RSS Feed for This Post

Metafizik Üzerine Konuşma / Gottfried Wilhelm Leibniz

Metafizik Üzerine Konuşma Gottfried Wilhelm Leibniz-3Bence insan ilk ilkeleri onsuz tanıyamaz, o olmadan zihnini cisimsel olmayan doğaların bilgisine, Tanrı’nın eşsiz yapıtlarının bilgisine yükseltemez.

Bununla birlikte, nasıl ki bir geometrici süreklinin yapısındaki ünlü karmaşıkla uğraşarak kafasını karıştırmak gereksinimi duymazsa, bir ahlakçı filozof, daha ötede bir hukukçu ya da bir siyasetçi özgür seçişle Tanrı vergisi arasındaki uzlaşmada ortaya çıkan büyük güçlükleri aşmak için çabaya girmek gereksinimi duymazsa (öyle ya, felsefede ve dinbilimde gerekli ve önemli olan tartışmalara girmeden, geometrici tüm göstermelere ulaşabilir ve siyaset adamı kendi sorunlarını çözebilir), bunun gibi fizikçi de bazen daha önce yapılmış daha basit deneylerden yararlanarak, bazen geometrinin ve mekaniğin göstermelerinden yararlanarak, hiçbir zaman bir başka alanın genel belirlemelerine gereksinim duymaksızın deneylerinin temellerini ortaya koyabilecektir; bu fizikçi Tanrı’nın yardımına, bir ruha, bir Archaeus’a, buna benzer bir şeye başvurursa, uygulama alanında önemli bir karar verileceği sıra yazgının doğası ve özgürlüğümüzün doğası üzerine büyük savurmalara girmeye kalkan biri gibi garip bir iş yapmış olur. İnsanlar yazgının ne olduğu üzerine zihinlerini yorarak bu yanlışı sık sık kendiliklerinden yaparlar, bu yüzden bazen iyi bir çözüme ulaşmaktan ya da gerekli bir çalışmayı gerçekleştirmekten geri kalırlar.

Skolastikler denen dinbilimcilerle filozofların düşüncelerini büsbütün aşağılamamak konusunda.

Eski felsefeye bir anlamda eski değerini kazandırmayı ve hemen hemen tümüyle atılmış tözsel biçimleri “postliminio” geri getirmeyi önermekle büyük bir tutarsızlığa düştüğümü biliyorum; modern felsefe üzerine çok düşündüğümü, fizikte deneylere ve geometride göstermelere çok zaman ayırdığımı, bu varlıkların hiçliğine uzun zaman inandığımı bilirlerse, Aziz Tommaso’ya ve zamanın öbür kişilerine çağdaşlarımızın yeterince adaletli davranmadıklarını, skolastik filozoflarda ve dinbilimcilerde -yolunca yordamınca kullanmak koşuluyla- sanıldığından daha büyük bir sağlamlık bulunduğunu görmemi sağlayan çalışmalar yaptıktan sonra, onları kendime karşın ve neredeyse zorla benimsediğimi bilirlerse beni bir çırpıda suçlayamazlar. Şuna da inanıyorum: doğru ve derin düşünen bir kafa bunların düşüncelerini analitik geometricilerin yaptığı biçimde aydınlatıcı ve sindirici bir tutumla ele almak güçlüğüne katlansa, onlarda çok önemli ve tümüyle gösterilebilir nice doğrudan oluşan bir hazine bulacaktır.

Uzama dayanan kavramlarda imgelemsel bir şey bulunduğu, bunların cisimlerin tözünü kuramayacakları üzerine.

Belirlemelerimizi sırasını bozmadan ele alalım: sanırım, tözün yukarıda açıkladığım doğası üzerine kafa yoracak kişi şunu görecektir: cismin tüm yapısı yalnızca uzamdan kurulmuş değildir, onda ruhlarla ilgili olan ve genel olarak tözsel biçim diye adlandırılan herhangi bir şeyin varlığını da zorunlu olarak görmek gerekir, bu şey olayları ve hayvanların ruhu varsa hayvanların ruhunu hiç mi hiç değiştirmemekle birlikte. Şu da gösterilebilir: büyüklük, biçim, devinim kavramları sanıldığı kadar seçik kavramlar değildir, bunlar imgesel ve algılarımızla ilgili bazı şeyler taşırlar, bizim dışımızda, şeylerin doğasında gerçekten bulunup bulunmadığı konusunda kuşkulu olduğumuz renk gibi, sıcaklık gibi niteliklerde ya da bunlara benzer niteliklerde (genellikle daha büyük ölçüde) olduğu gibi. Bu yüzden bu nitelikler hiçbir töz oluşturmazlar. Cisimlerde şimdi söylediğimizin dışında herhangi bir özdeşlik ilkesi yoksa, hiçbir cisim varlığını bir andan çok sürdüremeyecektir

Bununla birlikte öbür cisimlerin ruhları ve tözsel biçimleri ussal ruhlardan çok ayrıdır, yalnızca ussal ruhlar bilirler eylemlerini, bu ussal ruhlar doğal bir ölümle ölmedikleri gibi ne olduklarının bilgisinin temelini de her zaman korurlar; bu da onları cezaya ve armağana yatkın kılar, onları Tanrı’nın egemen olduğu evren cumhuriyetinin yurttaşları yapar, dolayısıyla tüm öbür yaratıklar onlara hizmet ederler. Bu konuyu az sonra daha geniş olarak ele alacağız.

Her kişinin bireylik kavramı onun başına gelecekleri kesinlikle içerdiğinden bu kavramda her olayın doğuşunun “a priori” kanıtlarını ya da şu olayın öbüründen neden daha önce olduğunu görebiliriz. Ancak bu doğrular ne ölçüde kesin olurlarsa olsunlar gene de olumsal olmaktan kurtulamazlar, çünkü Tanrı’nın ya da yaratıkların özgür seçişine, onların seçmeyi zorunlu kılmadan eğilimli kılan özgür seçişine dayanırlar.

Daha ileriye gitmeden önce, yukarıda göstermiş olduğumuz temellerden doğabilecek büyük bir güçlüğü ortadan kaldırmaya çalışmalıyız. Şöyle demiştik: bireysel töz kavramı başına gelebilecek her şeyi tam tamına içerir; bu kavrama bakarak gerçekte onunla ilgili olarak söylenebilecek her şeyi söyleriz, dairenin doğasında daireden çıkarsanabilecek tüm özellikleri görebildiğimiz gibi. Ama bu durumda olumsal doğrularla zorunlu doğrular ayrımı kalkmış, insan özgürlüğüne yer kalmamış, mutlak bir yazgı tüm eylemlerimize de dünyanın öbür olaylarına da egemen olacakmış gibi görünüyor. Ben bunu şöyle yanıtlayacağım: kesin olanla zorunlu olanı birbirinden ayırmak gerekir: herkes gelecek olumsalların sağlanmış olduğu, çünkü Tanrı’nın onları öngördüğü üzerinde ortak görüşe sahiptir, ama bu onların zorunlu oldukları anlamına gelmez. Ama (diyecekler) herhangi bir tanımdan ya da kavramdan herhangi bir sonuç çıkarıldığında bu sonuç zorunludur. Oysa herhangi bir kişinin başına gelebilecek bir şeyin, o kişinin doğasında ya da kavramında gücül olarak bulunduğunu öne sürüyoruz, daireyle ilgili özelliklerin daire kavramında bulunması gibi. Bu durumda güçlük ortadan kalkmamıştır. Bu güçlüğü sağlam bir biçimde giderebilmek için şöyle diyeceğim: bağlantı ya da birbirini izleme iki türlü olur, biri mutlak olarak zorunludur, karşıtı çelişki içerir, böylesi bir çıkarsama geometrinin doğruları gibi ölümsüz doğrularda bulunur; öbürü ancak “ex hypothesi” zorunludur, ne var ki kendinde olumsaldır, karşıtı da çelişki içermez. Bu bağlantı tam tamına arı fikirler üzerine ve Tanrı’nın basit anlığı üzerine değil, Tanrı’nın özgür buyrultularına ve evrendeki sıralanışa dayanır.

Bir örnek verelim: Julius Caesar cumhuriyetin sürekli diktatörü ve efendisi olacağına ve Romalıların özgürlüğünü ortadan kaldıracağına göre, bu eylem kavramında içerilmiştir, çünkü biz böyle bir konunun tam yetkin kavramının doğasının,yüklemi de içerebilmesi için, her şeyi “ut possit in esse ubjecto” (13) kavradığını varsayarız. Denebilir ki Caesar bu eylemi bu kavram ya da fikir dolayısıyla gerçekleştirmekte değildir, çünkü bu eylem Tanrı her şeyi bildiği için Caesar’a uymaktadır. Buna karşılık kesinlikle şunlar söylenecektir: onun doğası ya da biçimi bu kavrama uymaktadır ve Tanrı ona bu kişiliği verdiği için de onun bu kişiliğe uygun olması gerekmektedir. Ben de gelecekteki olumsal olayları öne sürerek şunu söyleyebilirim: onların gerçekliği ancak Tanrı’nın anlığında ve istemindedir. Tanrı onlara bu biçimi önceden verdiğine göre onların gene buna uymaları gerekir.

Ama bu güçlükleri başka benzer güçlüklerle örnekleyerek hoşgördürmeye çalışmaktansa onları ortadan kaldırmayı daha uygun bulurum, şimdi şurada söyleyeceklerim her ikisini ortadan kaldırmaya yarayacaktır. Şimdi bağlantılar arasındaki ayrılığı ele almak gerekiyor, diyorum ki önceselliklere uygun olarak gerçekleşen şey kesindir ama zorunlu değildir, onun tersini yapan kişi onun gerçekleşmesinin (ex hypothesi) olmazlığına karşın kendinde olmaz olan bir şey yapmış olmaz. Çünkü biri çıksaydı da Caesar konusuyla onun “mutlu girişimi” yüklemi arasındaki bağlantıyı kanıtlamaya yarayan göstermeyi sonuna erdirebilseydi şunu göstermiş olurdu: Caesar’ın gelecekteki diktatörlüğü temellerini onun kavramında ya da doğasında bulur; bu kavram ya da doğada onun Rubicon ırmağı kıyılarında durmak yerine bu ırmağı geçmeye karar verişinin, Pharsalus savaşından yenik çıkacak yerde savaşı kazanışının nedeni yatar, olayların böyle gelişmesi usa uygundur ve dolayısıyla kesindir, ama kendinde zorunlu değildir ve karşıtı çelişki içermez. Tanrı’nın az yetkini gerçekleştirmesinin usa yatkın ve kesin olmasına benzer bu.

Caesar’ın bu yüklemiyle ilgili bu göstermenin sayılarla ya da geometriyle ilgili göstermeler kadar mutlak olmadığını, ama Tanrı’nın insan doğası üzerine verdiği, insanın her zaman (özgürce de olsa) en iyi görüneni gerçekleştireceği konusundaki buyrultusuna (birincinin ardından verdiği buyrultuya) dayanan şeyler düzenini varsaydığını söyleyebiliriz. Bu tür buyrultular üzerine temellenmiş her doğru kesin olmakla birlikte olumsaldır, çünkü bu buyrultular şeylerin olasılığını değiştirmezler, daha önce de söylediğim gibi, Tanrı her zaman kesin bir biçimde en iyiyi seçse de, bu daha az yetkin olanın olası olmasını ve olası kalmasını engelleyemez -daha az yetkin olan gerçekleşmese bile-, çünkü onun gerçekleşmesini önleyen şey onun olası olmayışı değil yetkin olmayışıdır. Karşıtı olası olan şey zorunlu değildir.

Demek ki bu tür güçlükler ne kadar büyük görünürlerse görünsünler ortadan kaldırılabilecek güçlüklerdir (gerçekten bu güçlüklere yönelen her kişi bunların ağırlığını aynı ölçüde duymuştur), yeter ki tüm olumsal önermelerin öyle olmaları için değil de böyle olmaları için nedenler bulunduğunu ya da (bu da aynı şeydir) doğruluklarının “a priori” kanıtları bulunduğunu, bu kanıtların onları kesin kıldığını, bu önermelerdeki özne-yüklem bağlantısının her ikisinin doğasında temelleri bulunduğunu, ancak bunların zorunlu göstermeleri olmadığını, çünkü bu nedenlerin ancak olumsallık ilkesine ya da şeylerin varlığı ilkesine, yani eşit ölçüde olası olan şeyler arasında en iyi olan ya da en iyi görünene dayandığını, oysa zorunlu doğruların çelişmezlik ilkesi üzerine ve Tanrı’nın özgür istemiyle yaratıkların özgür istemi göz önünde tutulmadan özlerin olası oluşu ya da olası olmayışı üzerine temellendiğini iyice düşünmek gerekir.

Tanrı evren üzerine sahip olduğu değişik görüşlerine göre çeşitli tözler yaratır; Tanrı’nın araya girişiyle her tözün kendine özgü doğası şu özelliğe sahip olmuştur: tözlerden birinde olan bir şey tüm öbür tözlerde olan biteni karşılar, ama tözler birbirleri üzerinde eylemde bulunmazlar.

Tözlerin doğasının ne olduğunu bir anlamda öğrendik, şimdi tözlerin aralarındaki bağımlılığı, eylemlerini ve edimlerini açıklamaya çalışalım. Apaçık görünen bir şey var: yaratılmış tözler Tanrı’ya bağımlıdırlar, Tanrı onları korur, ayrıca biz düşüncelerimizi nasıl üretiyorsak o da tözleri bir tür türümle (14 ) yaratır. Çünkü Tanrı, değerini göstermek için yaratmayı uygun gördüğü olguların genel dizgesini, deyim yerindeyse, her yana ve her türlü çevirir; tambilirliğinden kaçan herhangi bir ilişki bulunmadığı için de dünyanın tüm yüzlerini tüm olası biçimlerde gözler. Evrene belli bir yerden bakmakla elde edilen her görüşün sonucu, evreni bu görüşe uygun bir biçimde açıklayan bir tözdür. – Tanrı, düşüncesini etkin kılmak ve bu tözü yaratmak istediği zaman böyledir bu. Tanrı’nın görüşü nasıl her zaman doğruysa algılarımız da doğrudur, ama bizim olan ve bizi aldatan yargılarımızdır.

Yukarıda da belirttik, şimdi söylediklerimiz de gösteriyor: her töz apayrı bir dünya gibidir, Tanrı’dan başka bir şeye bağlı olmayan bir dünya gibidir; böylece tüm olgular yani başımıza gelebilecek her şey varlığımızın sonuçlarıdır ancak; bu olgular doğamıza uygun olan, bir başka deyişle bizdeki dünyaya uygun olan belli bir düzeni sürdürürler, bu düzene dayanarak bizler davranışımızı düzenlemek için gelecekteki olguların başarılarıyla doğrulanan yararlı gözlemler yapabiliriz, yani böylece çok zaman yanılgıya düşmeksizin geçmişe dayanarak gelecek üzerine yargılar verebiliriz, ve sıkıntıya düşmeden, olgular bizim dışımızda mı değil mi, başkaları da olguları görüyor mu demeden bu olguların gerçek olduğunu söyleyebiliriz. Bununla birlikte, tüm tözlerin algıları ya da anlatımları birbirlerini yanıtlarlar, öyle ki tözlerin her biri gözlemlediği bazı nedenleri ve yasaları incelikle izlerken, aynı şeyi yapan bir başka tözle karşılaşacaktır. Belli bir günde belli bir yerde toplaşmaya sözleşmiş birkaç kişinin gerçekten istekli oldukları zaman bu toplaşmayı gerçekleştirebilecekleri gibi. Tümü aynı olguları açıklasa da, buna göre tümünün tam tamına aynı anlatımı ortaya koyması gerekmez, bu anlatımların orantılı olması yeter. Birçok izleyicinin aynı şeyi gördüğünü sanması ve bu sanı üzerinde birbiriyle gerçekten anlaşması, ama gene de her birinin kendi ölçülerine göre görmesi ve konuşması gibidir bu da.

Tözsel olguların karşılıklı uyumunun nedeni yalnızca Tanrı’dır, birinde özel olanı tümüne genel kılan yalnızca Tanrı’dır, böyle olmasaydı hiçbir bağlantı olmazdı (tüm bireyler sürekli olarak Tanrı’dan türerler, Tanrı evreni bireylerin gördüğü gibi görmez, onların gördüğünden başka görür). Genel olarak benimsenmiş olmamakla birlikte oldukça uygun bir biçimde şöyle diyebiliriz: tek bir töz hiçbir zaman başka bir tek töz üzerinde etkide bulunamaz ve onun etkisinde kalamaz. Şunu göz önünde tutmalıyız: herhangi bir tözün başına gelen bir şey, yalnızca o tözün “fikir”inin ya da “tam kavram”ının bir sonucudur, çünkü bu fikir tüm yüklemleri ve olguları içerir, ve tüm evreni açıklar. Gerçekten bize her şey ancak düşüncelerden ve algılardan gelebilir, tüm gelecek düşüncelerimiz ve algılarımız olumsal da olsalar önceki düşüncelerimizin ve algılarımızın sonucudurlar, öyle ki şu anda benim başıma gelen ya da bana görünen şeyleri bir bir ortaya koymak elimde olsaydı, onlarda bundan böyle tüm olacak olanları ve tüm görünecek olanları görebilirdim. Benim dışımdaki her şey yıkılıp gitseydi de yalnızca Tanrı’yla ben kalsaydık bile bu böyle olurdu ve benim başıma aynı durumlar gelirdi. Ama belli bir biçimde görüp seçebildiğimiz şeyleri bizim üzerimizde eylemde bulunan nedenler gibi gördüğümüz bazı başka şeylere uladığımızdan, bu yargının temelini ve onda gerçek olan yanı ele almamız gerekecek.

Sonlu bir tözün bir başka töz üzerindeki eylemi, Tanrı onları uyuşmaya zorladığı ölçüde, eyleme uğrayan tözün anlatım derecesinin azalması, eylemdeki tözün anlatım derecesinin artması biçiminde olur.

Ama uzun bir tartışmaya girmeden, metafizik dili uygulamanın alanıyla uyuşturabilmek için şunu belirlemek yeter: daha yetkin olarak açıkladığımız olguları özellikle ve haklı olarak kendimize ulamaktayız, başka tözlere de en iyi açıkladıkları şeyi ulamaktayız. Böylece her şeyi açıklamak açısından sonsuz uzamı olan bir töz, açıklama biçiminin az ya da çok yetkin oluşuna göre sınırlı olur. Tözlerin birbirlerini engellemelerini ya da sınırlamalarını buna göre anlayabiliriz ve sonuç olarak bu konuda şunu söyleyebiliriz: tözler birbirleri üzerinde eylemde bulunurlar, tözler sanki birbirleriyle uyuşmak zorunda bırakılmışlardır. Çünkü birinin anlatımını artıran öbürünün anlatımını azaltan bir değişiklik olabilir. Tek bir tözün erdemi Tanrı’nın değerini iyi açıklamaktadır, işte bu noktada az sınırlanmıştır o. Her şey, erdemini ya da gücünü kullandığı zaman yani eylemde bulunduğu zaman iyiye doğru değişir ve yayılır: birçok töze uğrayan bir değişiklik olduğunda (her değişiklik tümünü ilgilendirmektedir) şöyle denebilir sanıyorum: daha büyük bir yetkinlik derecesine ulaşan ya da daha yetkin bir anlatım derecesine yükselmiş olan töz gücünü kullanır ve eylemde bulunur, daha az yetkinliğe düşmüş olan da güçsüzlüğünü gösterir ve edilginleşir. Bence algısı olan bir tözün tüm eylemi bazı tutkulu istekleri, her edilginleşmesi de bazı acıları getirir ya da tersi olur, bununla birlikte şimdiki bir yararın daha sonra daha büyük bir kötülükle yıkıldığı olmuştur. Eylemde bulunarak yani gücünü kullanarak ve bundan haz duyarak günah işlenebilmesi buradan gelir.

Tanrı’nın olağanüstü etkinliği özümüzün açıkladığı şeyde içerilmiştir, çünkü bu anlatım her şeye yayılır, ama doğamızın güçlerini, yani sonlu olan ve bazı ikincil kurallara bağlı bulunan açıkseçik anlatımımızı aşar.

Şimdi, tözlere olağanüstü ya da doğaüstü bir şey uğramayacağına göre, çünkü tözlerin tüm olayları doğalarının bir sonucu olduğuna göre, bize Tanrı’nın bazen insanları ve öbür tözleri olağanüstü ve mucizeli bir etkinlikle nasıl etkileyebildiğini açıklamak kalıyor. Bazı ikincil kuralların üstünde olsalar da her zaman genel düzenin evrensel yasasına uygun bulunan evren mucizeleriyle ilgili olarak yukarıda söylediklerimizi anımsamamız gerekiyor. Her kişi ya da her töz , büyük dünyayı açıklayan bir küçük dünya gibi olduğuna göre, Tanrı’nın bu töz üzerindeki olağanüstü eylemi, bu tözün özüyleya da bireylik kavramıyla açıklanan evrenin genel düzeninde içerilmiş bulunsa da mucizeli olmaktan geri kalmaz. Bu yüzden biz doğamızın açıkladığı her şeyi doğamızın içinde görürsek doğamız için hiçbir şey doğaüstü olmaz, çünkü doğamız her şeye yayılır: bir sonuç her zaman nedenini açıklar ve Tanrı tözlerin gerçek nedenidir. Ama doğamızın en yetkin biçimde açıkladığı her şey özel olarak doğamıza bağlı olduğundan -çünkü onun gücü buna dayanır ve az önce açıkladığım gibi bu güç sınırlıdır- doğamızın güçlerini hatta tüm sınırlı doğaların güçlerini aşan birçok şey vardır. Sonuç olarak, daha açık bir biçimde konuşabilmek için şöyle diyeceğim: Tanrı’nın mucizeleri ve etkileri şu özelliği gösterirler: bir yaratılmış ruh, ne kadar aydınlanmış olursa olsun, onları usavurmasına dayanarak önceden kestiremez, çünkü genel düzenin seçik kavrayışı tümünü aşar: oysa doğal diye adlandırılan her şey yaratıkların anlayabildikleri daha az genel kurallara bağlıdır. Sözlerin anlamlar kadar kınanamaz olabilmesi için bazı konuşma biçimlerini bazı düşüncelere bağlamak iyi olur, tüm açıkladığımızı içerene özümüz ya da fikrimiz diyebiliriz ve bu öz ya da fikir bizim Tanrı’yla bağımızı açıkladığı için sınırsızdır, hiçbir şey onu aşamaz. Ve bizde sınırlı olan şey doğamız ya da gücümüz diye adlandırılabilir, bu yüzden tüm yaratılmış tözlerin doğalarını aşan şey doğaüstüdür.

 

… Bu konuda okumak için…

Jean-Paul Sartre ile Kaliteli bir Ateizme Doğru

Böyle Buyurdu Zerdüşt / Friedrich NietzscheBöyle Buyurdu Zerdüşt / Friedrich NietzscheYokluk var mıdır? Evinizin içini dolduran boşluğu gördünüz mü hiç? Bir türlü gelmeyen şu trenin verdiği sıkıntı ya da sizi habersiz bırakan dostlarınızın sessizliği gerçek değil mi yoksa? Tutulmamış sözler, ödenmemiş borçlar… Yokluk da var aslında “var” dediğimiz şeyler kadar. Ama Yok’un varlığı sadece şuurlu insanlar için gerçektir; gelecekten, birisinden cevap bekleyenler için bir yokluktan, eksiklikten bahsedebiliriz… Artık olmayan gençlik yılları ya da henüz gelmemiş olan yaşlılık da bugünün gerçeği değil mi? Hatırlayan, ümid eden, düş kırıklığını ve gelecek korkusunu tatmış her insan için bir “yokluk” vardır, gerçektir ve bugüne dahildir.

Ateizmin ürettiği en kaliteli metinlerinden biri olan Varlık ve Hiç elinizdeki bu kitabın belkemiğini oluşturuyor. Filozof ve edebiyatçı olan Jean-Paul Sartre hiç şüphesiz Batı felsefesinin köşe taşlarından biridir. Varlık, İnsan, Özgürlük ve Ahlâk tasavvuru üzerine yazdığı eseri tanrısız bir ahlâk teorisi. “Geleneksel” dinler ile göbeğini kesmiş bir “iyi insan” arayışı içinde Sartre. Bu arayışın neticesi ateist emir ve yasaklar değil insan fıtratının önemli bir veçhesi, özgürlük şuuru:

“İnsan özgürdür ve bunun farkındadır; bu farkındalık ile, özgürlük ve sorumluluk şuuruyla yaşamaya mahkûmdur.”

Bu bağlamda Sartre gerçek bir ateist: Tanrı karşıtı değil Tanrı-SIZ. Vicdanın sesini duyma gayretinde. Görünmeyen tanrılar ile kavga etmek yerine “görünürde tanrı yok, biz insan olarak ne yapabiliriz?” diye soruyor. Buradan indirebilirsiniz.

Trackback URL

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin