım. Genelde bohem bir hayatı tercih eden Şuaraya inat, yazarken çok fazla ince eleyip sık dokumaya, okurken de ayrıntılarda şeytan aramaya başlamıştım. Tepkiselliğimin açıklaması vardı; Yazmak için aradığım zeminler genelde fikirlerimin hiç uyuşmadığı ve uyuşma konusunda bir umut ışığının da belirmeyeceği yayın organlarıydı. O zeminlerde “mahallenin delisi” muamelesi görsem de halâ yazmakla mükellef görüyorum kendimi.

“Ali Bulaç’ı taşlamadan önce…” adlı yazıyı da çok fazla şüpheci yazdığımı kabul etmem gerekiyor. Hareket noktam şuydu; Ak Parti tekrar iktidara yürürken “bizim mahalle” oyunbozanlık yapıyordu. Yılan hikâyesine dönmüş bir hak arayışına Read the rest

Birlikte Yaşayabilecek miyiz? (Alain Touraine) »

Kürt Hareketi “toplumsal bir hareket” midir?

Böyle bir soru sormak biraz saçma, biraz yersiz karşılanabilir… Bir taraftan “Kürt halkını görmezden gelmek”, diğer taraftan ise “teröristleri masum göstermeye çalışmak” şeklinde yorumlanmaya müsait bir soru… Ancak son dönemde BDP tarafından başlatılan “sivil itaatsizlik” eylemlerinin ardından böyle bir sorunun cevabının ne olabileceğini gerçekten merak ettim…

Bu konu da başvuracağım kaynak ise Alain Touraine…

Touraine, “Birlikte Yaşayabilecek miyiz?” isimli eserinde bulunduğumuz dönemin post-modernizm çağı olmadığını, aksine modernliğin bunalımı evresini yaşamakta olduğumuzu iddia eder. Post-modernizme geçiş aşaması olan bu dönem içerisinde önemli olan öğe Öznedir…

Özne ile kastedilen ise ilk aklımıza geleceği üzere birey değil, daha soyut bir olgu… Kendisi şöyle ifade eder:

“…Özne ne belli bir bilinçtir, ne bir eyleyen, ne de belli bir kişi.”

Özne için bizden somut örnekler vermek gerekirse “başörtüsü” bir öznedir… “Kürt olmak” bir öznedir… Hatta “laiklik” de yine bir öznedir…

Touraine’den devam edersek:

“… Özne geçmişte çeşitli biçimlere bürünmüştür: Din, siyasa, sınıf ya da ulus; benim sürekli yinelediğim ve savunduğum düşünceyse, Öznenin bugünkü toplumumuzda ancak “kendi kendisine gerçekleştirdiği biçimde, yani kişisel Özne olarak karşımıza çıktığıdır.”

Buradan yola çıkarsak “toplumsal hareket” olması gereken Kürt Sorunu’nun öznesinin ne olduğunu sorduğumuzda vereceğimiz cevap Read the rest

Bu pazartesi biz de tanığız: Unutma, unutturma! »

Bir Tanıklık Hikâyesi

Esra Emine Yıldız

Yıl 1998, yaşım on sekiz. Anadolu’nun bir taşra kasabasından yıllardır hayalini kurduğum okula İstanbul Üniversitesi’ne geliyorum. “Köyden indim şehre” misali önce etrafımdaki kocaman binalara, hiç bitmeyecekmiş gibi görünen kalabalığa hayretler içerisinde bakarak yanımızdaki akrabamızla birlikte Avcılar’a okul kaydımı yaptırmaya gidiyorum.  

Kampüse giriyoruz sıkıntı yok. Kayıt için sor soruştur neyse ki buluyoruz kaydımı yaptıracağım binayı. Akrabamız dışarıda kalıyor ben içeriye giriyorum. Herkes gibi sıraya girip bütün prosedürleri tamamladıktan hemen sonra üzerindeki üniformadan güvenlik görevlisi olduğunu anladığım biri koluma girip “Sen benimle geleceksin” diyor. Çevreme bakıyorum işi biten erkekler, başı açık kız öğrenciler, herkes gidiyor ama ben diğer başörtülü arkadaşlarımla birlikte onlardan ayrıştırılarak uzun bir koridordan geçirilip kapalı kapılarıyla sonrasında hayatımın en büyük aşağılanmasını yaşayacağımı bilmediğim bir odanın önüne getiriliyorum. Bilmiyorum ya üniversiteli olmanın nasıl olduğunu “Okul prosedürü gereği herhalde” diye geçiriyorum içimden, aklımdan başka bir şey geçirmekten korkarcasına adeta. Sonra içerdeki başörtülü kız çıkıyor, sıra bende.  

İçeri girdiğimde yüzünü hayatımın sonuna kadar unutmayacağım ve şu anda TV’de bas bas bağıran Nur Serter, sağında ve solunda oturan iki kadın bir de kapının hemen arkasına konmuş ayaklı bir kamera ve kameraman. Onlar masanın arkasında oturuyor, bense suçlular gibi karşılarına konmuş sandalyeye. Manzara sanki hapishanede suçluluğu kanıtlanmış bir mahkûm ve çapraz sorgu için karşısında duran savcılar. Neyle suçlandığımdan  TAMAMI

Ya Naziler kadar “ileri” olsaydık? »

Dersim katliamının tanıkları belgeselde buluştu. 101 yaşında ölen er Eskeri’nin anlattıkları kan dondurdu: Kadın, çocuk herkesi diri diri yaktık. Allah, Muhammed’in ümmetini bir daha bu hale düşürmesin. TAMAMI

Türk basını Hukuk’un Üstündedir(8): işkenceyi destekleyebilir! » »

“… Diyarbakır Cezaevi ile ilgili, sadece işkenceleri değil o işkencelerin yapılmasını mümkün kılan ortamın tamamlayıcılarını da yargılamak gerektiğini belirten Orhan Miroğlu, buna Nürnberg Mahkemeleri’ni örnek gösteriyor. Bu mahkemelerde görülen davalardan birçok şey öğrenilerek soruşturma ve yargılamanın yürütülmesini isteyen Miroğlu, “Çünkü Nürnberg Mahkemeleri’nde Nazizm yargılandı. Alman toplumunu etkileyip bu kadar muazzam felakete yol açılmasını sağlayan medya ve gazeteciler de bundan sorumlu tutuldu.” diyor. Hürriyet Gazetesi başta olmak üzere medyanın Diyarbakır Cezaevi’ndeki kişileri düşman olarak gösterdiğini hatırlatan Miroğlu, “Fotoğraflarımızın altına ‘teslim alındılar’ yazılıyordu. Savaş esiri muamelesi görüyorduk. Bu medya tarafından pompalanıyordu. Savcı, hepimizi düşman gibi görüp sürekli işkenceyi hazırlayan ortamın müsebbiplerini de bulmalıdır.” değerlendirmesini yapıyor…” (BASIN)

Bulantı (Jean Paul Sartre) »

Felsefî varoluşçuluğun dehlizlerinde boğulmuş bir roman

Bulantı ( La Nausée) [1], Fransız felsefeci ve roman yazarı Jean Paul Sartre’ın 1938 yılında yazdığı bir romandır. Bu romanın edebi incelemesi yapılırken, Varoluşçuluk adlı eserinden yola çıkılarak felsefi incelemesi de yapılacaktır. Varoluşçuluk ( l’existentialisme est un humanisme)[2] adlı eser, Sartre’ın 1946’da Club Maintenant’ta verdiği konferansın yayımlanmış metnidir.

Bulantı tezli bir roman mıdır? Bir okur, Sartre’ın Bulantı’sını okurken, Sartre ve Varoluşçuluk hakkında hangi tespitleri yapabilir? Varoluşçuluk felsefesi için kült roman sayılan Bulantı bu anlamda okur’a bu felsefi görüşü ne kadar açıklamakta? Bu sorunun cevabı da aranacağı için, çıplak gözle bir değerlendirme ve analiz yapılabilmesi adına, yararlanılan kaynaklar sınırlı tutulmuş ve diğer bakışların bu tahlile etkisi en aza indirilmeye çalışılmıştır.

Bulantı’ya Edebi Bakış:

Bulantı, Kuzey Afrika, Orta Avrupa ve Uzakdoğu gezilerinden dönmüş olan 30 yaşındaki Antoine Roquentin’in, Marquis de Rellebon’la ilgili tarih araştırmalarını yapmak üzere Bouville’de kaldığı -üç yıl- dönemden Paris’e gideceği yolculuğa kadar yaşadıklarını aktardığı Read the rest

PANEL: 1915, Acımız insanlığımız, insanlığımız vicdanımızdır »

Yüzleşme Derneği 24 Nisan 2011 Pazar günü saat 12.00-15.00 saatleri arasında Bilgi Üniversitesi’nde (Dolapdere Kampusu) panel düzenliyor… Read the rest