RSS Feed for This Post

Ahmaklığın Kanıtı ve Başkaldırı

Ahmaklığın en büyük kanıtı aynı şeyi defalarca yapıp farklı sonuçlar beklemektir” Einstein

  BDP Milletvekili Sırrı Süreyya Önder, TBMM’deki ilk konuşmasında, Einstein’ın bu sözlerini, sınır ötesi harekâtın yanlışlığını vurgulamak için kullanıyor.

  Sırrı Süreyya Önder şöyle devam ediyor:

  “1992-1997 yıllarında yapılan 4 sınır ötesi operasyonda, 5 bin PKK’lının öldü, bin 697 PKK’lı yaralandı, aynı operasyonlarda 22 subay, 12 astsubay, 176 er, 27 korucu toplam 237 askerin hayatını kaybetti, 739 asker de yaralandı.”

  Mevcut verilere baktığımızda Önder bu bahsinde haklı zira bir savaşın bitmesine değil devamlılığına yatırım yapan bir hareketin farklı bir sonuç doğurması imkânsız.

  Önder bu konuşması içerisinde birkaç önemli hususa da değiniyor… “Şehitlik meselesi ortada… Askerliğin zorunlu olduğu yerde şehitlikten bahsedilemez. Vicdani retçiliğin hak olarak tanınmadığı bir yerde şehadet olmaz.”

  Önder’in bahsine katılmakla birlikte, “şehitlik” konusunun ehemmiyetli bir konu olduğunu düşünüyorum.

  “Şehit” Arapça bir kelime, “şahit olmak” anlamından geliyor. Kuran-ı Kerim’i anlamak hususunda Tefsir Metodolojisi-Tefsir Usulü içerisinde önemli bir husus “sibak ve siyak” olayıdır, yani, bir ayetin kendinden önceki ayet ve sonraki ayetle ele alınması durumu. Bir konunun içeriğini anlamak açısında elzem bir metottur. Şehitlik kavramı Kuran’da “Allah yolunda savaşmanın karşılığı” olarak tanımlanıyor. Allah yolunda savaşmak ise “cihat” olarak tanımlanıyor. Buradan hareketle şehitlik fiilen vuku bulan savaş sırasında öldürülmek olarak anılıyor. Burada bir algılama sorunu var zira “Allah yolunda savaşmak” her durumda fiilen savaşmak değildir, savaşmak olan şehitlik “kıtal” yani göğüs göğüse vuruşmak manasındadır. Özetle, her cihat, kıtal ile olmaz ancak niyeti Allah olan her kıtal bir manada cihattır, Allah yolunda savaşmaktır ve karşılığı şehitliktir.

  Bir başka önemli husus, kıtal durumunun şehitlik ile karşılanması durumu… Şehitlik, yalnızca ama yalnızca Allah yolunda vuruşmak ve bu vuruşmanın tarafının kâfir olması durumudur. Durum bununla da sınırlı değil zira Kuran bir ayetiyle değil bütünüyle yorumlanmak zorundadır. Bütüne baktığımızda “haksız yere bir cana kıymayı haram sayan” bir İslam ile, öldürmek değil yaşatmak için kanun koyan bir İslam ile buluşuruz. Rasulullah’ın bir savaş sırasında boğazına kılıç dayanmış haldeyken “la ilahe illa Allah” diyen müşriği öldüren sahabeye “Kalbine mi baktın?” azarını, bunun üzerine koyarsak, kıtal şeklindeki cihadın karşılığı olan şehitliğin anlam olarak kapladığı alan daha da daralır. Buna ek olarak savaşmanın, gidip her kâfiri öldürmek değil ancak “sana savaş açanla savaşmak” yani “savunma” durumu olduğunu da görürüz.

  İşte tüm bunlar bize Allah yolunda savaşmanın, tek yönteminin kıtal olmadığını, cihadın tek yolunun da kıtalden geçmediğini gösterir. Bir örnekle açıklayacak olursam; İslam’ı tebliğ için bir yerden bir yere hicret eden bir Müslüman, gittiği yerde bir müşrik yahut kâfir tarafından öldürüldüğünde şehittir. Ancak kendi isteği olmadan, zorunluluk sonucu öldürmeye giden, öldürdüğü kişiyi öldürme nedeni “Allah yolunda savaşmak olmayan“, öldürdüğü kişinin “kalbine bakacak durumu olmayan” kişi şehittir diyemeyiz.

  Bugün şehitlik kavramı içi oyulmuş ve boşaltılmış bir kavram haline gelmiştir. Bu nedenle Sırrı Süreyya Önder’in bahsinde geçen tanım doğrudur. Özellikle vicdani ret, yani “öldürmeyeceğim” bahsi yerli yerindedir ancak “PKK kandırarak ve zorunlu olarak gençleri dağa çıkartıyor” diyen biri olmasam dahi, Sırrı Süreyya Önder’in dağa çıkanlara vicdani ret-öldürmeme çağrısı yapmayı unuttuğu gibi öldürülen PKK’lıların ailelerinin de yer yer “şehitlik” kavramını kullandığını unutmuştur, diye düşünüyorum. Kendisine kullandığı kavramın manasını, yerini ve hedef kitlesini göstermek hayırlı bir ödevdir. Zira şehitlik salt bilinçli tercih etme, seçme hakkına bağlı değildir.

  Aynı şeyi defalarca yapıp, farklı sonuçlar beklemekteki hata (ahmaklık demek ayıbıma gidiyor ve bilinçli olarak kullanmıyorum), Kürtlere yapılan öldürme, yok sayma, sivil katletme gibi yanlışların PKK eliyle Türklere yapılmasına, aynı şekilde tepki verememektir.

  14 Haziran 2011 tarihinde Sivas İmranlı ilçesinde çıkan çatışmada yaşamını yitiren 3 HPG gerillasıdan biri olan Coşkun Doğan ölümünün kırkıncı gününde İstanbul Gazi Cem evinde yapılan etkinlikte ” Böyle bir ölüm hepimize nasip olsun “ diyen Sırrı Süreyya Önder ise “ölmenin ve öldürmenin” nedenlerinden ve sonuçlarından bahsedecek en son insandır. Zira hala ölmenin ve öldürmenin acısına vakıf olamamıştır.

  Bu ülkedeki Kürt Meselesindeki çözümsüzlüğün nedenlerinden biri de maalesef adalet yerine tarafgirliği koyma halidir.

  Öte yandan KCK tutuklamalarında durum anormalleşmeye doğru giderken Ahmet Türk “Serhildan” (Başkaldırı) çağrısında bulunuyor. 30 bin insan kendince cihat, şehit kavramlarını kullandığı için göz göre göre öldü. Şu saatten sonra “başkaldırı” yerine karşılıklı sükûnet-öldürmeme çağrısı yapmaktan gayrı bir eylemimiz olmamalıdır. Malum aynı şeyi tekrar tekrar yapıp, farklı sonuçlar beklemek ahmaklıkmış ya!

 

 … Bu konu ile ilgili kitaplar…

 

Türk milliyetçiliği birleştirir mi yoksa parçalar mı?

 İllâ ki bir tutkal/çimento mu gerekiyor? Milliyetçilik tutkalı adil ve müreffeh bir düzene alternatif olabilir mi? Adaletin, hukukun hâkim olmadığı ortamlarda Türklerin kardeşliği ne işe yarar? Belki de Türk Milliyetçiliği diğer milliyetçilikler gibi yok olmaya mahkûm bir söylem. Çünkü var olmak için “ötekine” ihtiyacı var. Ötekileştireceği bir grup bulamazsa kendi içinden “zayıf” bir zümreyi günah keçisi olarak seçiyor. Kürtler, Hıristiyanlar, Eşcinseller, solcular…150 sayfalık bu kitapta Türk Milliyetçiliğini sorguluyoruz. Müslüman ve milliyetçi olunabilir mi? Türkiye’ye faydaları ve zararları nelerdir? Milliyetçiliğin geçmişi ve geleceği, siyasete, barışa, adalete etkisiyle. Buradan indirin. 

Asimilasyon ile Şiddet Kıskacında Ulusalcı Kürtler

Etnik kökenimiz benliğimizin bir parçası, rengarenk insanlığımızın gerçek bir rengi. Ancak bu renk üzerinden yapılan bir baskı, bu renk “yüzünden” çekilen büyük bir acı sonucu diğer bütün renkler silinebiliyor. Bir başka deyişle IZDIRAPLAR ÜZERİNE YAPAY BİR KİMLİK İNŞA EDİLİYOR. Bir halka yapılabilecek en büyük kötülük bu belki de. Sadece Türk ya da sadece Kürt olmaya mahkûm edilen insanlar giderek insanlıklarını perdeliyorlar. Böylesi halklar ırkçılığa, her türlü şiddet çağrısına kucak açıyorlar. Zira duydukları kin ve nefret onları bıçak gibi bilerken bir yandan da tektipleşiyor, şeyleşiyor. Kürt aydınları kadar Türk aydınlarına da büyük iş düşüyor. İnsan olmadan “Türk” ya da “Kürt” olmanın imkânsızlığını halklarına anlatmak. Okuyacağınız bu kitap aydınların dikkatini tam da bu noktaya çekmek için hazırlandı: Asimilasyon  ile şiddet kıskacı içindeki Kürt halkına… Buradan indirebilirsiniz.

Türkiye bölünür mü?

“Bebek katili! Vatan haini!…” PKK terörünü lanetliyoruz ama devlet eliyle işlenen suçlara karşı daha bir toleranslıyız.  “Kürtler ve Türkler kardeştir” diyenlerin kaçı “sen benim kardeşimsin”  demeyi biliyor Zaza, Sorani, Kurmanci dillerinde? Ülkemizin terör sorunu ne PKK ne de Kürt kimliğiyle sınırlanamayacak kadar dallandı, budaklandı. Bazı temel soruları yeniden masaya yatırmak gerekiyor: (*) Kürtler ne istiyor? (*)  İspanya ve Kanada etnik ayrılıkçılıkla nasıl mücadele etti? (*) PKK ile mücadelede ne gibi hatalar yapıldı? (*) İslâm ne kadar birleştirici olabilir? Töre cinayetlerinden Kuzey Irak’a terörle ilgili bir çok konuyu ele aldığımız 267 sayfalık bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirin.

Kendi ülkesini işgal eden ordu

Hiç bir yeri işgal edemeyen ordular kendi ülkelerini işgal ederler. Çünkü bir ordunun ayakta durması için insan emeği ve maddî destek gereklidir. Beceriksiz ordular disiplinsiz olduklarından YABANCI DÜŞMAN ile savaşamazlar. Kolayca yenebilecekleri İÇ DÜŞMANLAR uydururlar ve bu bahane ile kendi ülkelerini işgal ederler. Başbakan asarlar. Milletvekillerini hapse atarlar. Korumakla yükümlü oldukları halkı işkenceler altında inletirler.  İşgalciler kimseye hesap vermezler. Halkın isyan etmesine engel olmak için “etrafımız düşmanla çevrili” diyerek  KORKU PROPAGANDASI yaparlar. Eleştirilerden uzak kalmak için farklı inançlardan ve kültürlerden olan insanların birbirine düşman olması da bu eşkiyaların işine gelir. Bu sebeple terörü destekleyebilir hatta teröristlere silah ve para yardımında bulunabilirler. Okuyacağınız kitap kendi ülkesini işgal etmiş bir ordunun kısa tarihidir. Buradan indirebilirsiniz.

Trackback URL

  1. 9 Yorum

  2. Yazan:saliha Tarih: Eki 6, 2011 | Reply

    yazdıgınız en güzel ve yerinde yazı olmuş…

    zira kürtlerin yanında yer alan bir çok türk’ü bile hiçe sayarak,onların gözune baka baka pkk nın şiddetini savunanlar türk arkadaslarına karşı yaptıkları büyük bir terbiyesizliktir.
    türk arkadaslar, ölen kürtler için eylemlere katılıyorken tsk nın bombalarına tepki gösteriyorken. radikal kürtler bu hassasiyeti malesef görmezden geliyor. çogu zaman bu durumdan rahatsız olan türk kökenli taraf faşist ilan edilirim diye kürt arkadasına ”arkadasım öldürmelere ölmelere karşıysak iki taraf için de olmalı tepkimiz”diyemiyor.

  3. Yazan:ali duman Tarih: Eki 6, 2011 | Reply

    habire aynı hikaye,

    bir ateşkes ilan et,

    bir asker öldür, sivil öldür….

    başka bildikleri bir şey yok…

    öldürüp, öldürüp akabinde barıştan, kardeşlikten söz etmek, bir nevi kişilik bozukluğu olsa gerek.

    ya da, elinde silah olanın, öldürmekten başka bir çaresinin olmadığı gibi bir acizliğin göstergesidir.

    silahı olanın fikri olmuyormuş…öldürmek ise zaten bir fikir değil…

    Einstein çok haklı, ancak anlamak ise akıl işi, ergenekoncu katillerin anlayacağı bir şey değil.

  4. Yazan:ismail yücel Tarih: Eki 6, 2011 | Reply

    türkiye cumhiriyeti devleti, halkının büyük çoğunlugu müslüman, dünya üzerinde islamın en önemli kalelerinden biri olan bir devlet. pkk ve onun uzantıları ise kendilerini marksist kominist bir örgüt olarak tanımlıyan ve kendi amaçlarına ulaşmak için islam düşmanı milletler ve devletlerle işbirliginde hiçbir mahsur görmeyen bir örgüt degilmi. idarecilerinin çogununda etnik ve dini kimliklerine baktıgımızda tabanlarını yansıtmadıklarıda ortada.

    önder gibi insanlar hayatlarını topluma fitne sokmaya vakfedmişler. . her gündeme geldiklerinde toplumun hsfızasını karıştıracak, ortak degerlerimizi yıpratacak, bizi birbirimizden sogutacak birşeyler bulacaklardır. çünkü işleri fitne çıkartmak bölücülük yapmak.aramızdaki islam bagını kopartmaya çalışıyorlar davranışlarının ve eylemlerinin ardındaki asıl niyet, kürt hakları kazanmak veya türk düşmanlıgı degil, islam düşmanlıgı islama olan kinleri.

    müslümanın düşmanı Allah’ın düşmanı degilmi, bu örgütle savaşirken verdigimiz canlar bu ülkenin varlıgının ve birliginin devamı,bu topraklarda islamın varlıgının sürdürebilmesi için ölmüyorlarmı (kaybettigimiz canlarımızın bir kısmı devlet içinde odaklanmış hainlerin ihmalleri veya planları dahilinde meydana gelmiş olsada o canların kalplerindeki niyetleri peygamber ocagına hizmet etmek vatan borcunu ödemekti ve bu nedenle oradaydılar ve bu niyetleri yüzünden hayatlarını kaybettiler) . biz bu canlarımıza şehid demeyecegiz de kime şehit diyecegiz.

    söyledikleri içinde dikkate deger tek cumle einstain nın sözü. çözümü bölünmek parçalanmakta arayanlar ahmaktır. tarinimizde onlarca kez bölündük onlarca parcaya ayrıldık mutlulukmu getirdi bu milletlere. dünyanın zulum gören ezilen halkları hep bu parçalara ayrılan bizler degilmiyiz.

  5. Yazan:Muhsin Sarıkaya Tarih: Eki 7, 2011 | Reply

    Sırrı Süreyya Önder beyfendiye şunu sormak istiyorum. Acaba Einstein in o sözünü bir de PKK tarafından yorumlamaya çalıştı mı? PKK da 30 yıldır hep aynı şeyi yapıp farklı sonuç almayı beklemiyor mu? Hala yöreye gelen öğretmenleri dağa kaldırmak, hala yöreye hizmet için gelen devlet memurlarını kaçırmak (sağlık memuru, kaymakam) ile bir yere varamadığını görmedi mi?
    Ayrıca bir şey daha var. Evet vicdani red olmayan bir yerde Şehitlik olmaya bilir, ama bölücülük yaparken ölende şehit değildir. İslamiyet hiç bir zaman bir müslümanın toplumu bölmesini hoş görmemiştir. Peygamber efendimiz (SAV) müşriklere karşı bile savaşarak bir bölücülüğü Allah’tan vahiy gelmeden yapmamıştır.

    İnsan karşıdakine bir şey söylerken önce dönüp kendisine bakmalı “acaba bu söylediklerime ben ne kadar uyuyorum?”

  6. Yazan:Ekrem Senai Tarih: Eki 7, 2011 | Reply

    Sırrı Süreyya tam bir hayal kırıklığı. Bu adamı Ülke TV’deki Meksika Sınırı programında izlemiştim ilk. Ne kadar samimi, ne kadar yapmacıktan, siyasetten uzak, tevazu sahibi bir insan demiştim. Sonra BDP milletvekili seçildi ve bir tartışma programında bacak bacak üzerine atmış resmen mugalata yapıyordu. O adam gitmiş, yerine ben bilirimci, burnundan kıl aldırmayan, samimiliğini belli ki bir şeylere feda etmiş bir tuhaf adam geldi.
    Son olaylardan sonra belki kendine gelmiştir, hanyayı konyayı anlamıştır dedim ama o kendini harcamayı tercih etti. Ben hala Sırrı Süreyya’yı Meksika Sınırındaki haliyle görmeyi istiyorum. Bir torba lafının zekatını da PKK’ya verse, iki çift laf da onlara söylese diye umutsuzca bekliyorum.

  7. Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Eki 7, 2011 | Reply

    Zaman zaman yorumlara yansayan hatta fikirlere sinen bir algı var:Kürt Türk üzerinden karşılıklı suçlama! Türkler şöyle şöyle yapmalıydı ya da tersi. Kısaca bu algı,sorunun varlığını veya toplum olarak saplanıp kaldığımız çatışmacı iklimin sürüyor olmasının sorumluluğunu(daha doğrusu sorumsuzluğunu) ötekinde/diğerinde arama hissiyatı olarak özetlenebilir. Kuşkusuz kendi dışımızdaki diğer insanlardan bu talihsiz süreci tersten etkileyecek söz ve davranış beklentilerimiz olabilir. Siyaset dilinden farklı olarak, yapıcı, ortamı germektense yatıştırmaya hizmet edecek bir dile pek çoğumuz hasretiz. Çünkü böyle bir ortak dilin sorunu tam olarak nihai bir çözüme kavuşturamayacağını bilsek de, kücücük bir sözün, bir jestin barışa olan umutları yeşertmesi anlamında büyük bir değeri ve anlamı vardır bizler için. O kadar değerli ve anlamlıdır ki , bu anlamsız kavgada düştüğümüz karamsarlığı, -belki de farkında olmayarak- kapıldığımız taraf hissiyatını tedavi ve teskin edecek denli sihirli bir etkiye sahiptir bu ılımlı ve barışçıl sözcükler. Mesela, BDP’lilerin tekrar meclise dönmelerini, sorumluluk sahibi bir siyasetçi tavrıyla yaklaşan Devlet Bahçeli’nin buna ilişkin sözleri bana göre muhteşemdi. Zira meydanlarda Türk milliyetçiliğini daha da kışkırtmayı siyaset sanan Bahçeli, BDP’lilerin meclis boykotunu sonlandırmalarına dair de pekâlâ benzer tavrını sürdürebilirdi. Dolayısıyla bu tavır isabetlidir. En azından yangına benzin yerine su dökmeyi seçmiştir ve bu da gerilim dozu bir hayli yüksel toplumsal algıları nispeten yumuşatmış, topluma rahat bir nefes aldırmıştır.
    Dolayısıyla radikal veya değil Kürtlükle veya Kürt siyasetiyle anılan kişilerden de ezber ve klişelerin dışında bir şeyler duyulmak istenmesi Türk dostlarımızın hakkıdır. Ancak değerli dostlarımızın unuttuğu bir şey var: Bu savaştan her türlü acıyı yaşamış olan Kürtlerden de, S.Süreya Önder, Ahmet Türk ya da herhangi bir Kürt siysatçinin ağzından en az bu dostlarımız kadar aynı yapıcı sözleri duymak isteyen Kürtlerin sayısı hiç de az değildir. Zira yaşanan bu süreçte siyah-beyaz kıvamında bir kutuplaşma tablosu çıksa da, etnik kimliği ne olursa olsun insanlar bu savaşın bir an önce sonlanmasını istiyorlar çünkü hepimiz yorulduk bu savaşta. Ve hepimiz bizlere dayatılan bu çözümsüzlükte bedel ödüyoruz, acı çekiyoruz ve masumiyetimizi yitiriyoruz gün begün.
    Dolayısıyla bu sorunun varlığında ve çözümsüzlüğünde hepimizin bir parça sorumluluğu vardır. Onun için birbirimizi suçlamak yerine ivedilikle bu kolaycı anlayıştan kurtulmanın yollarını aramalıyız. Unutulmamalıdır ki hiç kimse ömür boyu savaşla, şiddetle içiçe, silahların gölgesinde korku ve endişe ile yaşamak istemez;ne Türkü ne de Kürdü.
    Ha ne var, şiddetin hayatımızın sıradan bir parçası olmasını istememekle beraber sanırım bu şiddet sarmalını değiştirecek yolları keşfetmenin henüz uzağındayız. Bir gün kendimize gelir de şiddetle yaşamanın kaderimiz olmadığının/olamayacağının farkındalığına ulaşabilir isek işte ancak o zaman bu coğrafyaya özlemini duyduğumuz barış ve huzur gelecektir.

  8. Yazan:Mustafa Akbaş Tarih: Eki 7, 2011 | Reply

    Dolayısıyla bu sorunun varlığında ve çözümsüzlüğünde hepimizin bir parça sorumluluğu vardır.

    Merhaba Yılmaz Bey,
    Cok önemli bir noktaya deginmişsiniz. *Sorumluluk* üstlenmek. Gördügüm cogu siyasetcide bir sorumluluk üstlenmek gibi bir algi yok. Vatandaşlar sorunlara birer cözüm beklerken. Sözde Siyasetci cikip sivri konusup cözüm yollari daha cok yokuşa yönlendiriyor. Bazilarinin Kan akmasinin durmasinda korttuklari gibi bir durum var.
    Dünya hic durmadan degişiyor ve Türkiye daha hizli degişiyor. Görünen buna Türkiyede bazilarinin ayak uyduramamasi.Bollugun icin yokluk yaşamak gibi ayni.

  9. Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Eki 8, 2011 | Reply

    Sayın Mustafa Akbaş,

    Siyasetçilerin sorumsuzluğu konusunda sizinle tamamen hemfikirim. Ki bu ortak görüşümüz Cemile hanımın yazısında yer verdiği hususlarla da oldukça paralel. Gerçi yazıya başka bir yorumda ayrıca değinecektim ancak ilk yorumumda dikkat çektiğim nokta biraz farklıydı. Anlayacağınız, sosyal paylaşım ağlarında moda haline gelen “topu başkasına” atma kolaycılığına bir sitemdi ilk yorum. Malumunuz tartışma platformlarında yaygın bir alışkanlık var. Herkes sorumluluğu başkasında aramakla meşgul. Oysa Türktü Kürttü diye ayrım yaparak kusuru başkasında aramak yerine insanın sorgulamaya kendinden başlaması gerekir. Fakat maalesef bu anlamda henüz bir özeleştiri kültürü gelişmiş değildir. Kısacası temizliğe evimizin önünden başlamamız gerekirken diğer evlerin önünde biriken çöplükleri görüyor gözlerimiz.

    Bu kısa açıklamadan sonra yazıya gelecek olursak.Sayın Cemile Bayraktar’ın Sırrı Sürreya Önder’e dair eleştirilerine tamamen katılıyorum. Sağolsun hem şehitlik kavramına, hem de vicdani ret hakkına kapsamlı bir şekilde değinerek konuya açıklık getirmiş. Ayrıca yeri geldiğinde sahte barış nutukları atan, vicdani ret söylemini dillendiren ama “devrimci şiddet”i kutsamaktan geri durmayan S.Sürreya Önder, Ekrem beyin de isabetle işaret ettiği gibi, S.Önder kendisine duyulan iyimserliği boşa çıkarmıştır ve tam bir hayal kırıklığıdır. Zira vicdani ret hakkını savunan birinin, öldürmeye karşı olduğu kadar öldürülmeyi de kutsamaması gerekir…”O başka bu başka” mantığıyla şiddete meşruiyet kılıfı arama vicdani ret değil olsa olsa büyük bir tutarsızlık örneği olabilir ancak.
    Bu bağlamda bu zatın meclis konuşmasında alıntı yaptığı sözler doğru olmakla birlikte ne yazık ki siyasete atılmasıyla beraber takındığı ikiyüzlü tavrı aklamaya yetmiyor. Şiddete karşı gerçekten kararlı duruş göstermek böyle çifte standarlara başvurararak, duruma göre-tabiri mazur görün- kıvırtarak olmamalı. Dolayısıyla S. Sürreya Önder bu ikircikli tutumuyla kendisi hakkındaki tüm iyimser yargıları sıfırlamış, kredisini tüketmiştir. En kısa zamanda bu samimeyetsiz duruşundan vazgeçmesini ve kendisine oy veren kitlelerin gerçek talepleri için demokratik zeminde mücadele etmesini diliyorum.
    Hazır konu sığ ve kof siyasetten açılmışken, siyasetin insani değerleri nasıl örselediğini paylaşmak istiyorum sizinle. Aslında bu biraz da Türkiyedeki siyaset ile ilgili bir mevzuu. Siyasetin icra şekli baştan bozuk olunca bir şekilde bulaşan herkesi bir başkalaşıma uğratıyor. Elbette insani değerleri, kişilik ve ahlaki prensipleri zedeliyor diye siyaset ile iştigal edilmesinden kaçınmalı demiyorum; birileri bu görevi üstlenmek durumunda. Lakin siyaset kurumu şeffaflaşmadığı ve varolan alışkanlıklar terkedilmediği sürece korkarım bu tarzı siyaset S.Sürreya Önder gibi pek çoğunu yutmaya devam edecek gibi görünüyor. Çünkü o kapının eşiğinden geçildiği an, siyasete soyunmuş olan birey kendi olmaktan çıkarak kollektif bir düşüncenin parçası haline geliyor. Dolayısıyla herhangi bir siyasi partinin faaliyetlerine katılan birey/ler kendi özgün fikirleri ve farklı anlayış açılımlarından uzaklaşarak tıpkı bir makinenin dişlisi haline gelirler…Yer aldıkları siyasi kurum yalan üretiyorsa yalanlarına ortak olurlar, hile ve dolap çeviriyorlarsa buna da ortak olurlar. Ve bugün bir şey yarın başka bir şey söylüyorsa “görev aşkıyla” her türlü çelişkiyi, yalanı, ikiyüzlülüğü içlerine sindrmeye başlarlar.
    Neyse, açıkçası S.Süreyya Önder ne zaman Meksika Sınırı adlı programdan siyasete dikey geçiş yaptı bir daha eski haline dönemeyeciğini sezmiştim. Sadece o değil, yeri geldiğinde PKK ve BDP’yi eleştiren Altan Tan’ın, Şerafettin Elçi’nin de politik bir eksen kaymasına uğrayacaklarını tahmin etmek zor değildi. Nitekim de öyle oldu. O muhalif duruştan şimdi BDP’nin her yanlışını onaylayan birer papağana dönüştü bu üçlü. Oysa aydın ve muhalif kimlikleriyle yetinir ve bu duruşlarını koruyabilselerdi Türkiyenin barışına büyük katkıları olabilirdi. Ne diyeyim hepsine geçmiş olsun demek kalıyor. İnş. tez elden kendilerini yutan bu siyaset girdabından kurtulurlar.

  10. Yazan:KowaRaman Tarih: Kas 1, 2011 | Reply

    Son 3 yorum dışındaki yorumlara acıyla karışık tebessüm ediyorum. Bu yorumları yapan insanların ‘fikir’ sahibi olan insanlar olduğunu bilmek ise ayrı bir üzüntü kaynağı. Sırrı Süreyya Önder, içerisinde bulunduğu yapı içerisinde en hoşgörülü ve uzlaşılabilecek insan. Ama nedense ‘kendimizden'(kendi safımızdan) bir insan olmadığı için bu kadar güzel bir şekilde eleştirebiliyoruz. Ülkemizdeki siyasetin ne kadar iğrenç olduğunu bilmiyormuş gibi,Sırrı Süreyya’nın milletvekili olduktan sonra ne kadar iğrençleştiğinden bahsediyoruz üstü kapalı.
    Ellerinde silahla düello yapan 2 insandan yüz yüze geldiklerinde hangisi “Dur bu ahmaklıktan vazgeçelim” der? Hangisi düello sırasında “Dur bu ahmaklıktan vazgeçelim,sen de bırak silahı.” diyerek düşmanına güvenebilir ve silahını hemen bırakabilir? Zorla köşeye sıkıştırdığımız kediye, sakın tırmalama beni demek nasıl bir ‘ahmaklıktır’ acaba? Vakti zamanında,tüm ailesini katledilen,her türlü zulme maruz bırakılan bir çocuğa “Biz kardeşiz gel ‘ahmaklık’ etme elindeki oyuncağı bir köşeye bırak,ama ben ne olur ne olmaz,belki ataların gibi asilik edersin diye bırakmayacağım silahımı.” dendiğinde bu sitedeki fikir sahibi hangi “ahmak” tamam der…
    İşte ülkemizde siyaset bu kadar ‘ahmakça’. Böyle bir ortamda da Sırrı Süreyya’nın ‘ahmaklık’ yapmasından daha doğal ne olabilir ki?
    Uzun zamandır bu siteyi zevkle takip ediyorum. Ama sanırım yavaş yavaş burada da modernite kendini göstermeye başlamış. Umarım en kısa zamanda düzelir.
    Herkese ve özellikle ‘ahmaklık’ yapmayanlara saygılar…

  1. 3 Trackback(s)

  2. Eki 7, 2011: Sırrı Süreyya Önder’e düşen görev : Derin Düşünce
  3. Eki 16, 2011: Son 90 günde en çok paylaşılan yazılar : Derin Düşünce
  4. Ara 28, 2011: Son 90 günde en çok paylaşılanlar : Derin Düşünce

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin