RSS Feed for This Post

Bir Nevruz’un ardından Diyarbakır…

 

Bu ülkede ideoloji pisliğine batırılmış her şey gibi nevruz da bu pislikten nasibini aldı. Nevruz yıllardır bu topraklarda yaşanan acılar ile yâd edilmekte… Mesela 1992’de Cizre’de Nevruz acıya, trajediye dönüşmüş… Her nevruz denildiğinde umuttan, bahardan öte acı, gözyaşı, kan gözlenir olmuş… Ama gerçekte baharın gelişini müjdeler nevruz ya da newroz… “Yeni gün” manasına gelir… Yeni gün ise bahar demek, umut demektir aslında… Türk’ü de Kürt’ü de yeni umutlarla bekler yeni günü, nevruzu…

Umut demek ise insan olmak demektir… Baharın gelişi ile açan çiçeklere bakınca sevinen, yeni doğan enikleri, kuzuları görünce içi gıdıklanan insan hem onun saflığına, hem de tazeliğine sevinir, umutlanır…

Bu yüzden nevruz insanın olduğu her yerde nevruzdur… Daha doğrusu insanın umutlarını yaşattığı her yerde… Her ne olursa olsun, Diyarbakır’da yaşanan acılara inat, bence Diyarbakır’da da nevruz güzeldir… İşte nevruzun asıl güzelliği de bu kadar acıya dayanabilmesindedir…

            Bir Nevruz daha bu ikilemlerle yaşandı Diyarbakır’da… Yani bu ikilemlerin en fazla yaşandığı yerde…

            Peki Nevruz sürecinde neler oldu Diyarbakır’da?..

            Daha önceden, Silvan’da 13 askerin şehit olmasıyla terörle mücadelede yeni bir sürecin başladığını söylemiştik. Kış sürecinden itibaren daha da hızlanan operasyonlar örgüte önemli darbe vurdu. Şehir merkezlerinde yapılan KCK operasyonları da ne kadar etkili olduğunu korsan gösterilerdeki sayının azalmasıyla gösteriyordu.

            Terör örgütleri için böyle zamanlarda bir soluklanma, bir es lazımdır. Bu soluklanma ya çok etkili ve “başarılı” bir terör eylemi ile ya da terörle mücadelede gerçekleşen bir skandal, bir facia ile mümkün olur. 

            Örgüt ilk soluğunu, ya da bir köşe yazarının benzetmesiyle “hayat öpücüğünü”, Uludere faciasıyla aldı… Sanki köşeye sıkışmış fareye birisi kenardan yol vermişti… Ne oldu, neden oldu kim yaptı hala anlaşılmadı…

            İkinci bir soluk alma çabası bu senenin Nevruz’unu daha da farklı kıldı.  Bu yüzden örgüt tarafından 2012 yılı artık “final” yılı kabul edildi. Bu süreçte ses getiren bir eylem için çok uğraştı. Hala da uğraşıyor. Bu nokta da tüm çaba kış üslenmesi başlamadan, Nevruz öncesinde etkili bir eylem yapmaya odaklandı. Birilerinin itiraf ettiği metropollere gömülü bombalar bu süreçte hala kullanılmaya çalışılıyor. Belki de bu süreçte televizyonlara yansımayan daha nice eylemler engellendi.

            Nevruz yaklaştıkça terör örgütü gerilimi daha da yükseltti. Diyarbakır’da Nevruz’la amaçlanan bir şenlik değil, bir isyan hareketiydi. Bu sebeple de, geçen senelerde olduğu gibi, konser düzenlenmemesine karar verildi. Ama halkın böyle bir durumda Nevruz alanına rağbet etmeyeceği anlaşılınca zoraki de olsa konser organize etmeye çalıştılar.

            Diğer taraftan KCK operasyonları örgüte maddi açıdan da önemli bir darbe vurdu. Gelir sağlamak için Nevruz davetiyelerini zorla halka satmaya çalıştılar. İşçinin, garibanın aylığına göz diktiler…

            21 Mart’ın hafta içine gelmesi nedeniyle katılım az olur endişesi ile kutlamalar 18 Mart Pazar gününe alındı. Diyarbakır Valiliği tarafından 18 Mart’a izin verilmemesi ilk başta BDP tarafından kabul edildi. Ama “yukarıdan” gelen talimatlar Nevruz’un 18 Mart’ta ne olursa olsun kutlanacağı yönündeydi. Bu yüzden son günlerde gerilim daha da yükseldi.

            Bir yandan da halk alana gelmeyecek korkusuyla Valiliğin izin verdiği şeklinde propagandalar yapıldı. Hatta örgüte ait televizyonlar, halk Nevruz alanına gelsin diye 18 Mart’ta yaşanan olayları değil, geçen yılın Nevruz görüntülerini yayınlayarak halkı kandırmaya bile çalıştılar.

            Olaylar 18 Mart günü sabahın erken saatlerinden itibaren başladı.  BDP binaları önünde toplanan örgüt mensupları yüzlerce ses bombası, molotofla sokakları savaş alanına çevirmeye başladı. Ardından kalabalık Nevruz alanına doğru hareketlendi. Bir müddet sonra hem bir acı daha yaşanmasın, hem de kan akmasın düşüncesiyle Nevruz alanına girilmesine izin verildi.

            Bu esnada Nevruz alanında bekleyen yaklaşık 10 tane canlı yayın ve seyyar baz istasyonu aracı ateşe verildi. Yol üstünde bulunan bir market yağmalandı.

            Bu olaylar, aklıma ilk olarak yıllar önce İstanbul’da muhtemelen yine bir Nevruz’da bir kızın parktaki çiçekleri sopayla dövdüğü görüntüleri aklıma getirdi. Hatırlarsanız bunun üzerine günlerce televizyonlarda analizler yapılmıştı. O kız çiçekleri niye “dövmüştü”?..

            Peki o gençler bu arabaları niye yakmıştı?.. Düzenledikleri nevruz etkinliğini dünyaya duyuracak olan araçları yakmak neyle, nasıl ifade edilebilirdi?…

            Buraya bir dipnot düşelim… Aslında tüm bu yaşananlardan ziyade bu soruların cevabı bana göre daha önemli…

            Diyarbakır’a ilk geldiğimden itibaren dikkatimi çeken hususlardan birisi de halkın şiddetle yaşadığı sıradan ilişki. Bu topraklarda şiddet yaşana yaşana artık sanki sıradan hale gelmiş durumda… Hannah Arendt’in dile getirdiği üzere “kötülüğün sıradanlığı” yaşanıyor… 30 yıllık terör sorunu içerisinde yetişen genç nesiller artık iyi ile kötü arasında ayrım yapamamaya başlamışlar…

            Buradan yola çıkarak şöyle bir öngörüde bulunabiliriz: Bir gün gelip burada terör sorunu sona erdiği zaman mafya, çete ve suç örgütleri bir anda patlama yapacak. Terörün doğurduğu şiddetin yerini mafyaların, çetelerin şiddeti devralacak. Şiddetin sıradanlaşması yeni şiddet kaynaklarının doğmasını kolaylaştıracak. Bu yüzden bu coğrafyada terör sorunu çözülmeye çalışırken, diğer taraftan yerine başka sorunların geçmesine de müsaade edilmemeli. Şu an itibariyle sadece Diyarbakır sınırlarında ekilen esrarın mali değerinin 500 milyon lira olduğunu düşünürsek bu tehdidin boyutunu daha net algılayabiliriz.

            Nevruz’a geri dönersek… Peki devletin bu Nevruz sürecinde hiç mi kusuru yoktu?… Böyle bir iddiam tabii ki yok… İlk başta 18 Mart’ta Nevruz’un kutlanmasını yasaklamak çok da mantıklı görünmüyor. Her ne kadar etkinliklerin provoke edileceği gün gibi aşikar olsa da, yasaklandığı halde bu provokasyonlar yine yapıldı. Hatta böylece terör örgütünün eline “Devlet Nevruz’u yasakladı” gibi bir argüman verildi. Terör örgütünün sözcülüğünü yapan bir gazetenin attığı manşet de bu görüşü doğruluyor: “Newroz devleti aştı”… Ama bu kararın verilmesinde ilk başta BDP’nin 18 Mart yerine 21 Mart’ta kutlanmasını kabul ettiği, ancak daha sonra KCK’nın baskısı ile tekrar 18 Mart’ta ısrar edildiği gerçeğini de göz ardı etmemek gerek…

            Peki ne yapılabilirdi?.. Mesela, devlet Şivan PERWER’i Nevruz programı için Diyarbakır’a getirerek Nevruz alanında büyük bir konser organize edebilirdi. Belki de şiddet olayları bu derece yaşanmaz, bu derece Nevruz’u gölgelemezdi.

            Her şeye rağmen Nevruz alanına gidenlerin büyük çoğunluğunun Nevruz’u kutlamak için o alana gittiğini düşünürsek bu hamlenin ne kadar etkili olabileceği daha iyi anlaşılır. İşte böyle bir hamle de terörizmle mücadele literatüründe “alan kazanma stratejisi” olarak nitelendirilir…

            Bendeki “Diyarbakır’dan Nevruz Manzaraları” bu şekilde işte…

            Yazının girişinde, Nevruz’un her şeye rağmen umutlarla geldiğini söylemiştim… Diyarbakır’da geçen bir Nevruz’un ve bu yazının sonunu da yine Nevruz’a ve Nevruz’un getirdiği umutlara bırakayım… Sözü de fazla uzatmayayım…

 

Asimilasyon ile Şiddet Kıskacında Ulusalcı Kürtler (Kitap + Tartışma)

Etnik kökenimiz benliğimizin bir parçası, rengarenk insanlığımızın gerçek bir rengi. Ancak bu renk üzerinden yapılan bir baskı, bu renk “yüzünden” çekilen büyük bir acı sonucu diğer bütün renkler silinebiliyor. Bir başka deyişle IZDIRAPLAR ÜZERİNE YAPAY BİR KİMLİK İNŞA EDİLİYOR. Bir halka yapılabilecek en büyük kötülük bu belki de. Sadece Türk ya da sadece Kürt olmaya mahkûm edilen insanlar giderek insanlıklarını perdeliyorlar. Böylesi halklar ırkçılığa, her türlü şiddet çağrısına kucak açıyorlar. Zira duydukları kin ve nefret onları bıçak gibi bilerken bir yandan da tektipleşiyor, şeyleşiyor. Kürt aydınları kadar Türk aydınlarına da büyük iş düşüyor. İnsan olmadan “Türk” ya da “Kürt” olmanın imkânsızlığını halklarına anlatmak. Okuyacağınız bu kitap aydınların dikkatini tam da bu noktaya çekmek için hazırlandı: Asimilasyon  ile şiddet kıskacı içindeki Kürt halkına… Buradan indirebilirsiniz. 

 

Türkiye bölünür mü?

“Bebek katili! Vatan haini!…” PKK terörünü lanetliyoruz ama devlet eliyle işlenen suçlara karşı daha bir toleranslıyız.  “Kürtler ve Türkler kardeştir” diyenlerin kaçı “sen benim kardeşimsin”  demeyi biliyor Zaza, Sorani, Kurmanci dillerinde? Ülkemizin terör sorunu ne PKK ne de Kürt kimliğiyle sınırlanamayacak kadar dallandı, budaklandı. Bazı temel soruları yeniden masaya yatırmak gerekiyor: (*) Kürtler ne istiyor? (*)  İspanya ve Kanada etnik ayrılıkçılıkla nasıl mücadele etti? (*) PKK ile mücadelede ne gibi hatalar yapıldı? (*) İslâm ne kadar birleştirici olabilir? Töre cinayetlerinden Kuzey Irak’a terörle ilgili bir çok konuyu ele aldığımız 267 sayfalık bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirin. 

 

Türkiye’nin Ulus-Devlet Sorunu

Devlet gibi soğuk ve katı bir yapı bizimle olan ilişkisini hukuk yerine ırkımıza ya da inançlarımıza göre düzenleyebilir mi? GERÇEK hayatı son derecede dinamik ve renkli biz “insanların”. Birden fazla şehre, mahalleye, gruba, klübe, cemaate, etnik köke, şirkete, mesleğe, gelir grubuna ait olabiliriz ve bu aidiyet hayatımız boyunca değişebilir. Oysa devletimiz hâlâ başörtüsüyle uğraşıyor, kimi devlet memurları “ne mutlu Türk’üm” demeyenleri iç düşman ilân ediyor, Sünnî İslâm derslerini zorla herkese okutuyor… Bizim paramızla, bizim iyiliğimiz için(!) bize rağmen… Kürt sorunu, başörtüsü sorunu, Hıristiyan azınlıklar sorunu… Bizleri sadece “insan” olarak göremeyen devletimizin halkıyla bir sorunu var. Türkiye’nin “sorunlarının” kaynağı sakın ulus-devlet modeli olmasın? 80 sayfalık bu kitap Kurtuluş savaşı’ndan sonra Türkiye’ye giydirilmiş olan deli gömleğine işaret ediyor.  Ne mutlu “insanım” diyene! Kitabı buradan indirin.

 

Türk milliyetçiliği birleştirir mi yoksa parçalar mı?

 İllâ ki bir tutkal/çimento mu gerekiyor? Milliyetçilik tutkalı adil ve müreffeh bir düzene alternatif olabilir mi? Adaletin, hukukun hâkim olmadığı ortamlarda Türklerin kardeşliği ne işe yarar? Belki de Türk Milliyetçiliği diğer milliyetçilikler gibi yok olmaya mahkûm bir söylem. Çünkü var olmak için “ötekine” ihtiyacı var. Ötekileştireceği bir grup bulamazsa kendi içinden “zayıf” bir zümreyi günah keçisi olarak seçiyor. Kürtler, Hıristiyanlar, Eşcinseller, solcular…150 sayfalık bu kitapta Türk Milliyetçiliğini sorguluyoruz. Müslüman ve milliyetçi olunabilir mi? Türkiye’ye faydaları ve zararları nelerdir? Milliyetçiliğin geçmişi ve geleceği, siyasete, barışa, adalete etkisiyle. Buradan indirin. 

Trackback URL

  1. 8 Yorum

  2. Yazan:amed Tarih: Mar 21, 2012 | Reply

    Buradaki 2012 Newroz u ile ilgili bütün yazdıkların yalan ve bence sende biliyorsun ama zulüm ile abad olanın akibeti berbad olur diye bir lafı size hatırlatayım yeter şimdilik

  3. Yazan:MY Tarih: Mar 21, 2012 | Reply

    Sevgili Amed,

    Yazarimiz gerçekten Diyarbakir’dan yaziyor ama siz nickinize ragmen Amed’de degilsiniz. St Margaret caddesi üzerinde bir internet kafedesiniz. Hani su Westminister Abbey’in arka tarafi. Orada daha ufak bir kilise var; St Margaret’s church. Benim için de gezin, bize fotograf yollayin tamam mi?

    Londra’da havalar nasil? Newroz kutlamalari nasil geçti?

    son bir soru: “Yalanci” sifati kime yakisiyor? Size mi yoksa yazarimiza mi?
    ben cevabi biliyorum ama tecahül ü ârif sanati yapiyorum 🙂

    cosku ile newroz kutlayan diyarbakirli boz-kürtler :)

  4. Yazan:ibrahim Becer Tarih: Mar 21, 2012 | Reply

    Sayın emre Paksoy,
    Ben birçok insana göre çok şanslıydım 21 Mart tarihinde. Pırıl pırıl bir Ege güneşi altında, asmaların gözlerinin ha patladı ha patlayacak telaşına ortak oldum. Sonra börülce ve kabak ekmek için toprağı havalandırdım. Bahçemizin içindeki Selçuklular’dan kalma hamamın duvarında, kışın girdiği delikten henüz çıkmış bir kertenkelenin papatyalara konan arıları yakalama telaşına tanık oldum.
    Sonra eve gittim ve televizyonda birkaç geri zekalının bir esnaf lokantasını yakıp yıktıktan sonra dükkan sahibini darbetmesini izledim. Haberin devamında meşreplerine göre baharı karşıladıklarını öğrenmiş bulundum.
    Bu konu hakkında yazacaktım ki sizin bana yazacak bir şey bırakmadığınızı anladım. Son zamanlarda okuduğum en iyi yazılardan biriydi. Gerçekten ellerinize sağlık.
    Acı olan tarafı şu ki; insandan eşref sıfatını aldığınız anda ilk durağı maalesef bir kertenkele kadar mahluk olmadığı.
    Esfelisafilin böyle bir şey demek…

  5. Yazan:ibrahim Becer Tarih: Mar 21, 2012 | Reply

    Mehmet Yılmaz’ın yorumuna gelince,
    Kendisi ‘Amed’ adlı okurun yorumuna yaptığı müdahaleyle, Türk Düşünce dünyasına ‘editoryal Hafiyelik’gibi bir uzmanlık alanı kazandırdığının farkındadır umarım:)
    Bu dalda sebat ederse fenomen olacağından şüphe yok:)

  6. Yazan:Mutlu Tarih: Mar 22, 2012 | Reply

    Amaç ve araç arasındaki farkı ortalama bir akla ve düşünme yetisine sahip her insan bilir.
    Nevruz, Diyarbakırda bir amaç mıydı, yoksa araç mıydı?
    Diyelim ki amaçtı. Yani o kalabalığın amacı bir bayram ve kutlama yapmaktı. Bu kutlama amacı taşıyan insanlar ellerinde “molotoflarla, taşlarla, sopalarla, apo posterleriyle, ayrılıkçı politikanın sözde bayraklarıyla” meydanlara indiler. Tek amaçları “bayram yapmak” olan bu insanlar her zaman olduğu gibi poşularıyla yüzlerini kapatıp yollarda lastik yakmaya başladılar. Ellerinde hazır olarak bulundurdukları taşları kendilerine hizmet veren “kamu kuruluşları”nın cam ve çerçevesini kırmakta kullandılar. Bu olaylar Nevruz adlı “bayram”ın ilk kutlamalarıydı. Amaç bayram olduğundan(!) kutlamaya devam ettiler. Belediye otobüsleri molotoflarla ateşe verildi. Kalabalık kutlamaya devam ediyordu. Kutlamaya katılmayan insanlar taciz edilip linç edilmeye de çalışılıyordu. Kutlama bu(!). O gün bayramdı. Silah olmazsa olmazdı. Ama olmadı işte. Uzun namlulu tam otomatik silahlar 1 gün önce bir aracın içinde bulundu.

    Ne bayramdı ama(!). Yukarda da anlattığım gibi, bu insanların tek amacı “bayram” kutlamak(!).

    Ayrıca Nevruz Türklerin “Ergenekon”dan çıkışının bir simgesidir. Yani Türk ırkına, ırkıma ait bir destanın gerçek hayata yerleşmiş bir kültüdür.

  7. Yazan:emre paksoy Tarih: Mar 22, 2012 | Reply

    ibrahim bey,
    Ege’de öyle güzelliklerin içinde nevruzu yaşamaktan öte, nevruzu fark edebildiğiniz için çok şanslısınız bana göre…

    ama kusura bakmayın Londra caddelerinden Diyarbakır’da nevruzu yaşayan “amed” kadar yetenekli değilsiniz:)

    @mutlu
    nevruza söylediğiniz bayram için değil “savaş” için gelenler var, bu bir gerçek… ancak emin olun sessiz çoğunluk bayram olarak görüyor newrozu…
    ayrıca siz ne kadar nevruzu ergenekona dayandırıyorsanız bir kürt de nevruzu o kadar “demirci kawa”ya dayandırabilir…

    zaten her ikisi de bu toprakların birer değeridir. bence bu değerler de “kıskanılmaktan” ziyade paylaştıkça değerlenir, anlamını korur…
    en güzel örneği siz verdiniz… ergenekon bir Türk destanı iken şu an insanların zihninde “ergenekon” deyince nasıl bir algının oluştuğunu düşünün…

  8. Yazan:a.gürkan Tarih: Mar 23, 2012 | Reply

    “Terörün doğurduğu şiddetin yerini mafyaların, çetelerin şiddeti devralacak.” Bu kesin. Çünkü bugünkü şiddet de kendiliğinden doğmadı, devlet terörü sebebiyle doğdu. Bunun için “ilk taş”ı kime atacağız?

    Newrozun anlamı da bugün sıkça sorgulanıyor. Devletle ortak çıkarları olduğu için “ortam”dan hoşlanmayan medyanın haber adı altında yaptığı sunum, bu sorgulamayı “doğallaştırıyor.”

    Bir halkı, baskıyla, yasakla, “yasal mermi”yle susturmaya çalışmak o halkı yasal olmayan mermi sahiplerinin kucağına itmektir. Devlet kavramının altında polislikten başka dayanaklar, baskı, gözetim ve şiddetten başka meşruiyyet kaynakları bulsalar, şiddet bu kadar ortalığa saçılmaz.

    Her gün “siyasi” gerekçelerle 50-60 kişinin tutuklandığı bir ülkede ne bekliyoruz ki?

  9. Yazan:mrtnrn Tarih: Mar 23, 2012 | Reply

    @a.gürkan
    söylediğiniz sorunun temeli türkiyenin terörle mücadelede net bir politikasi olmamasından kaynaklanıyor. bakın devlet tekrardan strateji değişikliğine gitmiş. artık sadece BDP muhatap alınacakmış, Öcalan ve PKK ile görüşülmeyecekmiş… E o zaman şimdiye kadar Öcalan ile görüşmenin yanlış olduğunu, PKK ve Öcalan ile görüşmenin ancak silah bırakılması neticesinde olabileceğini, dünyada benzer sorunları yaşayan ülkelerde sürecin hep bu şekilde işlediği söylenmemiş miydi?…
    Yazın bunu bir kenara (Allah korusun) eğer yeni süreçte çok sayıda, ardı ardına şehit haberleri alırsak bu “strateji” tekrar değişebilir…
    Ayrıca görüldüğü kadarıyla tüm bunlar devlet politikasından ziyade icra makamlarına göre değişen konjonktürler gibi görünüyor. Bakın Beşir ATALAY dönemi nasıldı, şimdi nasıl?…
    Mesele büyük devlet olmaksa, terör sorununu bitirmekse o zaman kişilere göre strateji belirlenmez, devletin her kurumu farklı telden çalmaz…

    Bir diğer mevzu alper beyin söylediği hergün 50-60 kişinin “siyasi” nedenlerle tutuklanması. burada da elma ile armutu karıştırmayalım lütfen… bu “teröristlerin” neden tutuklandığının en önemli göstergesi Koma Civakên Kürdistan, PKK ve Kürtler başlıklı makalede ayrıntılı ele alınıyor…
    Bu tutuklamalar siyasi değil tamamen HUKUKİ’dir. Acaba hangi “demokratik” ülke kendi egemenliğinde müsaade eder?..

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin