RSS Feed for This Post

‘Derin Düşünce Grubu’ Atilla Yayla ile buluştu

Bildiğiniz üzere Atilla Yayla ile ilgili cereyan eden üzücü olaylar neticesinde, Derin Düşünce Grubu olarak kendisine destek verdiğimizi sitemizden duyurmuştuk. Bu desteğimizi daha kanlı canlı hale getirmek için, Atilla Yayla ‘yı bir iftar yemeğine davet ettik.

Amacımız hem mağduriyeti ile ilgili olarak yanında olduğumuzu göstermek, hem de kendisi ile tanışıp sohbet etmekti. Sağ olsun, teveccüh gosterdiler, davetimizi kabul ettiler.


Ankara’nın Estergon kalesi

İftar organizasyonumuz Ankara’nın Keçiören ilçesinde Estergon Kalesi içindeki Osmanlı Lokantası’ndaydı. Keçiören ilginç bir belediye. Yapay şelaleleri Niagara ile boy ölçüşebilecek denli geniş. O kadar çok su akıyor ki Keçiören’i gören birinin Ankara’da su problemi olduğuna inanması pek kolay değil. Estergon kalesi ise şelalelerin yanında inşa edilmiş dev bir kale/restoran/müze. Macaristan’daki aslıyla pek bir ilgisi yok ama yine de gezilecek mekan kıtlığı olan Ankara’da böyle yerlerin yapılmış olması güzel. Kalenin alt katında müze, üst katında ise restoran bulunuyor. Orta avluda şadırvan, işlemeler ve duvar minyatürleri göze çarpıyor.

Hoca vejeteryan değilmiş!

Mekanın güzelliği bir yana iftariyelikler zengin, yemek lezzetli ve Osmanlı şerbetinin tadı da hoştu. Bu vesile ile ekşi sözlükten edindiğimiz Atilla hocanın vejeteryan olduğuna dair bilginin de doğru olmadığını öğrenmiş olduk. Gerçi Fethi bey’in takip ettiği kadarıyla hoca tabağındaki ete pek dokunmamış ama iftariyeliklerden iki pastırma yemiş olması vejeteryan olduğu iddiasını çürütüyor… Atilla hoca, yüzü sürekli mütebessim, yumuşak bir ses tonu ve hoş aksanıyla, nezaketiyle saatlerce konuşsa doyamayacağınız birisi. Tepeden bir tonla konuşan kibirli akademisyenlerimize hiç mi hiç benzemiyor. O kadar alçakgönüllü ki arada hiçbir mesafe hissettirmiyor, son derece doğal ve rahat bir insan.

Çınlayan nameler

İftar sırasında, mutfaktan toplama elemanlarla kurulduğuna kanaat getirdiğim tasavvuf musikisi grubu segah peşrev’le başladıkları icralarını çeşitli ilahilerle detone bir şekilde sürdürüyorlardı. Sonra birden birkaç masa arkamızdaki Köksal Toptan beyi anons ettiler. Akademisyenlerin pek popüler insanlar olmadıklarını bildiğim için Atilla Hoca’yı anons etmemelerini pek yadırgamadım doğrusu. Yalnız Köksal bey’in ismi anons edilince meşhur blogger Fethi Bey’in yutkunduğunu müşahade ettim.

Çaylar Fethi bey’den

İftar sonrası, daha rahat sohbet etme hayali ile önce deri koltuk görünümlü taş koltukların yanındaki ahşap masalara, sığamayınca ve kapıp götürdüğümüz sandalyeler geri istenince mecburen Özbek Çay Bahçesi’ne geçtik. Orada istediğimiz ortamı bulabildik. Sohbet en derininden en hafifine bir çok konu etrafında saat 22:00 ye kadar sürdü.

Yeni Anayasa

Birçok şey konuştuk; Derin Düşünce grubundan, hocanın İstanbul’a yerleşme planından, medyadan, liberalizmden, liberalizm-İslam uyumundan, hükümlerin değişebilirliliğinden, şirket yönetmenin devlet yönetmekten daha zor olmasından, liberal düşünce topluluğundan, çevirilerden vs. konuştuk. Atilla Hoca yeni anayasa ile ilgili fikirlerini de beyan etti. Aynı gün katıldığı paneldeki izlenimlerini aktardı ve anlattığı konulardan bahsetti.

Anlattıkları aşağı yukarı geçenlerde Zaman gazetesindeki yazısındakilerle örtüşüyordu. (*) Yalnız Hoca demokratikleşme ve normalleşmenin bir süreç işi olduğunu ve bir anayasayla her şeyin çözülemeyeceğini düşünüyor. Bunun yanında anayasa taslağını hazırlayanlar içinde çok değerli akademisyen arkadaşları olduğunu ve iyi bir değerlendirme yapılacağını umduğunu da belirtiyor.

Bu değerli akademisyen ile tanışmamıza vesile olan Fethi bey’e ve organizasyonda büyük emeği geçen Arife hanım’a teşekkür ediyoruz.

 

 Derin İnsan 

 “Düşümde bir kelebektim. Artık bilmiyorum ne olduğumu. Kelebek  düşü görmüş olan bir insan mıyım yoksa insan olduğunu düşleyen bir kelebek mi?” (Zhuangzi, M.Ö. 4.yy)

“Ben” kimdir? İnsan nedir? Hakikat’in ne tarafındayız? Hiç bir şüpheye yer bırakmayacak bir şekilde nasıl bilebiliriz bunu? Zekâ, mantık ve bilim… Bunlar Hakikat ile aramıza bir duvar örmüş olabilir mi? Freud, Camus, Heidegger, Kierkegaard, Pascal, Bergson, Kant, Nietzsche, Sartre ve Russel’ın yanında Mesnevî’den, Mişkat-ül Envar’dan,  Makasıt-ül Felasife’den, Füsus’tan ilham alındı. Hiç bir öğretiye sırt çevrilmedi. Aşık Veysel, Alfred Hitchcock, Maupassant, Hesse, Shyamalan, Arendth, Hume, Dastour, Cyrulnik, Sibony, Zarifian ve daha niceleri parmak izlerini bıraktılar kitabımıza. Buradan indirebilirsiniz. 

   Kadınlar… Günümüzün Don Kişotları

Suzan Başarslan’ın dediği gibi “kadına dair söylenmesi gereken ne  kadar söz varsa erkeğin söylediği” bir dünya bu. Sadece söz mü? Yaşama hakkı bile. Bugün Çin’de ve Hindistan’da yüzbinlerce kız bebek daha doğmadan ultrason ile ana karnında görülüp yok ediliyor. Erkeklerin güç mücadelesinde kadınlar eziliyor. Cumartesi anası oluyor, cezaevlerinin önünde sıra bekleyen, şehit tabutlarının üzerinde ağlayan oluyor.  Şampuan veya otomobil satarken bedenini kullandıran, arka planda, silik, soyunan, tüketen, “figüran”… Kadınlara özne olma hakkını vermeyen erkekler mi yoksa bu hakkı alamayan kadınlar mı? Kadınlıklarını kaybetmeden, erkekleşmeden var olabilecek mi birgün kadınlar? 96 sayfalık bu kitapta Kadın’a ait kavgaları ve Kadın’ın kimlik arayışını sorguluyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

 Türkiye’nin Ulus-Devlet Sorunu

Devlet gibi soğuk ve katı bir yapı bizimle olan ilişkisini hukuk yerine ırkımıza ya da inançlarımıza göre düzenleyebilir mi? GERÇEK hayatı son derecede dinamik ve renkli biz “insanların”. Birden fazla şehre, mahalleye, gruba, klübe, cemaate, etnik köke, şirkete, mesleğe, gelir grubuna ait olabiliriz ve bu aidiyet hayatımız boyunca değişebilir. Oysa devletimiz hâlâ başörtüsüyle uğraşıyor, kimi devlet memurları “ne mutlu Türk’üm” demeyenleri iç düşman ilân ediyor, Sünnî İslâm derslerini zorla herkese okutuyor… Bizim paramızla, bizim iyiliğimiz için(!) bize rağmen… Kürt sorunu, başörtüsü sorunu, Hıristiyan azınlıklar sorunu… Bizleri sadece “insan” olarak göremeyen devletimizin halkıyla bir sorunu var. Türkiye’nin “sorunlarının” kaynağı sakın ulus-devlet modeli olmasın? 80 sayfalık bu kitap Kurtuluş savaşı’ndan sonra Türkiye’ye giydirilmiş olan deli gömleğine işaret ediyor.  Ne mutlu “insanım” diyene! Kitabı buradan indirin.

Amerika Tedavi Edilebilir mi?

 Amerikalılar neden bu kadar gaddar? Dünyanın geri kalan kısmında yaşayan insanlara karşı niçin bu denli acımasız?
 Bayrak yakmanın ve Amerikan/İsrail mallarını protesto etmenin dışında bir şeyler yapmak gerektiğini düşünenler için yapılmış bu çalışmayı ilginize sunuyoruz. ABD desteği son bulmadan Ortadoğu’nun psikopatı İsrail’in saldırganlığı bitmeyecek ve Ortadoğu’ya huzur gelmeyecek gibi görünüyor. Vietnam’da ve Latin Amerika’da yaşanan katliamlar Ortadoğu’da devam ediyor.

 Müslüman’ın Zaman’la imtihanı

Sunuş: Müslümanlar dünyanın toplam nüfusunun %20’sini teşkil ediyorlar ama gerçek anlamda bir birlik yok. Askerî  tehditler karşısında birleşmek şöyle dursun birbiriyle savaş halinde olan Müslüman ülkeler var. Dünya ekonomisinin sadece %2-%3′lük bir kısmını üretebilen İslâm ülkeleri Avrupa Birliği gibi tek bir devlet olsalardı Gayrı Safi Millî Hasıla bakımından SADECE Almanya kadar bir ekonomik güç oluşturacaklardı. Bu bölünmüşlüğü ve en sonda, en altta kalmayı tevekkülle(!) kabul etmenin bedeli çok ağır: Bosna’da, Filistin’de, Çeçenistan’da, Doğu Türkistan’da ve daha bir çok yerde zulüm kol geziyor. Müslümanlar ağır bir imtihan geçiyorlar. Yaşamlarını şekillendiren şeylerle ilişkilerini gözden geçirmekle başlıyor bu imtihan. Teknolojiyle, lüks tüketimle, savaşla, kapitalizmle, demokrasiyle , “ötekiler” ile ve İslâm ile olan ilişkilerini daha sağlıklı bir zemine oturtabilecekler mi? Müslüman’ın Zaman’la imtihanı adındaki 204 sayfalık bu kitap işte bütün bu konuları sorgulayan ve çözümler öneren makalelerden oluşuyor.

 Bir pozitivizm eleştirisi

Hayatta en kötü mürşit ilim ve fen olmasın sakın? Eğer Atatürk bir kaç yıl daha yaşasaydı o meşhur sözünü geri alır mıydı acaba?… Ateşi keşfetmeden önceki insanlık ile bugünkü “uygarlığımızı”  karşılaştırdığımızda hiç  yol almadığımız söylenebilir. Bundan 200 bin yıl önce komşusunun yiyeceğini çalmak için başına taşla vuran neandertal insani ile 2003 yılında Irak in petrolünü çalmak için bir milyon ıraklı sivili öldüren (veya buna seyirci kalan) homo economicus ayni uygarlık seviyesinde. Aralarındaki tek fark kullandıkları silahların teknolojik üstünlüğü.  Teknoloji ve bu teknolojinin uygulanmasını mümkün kılan bilimsel buluşlar sıradan insanlar kadar bilim adamlarının da gözlerini kamaştırdı. Bugün karşımıza kâh bilimci (scientist), kâh deneyci (ampirist) olarak  çıkan ahlâkî-felsefî bir duruş var. Bu duruş eğitim sistemimize ve resmî ideolojimize öyle derinden işlemiş ki sorgulanması dahi çok sayıda insanı öfkelendirebiliyor, rejimin savunma mekanizmalarını harekete geçirebiliyor.  Bilim ve teknolojinin insanlığa otomatik olarak barış getireceğinden şüphe etmek neredeyse bir suç. Buna cüret edenler gericilikle, bağnazlıkla suçlanabiliyor.  Pozitivizm ve “modern” yaşam üzerine yazılmış makalelerimizin bir derlemesini 75 sayfalık bir kitap halinde sunuyoruz. PDF formatındaki bu kitabı buradan indirebilirsiniz.  

Trackback URL

  1. 5 Yorum

  2. Yazan:T.Suat Demren Tarih: Eyl 26, 2007 | Reply

    Harika bir görüşme oldu, emeği geçen herkese ve bizleri onore eden Atilla Hocam’a reşekkürler..

  3. Yazan:Bigalıoğlu Tarih: Eyl 27, 2007 | Reply

    Atilla Yayla’ya ilk baslarda ben de tepki koymustum.Ancak bugun olaya dusunce ve ifade ozgurlugu acısından baktıgımızda asırı tepki vermis oldugumu goruyorum.
    insanlar dusunce ve fikirlerini ozgurce ifade edebilmeli.

    Aslına bakarsanız son yasananlar bir cok konu hakkındaki dusuncelerimi degistirdi.

    Sabit fikirli olmamak gerek.Uzlasma icin aklın yoluna girebilmeliyiz.Bu onur kırıcı olmaz.
    İnsanların en zor yaptıgı hatta cogu zaman yapamadıgı sey haksız oldugunu kabul edebilmesidir.

  4. Yazan:Bahar Pınar Tarih: Eyl 27, 2007 | Reply

    Güzel bir görüşmeydi gerçekten. Ekrem Bey’in söylediği gibi Atilla Bey tepeden konuşan, kibirli, en doğrusunu ben bilirim diyen akademisyenlerden değil. Samimi, doğal, alçakgönüllü. Gerçi Atilla Bey’in nasıl bir insan oldugunu, diğerlerinden farklı oldugunu, bazı akademisyenlere verdiği özgürlük dersinden tahmin ediyorduk ama gözlerimizle de görmüş olduk. Atilla Bey’e davetimizi kabul ettiği için, Fethi Bey’e ve Arife Hanım’a da emekleri için yeniden teşekkürler.

  5. Yazan:S Tarih: Eyl 29, 2007 | Reply

    Evet DD

    Nasıl Atilla Yaylayı destekledinizse ; sizlerden Mehmet Pamak ve Yusuf Tanrıverdi için -301 den iki kere dava açılmış arkadaşlar için- destek istiyorum.

    Bu abilerimizinde DD nin geniş perspektifinden faydalanması hakkı olduğuna inanıyorum. Kampanya düzenlemesenizde, başka şekillerde desteğinizi bekliyorum.

    /

    Tanrıverdi 301 Kurbanı Olacak mı?

    İkinci iktidar dönemini demokratikleşmeye ayıracağını söyleyen AKP iktidarı bunu test edebileceğimiz bir sınavla karşı karşıya.

    Henüz bu iktidar döneminin ilk günlerinde patlak veren olay, Öğretmen-Sen Genel Başkanı Yusuf Tanrıverdi’nin bir panelde söylediği sözlerden dolayı TCK 301’e muhalefetten mahkeme önüne çıkacak olması.

    Yusuf Tanrıverdi, “Resmi ideoloji kıskacında eğitim sistemi” konulu bir panelde sarf ettiği şu sözlerden dolayı yargılanacak:

    “Muvazzaf subaylar resmi elbiseleriyle okullarda ders vermek suretiyle çocuklara militarist fikirler aşılıyorlar.”

    “28 Şubat sürecinde öğretmenler fişlendi.”

    “Devletiyle, milletiyle bölünmez bütünlük vurgusu faşist devlet felsefelerinde bulunan bir özelliktir.”

    Ankara Cumhuriyet Savcılığı, Öğretmen-Sen Genel Başkanı Yusuf Tanrıverdi’nin, yaptığı konuşmalarda bu tür ifadelere yer vererek eleştiri sınırları dışına çıktığı, gerek TC Devletini ve gerekse devletin askeri teşkilatını, Cumhuriyetin kuruluşundan bu yanaki uygulamaları bütünüyle ele alıp, bu organları temsil eden kişi ya da kişileri değil organların ikisini hedef aldığı, eleştiri sınırları dışına çıkarak onları aşağıladığı iddiasıyla TCK 301. maddenin hem cumhuriyeti hem de devletin askeri teşkilatını alenen aşağılamaktan iki kez cezalandırılmaları talebiyle dava açtı.

    İşin hükümeti ilgilendiren yanı, Tanrıverdi’ye bu ifadelerinden dolayı dava açılırken Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin’in bir televizyon kanalında “Gereken her şey yapılacaktır” diyerek davaya destek vermesi.

    Kendisinden 301’i değiştirmesi beklenen hükümet yapıyor bunu!

    AKP iktidarının demokratikleşme iddiası acaba samimi olmayabilir mi?

    Öğretmen-Sen, genel başkanıyla ilgili gelişmeleri değerlendirirken şöyle diyor:

    “Tek derdimiz ülkemizin sivilleşmesi, özgürleşmesi ve AB standartlarında bir ülke olması yolunda sivil toplum olarak üzerimize düşeni yapmak. Elbette bizim ülkemizde bunun bir bedeli oluyor. İşte bizim ödeyeceğimiz ilk bedel!”

    Öğretmen-Sen bir bedel ödemek üzere ve AKP hükümeti bu bedeli ödeten taraf olacak. Demokratikleşmenin ilk sınavında hükümetin büyük bir güven kaybına yolaçmak üzere olduğu bile söylenebilir.

    Öğretmen-Sen yönetiminin çağrısı şöyle:

    “Öğretmen-Sen, düşünce ve ifade özgürlüklerini savunan, demokrat, hukukun üstünlüğüne inanan fikir adamlarından başka gideceği bir yer yoktur. Düşünceye karşı oluşturulan bu güç kullanımına artık bir son verilmesini istiyoruz. Sivil Anayasaya tüm desteğini veren Öğretmen-Sen, maalesef bu Anayasayı hazırlayan hükümetin bir bakanı tarafından düşüncelerinden ötürü mahkûm edilmek istenmektedir. Bize destek vermenizi istiyoruz. Düşüncelerinden ötürü 23 Ekim 2007 tarihinde mahkeme önüne çıkacak olan sayın genel başkanımıza kaleminizle, fikirlerinizle, demokratlığınızla destek vermenizi temenni ediyoruz.”

  6. Yazan:kamil Tarih: Şub 8, 2008 | Reply

    ingiltere ye ünüversiteye gitmiş heralde ceza alınca ilginç

  1. 1 Trackback(s)

  2. Kas 7, 2009: Özgürlük korkusu : Derin Düşünce

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin