RSS Feed for This Post

Turkimm, dogriyim!

“… neden biz aklı başında insanlar hâlâ daha, yalan konuşmasını hiç bilmeyen küçücük Kürt çocuklarına, kara gözlü sarı saçlı utangaç Berfin’lere, ayakkabısız ve elbisesiz fukara Baran’lara, bal gibi yalan olduğunu bildikleri halde, her sabah “Turkimm, dogriyim…” dedirtilmesine en azından kalben buğz edemedik? Ve neden herkes “damarlarındaki asil kan”a güvenmek zorundaymış? Bu kan başkalarında olunca asaletini mi kaybediyor? Neymiş alyuvar ve akyvurlarda ibaret kanın içindeki o asillik, neredeymiş o asalet?…”

[10 şubat 2010’da Senai Demirci’nin kişisel sitesinde yayınlandı.]

Bizim ırkçılığımız, türk-kürt eksenli de değil sadece, sünni-alevi eksenli, zengin-fakir eksenli olanları da var. Öyle renkler üzerinden ayırdedilebilecek kadar da görünür değil; örtülü, gizli, sinsi, hatta din kisvesine bürünmüş gibi.  Bilinçaltımıza yumuşacık yerleşmiş  şöyle bir kabullenme var meselâ: biri bir hata ederse, onun kanının bozukluğundan açarız sözü, değil mi? Konuşan da dinleyen de razı olur bu kabullenmeye: “Türk olsaydı, bu namussuzluğu yapmazdı..” Yani, tıpkı Yahudilerin kendi ırklarını ari/saf/temiz varsaymaları gibi, biz de Türk ırkı üzerinden Yahudileşme eğilimi gösteriyoruz. Oysa, birinin doğru olmasının tek yolunun Türk ırkından olmaktan geçmediğini, Türk olanların da hata yapabileceğini pekâlâ biliyoruz.

Bir başka sorun daha var bu ülkede ki, dokunmaya elvermiyor yüreğim, ama kanatacağız bu yarayı, patlatacağız bu çıbanı… Namazında niyazında hacı ablam, hacı babam, pekâlâ namaz kıldığını, müstakim bir müslüman olduğunu bildiği halde kızını isteyen delikanlı için, “Ben sağ oldukça, bu eve kürt giremez…” diyebiliyor, “Biz de Doğululara verecek kız yok…” diye rest çekebiliyor. Ya da tam tersi, “Doğululardan gelin alınmaz; bu eve kürt gelin girmez!” diyebiliyorlar. Kimim kızını kime vereceği beni ilgilendirmez elbette, kızı/oğlu isterse ailesine rağmen tercihini kullanabilir ya da bu sevme/seçme sınavını kaybedip anne babasının onayladığı biriyle yaşamaya razı olabilir. Ama secdelerinde, “Allah’tan secdesini esirgeyen şeytan”a muhalefet ettiklerini sanan bu kardeşlerimiz, tam da şeytanın şeytanlık kariyeri olan ırkçılığın yanında bulunuyorlar, şeytanla yoldaşlığı sürdürüyorlar. Bu düşüncenin altında, ahlaksız da olsa Türk, ahlaklı Kürt’ten daha iyidir gibi şeytani bir kabullenme var. İşte ben buna karşı, bir mümin olarak tavrımı koymak zorundayım. Siz de öyle.. Böyle yaşayamazlar; böyle iman olmaz, böyle bir iman’a itibar edilmez. Kişilerinin imanının derinliğini ben ya da siz ölçecek değilsiniz elbette ama “Muhammed’in [asm] dini” yerine “atalarının dini”ni koyanlara, “sünnet-i seniye” yerine “töre”yi koyanlara karşı sessiz kalamayız, tavırsız olamayız. Dinin yerine “yeni bir din oluşturmak”tır burada yapılan.

 

Aynı tür “örtülü ırkçılığı” çoğunlukla “sünni”ler “alevi”lere, “alevi”ler “sünni”lere karşı yapıyorlar. Tırnak içinde kullanıyorum kelimeleri çünkü, ne sünni sünnidir, ne de alevi alevidir bu bağlamda.. Sözüm ona bir “sünni”, ahlaklı bir alevîyi bir sünniden-ahlaksız ya da ahlaklı- hiç koşulsuz aşağı görüyorsa, “sünni” değildir.. Gerçi, insanların ahlak düzeyini nasıl belirleyeceğiz diyebilirsiniz? Hadi ahlakı ve dürüstlüğü göz önüne almadan konuşalım:”sünni”nin ahlaksızlığını kendi şahsına mal ederken, “alevi”nin ahlaksızlığını “aleviliği”ne mal etmek ne kadar ahlaklılıktır? Bu Batılı iktidar odaklarının topyekün biz müslümanlara yaptığı şeyin aynısı değil midir? Bir müslüman terörislik yaparsa, “İslamî terör” ama bir Hıristiyan ya da Yahudi ya da başka inançtan biri eşdeğer bir eylemde bulunursa, “Hıristiyanî terör” ya da “Yahudi fundemantalizmi” ya da “şintoist köktencilik” olmaz…

 

Kendimi “Türk ve Sünni” kabul ettiğim için bu taraftan bakıyorum olaya.. Ki doğrusu da budur… En önce kendi eteklerimde taşları dökmem gerek, çuvaldızı kendime batırmam gerek. Hiç şüphesiz “Kürtlerin” ve “Alevi”lerin oradan bakıldığında da benzer ırkçılıklar okunur…

Ha bir de, gözbebeğimiz bu ülkede, bin beş yüzyıllık İslam medeniyetinin önde gelen mirasçısı olan Türkiye’mizde yaklaşık 100 yıldır, özellikle resmi ideolojinin dayatmasıyla, “Türk ırkı” üzerinden “ırkçılık” meşru sayılır; ama “Kürt ırkı” üzerinden aynı şeyi yapanlar terörist ya da PKK sempatizanı sayılır.. Biz eğer dupduru bir mümin isek, saçaklı püsküllü bir imanımız yoksa, “Türk ırkı” üzerinden yapılan ırkçılığa da “Kürt ırkı” üzerinden yapılan kadar tepki duymalıyız, duymalıydık. İkisi de terördür, ikisi de terör örgütlerini besler. Bakın, hep “yasadışı terör örgütü” ile savaşırken unutturmuşlar bize; meğer bir de “yasal/yasa içi terör örgütü” de varmış. (Bakınız; Balyoz, Sarıkız, Eldiven, Kafes, Ayışığı…)

Ama hâlâ, bu yazıyı yayınlayacak olursam, “Ne varmış ‘Ne mutlu Türküm diyene'” sözünü söyleyip arkasından da bana Türk düşmanı, vatan haini gibi hazır etiketleri yapıştırmaya hevesli “muhafazakâr” kardeşlerim var.. “Ne mutlu Türküm diyene…” sözü bu kadar masumdu da, niye bizim gibi aynı kıbleye dönen Kürt kardeşlerimizin memleketinin dağına taşına, meydanına duvarına ısrarla yazıldı? İnadına değil mi? Ezilsinler diye değil mi? Sindirmek için, aşağılamak için değil mi? Neden bu yazının her yazıldığı yerde tanklar ve tüfekler de geziyordu? “Zor”la demek ki…

Ve neden biz aklı başında insanlar hâlâ daha, yalan konuşmasını hiç bilmeyen küçücük Kürt çocuklarına, kara gözlü sarı saçlı utangaç Berfin’lere, ayakkabısız ve elbisesiz fukara Baran’lara, bal gibi yalan olduğunu bildikleri halde, her sabah “Turkimm, dogriyim…” dedirtilmesine en azından kalben buğz edemedik? Ve neden herkes “damarlarındaki asil kan”a güvenmek zorundaymış? Bu kan başkalarında olunca asaletini mi kaybediyor? Neymiş alyuvar ve akyvurlarda ibaret kanın içindeki o asillik, neredeymiş o asalet? Biz kardeşlik bağımızı “kan”la değil “iman”la kurmuyor muyuz? O yüzden “kanından” olduğu halde öz oğlunu “ailesi”nden saymaması konusunda uyarılmadı mı Nuh (as)? O yüzden değil mi ki, hepimiz imanca “İbrahim milleti”nden sayılma şerefiyle şerefleniyoruz da, İbrahim’in (as) putperest babası “İbrahim milleti”nden sayılmaz?

Hem sonra biz “Millî” eğitimimiz sayesinde yıllarca[şimdilerde de bizim çocuklarımız] “misak-ı millî” sınırları içinde “renkli” ama dış tarafında “kimliksiz” ve gri bir haritayla beyin yıkama telkinine maruz kaldık? Çok değil seksen doksan sene önce, bize rağmen çizilmiş o zalim sınırların ötesindekileri “yabancı” ve üstelik “düşman” diye sürekli tanımlayan eğitimin “milli”si değil midir? Biz de uzunca bir süre, düşman deyince Yunanlı’yı, hain deyince Şam’da oturan Arab’ı akla getirmedik mi? Sırf sınırlarımız dışında diye her Rus’u ve Gürcü’yü öcü saymadık mı? Sınırlarımız içinde değil diye Bağdatlı, Filistin’li, Lübnan’lı kardeşlerimizin başına atılan bombalara kayıtsız kalmadık mı? Benim evimde ve isterim ki çocuklarımın sınıfında “sınırsız” bir harita olsun; sonradan koyulan “ulus-devlet” sınırlarının bizi fiziksel olarak engellemesine bir de zihinsel olarak engellenmemiz eklenmesin…

Bilmem anlatabiliyor muyum?

Az daha unutuyordum: Irkçılık ve Devletçilik başımızdaki en büyük belâ.. İkisi de din yerine din koymak için tasarlanmış.. İki siyasi partimiz var ki, birinin varlık sebebi ırkçılık, birininki devletçilik.. Şimdi bakın, bir zamanların “sağ” ve “sol”u olarak karşı uçlarda duranların, özünde nasıl da aynı tavrı paylaştıklarına…

Üstad Bediüzzaman Hazretleri yıllar yıllar önce, “ırkçılar ve halkçıların” birlikte koalisyon oluşturacağını haber vermişti.. Bakın, oldu bile…

Bugün ırkçılığa ve devletçiliğe karşı çıkmak, Efendimizin (asm) Veda Hutbesi’ne sahip çıkmanın en güncel ve kritik göstergesidir bana göre.. Veda Hutbesi’nin Türkçe mealinde şöyle yazar: “Arabın Arap olmayana üstünlüğü yoktur..” Biz Türkler de bunu pek güzel tekrarlarız. Çünkü bize batmaz. Çünkü onca yıldır beslediğimiz “Türklük gururumuz”u tehdit etmez.  Oysa, bu sözü Efendimiz (asm) Arapça olarak Araplara söylemişti. Şimdi biz de o hutbeyi bir Türk olarak Türklere şöyle söylesek mahkemelik oluruz, Türklüğe hakaretten içeri tıkılırız: “Türkün Türk olmayana üstünlüğü yoktur.” Ne garip ki, bizim bilinçaltımızda da “Bir Türk dünyaya bedel”dir, “Türkün Türkten başka dostu yoktur” yazar. Bu bilinçaltıyla, bu “bilinç”le, hiç şüphesiz hiçbirimiz Türklüğe hakaret maddesini ihlalden hesaba çekilmeyiz dünyada ama asıl hesap günü çekileceğimiz hesaptan yakamızı kurtaramayız. Avrupa’daki müslüman Türk kardeşlerimizin bir kısmının, ihtida ederek müslüman olmuş, iman bağıyla kardeşleri olmuş Alman’ı, Fransız’ı, İngiliz’i, Danimarkalısını vs. hâlâ “yabancı” saydıklarını hayretler içinde gözlemlemiştim. Umarım, bir gün bize de hidayet nasip olur…

Şimdi söyleyin bakalım, bizim sorunumuz “siyah-beyaz” ayrımımı mı?

 

… Bu konu ilginizi çekiyorsa…

… Bu makale ilginizi çektiyse…

Türk milliyetçiliği birleştirir mi yoksa parçalar mı?

 İllâ ki bir tutkal/çimento mu gerekiyor? Milliyetçilik tutkalı adil ve müreffeh bir düzene alternatif olabilir mi? Adaletin, hukukun hâkim olmadığı ortamlarda Türklerin kardeşliği ne işe yarar? Belki de Türk Milliyetçiliği diğer milliyetçilikler gibi yok olmaya mahkûm bir söylem. Çünkü var olmak için “ötekine” ihtiyacı var. Ötekileştireceği bir grup bulamazsa kendi içinden “zayıf” bir zümreyi günah keçisi olarak seçiyor. Kürtler, Hıristiyanlar, Eşcinseller, solcular…150 sayfalık bu kitapta Türk Milliyetçiliğini sorguluyoruz. Müslüman ve milliyetçi olunabilir mi? Türkiye’ye faydaları ve zararları nelerdir? Milliyetçiliğin geçmişi ve geleceği, siyasete, barışa, adalete etkisiyle. Buradan indirin. 

 

Türkiye bölünür mü?

“Bebek katili! Vatan haini!…” PKK terörünü lanetliyoruz ama devlet eliyle işlenen suçlara karşı daha bir toleranslıyız.  “Kürtler ve Türkler kardeştir” diyenlerin kaçı “sen benim kardeşimsin”  demeyi biliyor Zaza, Sorani, Kurmanci dillerinde? Ülkemizin terör sorunu ne PKK ne de Kürt kimliğiyle sınırlanamayacak kadar dallandı, budaklandı. Bazı temel soruları yeniden masaya yatırmak gerekiyor: (*) Kürtler ne istiyor? (*)  İspanya ve Kanada etnik ayrılıkçılıkla nasıl mücadele etti? (*) PKK ile mücadelede ne gibi hatalar yapıldı? (*) İslâm ne kadar birleştirici olabilir? Töre cinayetlerinden Kuzey Irak’a terörle ilgili bir çok konuyu ele aldığımız 267 sayfalık bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirin.

 

Türkiye’nin Ulus-Devlet Sorunu

Devlet gibi soğuk ve katı bir yapı bizimle olan ilişkisini hukuk yerine ırkımıza ya da inançlarımıza göre düzenleyebilir mi? GERÇEK hayatı son derecede dinamik ve renkli biz “insanların”. Birden fazla şehre, mahalleye, gruba, klübe, cemaate, etnik köke, şirkete, mesleğe, gelir grubuna ait olabiliriz ve bu aidiyet hayatımız boyunca değişebilir. Oysa devletimiz hâlâ başörtüsüyle uğraşıyor, kimi devlet memurları “ne mutlu Türk’üm” demeyenleri iç düşman ilân ediyor, Sünnî İslâm derslerini zorla herkese okutuyor… Bizim paramızla, bizim iyiliğimiz için(!) bize rağmen… Kürt sorunu, başörtüsü sorunu, Hıristiyan azınlıklar sorunu… Bizleri sadece “insan” olarak göremeyen devletimizin halkıyla bir sorunu var. Türkiye’nin “sorunlarının” kaynağı sakın ulus-devlet modeli olmasın? 80 sayfalık bu kitap Kurtuluş savaşı’ndan sonra Türkiye’ye giydirilmiş olan deli gömleğine işaret ediyor.  Ne mutlu “insanım” diyene! Kitabı buradan indirin.

Trackback URL

  1. 15 Yorum

  2. Yazan:Mustafa Akbaş Tarih: Eyl 29, 2011 | Reply

    Avrupa’daki müslüman Türk kardeşlerimizin bir kısmının, ihtida ederek müslüman olmuş, iman bağıyla kardeşleri olmuş Alman’ı, Fransız’ı, İngiliz’i, Danimarkalısını vs. hâlâ “yabancı” saydıklarını hayretler içinde gözlemlemiştim.

    Yazilani dogru anladiysam Müslüman Türklerin dagranisini anlayabiliyorum. Ihtida ederek Müslüman olmuslar cogu zaman eski köye yeni adet getirmek gibi davranislari var. Almanlarin önyargilarina alistik ama bide bunun yanina Alman müslümanlarin Islami benbilirim dayatmasina cogu Türk Müslümanin hic tahammülü yok.

  3. Yazan:ibrahim becer Tarih: Eyl 29, 2011 | Reply

    “ha bir de, gözbebeğimiz bu ülkede, bin beş yüzyıllık İslam medeniyetinin önde gelen mirasçısı olan Türkiye’mizde yaklaşık 100 yıldır, özellikle resmi ideolojinin dayatmasıyla, “Türk ırkı” üzerinden “ırkçılık” meşru sayılır; ama “Kürt ırkı” üzerinden aynı şeyi yapanlar terörist ya da PKK sempatizanı sayılır..”
    Yazar’ın gündemi takip etmemesi gibi bir büyük hataya düşmediği varsayımıyla şu hatırlatmayı yapalım: Kürtlüğüyle övünene terörist denilmiyor; bu konuda çıta, dört masum kadına 200 kurşun sıkmak gibi,tek kurşunda hem annesini hem de karnındaki bebeğini öldürmek gibi ya da öldürülen kocasına koşan kadına kurşun sıkmak gibi alçakça seviyelere çekildi. Bu saatten sonra da bu seviyeyi aşacak olan alçak ya Ebu Leheb ayarında biridir ve hakkında sûre indirilir,ya da Ebrehe’dir üzerine ebabil sürüsü gönderilir.
    “Nübüvvet sonlandı, bundan sonra dediklerin olmaz…”diyen dostlara da selâm olsun.Kopan kıyameti durdurmaya artık tek tarafın eteğinden döktüğü taşlar yeterli olmuyor. Karşı cenahtaki arkadaşların da şeytanı taşlamaları iktiza etmekte…

  4. Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Eyl 30, 2011 | Reply

    Bizim ırkçılığımız, türk-kürt eksenli de değil sadece, sünni-alevi eksenli, zengin-fakir eksenli olanları da var. Öyle renkler üzerinden ayırdedilebilecek kadar da görünür değil; örtülü, gizli, sinsi, hatta din kisvesine bürünmüş gibi.

    Aslında bu sözler, hadisenin, ırkçılık tanımında ifadesini bulan bu kelime/kavramın ötesinde -toplum olarak- çok daha derin ve karmaşık bir haleti ruhuye ile kuşatıldığımızı özetliyor. İkinci cümlede ise, tek tek bireyler olarak kapsama alanına girdiğimiz bu haleti ruhiyenin ruhlarımıza nasıl sızdığının “görünmezliğine” işaret edilmiş. Bu da doğru bir tespit. Irkçılık, veya ırkçılık olarak tanımlanabilecek psikolojik belirtiler, sadece görünebilen fiili eylemlerden teşekkül değildir. Bir histir.Duygudur. Dolayısıyla bu duygunun,”dışarıda”/ görünür olandan çok daha tahripkâr biçimde ve sinsice insan benliğini tutsak almış olduğu gerçeğiyle karşı karşıyayız. Tabi bu sızıntı, kılık değiştirerek ya da bir takım algılardan beslenerek yolculuğunu tamamlar. Daha anlaşılır bir ifadeyle bu sinsi duygunun damarlarımıza, hücrlerimize “yumuşak” bir biçimde yerleştiğini farkekmeksizin birtakım hazır, sipariş gerekçelerle ikna oluveririz.
    Bu bağlamda evet, bu illet türlü kisvelere bürünebilir. Ve bu kisveler insanı özünden kopararak yaşamın anlamından da uzaklaştırabilir. Ancak sadece “din kisvesi”yle sınırlı değildir. Din, burada, tıpkı diğer aidiyet biçimlerinde olduğu gibi kısmen kullanılmaya açık ama daha da önemlisi- belki de- idrak sorunundan kaynaklı bir estrümana dönüştürülmektedir.

    Bu bağlamda sayın yazarın inançlı bir dindar olması hasebiyle samimi bir özeleştiri öncelemiş olmasını anlıyor ve bunu saygıyla karşılıyorum. Lakin bana göre din kisvesine bürünen ötekileştirci hissiyat, diğer “kisvelerle” karşılaştırıldığında çok daha masum kalıyor. Bunun demokratı var, aydını var, insan haklarını savunma iddiasında olan “özgürlükçüsü” hümanisti var…Var da var. Kısacası kendine demokratların ve kendine demokrat olurken milliyetçiliğin en kaba versiyonu olan ırkçılığa savrulmaya teşne olanların sayısı “din istirmacılarından” çok daha fazla. Öyle ki, gittikçe yükselen ötekileştirme duvarları, ırkçılıktan en çok muzdarip olanları bugün yeni bir ırkçılığın eşiğine getirmiştir. Hak arama bahanesiyle insan kıyımını mübah gören zihniyeti kasdetmiyorum. Kamil insan olmanın kriteri, katillerin cinayetleri emsal gösterilerek elde edilemez. Onun için insanlara dışkı yediren, cesetleri panzer arkasında sürükleyen insanlıktan çıkmış vahşilere referans yapmayacağım gibi hamile kadınları katleden insanlık yoksunu hilkat garibelerini de ölçü alamıyorum. Hayır, halim selim, eline silah almamış “masum” görünümlü, ama burada üzerine yazı yazılan Türk ırkıçılığının beterini kendinden olmayan insanlara duyan “kendi” ırkçılarımdan yani Kürtler’den sözediyorum.

    Aslında yazıyı okurken ne kadar da tanıdık, ne kadar da benzer diye aklımdan geçirmiştim. Evet, bu his, bu coğrafyanın her bölgesinde karşılıklı hislerle beslenip her geçen daha da su verilmiş çelik misali şiddet ve nefret doğuruyor. Bu yakada görünen ne ise, diğer yakada olan da budur. Sanmayın ki Kürt hacı amcalar, namazında niyazında dini bütün insanlar… Türk kardeşlerine çok pozitif duygular besliyor! Aynı yansıma orada da var. Sakın ola “kız alıp vermede” hoşgörülü oldukları da sanılmasın. Zira bu her iki yanı keskin kılıç dokunduğu yerde derin yaralar açmıştır. Bu öyle bir yaradır ki, dindarlığı, müslümanlığı, demokratlığı kimselere bırakmayan “mazbut” görünümlü insanlarda dahi bir iz bırakmıştır. Kürt ya da Türk olmamızın bunda bir önemi yok. Adiyetimizin ya da inancımızın ne olduğunun da bir önemi yok. Gayrı o zehir bir kez derimizin altına işleyegörsün…Gayrı o ait olma duygusunun baştan çıkarıcı hazzıyla tanışsın ruhumuz! Yıdırım çarpması gibidir bu, o güçlü elektrik çarptı mıydı öldürmese de yarı felç eder insanı.
    İşte ırkçılık dediğimiz illet böyle bir şeydir:Türke, Kürde, Araba, Aceme bakmaz, kimlik sormaz, tercihe bakmaz!

    Bakmaz da, bu insanlık hali ruhlarımızı kasıp kavurken bile bunun ifade edilmesinden pek hoşlanmayız. Her nereye iat olduğumuza odaklanmışken hışımla benim dinim, benim ırkım, atam/soyum/sopum/milletim…Yapmaz modu başlar. Hışımla aklayıcı argümanlara sarılırız.

    Oysa unuttuğumuz bir gerçek var: Kabul etsek de etmesek de HEPİMİZ BİRBİRİMİZE BENZERİZ,ne eksik ne fazla.

  5. Yazan:Ekrem Senai Tarih: Eyl 30, 2011 | Reply

    Son olaylar müslüman zihnini çok tehlikeli bir dönemece getirdi. Hislerle hareket ediliyor. Ve en büyük tehlike Kürt-PKK’lı ayrımının giderek silikleşmesinde. Ne yazık ki Kürt olduğu için kızını, oğlunu evlendirmeyen; Kürt diye iş vermeyen adamların sayısı gittikçe artıyor.
    Evet gündem değişiyor ama MÜSLÜMANIN GÜNDEMİ DEĞİŞMİYOR. Müslümansan, adalet ölçüsüyle hareket etmek zorundasın. Bu yüzden Şubat ayında yazılmış bu muhteşem yazı bugün için daha fazla şey söylüyor. Çünkü kriz anları tehlikeli zamanlardır. Akl-ı selim rafa kalkar. Sanki part-time müslüman olmuşuz gibi, kolayca Firavun, Nemrud gömleğini giyiveririz. Bu tip yazıları tekrar tekrar okuyup kendimize çeki düzen vermemizde fayda var. Yoksa çok pişman olacağız hesap gününde.

  6. Yazan:Ekrem Senai Tarih: Eyl 30, 2011 | Reply

    Mustafa bey,

    İhtida etmiş Alman müslümanların eski köye hangi yeni adet getirdikleriyle ilgili örnek verebilir misiniz? Benim şahidim olduğum şu ki: Bizlerden çok daha samimi müslüman oluyorlar. İşimi geldiği zaman ayet, hadis, işime gelmediğinde gayet nefis durumuna girmiyorlar.

  7. Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Eki 1, 2011 | Reply

    Irkçılık sadece ülkemize mahsus bir olgu değil. Bizden beterleri de varmış.
    Roni Margulies ‘ten dinleyelim gerisinini ,bakın ne diyor?
    http://www.taraf.com.tr/roni-margulies/makale-turkleri-bicaktan-gecirelim.htm,

  8. Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Eki 1, 2011 | Reply

    Farklı düşünce ve inanç gruplarının ırkçılığa kolay angaje olma ihtimali elbette doğru teşhis edilmeli. Ayrıca insani zaafiyetlerden kaynaklı toplumsal algıların ırkçı nefreti yaymada ve körüklemede olumsuz bir faktör oluşturduğu da kuşku götürmez. Ancak ırkçı eğilimleri asıl besleyen ana damar, salt mensubiyet duygusun yol açtığı bir zihin yanılsamasından müteşekkil değildir. Bundan da önemlisi sosyoekonomik yapı ve bu yapının devamını sağlayan bürokratik yapı yani sosyal politikalardır.
    Margulies’in de işaret ettiği gibi ırkçı eğilimlerin şehir efsaneleriyle toplum arasında kabul görmesinin “resmi” İngiltere’de de, Bulgaristan’da da, ABD’de aynıdır. Yani işleyen tema aynıdır sadece özneler biraz yer değiştiriyor…Doğuştan işe yaramayan, yokedilmesi gereken parazit alt kültürlerin özne kitlesi Bulgaristan’da Türkler ve Romanlardır, İngiltere’de tüm doğu/müslüman kökenliler, ABD’de ise siyahlardır. Muhtemelen Türkiye’de de kaçak elektrik kullanan hırsız Kürtler başı çekiyordur. Ama ne hikmetse sırça köşklerinde ahlak ve kişilik dersi vermeye kendini adamış beyaz elitlerin, has ırk mensubu “yüksek ırkların”, tuzu kuruların; insanları hapsettikleri suç gettolarını kendi elleriyle kurdukları akıllarına hiç mi hiç gelmez. Ne de olsa kendilerinden aşağı gördükleri insanlar zaten doğuştan ya hırsızdırlar ya da suça eğilimli! Tek bildikleri bu.
    Eh ellerinde aslan gibi etkili medyaları oldukça ve ırkçılığı yaymayı kolaylaştıracak nefret dili de limitsiz olunca gerisini anlatmaya lüzum yok sanırım.

  9. Yazan:sevim Tarih: Eki 10, 2011 | Reply

    Yazar’ın gündemi takip etmemesi gibi bir büyük hataya düşmediği varsayımıyla…

    Yazı 10 Şubat 2010 tarihli, yani aradan tam bir sene geçmiş. Ayrıca, yazının yayımlanma tarihiyle ilgili bilgi koyu harflerle de ayrıca not edilmiş.

    Ha, PKK’nın sivil, kadın, çocuk ayrımı yapmadan terörü tırmandırdığı şu günlerde “resmi ideoloji mi eleştirilirmiş?” demeye getiriyorsanız bunu anlarım. İyi de, itirazınız buysa, bir sene önce kaleme alınmış bir yazı ile yaşamakta olduğumuz gündemi ilişkilendirmenize ne diyeceğiz? Dedim ya, şimdi sadece PKK terörünü konuşup tartışma zamanıdır diyorsanız, maruzatınızı site yöneticilerine iletmenizi tavsiye ederim.

  10. Yazan:travis bickle Tarih: Eki 10, 2011 | Reply

    Senai Hocam iyi niyetinizden şüphem olmamakla beraber bu konuyu sizle birebir müzakere etmek isterim.Zira çok temel bazı mevzuları yanlış anladığınızı düşünüyorum.Bu arada makaleden daha uzun yorum yazan arkadşalar gerçekten bunların okunacağını mı düşünüyorlar?

  11. Yazan:burak Tarih: Eki 10, 2011 | Reply

    Bu arada makaleden daha uzun yorum yazan arkadşalar gerçekten bunların okunacağını mı düşünüyorlar?

    Okunur veya okunmaz size ne?

  12. Yazan:deniz Tarih: Eki 11, 2011 | Reply

    Bir Kürt’e “Türk’üm” dedirtmek kadar hâtâlı bir iş olamaz herhalde. Bir Kürt nasıl Türk olabilir ki? Türk soyundan gelmeyenler nasıl Türk olur? Türk soyundan gelmeyenler neden Türküm desin ki? Bir Türk olarak en başta ben buna karşıyım.

    Yeni anayasada kesinlikle herkesi Türk kabûl eden ya da “Türk ıtlak eden” bir madde olmamalıdır. Türklerin dışındaki hiç kimse Türk adını kullanamamalıdır. Herkesin soyu, soyunun adı kendine, değil mi a dostlar?

  13. Yazan:sevim Tarih: Eki 12, 2011 | Reply

    @travis bickle,

    Siteye iştirak ettiğinizden beri sansür müfettişliği yapıyorsunuz. Bırakın yorumların yayımlanmaya değer olup olmadığını editörler karar versin. Yorumların uzunluğu kısalığı da sizi hiç mi hiç ilgilendirmiyor. Bir fikriniz varsa onu alalım, fikir öretemiyecekseniz öyle üzerinize vaife olmayan konular üzerinden ahkam kesmenin lüzumu yoktur. Burası bir fikir platformu, katılanlar görüşlerini belirtiyor ve bunun için kimse sizden izin almak zorunda değil.

  14. Yazan:travis bickle Tarih: Eki 12, 2011 | Reply

    Sevim hanım
    Doğrusu size uygun cevabı hiç de kendi fikirdaşlarınızda olmayan bir nezaketle-ki şu ana kadar yazdığım yorumlarda olduğu gibi- veririm.Lakin son derece hafif olduğunu düşündüğüm ve en ufak bir kabalık dahi içermeyen yorumlarımı bile yayınlamaktan reddettiğinize göre bunun da yayınlanmayacağı aşikardır.Size iki şık sunuyorum ya şu ana kadar yayınlanmayan 7’den fazla yorumumu yayınlayınız onlarda bir fikir suçu ya da nezaketsizlik olup olmadığına okuyucu karar versin ya da sadrınızdakini açık açık söyleyin eğer söylemezseniz ben söyleyeceğim.

  15. Yazan:EDiTÖR Tarih: Eki 12, 2011 | Reply

    @travis bickle,

    Engellenen yorumlariniz (genellikle) irkçiligi övüyor, kaba saba bir stilde ve kisilere satasma sistematik.

    hepimiz zaman zaman asiri fikirleri sert bir üslupla savunabiliriz. Ama bunu sürekli yaparsaniz nöbetçi editörler bikiyor ve sizi “istenmeyen” olarak isaretliyor. Sonra NE YAZARSANIZ YAZIN otomatik olarak engelleniyor. Editörler görmüyorlar bile.

    isterseniz bu günden baslayarak bir yenilik yapalim. (yapin) Eger okudugunuz kitaplardan bahseder, açarpici alintilar koyar, bizi bilgilendirir, farkli bakis açilari önerebilirseniz hiç bir yorumunuz engellenmeyecektir. Garanti veriyoruz.

    isterseniz nick degistirin, mail adresini ayni birakin, böylece “aramizda” anlasmis oluruz.

    Saygilar

  16. Yazan:travis bickle Tarih: Eki 12, 2011 | Reply

    Yorumlarımda ırkçılık yoktur.Bir kişinin ırkçı olabilmesi için mensub olduğu ırkı üstün tutması gerekir ki ben hangi ırka veya inanca dair olduğuma dair en ufak bir imada bulunmadım.Hidayet Tuksal gibi görece ünlü kimseler açıkça bir yorumcuya hakaret ederken onun yazdıklarınına lebbeyyyyk dercesine hemen yayınlayan siz editöre tekrar diyorum ki bütün engellenen yorumlarım yayınlansın.Buraya okuduğum kitaplarla bilgi satmaya gelmedim.Gerekirse ondan edindiğim bilgiler zaten görüşlerime yansır.Beni burada yazmaya iten şey bütün yorumlar bir fikir eseridir ibaresi oldu ve zannettim ki tek tip görüşlerin yayınlandığı bir blog değildir.Tabi ki yanıldığımızı gördük.Kürtçüler ve onlara payandalık etmeyi din zanneden radikal islamcılarla size iyi eğlenceler dilerim .Ben bu panayırda oynamam.Silikon vadiler sizinse köy ve şehir kahveleri benim.Çocuklarıma hangi hikayeyi anlatacağımı biliyorum.Kurduğunuz toplumsal mühendislik düşleri halkın kayasına çarptığı zaman göreceğiniz tepkide bizim ayak izlerimizi bulabilirsiniz.Bol şans.

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin