RSS Feed for This Post

Üzerimde buzdan bir gurbet ağırlığı… Hangi valiz taşıyabilir benim yorgun ömrümü?

Üzerimde buzdan bir gurbet ağırlığı… Hangi valiz taşıyabilir ki benim yorgun ömrümü?

  Annesiz çocuklardan binlerce kez özür dileyerek…

  Aslında benim sosyoloji başlığında Durkheim üzerine çalışmam gerekiyordu. Çünkü hayat buydu; o çalışmadan, bu kitaba doğru koşarken kendimi kaybetmemi isteyen tarafıyla gözlerimi kapatıyordu. Bir süredir böyle de oluyordu.

  Oysa, bir amaç (o amaç neyse artık!) uğruna kalkıp geldiğimiz bu garip kentlerde kendimizi bulacağımız umudu, kendimizi kaybetmemiz gerçeği altında kızıl bir cesede dönüşüyor.

  Burada, bu bizden ve bizim olmayan (aslında hiç kimsenin değiller) kentlerde, nedense aradıklarımız “yeni” şeyler olmak yerine “eski” şeyler oluyor.

  Ben mesela günümü geçirdiğim o binanın üst katından denizi ve gemileri gördüğümde , evimin balkonundan baktığım Karadeniz’i hatırlıyordum ve her gün oraya, evimden denize bakıyormuşum hissi yaşamak için gidiyorum. O hissi yaşıyorum.

  Bu bizim olmayan kentlerde bizim olan şeylere hasretimiz artıyor, çoğumuz fark etmiyoruz üstelik.

  Böyle anne, ilk fark ettiğim bu: “Eski” özleniyor yeni hayatlarda… Ve geçmiş, geçmiş olmuyor çünkü geçmiyor.

  Öyle eski öyle eski ki, sen hatırlamazsın belki ama ben hiç unutmuyorum, okula gitmeden önce bize kahvaltı yaptırdığın yüzlerce sabahtan birini, senin kız kardeşim, ben ve erkek kardeşime çizgi film izlerken yaptırdığın o kahvaltıdaki reçelin tadını anımsıyorum anne, onu özlüyorum. Her sabah kendime kahvaltı hazırlarken, o tadı anımsıyor, onun verdiği hisle tebessüm ediyorum anne.

  Böyle işte anne, bu garip kentte yeni şeyler hep eskileri hatırlatıyor, onların içimde bıraktığı hislere dayanarak ayakta duruyorum anne.

  Böyle anne, kalsan kalınmıyor, dönsen dönülmüyor. Bu yeni kentlerde kalplere bir âraf havası nüfûz ediyor bir daha da ayrılmıyor insanın ruhundan, orada öylece kalıveriyoruz, bir saçağın altında titreyen serçeler gibi… Sığınmış ama korunamaz halde dinmesini bekliyoruz yağmurun.

  Sonra değişiyoruz, değişebiliyoruz aynı zamanda, ben mesela anne; anneci biz kız değildim bilirsin, anneci bir kız oldum, bende saklı olanı da bulup çıkartabildi yeni kentler, böyle oldu anne, böyle…

  Ve sen çoğaldın anne, “anne” diye yazıyorum, çünkü artık her şey “anne” oldu, bu benden olmayan ve benim olmayan kentte, türlü yalnızlık, sığınacak yerler arayışım “anneler” yarattı, üstelik onlarca… Odamın penceresine bakan sarmaşıklar annem oldu, balkondaki çiçeklerim, bahçedeki ördekler, dedem ve babaannem, oturup denizi izlediğim bank, babam, kardeşlerim ve bizim evin kendine has kokusu, arkadaşlarım… Hepsi annem oldu, hepsini öyle özledim ki, öyle sığınma hissiyle özledim ki, öyle koruyacaklarına inandım ki, hepsi annem oldu, anne.

  Yine de kendimle kalamadım, burada çocuklar var anne. İyi, temiz ve cahiller… Kendilerine sorsan öyle değil ama emin ol iyi, temiz ve cahiller. Kirletirler onları diye korkuyorum anne, ve kötüleşirler diye, hayatı öğrenmelerinden de korkuyorum anne, istiyorum, ben istiyorum, onlara ben “anne” olayım istiyorum. Umursuyorum, ceplerinde paraları var mı, bursları yatmış mı, âşık kalpleri yanmış mı, biri kalplerini kırmış mı, endişe ediyorum anne. Onlara dalınca kendimi unutabiliyorum anne. Sen de bize böyle mi hissetmiştin?

  Bir de bilemediğim insanlar var anne. Anne başka dilleri biliyorum, başka sözleri anlıyorum, başka başka şeyleri de ama bu başka başka insanları bilemiyorum, onlar ürkütüyor beni; karanlıkta tıkırtı gibiler anne, seçemiyorum ne yandan gelirler bilemiyorum gözümü arkamdan ayıramıyorum, olmadı sımsıkı yumuyorum.

  Değiştirdiğimiz hayatlarda her şey değişiyor anne, ama değişmeyen bir şeyler de var: yine kendimden önce “size” (size dedim çünkü artık özlediğim her şey anne ve oldukça kalabalıksınız) dua ediyorum, bak bu değişmiyor sadece yakarıştaki vurgu artıyor: Ne olur Allah’ım ne olur, koru onları. Sesimin ulaşamadığı uzaklarda Sen koru onları, Allah’ım!

  Sonra kendime de dua ediyorum anne, kendim için bir şey istediğimden değil, sizin için kendime dua ediyorum anne. Allah’ım diyorum, Allah’ım koru beni çünkü bana bir şey olursa ben dayanırım ama onlar dayanamaz, onlar üzülmesin diye koru beni Allah’ım, diyorum.

  Bazen kitaplarımdan biri lazım oluyor, orada bırakmışım, ama keşke yanıma alsaydım demiyorum. Orada bıraktığım için üzülmüyorum, yanımda olmalarından çok orada kalmalarını istiyorum, onlara burada değil orada ihtiyacım var anne çünkü çünkü benim o evdeki, evimizdeki yokluğumu onlar dolduruyor anne. Evimizde ne kadar çok eşyam kalırsa ben kendimi o evde o kadar çok varmışım gibi hissediyorum anne. Kalbim böyle küçük şeyleri büyütür oldu anne.

  Senin kullandığın deterjan ve yumuşatıcıyı kullanmıyorum anne kanserojen madde içeriyor mu bilmiyorum ama kesinlikle göz yaşartıcı madde içeriyor anne.

  Tüm bu özlem, keşmekeş, karışıklık içerisinde sık sık kendimi dinlerken, kalbimi ve aklımı ruhuma gömmüyorum anne, gömemiyorum. Biz birbirimizi özlemeye dayanamazken, birbirine doyamayacak insanlar geçiyor üzerimizden anne; Cumartesi Anneleri, Filistinli çocuklar, Suriyeli mülteciler, Guantanamo mahkûmları… hepsini daha çok düşünüyorum, geride kalanları daha iyi anlıyorum anne. Anladıkça uyuyamıyorum anne, acılar uyumayınca ben de uyuyamıyorum anne. Acılar uyumadığında uyursam ben değil acılar büyür anne.

  ….

  Kendimi bıraksam sabah kadar yazabilirim anne, öyle çoksun, öyle çoksunuz… içimde bıraksam sabaha kadar… bırakmıyorum, tutuyorum. Ve gariptir yüzlerce yazı yaşmış biri olarak sana ilk kez yazdığımı fark ediyorum, bundan utanıyorum. Bu yazı affettirebilir mi bilmiyorum?

  Korkma anne, ben korkmuyorum, insanlar var kurumuş dikenler gibi yine de korkmuyorum garip bir güven ve güç var içimde değmiyor acıtacak yerleri bana, değemiyor. Dualarınız arkamda biliyorum, güvenle yürüyorum, kıramıyorlar beni, dönüp bakmıyorum bile, umursuzca geçiyorum.

  Korkma anne, içimde öyle çoksun, öyle çoksunuz… hiç yalnız kalmıyorum ve korkmuyorum. Her aradığında-aradığınızda (günde en az üç kez) “Özledin mi bizi yavrum?” sorundaki aslında hem özlememi isteyen, hem de üzülmeyeyim diye özlememi isteyen tonu fark etmiyorum sanma anne. Ve her sorduğunda “gün de üç beş kez ararsanız özlemeye fırsat mı kalır?” demek ve ardından seninle kahkahalarda buluşmak istiyorum ama olur da bu espride inceden de olsa alınacak bir taraf olur diye “çok özledim ama çok iyiyim anne, iyiyim, merak etme” diyorum. Merak etme… Merak etme üçüncüsü Allah olan iki kişiye (ben ve siz) bir şey olmuyor -bi iznillah- anne.

  Burada martılar var anne, gece külliyenin ışıkları yerden beyaz kanatlarına yansıdığında gökte uçan meleklere benziyorlar, ezanla birlik kanatlanıyorlar ama sevmiyorum seslerini, sen bizim bahçedeki güzel sesli kuşlara, kara tavuğa, arada gelen bülbüle, serçelere selam et anne. Onlara, seslerinin senin bana seslendiğin zamanlara fon oldukları için çok özlediğimi söyle.

  Çok özledim anne, çok… Ama merak etme iyiyim, çok iyi…

  Vapura binip fotoğraflar çekiyorum anne, sana alıyormuş gibi karanfiller alıyorum, seni kokluyor gibi onları kokluyorum…

  Özledim anne…

  Yağmur başladı anne, bu kentle yağmurla güzel; senin, babaannemin, babamın, dedemin, erkek ve kız kardeşimin isimlerini verdiğim çiçeklerimi terasa çıkartacağım şimdi, ben sana yazarken gözyaşlarımla nasıl sevmeye doyduysam, onlar da yağmurla öyle berekete doysunlar istiyorum. Hava serin, omzuma güzeller güzeli kız kardeşimin üşümeyeyim diye bana aldığı şalı, boynuma üşümeyeyim bana ördüğün atkıyı saracağım, terasta göğe doğru yağmuru soluyacağım ve gökyüzüne diyeceğim ki, benim göğüm sevdiklerimdir, hepsini çok özledim, ama iyiyim ben, merak etmesinler. Git şimdi benim şehrime yağ ey yağmur, sevgimi ve özlemimi o toprağa düşür, oraya benden bir şey götür, işte böyle diyeceğim anne.

  Üzerimde buzdan bir gurbet ağırlığı… Hangi valizi taşıyabilir ki benim yorgun ömrümü?

  Üzerimde buzdan bir gurbet ağırlığı… Yalnızca annemin ve sevdiklerimin varlığı taşıyabiliyor yorgun ömrümü.

G

 

… E-Kitap okumak için…

 

Kitap Tanıtan Kitap 1

Kitap okumak… Jean Paul Sartre, Nazan Bekiroğlu, Toshihiko Izutsu, Henri Bergson, Mustafa Kutlu, Dostoyevski, Elif Şafak, Clausewitz, Sadık Yalsızuçanlar, Alber Camus ile sohbet etmek… Suyun resmine bakmakla yetinmeyen, su içmek isteyenler için var kitaplar. Mesnevî var, El-Munkızü Min-ad-dalâl, Kitab Keşf al Mânâ, Er-Risâletü’t-tevhîd var. Elinizdeki bu kitap Derin Düşünce yazarlarının seçtiği kitapların tanıtımlarını içeriyor. Bizdeki yansımalarını, eserlerin ve yazarların bıraktığı izleri. Farklı konularda 44 kitap, 170 sayfa. Zaman’a ayıracak vakti olanlar için… Buradan indirebilirsiniz.

Kitap Tanıtan Kitap 2

Kitap tanıtan Kitapların birincisi kadar sevildi, o kadar çok ilgi gördü ki ikincisini yayınlamak için sabırsızlanıyorduk. Yeniden 44 kitap tanıtımıyla geliyoruz karşınıza: Dostoyevski, Sezai Karakoç, Yıldız Ramazanoğlu, Jean Paul Sartre, Amin Maalouf, Taha Akyol, Hasan Cemal, Ali Şeriati, William C. Chittick, Alain Touraine, Muhyiddin İbn Arabi Hazretleri… Farklı asırlar, farklı coğrafyalar, farklı konularla dergi tadında bir kitap… Ortak olan tek şey İnsan belki de? İnsan’ın iç dünyasındaki saklı hazineleri paylaşma muradı…Buradan indirebilirsiniz.

Kitap tanıtan kitap 3

İnsanları birleştiren, engelleri ortadan kaldıran bir eylem yazmak… ve tabi okumak. Heinrich Böll, Sadık Yalsızuçanlar, Jean-Paul Sartre, Leyla İpekçi, Samuel Beckett, Peyami Safa, Immanuel Wallerstein, Marilyn Monroe veya Baudelaire… Farklı ülkelerde yaşamış, farklı kaygılarla yazmış olsalar da bütün yazarlar bir iz bırakmak, günü gelince başka insanlarca okunmak isterler. Evet… Yazmak vermektir. Kitap tanıtan kitaplarımızın üçüncüsünü ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

Kitap tanıtan kitap 4

Alışılagelmiş kitap sunumlarından farklı bir çalışma bu. Neden? Öncelikle kitap tanıtan kitap serisinde tanıtımı yazanlar da tıpkı tanıtılan sanatçı ve filozoflar gibi birer yazar. Bir çoğu profesyonel ve yarı-profesyonel olarak yazı hayatlarını sürdürmekteler. Ek olarak… katkıda bulunan yazarlar eserin güzelliği kadar kendi iç güzelliklerini, kişisel tecrübelerini, eserle ve yazarla tanışma serüvenlerini de ortaya koyuyorlar. Bu bakımdan kitap tanıtan kitap Aktaş, Kafka, Ramazanoğlu veya Kazancakis ile olduğu kadar Başarslan, Gürkan, Becer ve Özdemir ile de tanışmanın veya mevcut dostluğu ilerletmenin güzel bir yolu. Bu 4cü kitapta Yine « ağır » konuklarımız var : Franz Kafka, Cihan Aktaş, Michel Houellebecq, Yıldız Ramazanoğlu, Nikos Kazancakis, Ali Şeriati, Jacques Derrida, Selim İleri, André Gide. 20 farklı kitap, Rusya, Fransa, İran, Almanya ve Türkiye’den 20 yazar. 98 sayfalık bu kitabı, kitap tanıtan kitapların dördüncüsün ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

Trackback URL

  1. 10 Yorum

  2. Yazan:@merakli_kedi Tarih: Kas 24, 2012 | Reply

    http://t.co/nUh5gUYM

  3. Yazan:@mehmetdrsn Tarih: Kas 24, 2012 | Reply

    RT @jamilabayraktar: Bugünkü yazım “Üzerimde buzdan bir gurbet ağırlığı…” kendi annem içindi ama #CumartesiAnnelerine ithafım olsun http://t.co/qn2LlJZT

  4. Yazan:@ferhansfkbdk Tarih: Kas 24, 2012 | Reply

    RT @jamilabayraktar: Bugünkü yazım “Üzerimde buzdan bir gurbet ağırlığı…” kendi annem içindi ama #CumartesiAnnelerine ithafım olsun http://t.co/qn2LlJZT

  5. Yazan:@__sermin__ Tarih: Kas 24, 2012 | Reply

    RT @jamilabayraktar: Bugünkü yazım “Üzerimde buzdan bir gurbet ağırlığı…” kendi annem içindi ama #CumartesiAnnelerine ithafım olsun http://t.co/qn2LlJZT

  6. Yazan:@ayseonut Tarih: Kas 26, 2012 | Reply

    RT @chn_aktas: Gurbeti bilenleri hüzünlendirecek, bilmeyenlerin de gizli saklı sıla tellerine dokunacak bir yazı, Cemile Bayraktar’dan
    http://t.co/V0lwSskl

  7. Yazan:@MelikeBESER Tarih: Kas 26, 2012 | Reply

    Üzerimde buzdan bir gurbet ağırlığı… Hangi valiz taşıyabilir benim yorgun ömrümü?: http://t.co/kfm44VMZ

  8. Yazan:@fatmazkurt Tarih: Kas 27, 2012 | Reply

    RT @chn_aktas: Gurbeti bilenleri hüzünlendirecek, bilmeyenlerin de gizli saklı sıla tellerine dokunacak bir yazı, Cemile Bayraktar’dan
    http://t.co/V0lwSskl

  9. Yazan:Cemile Bayraktar (@jamilabayraktar) Tarih: Kas 27, 2012 | Reply

    RT @esma_sylmz: @jamilabayraktar sizin durkheim çalışmanız gerekirken yazdığınz bu yazıyı ben de ibni sina çalışmam gerekirken okuyorm. http://t.co/0NJMgnmq

  10. Yazan:Cemile Bayraktar (@jamilabayraktar) Tarih: Kas 27, 2012 | Reply

    RT @MelikeBESER: Üzerimde buzdan bir gurbet ağırlığı… Hangi valiz taşıyabilir benim yorgun ömrümü?: http://t.co/kfm44VMZ

  11. Yazan:@len_terani Tarih: Kas 28, 2012 | Reply

    http://t.co/cvhMfbZ0 ben hep anneciydim,hala oyleyim hatta daha yogun! yardım et Allah’ım!

  1. 1 Trackback(s)

  2. Ara 12, 2012: Son 12 ayda en çok okunan 40 sayfa

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin