Main Content RSS FeedÖnceki Yazılar

İnsan hürdür ama bu hürriyetten kaçma hürriyeti yoktur »

“Akl-ı meâd, melek-i mukarreb bunlar bizi Allah’a dâvet eder. Kalbimize hidâyet yolunu açar, rûh ufkumuzu genişletir. Akl-ı meâş ise, bizi dünya işlerine doğru çeker götürür. Bize Allah’ı unutturur. Ceddimizin yâni Hz. Âdem’in cennetten kovulmasına sebep olan şeytan, bu dünyada da bizim peşimizi bırakmaz, bizi nefsânî arzuların meyvelerini yemeğe teşvik eder de, iç rahatlığından, huzur cennetinden uzaklaştırır.” (Tâiyye Şerhi/Kâşânî Hazretleri)

… E-kitap okumak için…

 

hamza_yusuf Hamza Yusuf ile İslâm’ı anlamak

Elinizdeki bu kitap Ekrem Senai tarafından yapılan iki tercümeyi içeriyor:

  • Zaytuna Institute’den Hamza Yusuf Hanson’ın 2010 yılı Mayıs’ında Oxford üniversitesinde yaptığı İslâm’da reformkonulu konferans,
  • Yine  Hamza Yusuf Hanson’ın Dr.Murata ve Prof.Chittick’in İslam’ın vizyonu isimli eseri üzerine yaptığı konuşma (Bahsedilen kitap, Türkçe’ye de çevrilmiştir.)

Hamza Yusuf Hanson 1960 yılında Amerika’nın Washington Eyaletinde dünyaya geldi; Kuzey California’da büyüdü. 1977 yılında müslüman olduktan sonra on yıl boyunca İslâm coğrafyasında Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, Kuzey ve Batı Afrika gibi bölgeleri gezdi. Farklı ülkelerde iyi büyük alimlerden icazet aldı. Hamza Yusuf bu seyahatten sonra ülkesine dönerek Dinler Tarihi ve Sağlık Hizmetleri alanlarında diploma aldı. Dünyanın dört bir tarafında İslâm hakkında konferanslar veren Zaytuna Enstitüsü’nü kurdu. Batıya İslâm’ı sunan, İslâmî ilimlerin ve geleneksel metodlarla eğitimin yeniden canlanmasını amaçlayan Enstitü, dünya çapında üne sahiptir. Shaykh Hamza Yusuf, Fas’ın en prestijli ve en eski Üniversitelerinden birisi olan Karaouine’de ders veren ilk Amerikalı öğretim görevlisi olmuştur. Bunların yanısıra, klasik haline gelmiş geleneksel bazı Arapça metinleri ve şiirleri modern ingilizceye tercüme etmiştir. Halen eşi ve beş çocuğuyla birlikte Kuzey California’da yaşamakta. Buradan indirebilirsiniz.

Organik dinimi geri istiyorum 

organik_dinimi_geri_istiyorum - kcBilim ve teknoloji alanında buluşumuz pek yok ama gün geçmiyor ki din konusunda yeni bir icat çıkmasın. Televizyon karşısında merakla “acaba bugün neler caiz ilan edilecek, neler haram edilecek?” diye merakla bekliyoruz. Bektaşi’ye sormuşlar: “İslam’ın şartı kaçtır?” diye, “Birdir!” demiş. “Hac ve zekatı siz kaldırdınız, oruçla namazı biz kaldırdık, geriye kelime-i şahadet kaldı”. Ben kelime-i şahadetten de emin değilim, her an bir profesör çıkıp “böyle bir şey yoktur, imanın şehadeti mi olur?” diye ortaya çıkabilir. […] İlahiyat profesörlerinin bir büyük zararı da bu oldu. Din’in siyaset gibi, futbol gibi, tartışılacak, insanın bilgisinin olmasa da fikrinin olabileceği bir alan olduğu tevehhümü oluşturdular. Her şeyin kutsallığını bozdular. Artık bacak bacak üstüne atıp çiğ ağzımızla Allah, peygamber ne demek istemiş “muhakeme” yapıyoruz hiç ar duymadan, hepimiz birer küçük şeyhülislam, birer fetva emini… hangi hadis uydurma, hangisi sahih şıp diye gözünden anlayıp ayetleri engin din bilgimizle şerh ediyoruz. Şu muhakemelerin bolluğundan da dini yaşamaya bir türlü sıra gelmiyor. Halbuki bir güzel insanın dediği gibi: “Din öğrenmekle yaşanmaz, yaşandıkça öğrenilir”.

Elinizdeki bu kitap Ekrem Senai’nin kaleme aldığı yazılardan ve tercüme ettiği makalelerden oluşuyor: Hamza Yusuf, Noah Feldman, Charles Townes, Marc Levine ve Karen Armstrong ile İslâm, Hayat ve Bilim üzerine… Buradan indirebilirsiniz.

İçtik Elhamdülillah / Yunus Emre »

Hudeybiye, Gazze, Gülen Cemaati »

Sunuş: Mavi Marmara olayından sonra Gülen “İsrail’den izin alınmalıydı” mealinde konuşmasıyla herkesi üzdü. Bu sözüyle “otoriteye” olan saygısını, daha doğrusu İsrail’i bir otorite olarak tanıdığını ifade etmişti. Hüsn-ü zan ettik, taktik değil stratejik oynadığına inanmak istedik. İsrail lobisi yüzünden ABD’deki Türkleri zor durumda bırakmaktan korktuğuna inandık. O dönemde Gülen Cemaati’ni yerde yere vuran bir çok makale gönderdi yazarlarımız. Biz nifak çıkmasın, din kardeşlerimiz darılmasın diye bunların hiç birini yayınlamadık. Gülen ve yandaşları lehine uyguladığımız bu “sansür” esnasında yüreğimizi en çok acıtan kıymetli yazarımız Cemile Bayraktar’a “hayır” demek oldu. Aşağıdaki makalesi son derecede samimi ve hakkaniyetli olmasına rağmen Derin Düşünce’nin sansürüne takılmıştı. Kendisinden bu vesileyle bir kez daha helallik diliyoruz. İsrail’i otorite olarak tanıyan ama Tayyip Erdoğan’ı otorite olarak tanımayan, ona “firavun” diyen, Ergenkoncu paşalar için “ciğeri yanan” Gülen’i de ALLAH’a havale ediyoruz. Zaman Gazetesi’ndeki tetikçileri, Gazze yanarken “dershanem, paracıklarım” diye dört dönenleri de imanlarını gözden geçirmeye davet ediyoruz. (MY)

Benim bu yazımdaki üzüntümü, kırgınlığımı ve meramımı cemaatli olabilenler anlayacaktır. Cemaatçi ve fırsatçılar elbet anlam ile oynayacaktır. Yazmamış olmayı dilerdim ancak susmanın zulme çanak tutmak olduğu zamanlar vardır, yapıcı bir dil ile konuşmanın gerekli olduğu zamanlar; sanırım o zaman işte bu zaman. Yazmam; antipati duyduğum değil, yakın bulduğum bir guruba kendilerine çeki düzen verebilirler düşük ihtimalindendir.

Aslında Gazze, Filistin ve Gemi Gönüllüleri dışında bir şeye konsantre olmak istemiyorum. Hiçbir şekilde şiddet içermeyen, samimi niyetler ile din, dil, ırk ayrımı yapmaksızın yola çıkmış bir gurup insana saldıran İsrail askerlerinden ve bu çirkefe sahip çıkan İsrail devletinden vahşet sahibi olarak bahsedileceğini, kınanacağını, bu tür insanlık dışı yaptırımlarından uzaklaştırmak için çalışılacağını beklerken, bir gurup insanın İHH aleyhinde, Gemi Gönüllüleri aleyhinde, Türkiye’nin verdiği destek aleyhinde, ideolojik olarak taraf belirleme niyetiyle, çirkin siyasi yorumlar getirmelerine şahit oldukça gündemimden İsrail düşüyor ve yerini bu vicdan-insan gibi kavramların anlam ayrımına düşmüş yorum sahipleri alıyor.

İsrail zaten buydu, elbet bu olması bu olaya tepkisiz kalalım anlamına gelmiyor. Ancak diğerlerine ne oluyor? Bir konuşma telaşıdır almış yürümüş. Ne anlatıyorsun? Konuştuğunun neye faydası var? Kime anlatıyorsun? Hangi niyetle kusuyorsun?

Bir başka açıdan bakarsak, gerekli gereksiz elimize silah alıp bir savaş mı çıkartalım? Hayır. Sorun zaten savaşları bitirmek neden bir başka savaşa mahal verelim? Dileğimiz İsrail eliyle gerçekleştirilen Filistin zulmünün son bulmasıdır. Bunu dile getirmek çok normal değil mi? Böyle olması gerekmez mi?

Birini tanımak, onun zor zamanlara getirdiği yorumlar ile mümkündür. Maalesef Gemi Gönüllüleri ve Filistin trajedisi bu zor zamanlardan biridir. Şimdi biz birilerini bu olaya getirdiği yorumlar üzerinden okuyoruz.

Birden aklıma Hudeybiye düşüyor, neden acaba? Boykot yıllarından sonra canı gırtlağına dayanmış Müslümanların, Hicret etmelerinden sonra ana yurtlarına girme niyetiyle yola çıkmaları durumuydu, Hudeybiye. Yanlarına savaş niyeti taşımadıklarını göstermek için sadece yolcu kılıcı denilen kılıçlardan başkası bulunmuyordu. Yanlarında Allah rızası için getirdikleri Read the rest

Devlet ve Din, Bilim ve Din »


… Bu konuda okumak için…

 

 İslâmcılık, Devrim ile Demokrasi Kavşağında

Müslümanca yaşamak için devletin de “Müslüman” olması mı gerekiyor? Bu o kadar net değil. Çünkü İslâm’ın gereği olan “kısıtlamaları” insan en başta kendi nefsine uygulamalı. Aksi takdirde dinî mecburiyet ve yasakların kanun gücüyle dayatılması vatandaşı çocuklaştırıyor ister istemez. İyi-kötü ayrımı yapmak, iyiden yana tercih kullanacak cesareti bulmak gibi insanî güzellikler devletin elinde bürokratik malzeme haline geliyor. 21ci asırda Müslümanca yaşamak kolay değil. Yani İslâm’ın özüne dair olanı, değişmezleri korumak ama son kullanma tarihi geçmiş geleneklerden kurtulmak. AKP’yi iktidara taşıyan fikrî yapıyı, Demokrasi-İslâm ilişkisini, İran’ı ve Milli Görüş’ü  sorguladığımız bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.    Müslüman’ın Zaman’la imtihanı

Sunuş: Müslümanlar dünyanın toplam nüfusunun %20’sini teşkil ediyorlar ama gerçek anlamda bir birlik yok. Askerî  tehditler karşısında birleşmek şöyle dursun birbiriyle savaş halinde olan Müslüman ülkeler var. Dünya ekonomisinin sadece %2-%3′lük bir kısmını üretebilen İslâm ülkeleri Avrupa Birliği gibi tek bir devlet olsalardı Gayrı Safi Millî Hasıla bakımından SADECE Almanya kadar bir ekonomik güç oluşturacaklardı. Bu bölünmüşlüğü ve en sonda, en altta kalmayı tevekkülle(!) kabul etmenin bedeli çok ağır: Bosna’da, Filistin’de, Çeçenistan’da, Doğu Türkistan’da ve daha bir çok yerde zulüm kol geziyor. Müslümanlar ağır bir imtihan geçiyorlar. Yaşamlarını şekillendiren şeylerle ilişkilerini gözden geçirmekle başlıyor bu imtihan. Teknolojiyle, lüks tüketimle, savaşla, kapitalizmle, demokrasiyle , “ötekiler” ile ve İslâm ile olan ilişkilerini daha sağlıklı bir zemine oturtabilecekler mi? Müslüman’ın Zaman’la imtihanı adındaki 204 sayfalık bu kitap işte bütün bu konuları sorgulayan ve çözümler öneren makalelerden oluşuyor.

 

Kendini İnsanlaştırmak »

nefs_mucadeleMuhyiddin Zınar (zehra.com.tr)

Ey kendini insan bilen insan! Kendini oku. Yoksa hayvan ve camid hükmünde insan olmak ihtimali var.(sözler,728)

Risale-i Nur, tarih ve toplum içinde ortaya çıkan beşerî düzlemleri bir yana bırakıp soyut ve genel insana ulaşmaya çalışır. İslamiyet’i “maksimal insaniyet”, kainat’ı “makro insan”, insanı, “mikro kainat” ve esmanın dokuduğu “eşsiz nakış” perspektifleriyle inceleyen metinler, insanın, bilinen tanımlarına ilişkin algıları zorlar. Bu, aynı zamanda, pozitivizmin insan yaklaşımını itibarsızlaştırmak olarak da okunabilir. İnsanı, kendi içindeki minyatür semavata çıkarmak isterken onu mümkün oldukça dünya düzleminden soyutlar. Zira insanın sınırsız yorumu, onun somut şartlardan uzak tutulması oranında açığa çıkar. Somut insan, zaman ve mekan üstü bir düzlemde olgunlaşan “nakş-ı ekberin”, hem seyircisi hem izleneni konumundadır.

Risale-i Nur, insan nedir? sorusunun cevabını aramak yerine; ona verilen enstrümanların ne işe yaradığını, nereden gelip nereye gittiğini öğrenmeye çalışır. İnsanın görülebilen gerçekliğinin, şehadet alemine sığmayan bir başka gerçekliği örttüğünü anlatırken Read the rest

Cecilia Bartoli, Mozart – Laudate Dominum omnes gentes »

Sigmund Freud’un faşizme katkısı(2) »

nazi-freud“… Avrupalılar için Hitler, ‘bizden birisi’ idi. Kendi nefislerinden sudur eden kin, öfke, gadap (Haçlılar, sömürgecilik, emperyalist istila) Hitler’de ete kemiğe bürünmüş, müşahhas hale gelmiş. Bu adamla aralarında bir nevi yakınlık hissediyorlar ama kabul etmiyorlar…” (Tanrı’yı Hatırlamak / Sidi Hasan Abdullah Abdülhamid[1])

Faşizm neden bu kadar düzenlidir hiç düşündünüz mü? İkinci dünya savaşından kalma fotoğaflara bakın. Pantolonu, gömleği buruşuk askerler vardır: Amerikalı, Fransız veya Rus. Ama Almanların üniformaları, hele SS subaylarınınki jilet gibidir. Faşist ordular bir güruha, ne yapacağı belli olmayan bir kuru kalabalığa benzemez. Tersine, düzenlidir. Herkesin görevi bellidir. Tutuklanacak olanlar fişlenmiştir. Kim işkence görecek? Hangi kitaplar yakılacak? Herşey bir düzen, nizam ve intizam içinde yapılır. Törenlerde de en düzgün yürüyen askerler faşist orduların askerleridir. Organize olmuş yani organ-laşmış insanlardır faşistler. Vicdanları yoktur, dişli çarklara benzerler: Gayrı-insanî, otomatik, öngörülebilir, birbiri yerine ikame edilebilen yedek parçalar gibidirler. Faşist insanlar “Varlığım devletime/ırkıma armağan olsun” diyerek insanlıktan, haliyle hürriyetten ve mes’uliyetten vazgeçmişlerdir. Onlar makineleşmişlerdir. Hürriyetten istifa edip determinizme tabi olduklarından hayvanlaşırlar. Sorgusuz, sualsiz ama hep düzenli bir şekilde zulüm ederler. Cesaret değildir onları saldırgan yapan, tersine korkaklıktır. Zira faşistlerde hürriyet (=mes’uliyet) korkusu vardır. Bu yüzden yeni durumların yol açtığı belirsizliklerden nefret ederler; hep bir düzen isterler. Meselâ Sigmund Freud Read the rest

Diyarbakır: Güz Vakti Nevruz Havası »

Takip edenler bilir, iki yıldır her Nevruz’dan sonra buradan Diyarbakır’daki izlenimlerimizi dilimiz döndüğünce paylaşmaya çalışıyoruz. Ancak bu sefer Nevruz olmadan yaşanan bahar havasından bahsetme sırası geldi….

Malumunuz Başbakan Diyarbakır’a geldi ve gelişiyle birlikte birçok tarihi olaya da tanıklık ettik. 37 yıl sonra Şivan Perwer’in gelişi, on yıllar sonra Diyarbakır Belediyesi’ni bir Başbakan’ın ziyareti, Barzani’nin gelişi ve halka hitap etmesi tarih sayfalarında yer edinen gelişmeler…

Peki bu tarihi an Diyarbakır için bir anlam ifade ediyor mu? Çok şey ifade ediyor… Her şeyi bir yana bırakın önceki Nevruz’larda yaşandığı gibi herkesin gözünde bir umut ışığı var…

Şimdi bu “tarihi ziyaret”in yansımalarına değinelim.

Bu ziyaret, her şeyden önce artık “sona erdi” denilen ve herkesin neredeyse gün gün çatışma çıkmasını beklediği bir dönemde halk için çözüm sürecinin daha bitmediğini gösteren bir can suyu anlamına geliyor… Aslında böyle bir ziyaretin de ortaya koyması gereken en önemli netice Read the rest

Casta Diva — Maria Callas »

Buna alet olan sessiz çoğunluk, rahat uyuyor musun? »