RSS Feed for This Post

Darbecilerin Cezalandırılabilme İhtimalini Sevdik

Sanıkların kimlikleri ve aldıkları ceza miktarından soyutlayarak ele aldığımızda Ergenekon gibi bir davanın Türkiye’de görülmesi ve mahkûmiyet ile neticelenmesi devrim niteliğinde bir olaydır. Türkiye’deki ceza sistemi ilk defa her bakımdan imtiyazlı oldukları toplumun tüm kesimleri tarafından kanıksanmış devlet görevlilerine nüfuz etmiş, sımsıkı giyindikleri dokunulmazlık zırhları delinmiştir.

Bu davanın ehemmiyetini Türkiye siyasi tarihini resmi anlatımın dışında okuyanlar iyi bilmekteler; bir asırdır devlet eşittir ordu idi ve ülkeyi genelkurmay yönetirdi. Bu yönetim ülkenin genel politikalarını tespit etmek ve yürütmekten ibaret kalmıyordu; daha ötesinde işler çevirmek zorundaydılar. Çünkü bir gücü elde tutmayı sürdürebilmek onu ele geçirmekten daha zordur. Bunu çok iyi bilen odaklar bir gecede darbe yaparak iktidarı devirdiklerinde meselenin orada bitmediğinin farkındaydılar. Gayri meşru iktidarlarını sürdürmek için tümden bir hukuk düzenini ideolojilerine göre dizayn etmelerinin yanında toplumun belli kesimlerini düşman belleyip onlarla mücadele içinde oldular sürekli. Memleketin son otuz yıldaki en köklü sorunu kabul edilen terör sorununun bir türlü nihayete erdirilmemesine bu açıdan da bakmak faydalı olacaktır. Yanı sıra “irtica sorununu” da tabi…

Fakat davanın esas ne ifade ettiğini bu gerçekleri teorik olarak bilenlere değil, söz konusu gücün zulmüne maruz kalmış, örneğin, binlerce faili meçhule evladını, eşini, kardeşini, babasını kurban vermiş ailelere sormak lazım; laikliğe aykırı olduğu gerekçesiyle başörtülü eğitim hakkı ellerinden alınmış, üniversite kapılarında ağlatılmış kızlara sormak lazım. Fişlenmiş, dışlanmış, horlanmış, hayatı alt üst edilmiş insanlara sormak lazım. Ancak o zaman bu davanın Türkiye için tarihi önemi daha iyi anlaşılır.

Bu konuda binlerce hikâye var. Birinci ağızdan dinlediğim bir tanesini de ben anlatayım, 90’lı yılların başında gerçek gücün kimin elinde olduğunu ve neler yaşandığını gösterecek olan. Güneydoğudaki köylerin birinde bir delikanlı, sorgulanmak üzere götürüldükten sonra kendisinden bir daha haber alınamamıştır. Baba, evladının faili meçhule kurban gittiğini tahmin emektedir, ama bir ümit işte, araştırmalarına da devam etmektedir. Belki de sadece cesedinin bulmak niyetindeydi. ( Berfo anayı hatırlayınız). Bu arada belirtelim: faili meçhul deniliyorsa, faili gerçekten meçhul olduğu için değil, sadece tetiği bizzat çeken ya da asit kuyusuna atan ya da canlı canlı helikopterden atan (evet, öldürmek kastıyla yüzlerce metre yüksekliğe çıktıktan sonra aşağı atılanlar da oldu) bilinmediği için bu ifade kullanılabilir. Yoksa adres bellidir. Bu adresi bilen baba ilgili kapıyı çalar, komutanlara sorar, elbette bir netice alamaz. Daha fazla dayanamayan baba tüm cesaretini toplar ve ilçede savcılığa gitmeye karar verir. Savcıya durumu anlatır anlatmaz, her şeyi çok net özetleyen bir cevap alır. Savcı “aman hacı, ne sen buraya geldin bunları bana anlattın, ne de ben seni dinledim; gökte Allah yerde ordu” der ve tabi hiçbir işlem başlatmadan adamcağızı geri gönderir. İşte bu davayı ve mahkûmiyet kararlarını o babaya sorun. Mesela Levent Ersöz’ün bırakın ceza almasını, acz içinde bir tekerlekli sandalyede oturur halde görmenin bile görev yaptığı bölgede yaşayan insanlar için ne büyük anlamlar taşıdığını sorun. Ancak o zaman bu davanın Türkiye siyasi tarihinde nasıl bir dönüm noktasına tekabül ettiği daha iyi anlaşılır. Bu ülkede cumhurbaşkanı, başbakan ve bakanlar bile yargılanıp idam dâhil cezalar alabilirken bir genelkurmay başkanının değil ceza alması, fiili olarak onu yargılayabilecek bir makam bile yoktu, zira.

Ceza alan kişiler ve ceza miktarları benim için sadece teknik bir konudur. Bunu özellikle vurgulamamın sebebi sanıkların içine düştükleri durumu küçümsemem, hafife almam değildir. Kim olursa olsun başkasının başına gelen felakete sevinmek bizim aldığımız terbiyeye uygun düşmüyor. Ama yine de, vesayet sistemini sarsılıp yere devrilmesine ve darbe yapanların ve teşebbüs edenlerin bir gün yargılanabilme ve ceza alabilme ihtimalinin ortaya çıkmasına seviniyoruz. Milletin değerlerini aşağılayan, düşman gören, kendi iktidarları sürdürmek için meşru iktidarları deviren güç odaklarının darbe yemesine seviniyoruz.

Bu sevincimize karşın hem hüküm giyenler açısından hem de eski Türkiye ile hesaplaşmak açısından sevincimizi yarım bırakan bir eksiklik de var. Daha fazla geriye gitmeden merhum cumhurbaşkanı Özal’ın şaibeli ölümünden itibaren alırsak, binlerce cinayetin, suikastın, fişlemenin, yasaklamaların, hak ihlallerinin, kısacası zulmün her türlüsünün failleri olarak sadece birkaç yüz kişinin mahkûm olmasını kabul edilemez buluyorum. Argo tabirle ihalenin söz konusu birkaç yüz kişiye kalmış olması onlara da haksızlık. Ayrıca asrın davasının hakkının verilemediğini de düşündürüyor.

Belki sanık yakınları ve avukatlarının deliller ve savunma haklarına ilişkin ısrarla iddia ettikleri hataların bir kısmı bu sebepten yapılmıştır. Soruşturmanın çerçevesini sınırlı tutma ve süreyi uzatmama gayreti belli düzeyde bir aceleciliğe sevk etmiş olabilir hâkim ve savcıları. Bu hatalar meselenin özünü değiştirmese de devlet içindeki çetelerle mücadele adına bir noksanlık sayılmalıdır. Soruşturma kapsamının medya ve iş dünyası ayağının eksik kalması ise ayrıca ele alınması gereken ciddi bir eleştiri konusudur. Zira sermayenin içinde hatta ekseninde olmadığı bir illegal örgütlenmeyi mümkün görmüyoruz.

Biz yine de davaya emek veren savcı ve hâkimlerimize, darbecilerin de bir gün cezalandırılabilecekleri ihtimalini bize gösterdikleri için teşekkür ediyoruz.
… Bu konuda e-kitap…

 

Kendi ülkesini işgal eden ordu

Hiç bir yeri işgal edemeyen ordular kendi ülkelerini işgal ederler. Çünkü bir ordunun ayakta durması için insan emeği ve maddî destek gereklidir. Beceriksiz ordular disiplinsiz olduklarından YABANCI DÜŞMAN ile savaşamazlar. Kolayca yenebilecekleri İÇ DÜŞMANLAR uydururlar ve bu bahane ile kendi ülkelerini işgal ederler. Başbakan asarlar. Milletvekillerini hapse atarlar. Korumakla yükümlü oldukları halkı işkenceler altında inletirler. İşgalciler kimseye hesap vermezler. Halkın isyan etmesine engel olmak için “etrafımız düşmanla çevrili” diyerek KORKU PROPAGANDASIyaparlar. Eleştirilerden uzak kalmak için farklı inançlardan ve kültürlerden olan insanların birbirine düşman olması da bu eşkiyaların işine gelir. Bu sebeple terörü destekleyebilir hatta teröristlere silah ve para yardımında bulunabilirler. Okuyacağınız kitap kendi ülkesini işgal etmiş bir ordunun kısa tarihidir. Buradan indirebilirsiniz.

Trackback URL

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin