RSS Feed for This Post

Bağımsız yargı demokrasiyi tehdit ediyor

Etyen Mahçupyan

Türkiye Cumhuriyeti’ni kuranlar kuvvetler ayrılığı ilkesinden hiçbir zaman hoşlanmamışlardı. Bu ilkenin farklı sınıf ve zümrelere sahip toplumlar için geçerli olduğunu düşünmüşlerdi. Oysa onlara göre Türkiye toplumu homojen ve kaynaşmış bir ulustu. Daha doğrusu gerçeğin hiç de böyle olmadığını bildikleri için, normatif tanımlamalar getiren otoriter bir rejimin istenen ulusu oluşturacağını öngörmekteydiler. Bu nedenle kuvvetler ayrımını daha baştan reddettiler. Bir anayasa vardı ama tamamen lider kadronun istediği gibi yazılmıştı, seçimler yapılmaktaydı ama sadece lider kadronun seçtiği kişiler aday olabilmekteydi… Öte yandan zaten tek bir siyasi partinin varlığı yeterli görülmekteydi ve o partinin il başkanları da aynı zamanda bulundukları illerin valileriydi. Diğer bir deyişle ülkeyi yöneten siyasiparti ile bürokrasi tamamen özdeşti. Bu durumda seçimler bazı bürokratların milletvekili olmalarını, ya da liderin çevresindeki insanlara milletvekilliği üzerinden üst bürokrasi yolunun açılmasını ifade ediyordu.

Yasama ile yürütme ve idari teşkilat arasındaki bu özdeşleşme yargı alanında da geçerliydi. Sadece yargının yürütmenin uzantısı gibi davranması açısından değil… İstiklal Mahkemeleri örneğinin gösterdiği üzere, Meclis kendi içinden seçtiği ve hukukçu olmayan bazı insanlara keyfi olarak ‘mahkeme’ yetkisi verebilmekteydi. Böylece kuvvetler ayrılığı denen şey, Türkiye’de güçlü ve sorgulanamayan bir yürütmenin eylem biçimleri olarak ortaya çıktı.

Çok partili hayat bu görünümü esas olarak yasama ile yürütme arasındaki ilişki açısından değiştirdi. Yargı ise yürütmenin etkisinden kurtulurken, kendisini değişmeyecek bir ideolojik referansa kilitledi. Bu referans cumhuriyetin kuruluş ilkeleriydi ve toplumsal talep ve tercihlerden tamamen bağımsız addedilmekteydi. Böylece Türkiye’de yargı ideolojik denetim yapan, toplumla ilgili olarak sahip olduğu normları yasamanın tercihlerine rağmen hayata geçirmeye çalışan bir özneye dönüştü. Bunun işlevsel anlamı yargının aynen bir siyasi parti gibi davranması ve tek parti dönemi zihniyetinin bekçiliğini yapmasıydı.

O nedenle bugün en üst yargı kurumlarında Ergenekon ağının içindeki zanlılarla yakın ilişkide olanların ortaya çıkması kimseyi şaşırtmıyor. Bu yargı mensuplarının doğrudan suça karıştığını söylemek mümkün olmasa da, birçoğunun ideolojik olarak darbeyi desteklediği ve bu yönde kullanılabilecek araçları da yadırgamadığı anlaşılıyor. Nitekim Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) içindeki bazı üyeler Ergenekon davasını ve onunla bağlantılı siyasi cinayet davalarını takip eden savcıların yerlerini değiştirme çabalarını gizleme ihtiyacı bile duymuyorlar. Bu kişilerin en popüleri olan, Hapishaneler eski müdürü Ertosun’un Sabancı cinayetinin aydınlatılmasını engellediğini ve cinayetin arka planını afişe etmek isteyen bir zanlının hapishanede başka mahpuslar tarafından öldürülmesini organize ettiğini de bugünlerde öğrenmiş bulunuyoruz.

Söz konusu kişi bugün HSYK’nın yedi üyesinden biri… Kendisini oraya atayan ise Cumhurbaşkanı Abdullah Gül… Ama durumu gerçekten kavrayabilmek için bu atamanın mekanizmasına bakmak lazım: HSYK’nın yedi üyesinden ikisi Adalet Bakanı ve Müsteşarı. Diğer beş üye ise Yargıtay ve Danıştay tarafından seçilen üçer aday arasından Cumhurbaşkanı’nca atanıyor. Ne var ki söz konusu adayların seçimi toplu olarak değil tek tek yapılıyor. Yani yüksek yargı kurumları tek tek üç aday seçip Cumhurbaşkanı’na sunuyorlar. Böylece ideolojik olarak birbirinden hiç farkı olmayan kişilerin aday olması sağlanmış oluyor.

Ancak sistem daha da temelden garanti altına alınmış durumda: HSYK’nın beş yargıç üyesi Yargıtay ve Danıştay’ca seçiliyor… Peki, bu yüksek yargı kurumlarının üyeleri nasıl seçiliyor dersiniz? Onları da HSYK seçiyor! Diğer bir deyişle birbirini seçen iki yargı düzlemi var ve bu sisteme ne yasama ne de yürütme hiçbir biçimde müdahale edemiyor. Nihayet bu tabloyu tamamlayan bir biçimde, anayasa gereği olarak HSYK kararlarına yargı yolu kapatılmış durumda…

Bu korporatist yargı anlayışı, gerçekte sivil siyasetin hareket alanını ideolojik olarak kısıtlamakla kalmıyor, söz konusu ideolojik koruma altına girebilen savcı ve yargıçları imtiyazlı bir kast haline getiriyor. Bunlar Türkiye’de rejimi otoriter zemin üzerinde tutuyor, hak ve özgürlükleri sınırlıyor, tasvip etmedikleri fikirlere sahip olan kişi ve partileri siyaset dışına itebiliyorlar.

Yargı bağımsızlığı hesap vermeyen, kendisini ideolojik olarak dokunulmaz kılan bir yargı üretmiş durumda… Türkiye’de yargı bağımsızlığı liberal demokrasilerdeki işlevini yapmıyor, çünkü burası hala bir liberal demokrasi değil. Rejimin temelinde bozukluk olduğunda kurumsal bağımsızlık da bir tür feodal gücü ifade etmeye başlıyor. Bağımsız yargının meşruiyeti onun tarafsızlığından gelir… İnsan hakları duyarlılığı dışında ideoljik açıdan tarafsız olmayan bir yargı, bağımsız olduğunda demokrasi için bir tehlikedir; çünkü bağımsızlığın verdiği imkanı adalet için değil, kurumsal siyaset için kullanır… Türkiye bu gerçeği ancak şimdi idrak edebiliyor.

 

 

 

… Bu makale ilginizi çektiyse…

 

Hiç bir yeri işgal edemeyen ordular kendi ülkelerini işgal ederler. Çünkü bir ordunun ayakta durması için insan emeği ve maddî destek gereklidir. Normal bir ordu kaynaklarını emrinde olduğu milletten sağlar… Efendisi olan bu milletin gönüllü katkısıyla silah alır, asker toplar, YABANCI DÜŞMANLA savaşır.

Normal ordular efendilerini yani milleti, o milletin vatanını korurlar ya da ganimet getirebilecekleri ülkeleri işgal ederler. Yine efendilerinin emri ve izniyle yaparlar bunu.

Anormal ordular ise üniformalı eşkıyalardır. Disiplinsiz olduklarından YABANCI DÜŞMAN ile savaşamazlar. Kolayca yenebilecekleri İÇ DÜŞMANLAR uydururlar ve bu bahane ile kendi ülkelerini işgal ederler. Başbakan asarlar. Milletvekillerini hapse atarlar. Korumakla yükümlü oldukları halkı işkenceler altında inletirler. Üniformalı eşkiyalar ülkenin zenginliklerini tüketirler, geleceğini mahvederler.

Kendisini ülkenin sahibi zanneden üniformalı eşkıyaların hakim olduğu ülkeler yabancı orduların işgali altında gibidir. İşgalciler kimseye hesap vermezler. Halkın isyan etmesine engel olmak için “etrafımız düşmanla çevrili” diyerek  KORKU PROPAGANDASI yaparlar.

Eleştirilerden uzak kalmak için farklı inançlardan ve kültürlerden olan insanların birbirine düşman olması da bu eşkiyaların işine gelir. Bu sebeple terörü destekleyebilir hatta teröristlere silah ve para yardımında bulunabilirler.

Okuyacağınız kitap kendi ülkesini işgal etmiş bir ordunun kısa tarihidir. Buradan indirebilirsiniz.

Trackback URL

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin