RSS Feed for This Post

Oğuz Atay’ı Yeniden Tartışmak

Alper Gürkan

Son dönemin belki de en mühim ve dikkate değer edebiyat dergilerinden olan Notos’un son sayısı bir dergi için kapsamlı sayılabilecek bir Oğuz Atay dosyasıyla çıktı. Saygın edebiyatçılardan Semih Gümüş’ün titizliğiyle yayına hazırlanan Notos’un en az öncekiler kadar çok ilgi gören söz konusu dosyası -Atay’ın Demiryolu Hikâyecileri öyküsünün son cümlesi olan- “Ben buradayım sevgili okuyucum, sen neredesin acaba?” ismiyle sunuldu. Cumhuriyet gazetesinin gedikli çizeri Semih Poroy’un çizimleriyle, Ömer Türkeş, Handan İnci, küçük İskender, Cevat Çapan, Enis Batur, Yıldız Ecevit, Murat Belge, Selim İleri gibi yazarların yazı ve yorumlarıyla Atay’ın yaşadığı dönemde vermiş olduğu birkaç röportajla oldukça besleyici ve tatmin edici bir dosya hazırlanmış doğrusu. Elbette isimleri sayılan, sayılmayan tüm yazarların yazı ve sözleri dikkate değerdir. Ama özellikle üç yazı diğerlerine nazaran oldukça ilgi çekici ve öne çıkan yorum ve tesbitlerle dolu.

“Yanlış okumalarla keşfedildi Tutunamayanlar. Selim Işık’ta kendisini bulanlar, aslında tam da Oğuz Atay’ın eleştirisini yönelttiği kesimdendiler.” diyen ve roman tahlilleri konusunda kendisini özellikle takip ettiğim A.Ömer Türkeş’in “Oğuz Atay’ın Oyunları” yazısı bunların ilkidir. Türkeş yazısında edebiyat keyfi vaat ettiğini söylediği Atay romanlarında Selim, Turgut ve Hikmet karakterlerinin küçük burjuva aydını olmalarının kısa çözümlemesini yapıyor ve yazarın Joyce, Faulkner, Musil gibi isimlerce kullanılan modernist tekniklerle oluşturduğu anlatım diline vurgular yapıyor. Öne çıkan ikinci yazı olan “Beyaz Mantolu Adam Oyunun Dışındaki”ndeyse Murat Gülsoy, Atay’la yarattığı karakterlerinin özdeşleştirilmesinden hareketle Beyaz Mantolu Adam hikâyesini inceliyor. Bunu yaparken modern birçok edebiyatçımızın tezgâhına koyduğu Doğu-Batı meselesini merkeze alarak Atay’ın düşünsel seyrine göz atıyor. Ekrem Işın’ın “Oğuz Atay Düşüncesi: Kapalı Sistem” yazısı da “Yaşadığı toplumun kültürel yıkıntıları arasında gezinir” dediği Atay’ın fikirlerine odaklanıyor. Onun Tutunamayanlar’ı yazdığı dönemde rabıtasını kopardığı sol kemalizmi, neredeyse tüm aydınlarımıza sirayet etmiş olan yabancılaşmayı, Batı’ya kıyasen Türk toplumunun yapısal sorunlarına eğilmeyi planladığı ama yazmaya vaktinin yetmediği “Türkiye’nin Ruhu” projesine değiniyor.

“Türkiye’nin Ruhu”, tamamlanmamış bir proje olması itibariyle; hem Oğuz Atay’ın mizahı kullanarak sert bir dille eleştirdiği küçük burjuva aydınlarına hem de onun eserlerindeki karakterlerin “kaderine” bire bir uymaktadır. Çünkü hep bir türlü tamamlanmamış oyunlar, yarım bırakılmış şiirler, birkaç maddesi yazılmış ansiklopediler ve kısa kısa yazılmış biyografilerle dolu olan “Tutunamayanlar” ve “Tehlikeli Oyunlar” zaten bu türden başarısızlıkları sık sık yineler. Bu yönüyle Oğuz Atay’ın edebi anlamda özgün bir yazar olduğu su götürmezdir. Özellikle Tutunamayanlar’ın yayımlandığı 1972’de Türkiye’de çıkan diğer romanlarda aydını böylece merkeze alıp eleştiren kurgular yazılmazken… Yıldız Ecevit’in de vurguladığı gibi “Ellili yılların köy romanı döneminden ve altmışların toplumsal sorunlara çözüm arayan eğiliminden sonra…” Atay, yeni bir dönemin başlangıcı olmuştur.

Ancak her yenilikçi gibi o da kolay kolay anlaşılmaz. Belki de sindirilemez. Ki bugüne kadar onun yapmak istediklerini ve yaptıklarını birbirinden ayırıp sağlıklı bir tahlile ulaşmak da mümkün olmamıştır. Bunda belki imkânsızlıklardan söz edilebilir ama biraz da Atay’ın yerelliği sorunu vardır. Çünkü kitaplarında kullandığı dil yapısı, ironi ve Türkiyeli vurguların sıklığıyla özgünleşen yazarımız, Batı’da tanınmamakta ve incelenme olanağından yoksun kalmaktadır. Bu da doğal olarak ona dışarıdan bakma fırsatımızı kaybetmemize yol açmaktadır.

Orhan Pamuk’un -sanırım Öküz’de- adını anarak “yaşayan en iyi Türk şairi” nitelemesiyle varlığından daha çok insanın haberdar ettiği Şavkar Altınel’in söz konusu dosyada yaptığı eleştirinin bu bağlamda kıymetlendirilmesi gereken bir yorum olduğu kanaatindeyim. Çünkü şair Altınel, yüksek öğrenimini Glasgow Üniversitesi’nde yapmış ve uzun yıllardır Britanya’da yaşayıp İngiliz Edebiyatı konusunda uzmanlaşmış bir isim. Notos’un “Oğuz Atay Adı Aklınıza İlkin Neler Getiriyor?” sorusuna verdiği yanıtta, “Oğuz Atay denince aklıma ilk gelen başarısızlık oluyor. Yarattığı kahramanların ‘tutunmak’ konusundaki dillere destan başarısızlığından değil, Atay’ı (ya da, daha doğrusu, okuduğum tek yapıtı Tutunamayanlar’ı) sevmeyi başaramamış olmamdan söz ediyorum.” Diyerek tek aykırı cevabın sahibi olmuş şair.

Bu cevabına dayanak olaraksa Atay’ın “kendisi” olamamasına, yani özgün olmadığına işaret ediyor Altınel. “Bana göre ‘Tutunamayanlar’ bir küçük burjuva krizinin, mühendis olmanın, ‘salon salamanje’lerde yaşamanın, ‘bir kadınla iki çocuğun sorumlu saymanlığı’nı yapmanın hikâyesi. Bunda bir sorun yok: Bir Flaubert bu malzemeden büyük bir roman çıkarabilirdi. Ama Atay, Flaubert değil, çok etkilendiği belli olan modernistlerden biri de değil, her şeyden önce de ‘kendisi’ değil. Başkahramanına ‘Özben’ soyadını vermiş, ama içinde romanın arkasında elle tutulabilir bir ‘benlik’ olduğu, yazarın anlattıklarını gerçekten görüp yaşadığı duygusu yok. Daha çok, bunları bir yerlerden duymuş, öğrenmiş, doğru olanın dünyaya böyle bakmak olduğuna karar vermiş gibi… Tezer Özlü’nün benzer krizlerden yola çıkarak yazdıklarını otantik bulup severek okumama rağmen Atay gözüme sığ ve yapay görünüyor.”

Bunları söylerken Altınel, bir tür kendini sorgulama cesareti de gösterebiliyor ve “Türkiye’de onca insanın başucu kitabı olan bir roman neden benim için neredeyse itici? Atay adını duyduğumda bende okur, hatta insan olarak eksiklik olabileceği kuşkusuna kapılmadan edemiyorum.” diyor.

Şavkar Altınel’in bu yaklaşımı, kuşkusuz ki Handan İnci’nin “Oğuz Atay’ın Paltosu” yazısında da dipnot olarak verilen Enis Batur’a ait “Tutunamayanlar’daki Nobokov etkisinin görmezden gelinemeyeceği” eleştirisiyle örtüşüyor. Söz konusu eleştirisinde -daha önce daha önce bu kitaba önsöz yazmış olan- Batur da şöyle bir tespitte bulunuyor:  “Tutunamayanlar’ın ‘çözümü’nün birebir Pale Fire’dan gelmesi, kitabın özgünlüğünü enikonu zedeliyordu benim gözümde; bunca yıl aradan sonra daha da öyle geliyor bana. Monolog hadi neyse, miri mal yanı olmuştur zamanla ama Nabokov’un formülünü Nabokov’a bırakmak gerekirdi.”

Bu tür eleştirilerin kaynağı olarak işaret edilen özgün olmama meselesi, -özellikle Altınel’in okuduğu tek Atay kitabı olan ve Batur’un da eleştirdiği roman olan Tutunamayanlar için geçerli- bir eklektisizmdir. Yani, çeşitli kaynaklara ait öğelerin bir araya getirilerek yeni bir tarz ve bütün oluşturulması.

Peki, durum gerçektenden de böyle midir?

Buna hem evet hem hayır diyebiliriz sanırım. Çünkü Oğuz Atay, Y. Ecevit’in belirttiği gibi “34 yaşına değin hiç eser vermemiş ve ilk kitabını yazmanın coşkusu, kalabalıklığı ve acelesiyle kaleme almıştır Tutunamayanlar’ı.” Buna eklemlenen tabu yıkıcılığı, onu mevcut dönemde yazılmış/yazılan romanlarla bir hesaplaşmaya da sürüklemişti anlaşılan. Bir yandan Türkiye aydınlarıyla söylemsel olarak hesaplaşırken buna ilaveten geliştirdiği edebiyat hesaplaşması Atay’ı oldukça zorlamış olmalıydı ki onu Tutunamayanlar gibi tam anlamıyla avangart bir biçimciliğe sürüklenmişti. Mektuplar, oyunlar, parodiler, ironi, rahatsız bir bilincin serbestçe akışı…

Atay’ın ele aldığı esas karakter olan ve olay örgüsünde intiharından sonra tanıma imkânı bulduğumuz Selim Işık’ın kısaca “tutunamama” hali diye betimlenen tercih edilmiş başarısızlığı, merkezinde bir aydın hesaplaşması olması sebebiyle çeşitli katmanlara bölünmek ve her katmanda farklı bir ifade bulmak zorunda bırakılmıştı. Bunun içinse Dostoyevsky ve Kafka gibi modern edebiyatın büyük anlatı ustalarının başvurduğu şekilde, esas konuyu kurban etmek pahasına belirlenmiş bir ayrıntının etrafında dolaşıp durmayı seçmişti müellif. 163 sayfayı bulan Şarkılar’da, Selim Işık’ın hayatına dair çok şeyi böylece verebilecekti. Zaten Batur’un işaret ettiği bölüm de bu şarkılar olacaktı.

Edebiyatta intihal ya da aşırı esinlenme veya etkilenme tamamen bir yorum meselesidir ve çok zaman nesnel değil kişisel bir görüştür. Özellikle modernist/postmodernist eserlerle ilgili olarak sıkça yapılan bir eleştiridir de aynı zamanda. Simyacı, Beyaz Kale gibi popülerleşmiş romanlardan önce de sonra da bu yorum sıklıkla yapılmıştır. Ancak bunun -Enis Batur gibi bir ismi tenzih ederek söyleyeyim ki- sebebi çokça dünya edebiyatının doğru düzgün takip edilmemesidir: Özellikle postmodern edebiyat anlayışında kullanılan metinlerarasılık, üstkurmaca, çoğulculuk, parodi, kolaj gibi teknikler bu edebi sahaya hakim olmayanlarca “intihal” biçiminde değerlendirilip kolayca yaftalanmaktadır.

Her kitabında farklı bir anlatım tarzı ve tekniği geliştirmeye özen göstermiş olan Oğuz Atay’ın ilk kitabında yer alan “söylem çokluğu”nu özgün olmama diye nitelenmesindeki sebep de olsa olsa böyle bir yanılgıya dayanmaktadır. Nitekim bunun da kökeninde, kült bir kitap olan Tutunamayanlar’ın yazarın önüne geçen ünü vardır. Bu yönden de daha derli toplu, daha özgün ve daha açık bir roman olan Tehlikeli Oyunlar’ın edebiyatçılarımız ve eleştirmenlerimiz tarafından ön plana alınarak daha fazla incelenmesinde yarar vardır. Bu incelemeler neticesinde görülecektir ki Oğuz Atay da, kitapları da, bu kitaplardaki karakterleri de çok zaman yanlış yere oturtulmakta ve haksız bir saldırıyla haksız bir müdafaaya kurban edilmektedir.

Trackback URL

  1. 1 Trackback(s)

  2. Ağu 24, 2011: Son 30 günde en çok paylaşılanlar : Derin Düşünce

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin