RSS Feed for This Post

Türk basını Hukuk’un Üstündedir(1): Nazım’ın Yüzüne Tükürebilir!

Bir fikir sırf kitap / gazete haline geldi diye kutsallık, dokunulmazlık kazanmaz. Söz güçtür. Silah, kas gücü ve para gibi renksiz ve kokusuzdur. İyi amaçla kullanılabileceği gibi kötü amaçla da kullanılabilir. Söz vardır savaş başlatır, söz vardır savaş bitirir. Bu bağlamda basın ve ifade SERBESTLİĞİ de bir değer değildir, bir gücün serbestçe kullanılmasıdır.

“Sayın Dumanlı’nın başka gazetelere bakmaktan artık Zaman okumaya vakti olmuyor herhalde. Bugünkü Zaman’da “öldüren” bir haber: “Sünnetsiz kundakçı DTP adına kurban derisi toplamış” Aslında Zaman bunu ilk defa yapmıyor ama bu kez altını ısrarla çizmekte fayda var. Hıristiyan öldürmenin biraz daha “ucuz” olduğu garip bir adalet sistemimiz var. Yeni anayasanın ve yargı reformunun bu konuda yavaş ama kalıcı iyileştirmeler getireceği umuluyor.” (Zaman Gazetesi ırkçı mı oluyor?)

ÖZGÜR gazeteci ile SERBEST gazeteci arasında fark vardır. Gazeteci kalemini kana bulaMAmak ya da satMAmak için icabında kırabilmelidir. Yani kariyer, şöhret, maddî kazanç hatta hayatını bunların fevkinde bir “DEĞER” uğruna feda edebilirse basın ÖZGÜRLÜĞÜNDEN bahsedilebilir.

Altın zincirlerle klavyelerine mıhlanmış günümüz gazetecileri ise çoğunlukla SERBESTTİR ama ÖZGÜR değildir. (Bkz. Hayvan Serbesttir, İnsan Özgürdür… )

özgürlükleri sınırlayan, şiddeti, ırkçılığı teşvik eden gazete ve kitaplar da özgür olmalı mıdır? Resmî ideolojinin hizmetinde olan, PKK ya da Ergenekon gibi terör örgütlerine çalışan gazeteciler Hukuk’un üstünde midir?

 Kürtçeyi yasaklamak gerektiğini savunan bir kitap yazılsa bu kitap ve yazarını “fikir serbestliği” uğruna savunmak gerekir mi?  

Başörtüsü yasağını savunan yayınları “fikir serbestliği” uğruna savunmak gerekir mi?  

Türk Silahlı Kuvvetlerini isyana ve eşkıyalık yapmaya teşvik eden, “ordu göreve” diye manşetler atan insanları “fikir serbestliği” uğruna savunmak gerekir mi?

İnsanî ÖZGÜRLÜK ile hayvanî SERBESTLİK arasında net bir seçim yapmış olan, adeta kiralık katil ya da silah tüccarı gibi çalışan gazetecileri Hukuk’un üstünde görmek demokrasiye hizmet eder mi? Yoksa tersine bu insanların herkes gibi kanun önünde hesap vermesi gerektiğini mi savunmalıyız?

Hannah Arendt’in söylediği gibi söz söylemekle başlar politik eylem. Özgürlük kavramı çoğuldur, politiktir.

Şiddet karşısında politik eylemin bittiği yer yine sözdür. Söz eğer zalimin elinde oyuncak olmuşsa Kalp kalesinin düşmesi de muhtemeldir. Zira Kur’an’ın ve Sünnet’in öğrettiği gibi zulüm karşısında toplu direnişin son durağıdır söz söylemek. Sonra elde kalan, imanın “en zayıf/düşük derecesi” olan kalp ile buğz etmektir…

Türkiye’nin Hukuk’a öncelik veren bir gazetecilik anlayışına acilen ihtiyacı olduğunu düşünüyorum.

Aşağıda eski bir gazete kupürü var. Haber eski ama kullanılan “gazetecilik tekniği” basınımızın hâlâ çok sevdiği bir teknik. Daha yeni örnekler için buraya bakabilirsiniz: http://www.nefretsoylemi.org/:

..Eşref’in Abdülhamide verdiği tavsiye aklımıza geliyor. Bu tavsiye resmini teksir etip dağıttır ki millet doya doya yüzüne tükürsün mealindedir. Bizde yukarıdaki Nazım resmini bu gaye ile basmış bulunuyoruz

… Bu makale ilginizi çektiyse …

Gazetecilik Neden Dibe Vurdu?

Gazeteciler bizi bilgilendiriyor mu yoksa aldatıyor mu?  Gazetecilik galiba dürüstçe yapılmasına imkân olmayan bir meslek. Çünkü birbirine zıt işlerin aynı anda icra edilmeleri gerekiyor: Habercilik, savcılık, komiklik, amigoluk…  Gazeteci kendisine bilgi verebilecek herkesle iyi geçinmek için biraz politik davranmak daha doğrusu yalan söylemek zorunda. Ama aynı zamanda ondan gözü kara bir savcı gibi olayların üzerine gitmesi, iyi bir hâkim gibi dürüst olması da bekleniyor. Bir bilim adamı gibi konuları derinlemesine irdelemesi ama sıkıcı olmadan toplumun her kesimini eğlendirebilmesi… Gazetecilerden halkı aydınlatmaları isteniyor ama aynı zamanda da halka benzemeleri. Yoksa gazeteleri satılmıyor, TV kanalları izlenmiyor. Bu koşullarda “gazeteci gibi” gazetecilik yapılabilir mi? Derin Düşünce yazarları sorguluyor…

Buradan indirebilirsiniz.

Trackback URL

  1. 3 Yorum

  2. Yazan:ebru Tarih: Mar 28, 2011 | Reply

    bir zamanlar fikir sancısı çeken bi devlet..davası uğruna ölen gençlik..şimdi de davasızlıktan kırılan vicdanlar…bu ne çelişki,ne çıkmaz bi sokak…

  3. Yazan:izzettin Tarih: Mar 29, 2011 | Reply

    basının bir ahlak devrimi yaşaması şart,umarım geç olmadan zihinler değişir

  4. Yazan:bsm Tarih: Nis 2, 2011 | Reply

    Hiç bir şey hukukun üstünde değildir ve olmamalıdır.Basın da düşünce ve ifade hakkı da hukukun üstünde değildir.Ancak özgürlükle bağdaşmayan/özgürlükten sayılmaması gereken davranış ve eylemlerin,özgürlük fetişizmiyle kutsanması sonucu ne yazık ki özgürlük’e farklı anlamlar yüklenebilmekte,farklı çıkarımlara varılabilmektedir.Zira bir başkasına zarar veren,toplum için tehdit oluşturan eylem ve davranış(lar), nasıl bildiğimiz anlamda gerçek özgürlük’ün karşılığı olamayacaksa; tehlikeli/kışkırtıcı/kötü emellere hizmet edebilecek söz/beyan/ifade de aynı ölçüde özgürlük’le özdeşleştirilip bağdaştıralamaz.Özgürlüklerin de sınırları vardır çünkü.Başladığı yer,diğer özgürlüklerin bittiği yerse bu özgürlük değil kötülük/suç işleme keyfiyetidir.Maalesef bizim gibi demokrasi kültürü yerine ideolojik körlük hastalığı baskın gelmiş toplumlarda bu ikisi birbirine karıştırılır.

    Tabi biraz da algı ve kapasite meselesidir bu.Toplumun bu kapasitenin ya da tahammül sınırının neresinde olduğu önemlidir.Bizler; daha yakın geçmişe kadar tabudur,kırmızı çizgidir,yumuşak karındır diye çoğu alanlara pek dokunamazdık.Bugün yeterli olmamakla birlikte kısmen daha ileri noktadayız.Demokrasi çıtasını yükseltmiş topluluk ve medeniyetler de ise durum farklıdır.Meşru’luk/sakınca ikilimeninde bizim henüz kaldırmaya hazır olamadıklarımıza oranla daha “rahattırlar”.Örneğin bizim gündeme birden düşüp de haftalarca tartışma konusu olabilecek bir mevzuyu pek dert etmez,ciddiye almazlar.Dediğim gibi,bunlar kültür ve tercih meselesi.Hangisi daha doğrudur tartışmasına girmek istemiyorum.Toplumsal evrimle alakalı bir şey bu.Zaman içerisinde standartlar oluşur.Nasıl söylesem,bizim için sakıncalı listesinde olan onlar için olmayabilir ya da tersidir.

    Ancak şu var:Kendi oluşturduğumuz veya toplumsal dönüşümün elverdiği ölçüde oluşturduğumuz standartlarda ne kadar tutarlıyız?Özgürlükten ne anlıyoruz,hukuktan adaletten ne anlıyoruz?Belirlediğimiz ahlaki ve ilkesel normlarla ne kadar uyumluyuz?Asıl sorun burada başlıyor çünkü.
    Şimdi,diyelim ki özgürlükler noktasında-kendi içimizde,Türkiye standartlarında- farklı düşünenlerimiz var.Pekala mümkündür,sakıncası da yoktur.Olası risklerine karşın sonsuz özgürlüklerden yana tavır alanlarımız olduğunu varsayalım.Bu kesim,eleştirilmeyecek,tartışılamayacak bir şey kalmasın diyebilir.Bu da bir tercihtir çünkü.Hem tercih hem görüş.Tartışmaya açık mıdır bu eğilim?Evet.Yazıda da geçtiği gibi teröre yahut ırkçılığa hizmet edebilecek/bunu körükleyebilecek kışkırtıcı bir dil, “düşünce özgürlüğü”adı altında kabullenemez.Benim itiraz hakkım olabilmeli buna.Ve hukuki bağlayıcılığı olmalıdır bunun.Şiddet dili ona keza,toplumu kin ve öfkeye yönelteceksin,kamu vicdanını yaralayacaksın ve buna düşünce ve ifade özgürlüğü/hakkı diyeceksin.Bunun adı özgürlük değil suç işleme keyfiyet ve ayrıcalığıdır ve ayrıca bu serbesti özgürlükten çok esaret demektir,ahlaksızlık demektir.

    Peki,benim yöntemim ve doğrum bu diye farzedelim ki bu sınırsızlıktan yana olunsun.İyi de “basılmamış kitap imha ediliyor”diye hareretle düşünce özgürlüğünü savunduğun zaman “vay başbakan heykele ucube dedi”diye de ortalığı ayağa kaldırmayacaksın.Madem imha edildiği iddia edilen kitabın- her ne nane yenip haltler karıştırılmış olsa bile-düşünce özgürlüğü aşkıyla kitlelere ulaşmasını savunuyorsun,birinin çıkıp heykele ucube demesini de sindireceksin.Yoksa illa ortada bir kitap,dergi,makale vs mı olması gerekiyor?Özel bir kerameti mi var bu kitap korumacılığının,feryat figan edilen söz kitap sayfalarına girince kutsal mı oluyor nedir?
    Yani açıkçası asıl bu çifte standarttır sakat olan zihniyet.Yoksa katılırım katılmam,şayet biaz tutarlı olsa, zararlarına karşın yine de anlayabilirdim düşünce ve ifade özgürlüğü adı altında kutsanan şu sınısız özgürlük fetişizmini.Fakat maalesaf bu çap ve kalibrede bir dürüstlük göremiyorum.Ali Duman bey boşuna demiyor “kuyrukçu”diye.Özgürlük mavallarıyla gözümüzün içine baka baka hakkı,adeleti,insan haklarını… ideolojik kuyrukçuluğa feda eden öyle çok tipler var ki,neyse burasına hiç girmeyeyim.Anlat anlat duvara konuşuyorsun sanki,deli gömleklerini çıkarmaya hiç mi hiç niyetleri yok çünkü.

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin