RSS Feed for This Post

Neye “evet”, Niye “hayır” ?

Okan Kemal

Ön yargı ve nefret sarmalında bir referandum

“Bir kişiden, ulustan ya da inançtan nefret etmeden, çok az kişi mutlu olabilir” (Bertrand Russel)

 Ne güzel söylemiş 17. Yüzyıl Fransız şair ve drama yazarı Jean-François Regnard, “Sebepsiz yere severiz; sebepsiz yere nefret ederiz” diye. İnsanoğlu, yapısı ve doğası itibariyle, sevmediği bir kişinin iyi yanlarını görmekten; sevdiği kişinin de kötü yanlarını görmekten kaçınır. Kim ne derse desin; her ne kadar “akıl” sahibi tek yaratık dahi olsa, insana rehberlik eden “önyargı”dır. Çok azımız önyargılardan sıyrılıp “aklı selim” tabir edilen davranış içinde bulunuruz. Önyargıları ise nefret besler. Hayattaki yerimizi ve dünya görüşümüzü nefret üzerine bina ederiz. Zira, bir şeyden nefret ettiğimiz vakit; kendimizi nefret ettiğimiz şeyin karşısına yerleştirir ve hayatı bu noktadan algılamaya başlarız. Dolayısıyla, neyi neden sevdiğimizi veya bir şeyden neden nefret ettiğimizi çok sorgulamayız; hislerimiz ve tavırlarımız siyah ya da beyaz şeklinde net ve kesindir. Bu türden bir nefret algılaması, son dönemde gündemimizde yer eden, 12 Eylül tarihinde yapılacak “Anayasa’da Değişiklik Yapılmasına Dair Referandum'”a da yansımış görülmektedir. Aslında, referandum tarzı Evet ya da Hayırcı ayrışmalar, özellikle bizim gibi -oldum olası- kutuplaşmadan muzdarip toplumlarda bu türden nefret duygularını iyiden iyiye körüklemektedir. Hele bir de  referandumda oylanan, Anayasa gibi teknik olan ve çok sayıda maddeden oluşan bir konuysa, kafalar iyice karışmakta ve insanlar neye oy verdiklerini bilmeden sandıklara gitmektedirler.

 Referandum ya da daha basit tabiriyle halk oylaması, birçok ülkede bugüne kadar başvurulmuş bir yol olup, daha ziyade yeni bir Anayasa yapıldığında ya da Bağımsızlık Kararı vb. kamuoyunu ilgilendiren ve çoğunluğun desteği olmadan karar verilmesi zor durumlarda gündeme gelmektedir. İsviçre gibi doğrudan demokrasiyle yönetilen ülkelerde sıklıkla kullanılan referandum, özellikle yerel konularda belirleyici nitelik taşımaktadır: geçtiğimiz yıl yapılan yeni minare yapılmasının yasaklanmasına dair referandum kararında olduğu gibi. Bizim gibi temsili (parlamenter) demokrasinin geçerli olduğu ülkelerde referandum, genelde Anayasa oylaması gibi hususlarda gündeme gelmektedir. Esas itibariyle bizim gibi ülkelerde beklenen, meclisin mutabakat sağlaması ve referandumun çok nadiren uygulanmasıdır. Nitekim, bugüne kadar ülkemizde 5 defa referandum yoluna gidildiği görülmektedir. Bunlardan ilki 1961 Anayasası’dır. Nispeten daha demokratik bir Anayasa olan 1961 Anayasası’na oy verirken de vatandaşların çoğu neye oy verdiğini bilmemekteydi. Nitekim, halkın %60’dan fazlasının onay verdiği ve bugünkü hukuki ve askeri vesayet sisteminin temellerini teşkil eden bu Anayasa’da 1971 Muhtırası sonrasında bu sefer halka sorulmadan Anayasayla getirilen özgürlükler fazla ve lüks bulunarak, değişiklikler yapıldı. Bir sonraki referandum meşhur ve silah gölgesinde yapılan 1982 Anayasası’nın oylandığı referandumdu. Bu referandumda da halk muhtemelen neye oy verdiğini bilmeden hareket ediyordu ve “HAYIR” demek yürek istiyordu. Türkiye üçüncü referanduma, bu sefer daha net ve tek bir sebep için gitti. 1987 yılında, 12 Eylül 1980 öncesi siyasilerin yeniden siyasete dönüp dönmemesi oylanmıştı. Ardından 1988 yılında yerel seçimlerin erkene alınıp alınmaması oylandı. Halk, dönemin Başbakanı Özal’a tepkisini bu referandumla ortaya koyarak %65’le referandumda “Hayır” dedi.  Son referandumsa, halkın düşük katılımla kabul ettiği 2007 yılında gerçekleşen Cumhurbaşkanını halkın seçmesine dair değişikliğin oylandığı referandumdu. Şimdi de, yeniden neye oy verdiğimizi bilmeden Anayasa’da yapılan değişiklikleri oylamak için 12 Eylül’de referanduma gidiyoruz. 12 Eylül 2010 Referandumu, biz her ne kadar neye oy verdiğimizi pek bilmesek ve inceleme gereği duymasak da, aslında siyaseten ve demokrasi açısından bize çok şey söylüyor; ve dikkatle ve derinlemesine bakacak olursak, mevcut siyasi zeminin ne kadar samimiyetsiz ve kaygan olduğunu gözler önüne seriyor. 

 İlk olarak, bu referandum, iktidar partisi AKP’nin 2007 seçimleri sonrası aldığı büyük destekten sonra başlattığı Sivil Anayasa hazırlama çabalarını rafa kaldırıp; mevcut Anayasa’ya makyaj yaparak, işin kolayına kaçtığını gösteriyor. Zira, mevcut Anayasa, ruhen 12 Eylül zihniyetini hala taşımakla beraber, daha önce bir çok maddesi değişmiş olan bir anayasa. Bu noktada dikkat çeken ikinci bir husus, daha önce (1995 ve 2001’de olduğu gibi) Anayasa’da değişiklik yapılırken milletvekillerinin uzlaşı sağlamış olmaları ve bu konunun referanduma kalmamış olması. Bu hususta, gerek AKP gerekse ana muhalefet CHP ve CHP ile aynı kulvarda koşan MHP’nin ve yanlarına aldıkları BDP’nin, uzlaşma konusunda sınıfta kalmış olmaları, yukarıda yaptığımız tespiti destekliyor. Bu üç partinin, özellikle de muhalefet partilerinin takındığı tavır, net ve tutarlı değil. AKP, CHP’nin başlarda yaptığı “Üç maddeyi referanduma sunalım. Diğerlerini uzlaşarak geçirelim” teklifini ciddiye almadı. Bu teklifi ciddiye alsaydı; bugün belki daha bilinçli bir şekilde sandık başına gidecektik. Belki her bir madde ayrı ayrı oylanabilecekti. Sonuçta “Hayır” bile çıksa, getirilen birçok özgürlükçü ve sivil madde 12 Eylül 2010 tarihinden çok önce yürürlüğe girmiş olacaktı. Ne yazık ki AKP uzlaşmaya yanaşmayınca, bu şans kaçırıldı. Ancak, madalyonunun muhalefet yüzüne baktığımızda da garip bir tutarsızlık görülmekte. Zira; eğer CHP sadece 3 maddeye karşıysa, o zaman Meclis’teki oylama esnasında diğer Maddelere “Evet” diyerek, her ne kadar AKP, uzlaşmaya yanaşmasa da neticede 12 Eylül oylamasını sadece 3 maddenin oylanmasına dönüştürebilirdi. Ancak, Türkiye’nin “Sosyal-Demokrat” partisi CHP, memurlara toplu sözleşme hakkı getiren ve birçok sosyal düzenlemenin yapıldığı maddeleri bile reddetti. 12 Eylül’den çok çekmiş olan ülkücü camianın partisi MHP ise, ne kamuoyunun ne de seçmen kitlesinin anlayamadığı bir şekilde,  devletin ve rejimin partisi olan CHP’nin katarına katıldı. Yıllardır öncülü birçok partinin kapatılan BDP’nin siyasi parti kapatmayı güçleştiren maddeyi reddederek referanduma bile kalmasını önlemesi, ironik ve manasız başka bir muhalefet adımı olarak zihinlere kazındı. Velhasıl kelam, tüm Meclis sınıfta kalınca, iş halka düştü. Peki, biz 12 Eylül’de neye Evet ya da Hayır diyeceğimizi biliyor muyuz? Evet diyeceğim diyenlere bir sorun. Çoğu, “Tayyip Bey’i desteklemek lazım. O bir şey getiriyorsa doğrudur” diyecektir. Hayır diyenlere sorun ,. Çoğu “Bu Referandumla AKP’ye büyük bir darbe indirebiliriz. Belki erken seçime bile gidebilirler. Bu sayede AKP’den kurtulabiliriz” diyeceklerdir. Anlaşılan, halkın çoğunluğunun durumu da Meclistekilerden pek farklı değildir. Bu şekilde yapılacak bir oylamadan sağlıklı bir sonuç alınması mümkün müdür? Yapılan sondajlarda Hayır oylarının biraz önde gittiği görülmektedir. Ancak ibre Evet’ten yana da dönebilir. Büyük ihtimalle, bu oylama Evet ve Hayır arasında %5’ten fazla bir farkın olmayacağı bir oylama olacaktır. Dolayısıyla, Evet ya da Hayır’ın gelebileceği maksimum nokta %55’tir. Bu açıdan bakacak olursak ve meseleyi bir Anayasa oylamasından ziyade AKP’ye destek sağlama veya haddini bildirme şeklinde alırsak; bakın ne tür sonuçlar çıkıyor. Evet’in %55; Hayır’ın % 45 olduğunu düşünelim. Bu durumda AKP, oylarını %50’nin çok üzerine çıkarmıştır. Bir sonraki seçimlerde çok daha güçlü bir şekilde iktidara gelecektir. Halk, AKP’ye desteğini sürdürmektedir. CHP ve MHP bir sonraki seçimde büyük bir yenilgiye uğrayacaklardır. Hayır’ın %55; Evet’in % 45 olduğunu düşünelim. Referandumdan Hayır çıkmıştır. Anayasa paketi reddedilmiştir. Anayasamız şimdiki haliyle devam etmektedir. Peki, halk AKP’ye ve Tayyip Erdoğan’a büyük bir şamar mı indirmiştir? Referandum reddedildiği için bir yerde bu soruya evet şeklinde cevap verilebilir. Ancak Evet oyları %45 olduğuna göre ve Evet demekle AKP’ye destek verildiği algılandığından; AKP, bir sonraki seçimde %45 civarı bir oy alacaktır. Yani, aşağı yukarı 2007’deki seviyesindedir. Yeniden tek başına iktidardır bu sonuca göre.

 Referandum sonucunun rakamsal olarak mevcut iktidara destek şeklinde algılanamayacağına en güzel örnek 1987 ve 1988 referandumlarıdır. 1987’de çok az bir farkla halk Evet demiş ve Özal’ın Hayır’cı kampanyasını reddetmiştir. Özal’ın kampanyasının aldığı oy %49.9’dur. Buna karşılık, referandumdan 2 ay sonra yapılan genel seçimlerde Özal’ın aldığı oy %36’dır. Peki, bu durumda, %13-14’lük oy nereye gitmiştir? 1988 yılında halk %65 oyla Özal’a bir yerde reaksiyonunu göstermiştir. Özal’ın kampanyası 1988’de %35 oy almıştır. Ancak 5 ay sonraki Mart 1989 Yerel Seçimlerinde Özal’ın aldığı oy %21’dir. Peki, Özal’ın bu kadar kısa süre içinde %14’lük oyuna ne olmuştur? Dolayısıyla, 12 Eylül Referandumundan çıkacak sonucu AKP’nin genel seçimlerdeki oyu şeklinde değerlendirmek, sonuç ister Evet çıksın ister Hayır; son derece yanlış olacaktır. Zaten, bu referandumu AKP’nin ve Başbakanın oylaması şeklinde algılamak baştan yanlıştır. Oyladığımız nedir biliyor musunuz? Kısaca aşağıda listeleyelim; sonra Anayasa’ya Evet ya da Hayır demenin AKP ile ne ilgisi olduğunu siz değerlendirin: 

  • 1- Yapılan düzenlemeyle, Anayasa’nın 10. Maddesi’nde yer alan “Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür“. hükmünün hemen ardına “Bu maksatla alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz” hükmü getirilerek, kadın-erkek eşitliği pekiştirilmektedir; 
  • 2- 20. Madde’ye, “Herkes, kendisiyle ilgili kişisel verilerin korunmasını isteme hakkına sahiptir. Bu hak; kişinin kendisiyle ilgili kişisel veriler hakkında bilgilendirilme, bu verilere erişme, bunların düzeltilmesini veya silinmesini talep etme ve amaçları doğrultusunda kullanılıp kullanılmadığını öğrenmeyi de kapsar. Kişisel veriler, ancak kanunda öngörülen hallerde veya kişinin açık rızasıyla işlenebilir. Kişisel verilerin korunmasına ilişkin esas ve usuller kanunla düzenlenirhükmü eklenerek, kişisel verilerin korunması sağlanmaktadır 
  • 3- 23. Madde, “Vatandaşın yurt dışına çıkma hürriyeti, vatandaşlık ödevi ya da ceza soruşturması veya kovuşturması sebebiyle sınırlanabilir” şeklindeyken; “Vatandaşın yurt dışına çıkma hürriyeti, ancak suç soruşturması veya kovuşturması sebebiyle hâkim kararına bağlı olarak sınırlanabilir denilerek, hâkim kararına bağlanmaktadır.  
  • 4- “Ailenin korunması” şeklindeki 41. Madde başlığı “Ailenin ve Çocukların Korunması” şeklinde değiştirilerek; “Her çocuk, korunma ve bakımdan yararlanma, yüksek yararına açıkça aykırı olmadıkça, ana ve babasıyla kişisel ve doğrudan ilişki kurma ve sürdürme hakkına sahiptir. Devlet, her türlü istismara ve şiddete karşı çocukları koruyucu tedbirleri alır.” şeklinde ekleme yapılarak, çocuk hakları düzenlenmektedir.  
  • 5- 51. Madde’nin Aynı zamanda ve aynı iş kolunda birden fazla sendikaya üye olunamaz” şeklindeki fıkrası kaldırılarak, sendikal üyelikle ilgili bir sınırlamaya son verilmektedir. 
  • 6–      53. Maddeyle sosyal bir hak verilmekte ve “Memurlar ve diğer kamu görevlileri, toplu sözleşme yapma hakkına sahiptirler. Toplu sözleşme yapılması sırasında uyuşmazlık çıkması halinde taraflar Kamu Görevlileri Hakem Kuruluna başvurabilir. Kamu Görevlileri Hakem Kurulu kararları kesindir ve toplu sözleşme hükmündedir” ifadesi getirilerek; memur ve diğer kamu görevlilerine toplu sözleşme hakkı tanınmaktadır. 
  • 7- 12 Eylül rejiminin, mantığının ve ruhunun buram buram hissedildiği 54. Madde’deki şu kısıtlayıcı hükümler kaldırılmaktadır:

“Grev esnasında greve katılan işçilerin ve sendikanın kasıtlı veya kusurlu hareketleri sonucu, grev uygulanan işyerinde sebep oldukları maddî zarardan sendika sorumludur.

Siyasî amaçlı grev ve lokavt, dayanışma grev ve lokavtı, genel grev ve lokavt, işyeri işgali, işi yavaşlatma, verim düşürme ve diğer direnişler yapılamaz.”

  • 8- 74üncü Madde’de yapılan değişiklikle; “Herkes, bilgi edinme ve kamu denetçisine başvurma hakkına sahiptir. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına bağlı olarak kurulan Kamu Denetçiliği Kurumu idarenin işleyişiyle ilgili şikâyetleri inceler” hükümlerinin eklenmesiyle Ombudsmanlık müessesesi oluşturulmaktadır. 
  • 9- 84. Madde’de yer alan ve milletvekilliğinin kalkmasıyla ilişkili “Partisinin temelli kapatılmasına beyan ve eylemleriyle sebep olduğu Anayasa Mahkemesinin temelli kapatmaya ilişkin kesin kararında belirtilen milletvekilinin milletvekilliği, bu kararın Resmî Gazetede gerekçeli olarak yayımlandığı tarihte sona erer. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı bu kararın gereğini derhal yerine getirip Genel Kurula bilgi sunar” hükmü kaldırılarak, milletvekilliğinin sona erişine dair kısıtlama kalkmaktadır. 
  • 10- Daha önce “Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanı için, bir yasama döneminde iki seçim yapılır. İlk seçilenlerin görev süresi iki, ikinci devre için seçilenlerin görev süresi üç yıldır”. şeklindeki 94. Madde hükmü “İlk seçilenlerin görev süresi iki yıldır, ikinci devre için seçilenlerin görev süresi ise o yasama döneminin sonuna kadar devam eder.” şeklinde değiştirilmiştir.  
  • 11- En önemli sivil değişiklikler, 125. Madde’de yapılmaktadır. 125 inci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, Cumhurbaşkanının tek başına yapacağı işlemler ile Yüksek Askerî Şûranın kararları yargı denetimi dışındadır” hükmünün ardına “Ancak, Yüksek Askerî Şûranın terfi işlemleri ile kadrosuzluk nedeniyle emekliye ayırma hariç her türlü ilişik kesme kararlarına karşı yargı yolu açıktır. Yargı yetkisi, idarî eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimi ile sınırlı olup, hiçbir surette yerindelik denetimi şeklinde kullanılamaz” ifadeleri eklenerek, YAŞ kararlarına karşı hukuki itiraz yolu açılmaktadır.  
  • 12- 128 Madde’de yer alan “Memurların ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer özlük işleri kanunla düzenlenir” hükmünün yanına “Ancak, malî ve sosyal haklara ilişkin toplu sözleşme hükümleri saklıdır” ibaresi eklenerek, toplu sözleşme hükümleri teminat altına alınmaktadır.
  • 13- 129uncu Madde’de yapılan değişiklikle, Uyarma ve kınama cezalarıyla ilgili olanlar hariç, disiplin kararları yargı denetimi dışında bırakılamaz ifadesi, “Disiplin kararları yargı denetimi dışında bırakılamaz.” şeklinde değiştirilmektedir.  
  • 14- 145. Madde’de yapılan düzenlemeyle, “Askerî yargı, askerî mahkemeler ve disiplin mahkemeleri tarafından yürütülür. Bu mahkemeler, asker kişilerin; askerî olan suçları ile bunların asker kişiler aleyhine veya askerî mahallerde yahut askerlik hizmet ve görevleri ile ilgili olarak işledikleri suçlara ait davalara bakmakla görevlidirler.” şeklindeki ibare, “Askerî yargı, askerî mahkemeler ve disiplin mahkemeleri tarafından yürütülür. Bu mahkemeler; asker kişiler tarafından işlenen askerî suçlar ile bunların asker kişiler aleyhine veya askerlik hizmet ve görevleriyle ilgili olarak işledikleri suçlara ait davalara bakmakla görevlidir. Devletin güvenliğine, anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlara ait davalar, her halde adliye mahkemelerinde görülür” şeklinde değiştirilmektedir. Madde’ye, “Savaş hali haricinde, asker olmayan kişiler askerî mahkemelerde yargılanamaz” hükmü ilave edilerek, sivillerin askeri mahkemelerde yargılanmalarına sınırlama getirilmiştir. Ayrıca, 148. Madde’de yapılan değişiklikle, “Anayasa Mahkemesi, kanunların, kanun hükmünde kararnamelerin ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Anayasaya şekil ve esas bakımlarından uygunluğunu denetler ibaresi eklenmiş; aynı Madde kapsamında Yüce Divan’la ilgili düzenleme yapılarak, “Sivillerin yanı sıra, Genelkurmay Başkanı, Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri Komutanları ile Jandarma Genel Komutanı da görevleriyle ilgili suçlardan dolayı Yüce Divanda yargılanırlar.” şeklinde yeni bir fıkra eklenmiştir. Sivilleşme açısından bu ekleme önemlidir.  
  • 15- Ayrıca, “Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir. Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.” şeklinde bir hüküm ilave edilerek, vatandaşın bireysel başvuru hakkı tanınmıştır. 
  • 16- Anayasa Mahkemesi Başkanı’nın yaptığı açıklama çerçevesinde, Anayasa Mahkemesi’nin reddettiği ve referandumda yer almayacak hükümler ise;

146. Maddesinde yapılan değişikliğin 4. fıkrasında Yargıtay, Danıştay, Askeri Yargıtay, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi, Sayıştay, Yükseköğretim Kurulu ve Baro Başkanlarının Anayasa Mahkemesi’ne gönderecekleri üyeler için yapacakları seçimlerde, her üyenin bu seçimlerde kullanacağı oyda, her üyenin ancak bir aday için oy kullanabileceğine ilişkin hükümde; “Her üyenin ancak bir aday için oy kullanabileceğine ilişkin’, ibaresi iptal edilmiştir. Anayasa’nın 159. maddesine yapılan düzenlemenin 3. fıkrasında yer alan ‘Sayın Cumhurbaşkanı’nın Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’na atayacağı üyelerin iktisat ve siyasal bilim dallarıyla, üst kademe yöneticilerinden olacağına ilişkin ibarede; iktisat ve siyasal bilim dalları” ibaresiyle; “üst kademe yöneticileri” ibareleri iptal edilmiştir. Danıştay, Yargıtay, Adalet Akademisi ile adli ve idari yargı hâkim ve savcılarının Hâkim ve Savcılar Yüksek Kurulu’na üye seçiminde ancak bir aday için oy kullanabileceklerine ilişkin ibare de reddedilen hükümler arasında yer almıştır. 

Anayasa’da yapılması öngörülen ve referandumda oylanacak olan değişiklikler,  yukarıda da görüldüğü gibi genel itibariyle demokratik ve sivil girişimlerdir. Ancak, özellikle bazı hukukçular arasında bu yolla yargının siyasallaştırılacağına dair endişeler vardır. Bu kişiler, Anayasa Mahkemesi’nin kısmi iptallerinden memnun kalmamışlardır. Bu endişelerin kimileri, yerinde endişeler olabilir. Hiçbir şekilde bir hukuk devletinde yargının siyasallaşması söz konusu olamaz. Ancak, Türkiye’de gözden kaçan iki şey vardır. Bunlardan ilki, bu ülkede yasama-yargı-yürütme üçlüsünün net çizgilerle ayrılmamış olması; diğeri de yargının kendisini yasama ve yürütmeden üstün görmesi ve bu alanlara da sirayet etmiş olmasıdır. Yani, Türkiye’de, yargının siyasallaşması ne kadar yanlışsa; siyasetin yargılaşması da o kadar yanlıştır. Öte yandan, Anayasa Mahkemesi’nin kısmi iptalleri her ne kadar kimseyi memnun etmemişse de; Yargıçlar ve Savcılar Birliği (YARSAV) Başkanı Emine Tarhan yaptığı açıklamada “Anayasa Mahkemesi bazı garabetleri iptal etti” diyerek, bu kararı bir şekilde onaylamıştır. Peki, Mahkeme, yargının siyasallaşmasını düşündürecek ya da bazı partilileri vb. yargıda çeşitli yerlere atamayı mümkün kılacak bazı garabetleri de iptal ettiğine göre; neden Anayasa Değişikliği Paketinin demokratik ve sosyal yenilikleri dikkate alınmamakta ve hala HAYIR’da ısrar edilmektedir? 

Yukarıda, kısaca özetlemeye çalıştığımız Değişiklik Paketi, daha derinlemesine incelenmeli; çeşitli hukukçulara danışılmalı, ama mutlaka getirilen düzenlemeler dikkatle okunmalı ve demokrasi ve memleketin çıkarları doğrultusunda karar verilmelidir. Neye Evet veya Hayır; niye Evet veya Hayır dediğini bilerek sandığa gidilmelidir. Tabii, bu söylediğim herhalde ideal olanıdır. Büyük ihtimalle, çoğumuz yine körlemesine gideceğiz sandığın başına. Bu değişiklikleri kısmen ya da tamamen okuyarak, “Evet çoğu madde demokratik gibi; ama bazılarını tasvip etmiyorum. O yüzden HAYIR diyeceğim” diyenlerinizi duyar gibiyim.  Tabii ki haklısınız. Ancak bu, bardağın dolu tarafı var, ama yine de boş demek değil mi bir yerde? Aynı mantıkla, bazı maddeleri onaylamıyorum, ancak çoğu, demokratik ve sosyal haklar getiriyor o yüzden EVET diyeceğim de diyebilirsiniz. Yani, “Evet, bardak komple dolu değil, boşluklar var; ama yine de dolu” demek olur bu. Ben de şahsen böyle düşünenlerdenim. Meseleyi AKP’ye ya da Erdoğan’a Evet ya Hayır’a indirgemeden; bu değişikliklerle süper demokratik bir memleket olmayacağız, ama mevcut halimizden daha demokrat ve sivil olacağız şeklinde düşünerek ve aslında yepyeni sivil bir Anayasaya ihtiyacımız olduğu gerçeğini unutmadan hareket ediyorum. Referandumu amacından saptırmadan değerlendirmek gerektiği düşüncesindeyim. Peki siz, akıl sahipleri! Bu hususlar değerlendirilerek verilecek bir EVET’in aklı selimi; AKP’ye haddini bildirme zihniyetiyle verilen önyargıcı bir HAYIR’ın ise nefreti temsil ettiğini görmüyor musunuz?

Trackback URL

  1. 27 Yorum

  2. Yazan:Cengiz Cebi Tarih: Ağu 6, 2010 | Reply

    İdeal olan olmayabilir.

    Ama, bu oylamanın “anayasa değişikliği”nden oldukça öte bir anlamı var.

    Ülke normal bir ülke değil ki halk oylaması da normal olsun.

    Bunu görmek gerek.

    Bunun “önyargı ve nefret eksenli” olarak değerlendirilmesi doğru değil.

    Yapılan değişikliğin ne olduğunu bilmeden kullanılan oylar, ne olursa olsun, önemli bir amaca hizmet edecek.

    Burada AKP ya da Erdoğan değil, onların üzerinden gerçekleşen birşeyler sözkonusu.

    Anayasa değişikliğinden çok öte bir değişimin basamağı olabilir.

    Zaten “hayırcılar”ın endişesi de bu.

    İktidarın el değiştiriyor olmasıdır endişe veren.

    Burada “tarafsızlık” söylemi anlamlı değil.

    Taraflılık da “körlük” anlamına asla gelmez.

    “Böyle gelmiş böyle gider” şeklindeki kırılması güç önyargının kırılması ya da hatta biraz olsun zayıflatılması bile büyük bir başarı olacak.

  3. Yazan:enes Tarih: Ağu 19, 2010 | Reply

    tamamıyle edıtore katılıyorum bardagın yuzde 90 nı dolu o halde neden bos tarafını konu alıp hayır dıyelım kı? kı bazıları akp kendıne anayasa yapıyor dıyor . bu akp hıc mı dusmeyecek 2. veya 3. duruma yanı meclıste mılletvekılı cok olan yararlanır gıbı dusuncelerdden soz edıyorum .dusecek bır gun neden kendı kuyusunu kazsın kı .bu anayasa devlet ıcın yapılıyor bazı kımseler ıcın degıl gorusum budur .. sayqılar

  4. Yazan:ismailş Tarih: Ağu 19, 2010 | Reply

    Biz nedense insan doğasında bulunan önyargı mefhumunu sıkı sıkıya bağlandığımız sarsılmaz inanç noktasına taşımış bir toplumuz…
    Sosyal demokratından tutun liberaline milliyetçisinden muhafazakarına kadar her görüş ve fikir sahibi oranı değişmekle birlikte inançlarımıza ve karşımızdaki olanlara karşı müthiş önyargılarla hareket ediyoruz… Hele hele Zanna tabi olmayın zannın bir çoğu haramdır diyen Kuran ayetine rağmen dindar kesimde de bu önyargının derin izlerine rastlamak şaşırtıcı mı bilemiyorum…

    Anayasa oylaması süreci de bu önyargı hastalığımızın devamı şeklinde cereyan ediyor…

    Anayasa değişikliğine gelince kesinlikle yeterli değil cesur değişiklikler yok ama galiba tek başına iktidar olan bir hükümet bile bundan fazlasına cesaret edemiyor.
    Fikrim şu ki bu darbe anayasası herşeyiyle değişmelidir ama bu ürkek adımı dahi reddedersek büyük değişiklikleri kim ne zaman gerçekleştirecek buna cevap verilmeli…

  5. Yazan:Umit Erdal Tarih: Ağu 20, 2010 | Reply

    Çok güzel bir değerlendirme olmuş.

    Bence bu ve diğer siyasi meselelerin tartışılmasında önyargıların ve nefret temelli duyguların esas motive edici olmasında yatan temel nedenlerden biri şu:

    Tartışırken, gerek olmadığı halde, muhatabımızın kişiliğini ele alıyoruz.

    Derin Düşünce’nin yorum kurallarında yazan cümlelerden şu ikisini çok beğeniyorum:

    Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

    Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun.

    Birçok tartışmada, yorumların içeriğinin önemli bir kısmı, meselenin kendisiyle değil, muhatapların kişiliğiyle, tavırlarıyla ilgili. Örnek bir tartışma senaryosu şöyle: A kişisi bir yorum yazıyor. B kişisi cevap yazıyor. Cevabında, A’ya rencide edici laflar ediyor. A da B’ye nefsi müdafaa amaçlı başka bir cevap yazıyor. B de bundan alınıyor. Gerginliği daha da tırmandırıyor.

    Bence, şöyle bir yöntem izlemek daha yararlı olur: Muhatabım, beni rencide edici bir söz söylediğinde, o sözlerini kaale almadan sadece fikir kısmına yönelik yanıt yazmak. Fakat böyle yapınca da, insan kendi haklarını savunamamış gibi hissedebiliyor. Eğer böyle bir hissim varsa, cevabımda şu tür bir ekleme yapmayı yararlı buluyorum: “Yaptığınız suçlamaları dayanaksız buluyorum; ancak konunun dağılmaması için, bunlara yanıt yazmıyorum.” Bu tür bir yanıtla hem haklarımı savunmuş oluyorum, hem de gereksiz bir kişilik tartışmasının başlamasına çoğu zaman engel oluyorum.

    Fakat buna rağmen, bazen insanlar, ısrarla her seferinde, saldırgan sözler edebiliyor. Bu durumda, konuya odaklanmak için ne yapmak lazım, bilmiyorum.

    Eğer siyasi veya felsefi konuları konuşurken kişilik tartışmalarına girmeyi önleyebilirsek, önyargı ve nefret temelli duyguların yaygınlaşmasına da engel olabiliriz, diye düşünüyorum. Bu da hepimiz için çok daha yararlı bir fikir zemini oluşmasını sağlar.

  6. Yazan:Ayşe Yaşar Tarih: Ağu 21, 2010 | Reply

    REFERANDUM DA EVET Mİ HAYIR MI DEMELİYİZ?
    Bu önemli konu paketteki maddeler tek tek ele alınarak değerlendirilebilir elbette.Fakat herkes önem verdiği maddeye dayanarak kararını veriyor.Ben de kararım üzerinde etkili olacak ,kendimce en önemsediğim iki konuda düşüncelerimi ifade etmek istiyorum.
    Hayır demek istiyorum…Çünkü , milli menfaatlerin ve duyarlılığın esamisinin okunmadığı bu hükümetin, Kürtçülere, PKK ve yandaşlarına verdiği destek ve teröristlere adeta anne şefkatiyle kol kanat geren tutum ve kararlarından sonra onlarla aynı safta olmak istemiyorum.
    Hayır demek istiyorum…Çünkü, doğu kökenli, başörtülü ve milliyetçi biri olarak vatanımın bütünlüğüne, milletimizin birliğine, kardeşliğimize bugüne kadarki söylemleri ve açılım adı altında yaptıkları uygulamalarıyla verdikleri zarar yetmiyormuş gibi, EVET dersem ülkemin daha büyük tehlikelere doğru sürükleneceğine inanıyorum.
    Hayır demek istiyorum…Çünkü, EVET dersem ülkemin aydınlık geleceğine ket vurmak isteyenlerin ekmeğine yağ süreceğimi ve zil takıp oynayacaklarını biliyorum.
    Hayır demek istiyorum…Çünkü EVET demekle inandığım milli değerlerime ters düşmüş olacağım.
    Hayır demek istiyorum…Çünkü AB, ABD, Barzani ve diğer dış güçlerin de EVET’ ten yana olması beni düşündürmektedir.
    Hayır demek istiyorum…Çünkü, Güneydoğu, Ermenilere verilen tavizler, AB, ABD ile ilişkiler konusunda bu güne kadar yapılan yanlışlıkların devam edeceğinden korkuyorum.
    Öte yandan içimdeki hiç susmayan diğer sese kulak verdiğimde;
    Evet demek istiyorum…Çünkü, bir kamu kurumunda çalıştığı için başörtüsünü her mesai günü çıkarmak zorunda olan biri olarak, bu topraklarda özgürce, inandığımca, kısıtlanmadan ve ikinci sınıf vatandaş muamelesi görmeden yaşamak istiyorum artık. Bu makul haklı isteğime ve bana katlanamayan, ben gibilerine tepeden bakıp küçümseyen, hor gören otoritelerin kalkmasını, tasfiye olmalarını istiyorum. Bunun için atılacak her küçük adıma bile destek vermek istiyorum.
    Evet demek istiyorum. Çünkü; başımı açarak işe gittiğimde, inançlarıma aykırı davrandığımdan dolayı hissettiğim vicdan azabından, iç çelişkilerimden, bu hususta Allah’ın isteğini uygulamak yerine, kulların kurallarına boyun eğmenin sancısından en kısa zamanda kurtulmak istiyorum.
    Evet demek istiyorum…HAYIR demek gerektiğini bildiğim halde. Belki bencilce bu, fakat “Önce can sonra canan” demek geçiyor içimden. Çünkü dişi her gün sızlayan insan, o sızısı dinene kadar başka hiçbir şeyi yeterince hissedip önemseyemiyormuş. Artık bu sızımın sona ermesi için bir şeyler yapılsın istiyorum.
    Evet demek istiyorum…Çünkü, psikolojimi, insan ilişkilerimi, sosyal hayatımı etkileyen bu sızıyı hafife alanlara, kolaymış gibi bu ağrıyla yaşamayı öğreneceksin diyen zalimlere haddini bildirmek istiyorum.
    Evet demek istiyorum…Böylece hayallerindeki Türkiye resminde beni beğenmeyip silen sonra görmek istediği kılıkta yeniden çizen, bana ‘Cumhuriyetçi değil’ yaftasını yapıştırmaya çalışan karar mercilerinin (yeni düzenlemeyle yüksek yargı üye sayısında ki çoğulcu yaklaşımla)güçlerinin zayıflamasıyla belki daha ilerde (hayal bu ya..) prangalarımdan kurtulmuş olarak, tüm varlığımla benimsediğim kılığım kimliğimle daha mağrur ve dik yaşayabilirim..
    EVET ya da HAYIR demek sandığımız kadar kolay değil işte. Biraz daha düşüneceğim.
    AYŞE YAŞAR

  7. Yazan:atamburdayız Tarih: Ağu 21, 2010 | Reply

    ATAM ARTIK İZİNDE DEĞİLİZ…
    23 maddeye EVET kalan 3 maddeye KESİNLİKLE HAYIR. Arkadaşlar demokrasinin en temel göstergesi YASAMA – YÜRÜTME – YARGININ birbirinden ayrı olduğunu gösteren KUVVETLER AYRILIĞI ilkesidir. Sağcısıyla solcusuyla bütün saygıdeğer siyasilerimizden hesap sorabildiğimiz tek yer olan yücedivan ve bu kurumların temelini oluşturan HSYK nın meclisin eline geçmesi (yani meclisin yargı üstünde hiyerarşi oluşturması, yani yasama ve yürütmenin yargıyı ele geçirerek siyasi sorumluların yargılanma yolunun tıkatılması ) meclisin yargıyı hiyerarşisi altında tutması demokratik devlet olmanın gereği olan güçler ayrılığı ilkesine vurulacak çooook büyük bir DARBE dir. Bunun sonucunda YARGI ortadan kalkacak ve devlette 2 güçlü kurum olacak YASAMA ve YÜRÜTME ve bunların denetlenmesi durumu olanaksız hale gelecek. Abiyane tabirle meydanı her boş bulan atını istediği gibi oynatacak. Bu durumun hükümete sağlayacağı en büyük yarar ise ÖZELLEŞTİRMELERİN önündeki YARGI yolunun ortadan kalkması ve yaptıkları suçlardan yargılanmalarının imkiansız hale Getirilmesidir. Bildiğiniz gibi TÜBRAŞ ÖZELLEŞTİRMESİNİN ve buna benzer bi kaç özelleştirmenin yargı yolundan dönmesi ile hükümet yaptığı 751 özelleştirme ihalesindeki ulaştığı amacına burda ulaşamamış ve devletimiz 3,5 milyar dolar zarardan kurtulmuştur. Eğer yarğı hükümetin her istediği kararı verseydi o kurumlarda elimizden gidecekti. Düşünükü 200 milyon dolara sattığımız tekeli alan şirket birkaç ay içerisinde 900 milyon dolara satarak 700 milyondolarlık kar yapıyor. Yargının yasama eline geçmesi durumunda bu gibi zararlara devletimiz daha çok uğreyacaktır. Siyasilerimize hesabı bizmi soralım yoksa kendi atadıkları yargıçlarla kendi kendilerine mi hesap versinler? Vijdanlarınıza bu soruyu sorun lütfen. HAYIR dediğim bir diğer konu ise siyasi partilerin kapatılmasının önüne getirilen engeller ve AHMET TÜRK gibi … insanların milletvekilliğinin düşürülmesinin engellenmesidir( ilgili madde partisinin kapanmasına neden olan vekilin milletvekilliği düşmüyor yani bu anayasaya göre AHMET TÜRKün vekilliği düşmemeli),2. olarak mecliste yapılan konuşmalar meclisin izni olmadan kapatma davasında kullanılamayacak ibaresi. AÇIKLAMASI :yani vekiller mecliste ülke aleyhine ,demokrasi aleyhine konuşacaklar ama o vekillerin izni olamadan savcılar delilleri kullanamayacak. ADALET VE KALKINMA! BUNUN NERESİNDE. Adil Yargı bunun neresinde? 3. olarak partilerin temelli kapatılmasının önü kesiliyor : yani HADEP-DEHAP GİBİ partiler temelli kapatılamayacak ,alın size TERÖR AÇILIMI…kapatılan partiler nasıl geri açılabilir? Kendi yargıçlarını getir,iptal davası aç ve kapatılan partiyi tekrar aç. Siyasi yasaklar ise 5 yıldan 3 yıla inecek . bence 5 yıldan 30 yıla çıkarılmalı , eğer bir adam demokrasiye ve devletin bütünlüğüne vede LAİKLİĞE karşı hareket edip yasaklanıyorsa bunun cezası 3 yıla indirilmemelidir. Son olarak örnek aldığımız demokratik Avrupa ülkelerinde HSYK da adaletbakanlığı ve müsteşarlığı yok , çünkü oralarda demokratik ülkelerde yargının bağımsızlığı var TÜRKİYEDE İSE AKP VE RTE NİN bağımsızlığı var.
    BU YÜZDEN HAYIR, HAYIR HAYIR
    ATAM ARTIK İZİNDE DEĞİLİZ….

  8. Yazan:Cengiz Cebi Tarih: Ağu 21, 2010 | Reply

    Ayşe Hanım,

    Hayır demek istiyorum…Çünkü EVET demekle inandığım milli değerlerime ters düşmüş olacağım.

    Demokrasi inandığınız değerler içinde yer alıyor mu?

  9. Yazan:Olcayto Tan Haskol Tarih: Ağu 21, 2010 | Reply

    Hayır demek istiyorum…Çünkü AB, ABD, Barzani ve diğer dış güçlerin de EVET’ ten yana olması beni düşündürmektedir.

    Ayşe hanım BDP PKK’nında hayırdan yana olması düşündürmüyor mu sizi? Bunlar pek sevmediğiniz bölücü kimseler neticede.

  10. Yazan:ali duman Tarih: Ağu 21, 2010 | Reply

    bazı yorumları okuyorumda tüylerim diken diken oluyor, 12 eylül faşizmi ne kuşaklar yaratmış öyle, demokrasiden korkan, korkudan korkan, akla zarar.

  11. Yazan:Cengiz Cebi Tarih: Ağu 21, 2010 | Reply

    …milli menfaatlerin ve duyarlılığın esamisinin okunmadığı bu hükümetin, Kürtçülere, PKK ve yandaşlarına verdiği destek ve teröristlere adeta anne şefkatiyle kol kanat geren tutum ve kararları…

    Bu ne ya?

    Bu kadar çirkin bir suçlamayı yapabilenler bence kesinlikle “evet” demesinler.

    Evet ile elde edilecek kazanımlarda payları olmasın, biz de “evet” demiştik diyemesinler.

    Çünkü bu ‘zihniyet’ ile “evet” oyu asla bağdaşmaz.

    Açıkçası bu zihniyetten gelecek “evet” oyunun iyi bir şey olacağına da inanmam.

    “Kimden gelirse gelsin”le olmaz bu iş.

    Var ya ara sıra duyduğumuz “Ah nerden verdik şu AKP’ye oy, vermez olaydık” diyenler.

    Yarın birgün de “Ah nasıl da “evet” dedik, demez olaydık” diyenler çıkar mutlaka.

    Ben bu arkadaşların “hayır” demesinden yanayım.

  12. Yazan:Umit Erdal Tarih: Ağu 21, 2010 | Reply

    @atamburdayız:

    HSYK nın meclisin eline geçmesi meclisin yargıyı hiyerarşisi altında tutması demokratik devlet olmanın gereği olan güçler ayrılığı ilkesine vurulacak çooook büyük bir DARBE dir.

    1. Hukuk devletinde hiçbir devlet kurumu, anayasadan kaynaklanmayan bir yetkiyi kullanamaz. Ancak Anayasa Mahkemesi 148. Maddede açıkça belirtilen şekil denetiminin sınırlarını kendi içtihatıyla genişletti. Bu içtihat, anayasanın bizzat kendisine aykırıydı.

    2. Demokrasilerde, tüm devlet kurumları, doğrudan veya dolaylı olarak milletten yetki almak zorundadır. Ancak HSYK ve Yüksek Yargı kurumlarının seçiminde, dışa kapalı bir oylama (kooptasyon) sistemi bulunmaktadır. Bu sistem yüzünden, HSYK ve Yüksek Yargı hiçbir şekilde milletin tercihlerine bağlanmamaktadır. Bu ise demokrasinin özüne aykırıdır.

    Türkiye dışında tüm hukuk devletlerinde Yüksek Yargının üyelerinin seçiminde milli irade dolaylı olarak rol oynamaktadır.

    3. Kuvvetler ayrılığı ilkesi, yargı erki için de geçerlidir. Hukuk devletlerinde yargı erki yerindelik denetimi yapamaz, zira bu yürütmenin yetkisindedir. Yani yargı, yürütmenin icraatlerinin halkın menfaatine olup olmadığını değerlendiremez. Sadece kanunlara uygunluğu denetleyebilir.

    Dolayısıyla, halkın menfaatine olmadığı gerekçesiyle, köprü zamlarının geri alınması, özelleştirmelerin iptal edilmesi, hukukun özüne aykırıdır. Yargı da dahil herkes hukuka uymak zorundadır.

    4. Anayasanın 90. maddesine göre meclis tarafından onaylanmış uluslarası anlaşmalar, anayasanın da üstündedir. Dolayısıyla, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) gibi uluslararası anlaşmalar, anayasanın üstünde duran birer kanun kaynağıdır.

    Ne var ki, Türkiye Rusya’dan sonra AİHS’yi en fazla ihlal eden ikinci ülke konumundadır. Bu da Türkiye’de Yüksek Yargının hukuki olarak gelişmemişliğinin net bir göstergesidir.

    5. HSYK, otoriter devlet anlayışının koruyucusudur. Gerek darbe döneminde, gerek JİTEM olaylarında, HSYK hiçbir zaman devlet adına suç işleyen kişilerin cezalandırılmasına izin vermemiştir. Tersine bu konuda girişimde bulunan Sacit Kayasu, Ferhat Sarıkaya gibi savcıları derhal cezalandırmıştır.

    Dolayısıyla, HSYK ve Yüksek Yargı Türkiye’de hukuku isteyenlerle değil, otoriter ve statükocu güçlerle işbirliği yapmıştır. Bu yüzden, bugün HSYK’nın hukuktan söz etmesinin bir inandırıcılığı yok.

  13. Yazan:Cengiz Cebi Tarih: Ağu 22, 2010 | Reply

    Sayın atamburdayız,

    ‘Yargı’nın resmen siyasi parti gibi çalıştığı ülkede hangi “yargı bağımsızlığı”ndan söz ediyorsunuz.

    Türkiye’de güçler ayrılığı diye bir şey hiç olmadı.

    Tıpkı laikliğin, demokrasinin ve olduğu söylenegelen nice şeyin hiçbir zaman olmamış olması gibi.

    “Yargı bağımsızlığı”?

    Buna ancak ve ancak kargalar güler.

    Burada 90 yıllık maskeli bir saltanatın ecel çanları çalıyor.

    Birbirimizi kandırmaya gerek var mı?

    Derseniz bir şeyler el değiştiriyor, evet bu doğru.

    Yeni ‘parti’deyseniz sevinir, eski ‘parti’deyseniz üzülürsünüz.

    Demokrasi devrimlerini çok önceleri yapmış ülkelerle bunun arefesinde olan bir ülkeyi kıyaslamayın.

    Bir kıyas yapacaksanız, onların bu devrimi başardıkları tarihlere gidin, pek çok benzerlikler bulursunuz.

  14. Yazan:ben Tarih: Ağu 23, 2010 | Reply

    Öncelikle BDP/PKK kesinlikle “Hayır”dan yana değildir, olmamıştır. O partinin genel başkanı meydanda “Hükümet istediklerimizi yapmazsa referandumu boykot edeceğiz. Istediklerimizi yaparsa Evet diyeceğiz.” diye bas bas bağırdı. Boykot etmek katılmamaktır, “Hayır” demek değil. Bu, onların referandumu hükümetle “Özerklik” konusunda bir pazarlık aracı olarak kullandıklarını gösterir, gayet açık. Kendileri söylüyor. Yoksa anayasayı umursadıklarından değil.

    Anayasada değiştirilmek istenen maddeleri detaylı bir şekilde okudum. Araştırdım, Avrupa’da da bu tip yargı sistemini kullanan ülkeler var. Ama hatırlatayım, o ülkeler demokrasi olayını bitirmiş, yalayıp yutmuş. Bizim ise daha önce defalarca laikliğe ve demokrasiye karşı olduğunu beyan etmiş bir Cumhurbaşkanı ve Başbakanımız var. Baskı yöntemini kendine politika edinmiş, “Bitaraf olan bertaraf olur” diye meydan okuyan bir Başkanımız var. Başbakan ileride Cumhurbaşkanı olup “Devlet Başkanlığı” sistemini getirmenin hesabını yapıyor. Tek ve mutlak güç olma yolunda ilerlemek istiyorlar. O yüzden bu referandum sadece bir anayasa değişikliği olarak değil, bu değişikliklerin nasıl sonuçlar doğurabileceğiyle de ilgilidir. Bu değişikliklerin Avrupa’nın bünyesindeki sonuçlarıyla bizim ülkemizdeki sonuçları çok farklı olur. Biz bu farkı anlayamıyoruz işte.

    Yazarın malesef katılmıyorum. Eğer “Evet” oyları %45’te kalırsa bu AKP’ye büyük bir darbe olur. Çünkü bu pazarlıklar sonunda büyük ihtimalle BDP’nin de desteği gelecek, ki BDP’nin %10 oyu var. Ayrıca Islami görüşe yakın diğer partiler ve bazı küçük partilerin seçmenleri de anayasada ne değişeceğini bilmeden gözü kapalı “Evet” diyecekler. Bir de bu açıdan bakınız. Bu da AKP’nin kendi seçmeninden beklediği desteği alamaması anlamına gelir.

    Son olarak, Ayşe arkadaşım. Çok güzel yazmışsın, saygı duyuyorum. Insanın kılığı kıyafeti kendi bileceği iştir. Önemli olan insanın içindekidir, niyetidir. Belli ki senin niyetin çok iyi. Ancak rica ediyorum bir araştır. Acaba türban hangi devrimin ve rejimin bir sonucunda oluşmuştur? ve bu halk kimler tarafından, neden “Türbanlı-Türbansız” diye bölünmek istenmiştir? O zaman belki öyle düşünen insanları analayabilirsin. Biz bölünmemek için birbirimizi anlamalıyız. Ayrıca anayasa değişikliğinin bu soruna çözüm getirmediği de açık.

    Saygılar.

  15. Yazan:Seyfi GERÇEK Tarih: Ağu 23, 2010 | Reply

    BEN İDEALİST BİR ÜLKÜCÜYÜM VE İŞTE HAYIR NEDENLERİM
    -Bu değişiklikler hiç bir demokratik yenilik getirmediği için,
    -Değişiklikler ile ilgili tasarı sahiplerinin iddialarının tümünün gerçek dışı olduğunu anlayacak kadar akıl sahibi olduğum için,
    -Tasarı sahiplerinin samiyet derecelerini bilecek kadar tecrübe sahibi olduğum için,
    – “Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz, Allah katında büyük gazap gerektiren bir iştir.” (Saff,2-3) ayet-i kerimesinin emrini iyi anladığım için,
    -”Kişinin, kanıtsız ve dayanaksız söz söylemesi ne kötüdür.” Hadisi şerifinin manasını iyi anladığım için
    -”insanların kalbini çelmek için konuşma sanatını öğrenen kimsenin, Allah ne farzını ve ne de nafilesini kabul eder.”Hadisi şerifinin manasını iyi anladığım için,
    -İhaleye fesat karıştırmamış,zimmet-kalpazanlık-çete kurma suçları işlememiş, görevi kötüye kullanmamış, vatan ve millet haini olmamış, kul hakkı yememiş, beytülmala el uzatmamış Liderlerimin böyle söylediği için,
    -Bırakın ülkücü gibi idealist bir insan olmayı, sıradan bir insanın bile öncelikle sahip olması gereken meziyetlerden birisi yalan söylememek olduğu için Ülkücüler HAYIR demelidir ve münafıkların bütün gayretlerine rağmen böylede olacaktır.

  16. Yazan:ismailş Tarih: Ağu 23, 2010 | Reply

    Bir şeyler değişiyor evet ve bu değişimin önünde durabilmesine ihtimal yok kimsenin…
    Zamanın çarkları dönüyor ve yavaş yavaş bir dönüşüm devam ediyor ve bu değişimi engelleme telaşındakiler beyhude çırpınıyorlar onların derdi bilmem kaç nesildir ellerinde tuttukları ayrıcalıklar ve yedikleri kaymağıdır ülkemin…
    hayır hayır artık o kaymağı sadece siz yiyemeyeceksiniz… O kaymak daha çok kişi tarafından paylaşılacak hayal edemiyeceğiniz kadar çok kişi hem de …
    Oburluk devri bitti artık ve siz tarih sahnesinden çekiliyorsunuz esameniz okunmayacak artık farkına varın bunun atalarınızın size bıraktığı ayrıcalıkları siz çocuklarınıza ve torunlarınıza bırakamayacaksınız mızıkçılık yaparak bunu değiştiremezsiniz…
    O sebeple referandum bunun için sadece bir adım ve sonucunun hayır çıkcağını beklemek safdillik olur değişim herşeyin tepeden tırnağa değişimi gerek ve belki zaman alacak ama bunu başarma azmine sahip bir nesil var artık…

  17. Yazan:Ekrem Senai Tarih: Ağu 23, 2010 | Reply

    İhaleye fesat karıştırmamış,zimmet-kalpazanlık-çete kurma suçları işlememiş, görevi kötüye kullanmamış, vatan ve millet haini olmamış, kul hakkı yememiş, beytülmala el uzatmamış Liderlerimin böyle söylediği için

    Hiç ülkücü görmesek inanacağız. Bu ülkede uyuşturucu kaçakçılığı, çek-senet tahsilatı işleri, kumarhane işçiliği, mafyalaşma ülkücülerin marifetidir. Ülkeye kattığınız bu değerlerle ne kadar övünseniz az.
    Ayet, hadisleri parti sloganı yapma pespayeliğine düşeceğinize bu ülkede kırk yıldır hır gürden başka hangi dikili ağacınız var onu anlatın…

  18. Yazan:ismailş Tarih: Ağu 23, 2010 | Reply

    ATAM ARTIK İZNDE DEĞİLİZ…
    Çünkü çaılışıyoruz hem de çok çalışıyoruz sadece ailemizin rızkını temin etmek için değil artık kaymağından yiyebilmek için de çalışıyoruz bu ülkenin…
    Çünkü biliyoruz ki ekonomide söz sahibi başkaları olduğu sürece biz günyüzü göremiyeceğiz…
    Biz sömürülmekten kandırılmaktan bıktık atam ve bu makus talihi değiştirmek için çok çalışıyoruz o yüzden izinde değiliz atam…

  19. Yazan:Seyfi GERÇEK Tarih: Ağu 23, 2010 | Reply

    Ekrem Senai kardeş o senin dediklerin şu anda hergün cemaat medyasında evet çığırtkanlığı yapan “eski ülkücüler” onları benim genel başkanım içimizden temizledi. Ayrıca benim genel başkanım hakkında düzenlenmiş bir tek dosya yok arzetmeye çalıştığım bu. Ayet ve hadislere gelince, bunlar bizim rehberimiz değil mi? hayatımızın her alanında bize gerekli değil mi? sadece işimize gelince mi ayet ve hadisleri hatırlayacağız, böyle müslümanlık olur mu?

  20. Yazan:Ekrem Senai Tarih: Ağu 24, 2010 | Reply

    Seyfi bey,

    Yani diyorsunuz ki “benim genel başkanım çöplükte yetişen bir gül”. Öyledir diye umut edelim. Bence dürüstlük sadece zimmetine para geçirmemek değildir. Mesela AKP’yi başörtüsü maddesini çıkartması konusunda fişfikleyip, sonra parti kapatma davasına alkış tutmak dürüstlükle bağdaşmaz kanımca. APO’yu idamdan kendi imzasıyla kurtarıp sonra meydanlarda ip sallamak da öyle. Ayrıca genel başkanınız çok agresif ve sürekli asıp kesmekten bahsediyor. Ses tonu da Drakula filmlerindeki seslendirmeleri andırıyor. Kendisi bağırmadan konuşamıyor mu?
    Bir de şu soruma cevap verirseniz: Ozan Arif’i tanırsınız herhalde değil mi? Kendisinin 12 Eylül’e ve Kenan Evren’e saydığı şiirleri vardır. 12 Eylül’e söverek büyüyen ülkücülerin şimdi Kenan Evren’in yargılanmasının önünü açacak bir yasaya hayır demesi dürüstlük müdür?
    CHP’nin her dediğine “he!” deyip yanına yumulmak dürüstlük müdür? Ne için? AKP giderse koalisyon kurulur CHP+MHP bize de koltuk düşer hesabına… Korkarım bu gidişle nasıl seçimde DYP+ANAP siyasi hayatlarına son verdiler, sıfırı buldular; MHP de kendi sonunu hazırlıyor. Muhsin Yazıcıoğlu’nu öldürmek de bir Ergenekon hesabıydı, tutmadı. İçinde biraz vatan sevgisi olan ülkücüler ulusalcılarla gerdeğe girmekten endişe ediyor. Birçok ülkücü genel başkanını dinlemiyecek. En azından benim tanıdıklarım öyle.

  21. Yazan:Fatih Tarih: Ağu 24, 2010 | Reply

    Mevzu darbe anayasasıyla gerisi teferruattır! Bu kadar basit. Ortada bir darbe anayasası var. YeniAnayasa ne vaad ediyor. Çocuğa,yaşlıya, kadına,erkeğe, memura,emekliye, mağdura, mazluma, maznuna hak, hukuk, özgürlük..

    Şimdi ortada dağ gibi gerçekler var; ama maalesef teferruatta ufak tefek ayrıntılarla gündem saptırılıyor. Bu Ülke’de dinî vecibelerini yerine getirenler fişlenme di mi, insanlar en doğal haklarından mahrum edilmedi mi, sağ-sol birbirine düşürülüp onlarca idam gerçekleştirilme di, insanlar köpeğe tekmil verip gayri insani şartlarda hapis yatmadı mı..

    Aslında ‘Yetmez; ama evet!’ de tümüyle gerçekçi değil. Normal şartlarda böyle bir Anayasa yarım asırda ancak boy gösterirdi. Çünkü her köşede Bolu Bey’leri, Deli Dumrullar saltanat kurmuştu. Yetmeyen bir şey varsa darbecilerin net biçimde yargılanması. Ama bu şartlarda bile hümanist, liberal, demokratlar için daha iyisi zor gelir..

    Anayasa değişirse ne olur. Yıllardır lügatlerden okuduğumuz Demokrasi gerçek olur. Cumhuriyet idaresine biraz daha yaklaşırız. Demokrasiye,C umnhuriyete, özgürlüklere EVET!

  22. Yazan:ali duman Tarih: Ağu 24, 2010 | Reply

    bir T.C. vatandaşının anayasa mahkemesine başvurabilecek olması bile başlıbaşına kişi hak ve hürriyeti yönünde, hukukun üstünlüğü yönünde büyük bir aşama, büyük bir reformdur, bunu dahi anlama kapasitesine sahip olmayanlar varsın HAYIR desinler, hiç olmazsa oran konusunda Aziz Nesin ne kadar başarılı olmuş, onu anlayacağız, bu da birşey! öyle değil mi?

  23. Yazan:Ayşe Yaşar Tarih: Ağu 26, 2010 | Reply

    Gündeme dair en mühim konu da yaptığımız bu fikir teatimiz ; farklı görüşlere saldırıp hakaret etmeden,hangi gerekçelerle EVET HAYIR vereceğimizi demagoji yapmadan samimi olarak belirtirsek , daha anlamlı olur diye düşünüyorum.
    Sabit fikirli ,taassup sahibi olmak ve önemli kararlarda bu bakışla hissi kararlar vermek geleceğimiz açısından bence çok tehlikeli.Amacım sadece ,evet ya da hayır demenin ülke geleceği açısından çok şeyi değiştireceğinin bilincinde olarak karar vermek gerektiğini hatırlatmak..

    Düşüncelerim bir tarafa yandaş olanlara bu nerde duruyor hangi kesimden yahu..dedirtmiş olabilir ve beni bir yere oturtamamış olabilirler.Bu nedenle belirtmeliyim ki hiç bir partiye üye hatta yakın değilim.Düşünen olaylara özgürce bakıp anlamaya çalışan duygularında samimi hem vatansever hem de inancıyla yaşamak isteyen ve nedense toplumca taraf tutması için zorlanan, ben gibi pek çok kişi olduğunuda düşünüyorum . Görüyorum ki bazı kişiler takım fanatikliğinde parti tutup hükümeti ,ölümüne gözü kara savunur haldedirler.Yanlışları dahi görmeyecek kadar fanatikleşmiş basiretleri bağlanmış kalpri mühürlenmiş sanki.Daha önce sol kesim için eleştirdiğimiz katılığı,inatla doğruyum mükemmelim benden farklısı tü kakadır bakışını şimdi bu kesimde görür olduk .Yapıcı eleştirilere dahi tahammülsüzlük,bu fanatiklik körükörüne bağlılık teslimiyet bu cenahın samimiyetine ve inandırıcılığına da gölge düşürmüştür bence.Bu tip gözü bağlı fanatiklerin yazımda bahsettiğim konularla ilgili hassasiyet gösterip endişelenmedikleride zaten aşikar.

    Yinelemekte fayda var.Son durum şudur.Bir kısım BDP’li açılımla asıl istediklerinin hala gerçekleşmediğini düşündüğünden , hükümeti boykot etmek için HAYIR diyecekken Kürtlerin çoğu ve BDP tabanı EVET diyeceklerini de söylemiştir.ABD,Barzani,Kürtçüler(Özerlik isteyenler)BDP(çoğunluğu),AB …bunların ülkemin iyiliğini istemediklerini düşündüğüm için EVET demeleri ,beni ayrıca düşündürmektedir demiştim ki hala öyle….

    Ayrıca paketteki hiçbir madde de başörtüsü sorununa değinilmediğinin farkındayım.Hükümetin de böyle bir taahhüdü yok. Biliyoruz ki daha önce TBMM de kabul edilen bu konu ,Anayasa Mahkemesine gitmiş ve laikliğe aykırı kıyafettir gerekçesiyle reddedilmişti.Yani bu konudaki son nokta Anayasa Mahkemesi tarafından konuluyor.Yazımda kastettiğim ,Anayasa Mahkemesi üyelerinin seçimi ve sayılarıyla alakalı olan değişim ile uzun vadede bu sorunun çözülebilme ihtimaliydi….Dilerim ,sonuç ne olursa ülkemiz için inşaallah hayırlı olur.

  24. Yazan:sevim Tarih: Ağu 27, 2010 | Reply

    ayşe hanım,
    “yandaş olanlar”demekle kimleri kasdediyorsunuz?

    bildiğim kadarıyla ve de buaradaki tartışmalardan evet diyenler var,hayır diyenler var…

    bu durumda acaba fikir ve tercih hakkını evet ya da hayırdan yana kullananların hepsi mi size göre “birilerinin yandaşı”kategorisine giriyor?yoksa bu belirlemeyi salt bir kesimi doğrudan kasderek mi yapıyorsunuz?

    şayet sandık başına giden herkesi bu yönde “yandaş”olarak tanımlıyorsanız-ki bu da bi fikidir-o halde size göre en ideal olanı:hiç anayasayı değiştime teşebbüsünde bulunulmaması ya da bu girişimde karar kılındıysa da boykot edilmesi…dediğim gibi,görüşünüz buysa,yani ülke adına köklü bir değişim görmüyorsanız elbette gündemi fazladan işgal eden boş bir girişim olarak nitelemeniz gayet anlaşılır bir görüş.
    ne var ki,bu ve konuyla ilgili diğer başlıklar altına bıaktığınız yorumlarınızdan bu yönde alternatif bir görüş ve talebiniz bulunmuyor-yanılıyorsam lütfen düzeltiniz.
    peki geriye ne kalıyor?
    bu durumda bütün tepkiniz evet diyecek olanlara yönelmiş oluyor.peki sizce bu demokratik bir tavır mıdır?insanlar hayır diyebileceği gibi evet de diyebilirler.ve evet dediği için de izninizle kimse yandaş,fanatik bilmemne olmuyor.ha,bu fanatiklik,yandaşlık vs tanımlamaları benzer şekilde hayır cephesine de yöneltseydiniz kısmen tutarlı olabilirdi.zira körü körüne taraf mantığıyla evet için çabalayanların olabileceği gibi pekala aynı durum “hayır”cıların cephesinde de cerayan ediyor…hem de halkın gözünün içine bakarak düpedüz yalan söyleyerek,aldatarak,kafaları karıştırarak bunu siyasi emellerine alet eden köhnemiş bir zihniyetle yapıldığı bilinmeyen bir şey değildir.
    o halde,evet size katılıyorum;neden evet ya da hayır denmesi gerektiğini tartışalım,konuşalım.ama baştan birilerini yandaş,fanatik,mihrak vs ilan etmeden…sonuçta insanlar demokratik bir hak ve tercihini kullanıyor.tercihin doğru veya yanlış olması bir yana her şeyden önce insanların kararlarına saygı duymak gerekir.
    ayrıca her evet diyenin akp’li,her hayır diyenin de akp karşıtı farklı bir siyasi görüşe sahip olacak diye bir kural yoktur.zira bu bir genel seçim değil,siyaset üstü bir karara ilişkin halk oylamasıdır.kısacası,siyasi hesaplaşmalardan ziyade ülkeyi ve insanlarını ilgilendiren bir kararın eşiğindeğiz.dolayısıyla olaya bu açıdan bakmakta fayda var diye düşünüyorum.
    sonuç olarak,ülkemiz için hangisi hayırlıysa o olsun.

  25. Yazan:kararsız Tarih: Eyl 11, 2010 | Reply

    mrblar,ben 19 yasında ve dünyada olup bitenlerden habersiz yasayan bırıyım bırydım daha dogrusu ama sımdı bu ewt hyr referandum ıçin dogru bı karar vermek ıstıorm cunku 1 oy belkı ama hak geccsın ıstemıorm.yorumların hepsını okudum ve hala kararsızm bırını okuorm ewt demek gelıor sora hyr. kullanmıcam galıba
    ama artık ulkede neler olup bıtıor bılmek ıstıorm cunku bole kendımı koyun gıbı hıssedıorm bısıylerden habersız oldugum ıcın ne dogru ne yanlıs bılmedıgım gıbı her solenene kulak verıorm ama ınanmak gelmıor ıcımden cunku kendı fıkrım olsun ıstıorm ve bılıorm kı benım gbı duyarlı olmak ısteyıpte acık okumayan cok arkadasım vardır bızlerı aydınlatın . cunku gelecek bız genclerden bısıler ıstıo ama bız hıc bısı bılmıorzz. neren nasıl baslasam cok karsık. ben sunu yapmalısın lafları ve bısılere ınandırmaya calısmalardan cok sıkıldım cumku ıs bole olunca ınansım gelmıor.ve aklıma ATATÜRK gelıor. keske dıorm o olsa ınanabılecemız tek ınsan mıs dusuncelerı ıcerısınde buluorm kendımı.. umarım bı bakıss acısı katarsıszz bana cok tesekkur ederım .

  26. Yazan:Düşsel Tarih: Eyl 12, 2010 | Reply

    aaah kararsız kardeşim. Ben yıllardır iki tarafında medyasını hem yazılı okuyorum hem dinleyip izliyorum. Ama gel gör ki ne olduğunu ancak bu sene okuduğum yeni bir takım kitaplar ile beraber, kafamdaki bütün soru işaretlerine cevap bulabildim(3-5 istisna hariç). Ve aslında bütün insanlarımızın gelecekte ne olacaklarını görme üzüntüsüne vakıf oldum. Senin adınada diğer insanlarımın adına üzüldüğüm kadar üzülüyorum. Öncelikle insanlarımızın tek taraflı bilgilerini yansız çok yönlü bilgi ile donatmalarını dilerim. Bunu yapabilmek için de bize kimin bahşettiği belli olmayan dünyasal zevklerin elinden sıyrılmak ve gerçek bilgiyi öğrenebilmek için zaman ayırmak gerek. Fakat o zevki sefadan da uzaklaşmakla sadece başlamaya karar vermişsiniz demektir. Şimdi sıra gerçek bilgilere ulaşma çırpınmalarının, pes etme veya sona erişme arzuları ile insanın kendisiyle savaş dönemi huzura gelmiş demektir. Bu dönemde bilgi kirliliğinin ne kadar artmış olduğunun farkına varacaksınız. Eğer itina ile yok edilmeye çalışılmış bilgileri bulabilirseniz ne mutlu hepimize… 🙂

  27. Yazan:Olcayto Tan Haskol Tarih: Eyl 12, 2010 | Reply

    %15 açıldı %70 evet %30 hayır
    editör erken girer inşallah 😀

  28. Yazan:ali duman Tarih: Eki 4, 2010 | Reply

    bu refarandum 1000 kez yapılsa bininde de EVET çıkacağı aşikar iken, HAYIR beklentisi içerisinde olanların HALKTAN ne kadar uzak ve ne kadar kopuk olduklarını görmek bizlerde bir nevi alışkanlık yarattı, bıktık artık bu zavallılıktan, bu acizlikten. işin en kötüsü de bu ülkenin zamanı ve enerjisi çalınmakta, çağı yakalamak yerine, içi boş, suni sorunlarla uğraşılmak zorunda kalınmaktadır.

    halk ile aralarına duvar örmüşler daha çok halkın tokatına mazhar olacaklar, bence bir adamlık yapmalı, bir tokat yediklerinde halka diğer yanaklarını uzatmalıdırlar, zira her yenilgiden sonra “işte ne olacak bu halktan bu kadar olur”, “aptal halk” vs. gibi zırvalamalar kabak tadı verdi, asıl aptalın kim olduğunu aynaya bakabilme cesareti olsa göreceklerde işte o cesaret yok ne yazık ki.

  1. 2 Trackback(s)

  2. Eyl 20, 2010: Son 90 günde en Çok Okunan ve Tartışılan Yazılar : Derin Düşünce
  3. Eki 2, 2010: Son 90 günde en çok okunanlar : Derin Düşünce

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin