RSS Feed for This Post

Abilerin Başkenti

Biz arkadaş milliyetçisiyiz! (Ebubekir Kurban)

 Camdan dışarı bakamadığım anların en belalısı çünkü ışıklar açık ve yansıyor. Yansıyan görüntüye yabancı değilim, tanıdık bildik bir film dönüyor yanı başımda, Revolver. Bir nevi arkadaş kazığının daniskasını anlatan olaylar örgüsü diyebiliriz sadeleştirildiğinde( kitaplara gönderme kaygısı). Yalıtımından kesilmiş kulaklıkları ucuza mal ettiren kapitalizme inat edercesine ben Hakan Albayrak’ın Dengeler Adına şiirini dinlerken 3 sıra arkadan ‘‘ Dur, böyle romantikliğe ve idealistliğe gerek yok” dercesine hayatın formülünü izaha kalkan bir şarkı 2000’lerin ve gelişmekte olan ülkelerin beyinlerine: Üzeni yolla..

 Tüm bu beni hayatın olağan akışına çeken haller olmamışçasına kendimi şartlandırıyorum, öyle ya gidip görüşmeyi umduğum insanlar Ebubekir Kurban ve Hakan Albayrak. 20 yaşında İnsancılığı, İslamcılığı ve İsyancılığı kendine şiar edinmiş bir yürek için iki adet yakın dönem yol göstericisi, pusulası. Heyecanlıyım herhalde ki uyuyamıyorum kendimi moda sabit kılmak için ise hep aynı mp3 formatı fonu oluşturuyor: Dengeler Adına.

 Sabah 7 gibi ayağımı Ankara topraklarına basıyorum yaklaşık bir sene sonra. Ebubekir Kurban’ın İsmet Saat Kaç – Ankara Yazıları kitabında anlattığı gibi kalmış benimde aklımda Ankara hep. Şöyle diyor güzel insan Ebubekir Kurban:

 ‘‘ Yolunuz hiç Ankara’ya düştü mü bilmiyorum. Benim bir kere düştü. Düşüş o düşüş. Bundan otuz sene önce ağabeyim üniversite öğrencisiydi, Meclis’e, Anıtkabir’e götürmüştü bizi bir keresinde. Belki o yüzden Ankara deyince, aklıma sadece Meclis ve Anıtkabir geldi yol boyunca.”

 Tek farkımız ben aynılarını okulumun rehberliğinde yaşamıştım ve ne zaman Ankara lafını duysam aklıma hep bu iki figür gelir. Zarifoğlu’nun dizesini mealen alıyor ve bunları çabucak geçelim diyorum. Ankara’yı iyi bilmiyorum, 11’de buluşulacak kahvaltıya yetişmem gerekiyor ve Kızılay’a gidecek olan servis çalışmadan dolayı kullanılamıyor. Hay aksi ben çekim yasalarına inanmam demenin ilahicesi Besmeleyi çekiyorum ve olanlar oluyor. Ankaray meğer tam yanı başımda duruyormuş. Alıyorum biletimi ve İhtiyar Kitapevine doğru yola çıkıyorum. Annemin Çapa da bulunan o iç karartıcı hastanede çalıştığı sıralarda bir arkadaşının dediği sözü doğruluyor Ankara:

‘‘ Sabah’ın 7’sinde sokakta ya hemşireler ya da çöpçüler oluyor.”

 Yabancısıyım abi buraların deyip kendi kendime, Allah’ın selamıyla yaklaşıyorum abimize ve adresi soruyorum. Abi öyle güzel bir insan ki Ankara’ya olan o yargılı tavrımı ilk kıran kişi olup işini gücünü bırakıp uzun uzun tarif ediyor bana ve daha ilginci çok yakın olmama rağmen. Buluyorum İhtiyar’ı fakat saat çok erken ve kapalı. Tabi ben şöyle bir 10 dakika bakıyorum camdan içeri burada ne muhabbetler dönüyor, ne hayırlar işleniyor diye. Mavi Marmara fikriyle ilgili, Filistin’le, Suriye ile ve başı darda olanlarla ilgili ne yapabilirizin hangi farklı fikir mülahazaları gerçekleşiyor.  Vakit geçiyor saat 11’e yaklaşıyor ve ben Hamamönü’ne buluşma yerine erken gidip Tacettin Dergâhı’nı ziyaret ediyorum. ‘‘ O güzel insanlar o güzel atlara binip gittiler.” demiş olan yazarın eline, diline sağlık diyorum, duamı edip buluşma yerine geçiyorum.

 Bir aile toplantısı görünümü var içeride. Önce tam 11’de bir içeri giriyor ardından çıkıyorum, benim burada ne işim var diyorum kendime. Dışarıda bir dizi telefon görüşmesi yapıyorum zamanı öldürmek için ve bir bankta oturup bekliyorum. Telefonum çalıyor, arayan Ebubekir Kurban, meşgule veriyorum, tam önümde, görüyorum. Sıcak ve insanı rahatlatan bir eda ile ‘‘Aradığım numara senin mi?” diyor ve evet dedikten sonra içeri geçiyoruz. Sık sık çekingen tavrımı geç otur, kahvaltını yap, şunu ye bunu da ye, rahat ol, bu arkadaş benim İstanbul’dan gelen dostum şeklinde sözleriyle atmama yardımcı oluyor. Bir aile toplantısına 3.tekil olarak girip kısa bir sürede 1. Çoğul hissetmek her insana nasip olacak bir durum değil. Çok sevdiğim fakat hiç beklemediğim bir şekilde Mehmet Efe abimizde bir süre sonra geliyor, onu çok dikkatli izliyorum, çünkü ben bir İslamcıyım ve Mehmet Efe’nin sözleriyle çok kereler şevkimi tazelemişim. Muhabbetler çok sıcak bir şekilde devam ediyor mekan sahibi amcamızın nurlu yüzü bana günahkarlığımı hatırlatıyor. Beklenen insan içeri çok ‘‘bizden” giriyor. Hakan abi herkesle sıradan tokalaşırken sıra bana geliyor ve Ebubekir abi ‘‘senin için İstanbul’dan geldi.” Dediğinde şaşırıyor ve ‘‘Ben kimim ki” mealinde şaşkınlığını gizleyemeden cümle kuruyor. Vakit ilerlemiş ve biz kendimizi İhtiyarda bulmuşuz bile.

 Yanımda Gökhan Özcan, Mehmet Efe, Ebubekir Kurban sonradan dahil olan Hakan Albayrak bulunuyor. Şükrediyorum. Ebubekir abi ile dostluk ve arkadaşlık üzerine sohbet ediyoruz. Bakış açılarıma sağdan soldan yumruklar indiriyor farkında olmadan. Son derece tatlı dilli ve inanıyor arkadaşlığa. Hala arkadaşlığa inanan insanların olduğunu görüyorum Ankara’da ve o Laik Cumhuriyet’in en önemli mimarlık kendi, tüm yeniliklerin sergilendiği pazar birden gözümde farklılaşmaya başlıyor. O masada muhabbet döndükçe hala olabilecek olanları ve olmayacakları önce Allah’ın takdirine bağlayanların olduğunu görüyorum. Adnan Oktar’a had bildirircesine yerinde İnşallah ve Maşallah’lar. Bir el değiyor omzuma ve ‘‘ Kardeş aç mısın?” diyor. Aç mıyım? Düşünmedim ki abi diyemiyorum. İstanbul denen yerde o kadar suni yaşamaya alışmışız ki bu güzel insanların kendi içinde kurdukları güzel dünyada biraz daha fazla vakit geçirmek tek derdim olmuş. Öğrenci olmamdan dolayı belki de param olmadığını düşündüğü için ekstra ısrar ediyor Hakan abi. Bu sıcaklık ve bu abilik beni bir kez daha kuşatıyor. Çorbalar içiliyor, kitaplar imzalatılıyor, muhabbetler ediliyor ve vakit geç oluyor. Geri dönme vakti yaklaşıyor, vedalar ediliyor. Metro’ya kadar Ebubekir Kurban götürüyor beni ve ısrarlarıma rağmen kapıda da bırakmıyor, turnikeye kadar eşlik ediyor.

 Turnikenin diğer tarafına geçtiğim andan itibaren hüzün başlıyor, mutluluk ona kafa tutuyor ama huzur ikisini birden egale ediyor. Güzel insanlarla güzel muhabbetler edilmiş, iyi abi – kardeş ilişkileri kurulmuş olarak ve arkadaş, dost üzerine kafa yorulmuş olarak dönüş yoluna giriyorum. ‘‘Arkadaşımla ideoloji konuşmam ki ben konuşursam o arkadaşım olmaz.” diyen Ebubekir Kurban’a hak veriyor ve Biz arkadaş milliyetçisiyiz diye diye yürüyorum.

 Ankara o günden sonra benim için Abilerin Başkenti olarak kalıyor…

 

 

… Biraz okumak için…

  İslâmcılık, Devrim ile Demokrasi Kavşağında

Müslümanca yaşamak için devletin de “Müslüman” olması mı gerekiyor? Bu o kadar net değil. Çünkü İslâm’ın gereği olan “kısıtlamaları” insan en başta kendi nefsine uygulamalı. Aksi takdirde dinî mecburiyet ve yasakların kanun gücüyle dayatılması vatandaşı çocuklaştırıyor ister istemez. İyi-kötü ayrımı yapmak, iyiden yana tercih kullanacak cesareti bulmak gibi insanî güzellikler devletin elinde bürokratik malzeme haline geliyor. 21ci asırda Müslümanca yaşamak kolay değil. Yani İslâm’ın özüne dair olanı, değişmezleri korumak ama son kullanma tarihi geçmiş geleneklerden kurtulmak. AKP’yi iktidara taşıyan fikrî yapıyı, Demokrasi-İslâm ilişkisini, İran’ı ve Milli Görüş’ü  sorguladığımız bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

 

 Müslüman’ın Zaman’la imtihanı

Sunuş: Müslümanlar dünyanın toplam nüfusunun %20’sini teşkil ediyorlar ama gerçek anlamda bir birlik yok. Askerî  tehditler karşısında birleşmek şöyle dursun birbiriyle savaş halinde olan Müslüman ülkeler var. Dünya ekonomisinin sadece %2-%3′lük bir kısmını üretebilen İslâm ülkeleri Avrupa Birliği gibi tek bir devlet olsalardı Gayrı Safi Millî Hasıla bakımından SADECE Almanya kadar bir ekonomik güç oluşturacaklardı. Bu bölünmüşlüğü ve en sonda, en altta kalmayı tevekkülle(!) kabul etmenin bedeli çok ağır: Bosna’da, Filistin’de, Çeçenistan’da, Doğu Türkistan’da ve daha bir çok yerde zulüm kol geziyor. Müslümanlar ağır bir imtihan geçiyorlar. Yaşamlarını şekillendiren şeylerle ilişkilerini gözden geçirmekle başlıyor bu imtihan. Teknolojiyle, lüks tüketimle, savaşla, kapitalizmle, demokrasiyle , “ötekiler” ile ve İslâm ile olan ilişkilerini daha sağlıklı bir zemine oturtabilecekler mi? Müslüman’ın Zaman’la imtihanı adındaki 204 sayfalık bu kitap işte bütün bu konuları sorgulayan ve çözümler öneren makalelerden oluşuyor.

Trackback URL

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin