RSS Feed for This Post

Başbakan’ım iki kelam edip çekileceğim…

  Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın kâh bilinçli, kâh bilinçsizce ortaya attığı ve gündemi günlerce meşgul ettiği açıklamalara aşinayız. Son gündem konusu ise “kürtaj ve sezaryen” bahsi…

  Türkiye halkının bir kısmı vicdanını susturadursun, Allah kendilerinden razı olası bir gurup Türkiyeli Uludere’deki katliamı kendilerine dert edinmiş durumda ve Uludere katliamına karşı adalet talep ediyorlar, “Yatıp kalkıp Uludere!” diyeceğiz diye ant içiyorlar.

  Başbakan, tüm bu yangın yerinden çıkan haklı sözlere cevap vermek yerine, üç çocuk yapmayı sık sık tavsiye ettiği ailelere (kadınlara) kürtaj yaptırmamaları, sezaryenle doğum yapmamaları telkininde bulundu ve “Her Kürtaj bir Uludere’dir!” diyerek bombayı patlattı ve geri çekildi.

  Kürtaj, İslam’a göre belirli durumlar yani can tehlikesi oluşması ve bunun gibi durumların oluşması ihtimalinde cevaz verilen ancak keyfiyete bırakılmayan, keyfi durumlarda haram sayılan bir eylem. Elbette konunun fıkhi bir boyutu var ve oldukça geniş… Ancak hayatın içinde her zaman mod a mod yaşanmayan binlerce durum var… Bu nedenle bu eylemin kararı yalnızca çocuğun anne ve babasına kalmış bir durum. Yine de canlanmış bir varlığı öldürmek “cinayetten” pek farklı gelmiyor gözüme…

  Gözümüzün önünde doğmamış bir canlıyı düşünecek kadar itinalı bir Başbakan var ancak aynı Başbakan, kendi ülkesinde, kendi bombalarının öldürdüğü 34 insan için kılını kıpırdatmıyor… Olacak iş mi?

  Bu kadınların çocukları öldürüldüğünde kılınızı kıpırdatmayacaksınız ama bu kadınlar doğuracağı zaman ebe olacaksınız öyle mi?

  Neden çocuk doğursunlar, bu ülkenin toprağı kana doymadı mı? Koruyamayacağı çocuğu neden doğursun bir kadın?

  Ben anne değilim, açıkçası insan canının bir değeri olmayan bir ülkede anne olmak hiç cazip gelmiyor. Öyle feministlikten, biraz mürekkep yaladım diye modernlikten falan değil. Tam aksi gereğinden fazla anaç bir yanım olduğu için anne olmayı düşünmüyorum… Düşünsenize eğitim sorunun çözülmediği, küçücük beynine ezberlerin doldurulacağını bile bile, ırkçılığa yakın bir eğitim sürecinden geçeceğini bile bile, kız olsa sizin o mübarek kadın kollarınızın önerisiyle “öğretmen, hakim, polis” olamayacak, erkek olsa sizin generallerinizin emriyle ya bir PKK’lı öldürüp katil olacak ya da PKK tarafından öldürülüp maktul olacak çocuğu doğurmayı neden isteyeyim? Neden kendime bu kadar eziyet edeyim? Ve hatta anlamıyorum bile bu kadınlar nasıl çocuk doğurabiliyorlar?

  Çocuklarımızı olası biz öldürdüğümüzde bu cinayet içinize dert oluyor da, çocuklarımızı kendi ülkesinin askerleri öldürdüğünde içinize dert olmuyor mu? Bu nasıl iştir?

  Size ne oldu? Nerede gözyaşlarıyla şiir okuyabilen ve bizleri de ağlatabilen bir Başbakan, nerede bugün Uludere’yi kürtajla örtmeye çalışan bir Başbakan?

  Size ne oldu? Nerede Oslo’da PKK ile görüşülmesine kadar, Dersim Katliamlarıyla yüzleşilmesine kadar, Alevi Açılımından bahsedecek kadar geniş yürekli bir Başbakan, nerede bugünkü Başbakan?

  Şimdi çıksanız, aynen Galatasaray’ın sahada kupa alması talimatını verdiğiniz gibi kendinizden emin bir tonla: “Biz Uludere’de yanlış bir istihbarat aldık, sivilleri görmüştük ama aralarında PKK’dan önemli isimler olduğu istihbaratını düşünerek bunu göze aldık, orada bir oyuna geldik, olayın sorumluluğu bizimdir. Bundan dolayı Uludere’de yakınlarını kaybetmiş vatandaşlarımızdan özür diliyoruz.” deseniz, bu eylemi onaylayan askerinden valisine kadar yargı önüne çıkarsanız ne olur? Sadece sizden yana hayal kırıklığı yaşayan Türkiyeliler en azından tatmin olur. Sizin samimiyetiniz için size oy vermiş bir halk en azından bunu hak ediyor!

  Uludere’nin cinayet olduğuna inanıyorsunuz da, katillerin yargılanması gerektiğine mi inanmıyorsunuz?

  Zannımca göreviniz her şeye rağmen anne olmak isteyen, “çoğalınız” düsturuna uyan, o mukaddes kadınların evlatları için olabildiğince güvenli bir Türkiye sağlamaktır. Soft gündemler yaratarak, beynimizi iğdiş etmek değil. Dost acı söyler. Acı söyledim diye düşman edileceğim korkum da yok; ben dünyadan kovulalı tam 14 yıl oldu!

  Vesile ile böyle bir yazı yazmak zorunda kaldığım için okurlarımdan da özür dilerim… İnanın bu yazıyı yazarken ar ettim! Bugün üç kitap aldım: Cihan Aktaş’ın “Sınıra Yakın” romanı, “Başka bir türlü bir dönüş olacak. Annemsiz” diye başlamış Aktaş, orada vuruldum zaten… Sonra Yıldız Ramazanoğlu “Görme Bahçesi- Türkiye’nin Ortak Vicdan Tecrübesi” kitabı, sahi var mı ortak bir vicdan tecrübemiz? Sonra Toshıhıko Izutsu “İslam Mistik Düşüncesi Üzerine Makaleler” İbn-i Arabi’den bahsediyor, ben kanın aktığı ve izlemek zorunda kaldığım bir coğrafyada hangi yüz ve hangi dirençle bir Müslüman olarak içime döneceğim, nefsimle mücadele edeceğim… Binlerce soru döndü zihnimde… Dünyada binlerce şey oluyordu ve perdeler arkasından hiçbir şeyi göremiyorduk, iki kelâmın ardından deli gibi koşuyorduk. Yoo, dünya bundan fazlası, vesile ile tenezzül etmeyelim böyle boş gündemlere… Sevgili Leyla İpekçi “Her şeyle helalleşmek gerek.” Diyor. Zamanla helalleşmek zorunda kalmamak için hakkımızı arayalım ama boş sözden koruyalım kendimizi, hadi bismillah!

  “Ey mürid, sen nefsinin tabii özelliklerini yıkıp değiştirmeden, ilâhi özellikler sana nasıl açılabilir?” Hikem-i Atâiyye Şerhi 

 

… Bu konuda okumak için…

Asimilasyon ile Şiddet Kıskacında Ulusalcı Kürtler

Etnik kökenimiz benliğimizin bir parçası, rengarenk insanlığımızın gerçek bir rengi. Ancak bu renk üzerinden yapılan bir baskı, bu renk “yüzünden” çekilen büyük bir acı sonucu diğer bütün renkler silinebiliyor. Bir başka deyişle IZDIRAPLAR ÜZERİNE YAPAY BİR KİMLİK İNŞA EDİLİYOR. Bir halka yapılabilecek en büyük kötülük bu belki de. Sadece Türk ya da sadece Kürt olmaya mahkûm edilen insanlar giderek insanlıklarını perdeliyorlar. Böylesi halklar ırkçılığa, her türlü şiddet çağrısına kucak açıyorlar. Zira duydukları kin ve nefret onları bıçak gibi bilerken bir yandan da tektipleşiyor, şeyleşiyor. Kürt aydınları kadar Türk aydınlarına da büyük iş düşüyor. İnsan olmadan “Türk” ya da “Kürt” olmanın imkânsızlığını halklarına anlatmak. Okuyacağınız bu kitap aydınların dikkatini tam da bu noktaya çekmek için hazırlandı: Asimilasyon  ile şiddet kıskacı içindeki Kürt halkına… Buradan indirebilirsiniz. 

 

Türk milliyetçiliği birleştirir mi yoksa parçalar mı?

 İllâ ki bir tutkal/çimento mu gerekiyor? Milliyetçilik tutkalı adil ve müreffeh bir düzene alternatif olabilir mi? Adaletin, hukukun hâkim olmadığı ortamlarda Türklerin kardeşliği ne işe yarar? Belki de Türk Milliyetçiliği diğer milliyetçilikler gibi yok olmaya mahkûm bir söylem. Çünkü var olmak için “ötekine” ihtiyacı var. Ötekileştireceği bir grup bulamazsa kendi içinden “zayıf” bir zümreyi günah keçisi olarak seçiyor. Kürtler, Hıristiyanlar, Eşcinseller, solcular…150 sayfalık bu kitapta Türk Milliyetçiliğini sorguluyoruz. Müslüman ve milliyetçi olunabilir mi? Türkiye’ye faydaları ve zararları nelerdir? Milliyetçiliğin geçmişi ve geleceği, siyasete, barışa, adalete etkisiyle. Buradan indirin. 

 

 

Türkiye bölünür mü?

“Bebek katili! Vatan haini!…” PKK terörünü lanetliyoruz ama devlet eliyle işlenen suçlara karşı daha bir toleranslıyız.  “Kürtler ve Türkler kardeştir” diyenlerin kaçı “sen benim kardeşimsin”  demeyi biliyor Zaza, Sorani, Kurmanci dillerinde? Ülkemizin terör sorunu ne PKK ne de Kürt kimliğiyle sınırlanamayacak kadar dallandı, budaklandı. Bazı temel soruları yeniden masaya yatırmak gerekiyor: (*) Kürtler ne istiyor? (*)  İspanya ve Kanada etnik ayrılıkçılıkla nasıl mücadele etti? (*) PKK ile mücadelede ne gibi hatalar yapıldı? (*) İslâm ne kadar birleştirici olabilir? Töre cinayetlerinden Kuzey Irak’a terörle ilgili bir çok konuyu ele aldığımız 267 sayfalık bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirin. 

Trackback URL

  1. 8 Yorum

  2. Yazan:MY Tarih: May 29, 2012 | Reply

    basbakanin etrafinda beceriksiz bir spin doctor var, tamam anladik. ama Erdogan bunlari süzemeyecek bir adam degil ki. neyse. AKP’nin kisa tarihine dibi bulan zirvalardan biri olarak geçti bu da.

    ya adalet? Bir Ceylan vardi kim hatirliyor? Hirant Dink? bir kitabevi vardi, TSK mensuplari bombalamisti… neyse liste uzun. zulüme pirim verdikçe yenileri geliyor. Uludere için hersey söylenebilir ama “münferit” denemez 🙁

  3. Yazan:Ekrem Senai Tarih: May 30, 2012 | Reply

    Erdoğan’ın herhalde bütün siyasi hayatı boyunca yaptığı en büyük hata Uludere olayını sahiplenip savunmasıdır. Konuştukça batıyor. Hala, ‘peki mayınların yerlerini nereden biliyorlardı? Peki neden cenazelerine PKK bayrağı sardırdılar?’ diye masum insanların öldürülmesini meşrulaştırmaya yollar arıyor. Yahu ortada bir kabahat var, neden konuşuyorsun? Sessiz kal, en azından mahcup olduğunu hissettir. Ben hiç anlamıyorum.
    Kürtaj konusunu gündeme getirmesi de saçma. Bizim değerlerimizde yok böyle bir şey diyor. İyi de kadın zaten “bizim değerlerimizde olmayan” bir ilişkinin sonucunda bunu yapıyor. Demek ki değerleri senin, benimkinden başka.
    Çok zor durumlar söz konusu olabilir. Tecavüze uğramış bir kadının o çocuğu doğurması ve büyütmesi tam bir trajedi. Engelli bir çocuk doğuracak bir annenin karar vermesi de çok trajik bir durum. Allah böyle imtihanlardan muhafaza eylesin.
    Mim Kemal Öke’yle yapılmış bir röportajı izlemiştim. Engelli bir kızı oluyor. Ondan kurtulmak istiyor. Doktor, pencereyi açık bırakın, hasta olur, ölür diye tembihte bulunuyor ! Buna yeltendiği sırada ezan okunuyor, günlerin farkında bile değil. Cuma namazına gidiyor ve hutbede “Allah’ın muhterem kıldığı cana kıymayın” ayeti okunuyor. O anda değişik haller yaşıyor ve yaptığı hatayı anlıyor. Tövbe ediyor. Şimdi birçok engelli çocuğun terapisine önayak olan girişimler içinde. Kızının (ismi Nazlı’ydı galiba) nasıl hayatını dönüştürdüğünü ve onu bambaşka bir insan haline getirdiğini anlatıyor. Bu, bir profesörün yaşadığı bir tecrübe. Bu kararları vermek çok güç. Kürtaj serbest olsun demiyorum, yasak olsun da demiyorum. Sadece bunun üzerinde bu kadar yüksek volümle, sert sözlerle konuşmayalım diyorum. Bu kararı verenler de bunu güle oynaya vermiyor. Derin psikolojik travmalar yaşıyorlar. Bunun altından kalkmak kolay değil.

  4. Yazan:ufuk tan Tarih: Haz 1, 2012 | Reply

    Sorun; kadının kendi bedeni üzerinde söz söyleme hakkı varmıdır yokmudur.Kadın kendi başına bir bireymidir yoksa aile içinde bir bireymidir.Erkek egemen bakış açısını yansıtması bakımından önemli bir tartışmadır.

  5. Yazan:ali yazar Tarih: Haz 1, 2012 | Reply

    …..Düşünsenize eğitim sorunun çözülmediği, küçücük beynine ezberlerin doldurulacağını bile bile, ırkçılığa yakın bir eğitim sürecinden geçeceğini bile bile, kız olsa sizin o mübarek kadın kollarınızın önerisiyle “öğretmen, hakim, polis” olamayacak, erkek olsa sizin generallerinizin emriyle ya bir PKK’lı öldürüp katil olacak ya da PKK tarafından öldürülüp maktul olacak çocuğu doğurmayı neden isteyeyim? Neden kendime bu kadar eziyet edeyim? Ve hatta anlamıyorum bile bu kadınlar nasıl çocuk doğurabiliyorlar?

    Siz_-Biz travmasi, Tarafsiz gibi göstermeye calissa da kendini süslü cümlelerle, birilerine Kin kusan Bayandan,Sosyal sorunlarin güncel konjukturle cözümsüzlügünü görüp gelecegi kurtarma yoluna girmis Akil adam (ki daha yeni yeni akli basina gelen adam)dan rahatsiz olmasi kadar dogal ne olabilirdi ki..

  6. Yazan:Hikmet Filiz Tarih: Haz 1, 2012 | Reply

    başbakan muhtemelen o hatayı yapanı kapatmak zorunda. artık hakan fidan mıdır mitçi başka biri midir her kimse. belki de şantaj altında. bir de uluderenin hesabının sorulması bdp’ye kaldı yaa. ne büyük ayıptır.

  7. Yazan:sKaya Tarih: Haz 2, 2012 | Reply

    Başbakan, tüm bu yangın yerinden çıkan haklı sözlere cevap vermek yerine, üç çocuk yapmayı sık sık tavsiye ettiği ailelere (kadınlara) kürtaj yaptırmamaları, sezaryenle doğum yapmamaları telkininde bulundu

    Bu cümleyle suçladığınız başbakanın aynı tutumunu yapmış olmuyor musunuz? Başbakanı gündemi Uludere’den uzaklaştırıp, kürtaj meselesine kaydırmakla suçlarken. Siz tam da yukarıdaki cümleyle, kürtaj meselesini tartışmayı bırakıp gündemi Uludere’ye getirmeye çalışmışsınız. Bu eleştirime itiraz edecekseniz, etmeden önce bir kez daha düşünmenizi tavsiye edeceğim.

    Bakın şu cümle ile de yukarıdaki tavrınızı aynen sürdürmüşsünüz.

    Zannımca göreviniz her şeye rağmen anne olmak isteyen, “çoğalınız” düsturuna uyan, o mukaddes kadınların evlatları için olabildiğince güvenli bir Türkiye sağlamaktır. Soft gündemler yaratarak, beynimizi iğdiş etmek değil.

    Birileri gündem yaratıp bizi o gündeme çekmek istiyor olabilir. Ancak siz niye bu oyunun bir figüranı olmayı kabul edesiniz ki. Biri diğerinden daha mı önemli? İki konuyu birbiriyle ilişkilendirmeden tartışamaz mıyız? Soft gündem diyerek kürtaj meselesini önemsizleştirdiğinizin farkında mısınız? Önünüzde başbakanın uzattığı iki seçenek mi var sadece? Ya Uludere ya kürtaj ikileminden birisini mi seçmek zorundayız? Sanırım bu oyuna sizi bile getirebildiği için o başbakan bizler ise yorumcuyuz. O dizayn ediyor, bizler dizayn edilen kurallar çerçevesinde oyunu oynamaya çalışıyoruz.

    Benim tavrım şu şekilde :”Uludere’de olanlara da hayır, Kürtaja da hayır. “

    Kürtaj meselesi üzerinde birkaç cümle yazmak istiyorum.(Cemile Hanım size yönelik değildir)
    Öncelikle din eksenli bir tartışmadan uzak meseleye yaklaşımımı anlatayım.

    Yeryüzündeki insanların üzerinde ekseriyetle mutabık oldukları “Yaşama hakkı” en temel insan haklarından birisidir. Bu nedenle hayata gelen bir çocuğun yaşama hakkının varlığı tartışma götürmez. (Yaşama hakkını savunmayan birisinin geri kalanları okuması anlamsız olacaktır)

    Öyleyse yaşama hakkının nerede başladığı en önemli sorudur.

    1. Doğumla diyebilir miyiz? Eğer yaşama hakkını doğumla başlatırsanız, doğumdan hemen önceki dakikada yaşama hakkının olmadığını kabul etmiş olursunuz. Yani doğmadan hemen önce cenin üzerinde tasarruf hakkımız –ölüm dahil- var demektir. Peki normal olmayan bir yöntemle doğumdan 1 ay öncesinde kadının rahminden cenini alır ve kuvözde yaşatmaya başlarsanız ne olacak? Normalde anne karnında olduğu için üzerinde tasarrufumuz olacaktı, şimdi anne karnından çıktığı için tasarruf hakkımız birden nasıl kayboldu? Veya şöyle düşünün aynı anda ana rahmine düşmüş iki bebekten birisi 7’nci ayda prematüre doğdu ve yaşama hakkını kazandı oysa diğer bebek halen rahimde olduğu için yaşama hakkı yok mudur diyeceğiz? Mantıkla kafamızda bulduğumuz cevabı toplumsal algıyla test edelim : Normal doğumdan 1 dakika öncesinde, anne karnında öldürülen bebeği gözünüzün önüne getirin, cinayet mi değil mi size göre? Ya 1 saat, 1 gün, 1 ay, 3 ay önce öldürmek, sınırı nereye çizelim?

    2. Yaşama hakkını biraz daha geriye, şu an için yasal sınır olan 10 haftaya konumlandırdığımızı düşünelim. Öncelikle bu sınırın tayini neye göre yapıldı, bebeğe göre mi? Yoksa anneye göre mi?
    a. Bebeğe göre yapıldı diyorsanız. 10. haftadan 1 dk. önce yaşama hakkı yok, o hakkı bir dk. sonra kazanmıştır fikrini savunuyor olmanız gerekir. Yani 1 dk. önce kasaptaki et yığınıydı şimdi senin benim gibi canlı bir varlık diyor olmanız gerekir. Elimizde böyle bir bilgi var mı? O 1 dk. içerisinde ne oldu da et parçasından insan parçasına döndü?
    b. Anneye göre yapılmıştır. Yani annenin sağlığı gözetilmiştir diyorsanız? Aslında yaşam hakkı doğumla başlıyor fikrini savunuyorsunuzdur. Çünkü ceninin korunacak bir hakkı henüz yok, olay tamamen anne odaklıdır çıkarımına doğal olarak ulaşırsınız. Bu probleme hiç kafa yormadığımızı varsayalım. Peki cenin anneye mi aittir? Yani kolu, gözü, ayağı, böbreği gibi annenin bir organı mıdır ki, tasarruf yetkisi annenin (veya anne ile babanın birlikte) diyelim. Yoksa bebek anne ve babadan ayrı bir şey midir? Anneyi emanetçi olarak görebilir miyiz? Anne ile babanın malıdır diyorsanız, hangi toplumsal konsensüs üzerine doğumla veya X haftasından sonra malı olmaktan çıktı? Karnınızdaki bebeği doğduktan sonra satabilir veya öldürebilir misiniz? Doğduktan sonra olmasa bile 9. hafta gebeyken alın karnımdan bebeği satıyorum size diyebilir misiniz? Veya uç bir örnek verelim ben bu çocuğa yedek parça olsun diye hamile kaldım, şimdi hamileliğin 8. ayında karnımdaki bu çocuğu organ mafyasına satıyorum deme hakkımız var mı?

    Biraz daha geriye gidelim kalbinin atmaya başladığı an, yaşama hakkının başladı noktadır, diye savunabilirsiniz. Veya belli başlı organlarının çıktığı vs. vs. Bunların her birine şu gözle bakmakta fayda var. BİZ MÜDAHALE ETMEDİĞİMİZ SÜRECE İŞİN DOĞASI GEREĞİ O CENİN BEBEK OLARAK DOĞACAKTIR. İşin doğası gereği ilkesi hukukun en önemli ilkelerinden birisidir. Öyleyse her müdahale aslında olacak olanı engellemektir. Olacak olması kural, olmayacak olması ise istisnadır diyebiliriz.

    Toparlayacak olursak;
    Kürtajla ilgili temel problemler şu sorularda düğümlenmektedir.
    * Yaşama hakkı nerede başlayıp nerede bitmektedir?
    * Ceninin annenin -göz, böbrek, kol gibi- vücudunun bir parçası mıdır? Yoksa ondan ayrı bir şey midir? (Ki size ait olmayan şey üzerinde tasarruf edemezsiniz)

    Kürtaj meselesini İslam dini açısından tartışmayı ise işin ehillerine bırakıyorum.

    Ve Cemile Hanım:
    Müsaade ederseniz şimdi İslami bir gözlük takıp yazdığınız bir paragraf ile ilgili yorumda bulunmak istiyorum.

    Şu cümlelerinizi sindire sindire İslami bir çerçevede tekrar okumanızı naçizane tavsiye diyorum.

    Ben anne değilim, açıkçası insan canının bir değeri olmayan bir ülkede anne olmak hiç cazip gelmiyor. Öyle feministlikten, biraz mürekkep yaladım diye modernlikten falan değil. Tam aksi gereğinden fazla anaç bir yanım olduğu için anne olmayı düşünmüyorum… Düşünsenize eğitim sorunun çözülmediği, küçücük beynine ezberlerin doldurulacağını bile bile, ırkçılığa yakın bir eğitim sürecinden geçeceğini bile bile, kız olsa sizin o mübarek kadın kollarınızın önerisiyle “öğretmen, hakim, polis” olamayacak, erkek olsa sizin generallerinizin emriyle ya bir PKK’lı öldürüp katil olacak ya da PKK tarafından öldürülüp maktul olacak çocuğu doğurmayı neden isteyeyim? Neden kendime bu kadar eziyet edeyim? Ve hatta anlamıyorum bile bu kadınlar nasıl çocuk doğurabiliyorlar?

    Cümle1 : “Neden kendime bu kadar eziyet edeyim?”
    Soru1 : Annelik şahsi bir olay mıdır yoksa içtimai ve ilahi bir olay mı?

    Cümle2 : “…tarafından öldürülüp maktul olacak çocuğu doğurmayı neden isteyeyim?” Soru2 : Allah kötülüğü neden var etmiştir?
    Melekler ile insanlar arasındaki farkı, kötülük yapma iradesi açısından da irdeleyebilir miyiz? Öyleyse kötülük veya kötülük diye bir şeyin olduğunu Allah’ın bize göstermiş olması, iyiliğin farkına varmamız ve bu ikisi arasındaki zorlu seçimde NEFİS mücadelesini kazanmanın verdiği mükafat, Allah’ın en büyük lütuflarından birisi diyebilir miyiz?
    Kadere iman nedir? Allah’ın kurmuş olduğu düzene isyan etmeyi şirk kavramı bağlamında nasıl anlayabiliriz?

    Cümle3 : “Ve hatta anlamıyorum bile bu kadınlar nasıl çocuk doğurabiliyorlar?”
    Soru3 : “Diyelim ki biraz bilginiz olan şey hakkında tartıştınız. Ya hiç bilginiz olmayan şey hakkında niçin tartışıyorsunuz?” (Ali-İmran-66) Bu ayeti nasıl yorumlamalıyız?
    Allah’ın kurduğu ilahi düzenin hikmeti hakkında bilgimiz var mı?
    Allah’ın hangi şartlarda çocuk dünyaya getirilebileceğine dair bize ulaşan bir mesajı var mı?
    İyiyi istemek iyiye çağırmak Allah’ın bize emriyken, Allah’tan umudunu kesmek, kötülüğün geleceğine dair kehanette bulunmak, ilahlık iddiası mıdır yoksa Allah’a tam anlamıyla teslim olamamak mıdır?

    Lütfen yukarıda sorduğum soruları, Sizin şahsınıza yapılmış bir yargılama olarak düşünmeyin. Zaten özellikle soru olarak sordum, zira cevaplarının hepsini bildiğimi iddia edecek değilim. O sorulara ben kendimce bazı cevaplar verebiliyorum. Ancak doğruluğunu yalnız ve yalnız Allah bilir. Sizin de İslam dairesi çerçevesinde hareket ettiğinizi tahmin ettiğim için, olaylara bir de bu gözle bakmanızı istedim. Yoksa sizi yargılamak benim haddime değil.

    Şüphesiz doğrusunu Allah bilir.

  8. Yazan:Umit Erdal Tarih: Haz 2, 2012 | Reply

    Başbakanın dünya görüşü son bir iki senede değişmiş olabilir mi acaba? Giderek daha milliyetçi/ulusalcı/otoriter tavırlar sergiliyor. Sanki ciddi bir fikir dönüşümü yaşıyor gibi görünüyor.

  9. Yazan:Cem Akkılıç Tarih: Haz 18, 2012 | Reply

    Yolun sonu gözüktü Tayyip için… Hiç ışık yok…

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin