RSS Feed for This Post

Edebiyattan İnkılâba Mağaradakiler*’le Bir Bakış

Alper Gürkan

“Aylarca Raskonikov’u yaşadım. Sonya’yı sayıkladım aylarca. Kaç gece tefeci kadınla karşı karşıya geldik. Bakışları bir hayvanınkiler gibi soğuk ve manasızdı. Bir ölüyü öldürmüştü Raskolnikov, bir abesi yok etmişti.” (Syf.272)

 İlk defa yirmi iki yaşındayken okuduğum Suç ve Ceza’dan öylesine etkilenmiştim ki bitirir bitirmez soğuk duvarlara yaslanarak tekrar okumaya başlamıştım. Artık Raskolnikov’un ne yapacağını düşünmenin merakından sıyrılıp da kendimi yazarın yolun sağına soluna serptiği işaretlerine daha çok verebilecektim. İki günde okuyup yuttuğum iki cildin tesirinde üç gün geçirdim ve bu üç günde kimseyle konuşamadım.  Kıbrıs’ta gurbetteydim ve konuşacak kimsem de yoktu doğrusu…

Ertesi sene Gaziantep’te oldukça geveze bir kitaba, Mağaradakiler’e rastladım. Ama bu gevezelik baş ağrıtıcı anlamda olumsuz bir çenesi düşüklük değil;  batının, doğunun ve bu toprakların duymak istediğim, özlediğim, merak ettiğim konularını, hususlarını durmaksızın tartışan bir aydının tek taraflı konuşmasıydı. Uçsuz bucaksız bir derya olan Meriç’in okuru önce sarsan, kafasını çalkalayan, canını yakan sonra da yavaş yavaş önünü aydınlatıp düşüncesini ışıtan

bilincinin akışı…
Eğitim sisteminin kontrol altında tutmaya odaklandığı genç zihinler için zincirleri koparma ve aydınlanma olanaklarıyla dolu olan Mağaradakiler’in kâh serinletici, kâh öfkelendirici, kâh teselli edici satırlarına gömüldüğümde Raskolnikov’la aramdaki bağın -kimselerin bilmediği kan bağının- başka damarları olduğuna da şahit oldum. “Dosto’yu yani sonsuzu” (s.271) benim kadar sarsıcı bulanların arasında ilk keşfettiğim Cemil Meriç oldu bu yüzden…

“Dosto ve Ben” başlığı altında, Marx okumaları yüzünden onun uhrevi diline nasıl da yabancı kaldığını anlatır Meriç. Mistisizmden öylesine soğumuştur ki Beşir Fuadvari bir ilimciliğe, Zolacı gerçekliğe kaptırmıştır kendini. Bu soğuk ve akli bakışta onun ruhunun karanlığına ve derinliğine inemez. Delilerle uğraşan bir delidir ona göre Rus romancı. Bu yüzden Dostoyevsky düşkünlüğünü hasta bir sevginin belirtisi olarak görür.

Belki doğrudur da; en az Raskolnikov kadar Yeraltı adamı da, Prens Mişkin de, İvan Karamazov da, “öteki” de diğerleri de -belki gelmiş geçmişlerin en büyüğü olan – bu büyük yazarın yazarken yüz yıl öncesinden iç haritalarının incelediğini düşündürtür okura. Onun kâşifliğine tutkuyla bağlanmak pek sağlıklı bir tutum olmayacaktır. Bunu ileri taşıyan bazı Rusların “…eğer biri bana, İsa’nın gerçek olmadığını kanıtlarsa ve gerçeğin İsa’da olmadığı doğru bir olguysa, ben gerçeğin yanında değil, İsa’nın yanında olurum” diyen Dosto’yu ve Tolstoy’u peygamber mesabesinde değerlendirmeleri bir tesadüf değildir çünkü… Edebiyatın engin denizlerinde boğulmaktan korkarak yüzen Meriç’in de tutkusunun tesadüfî olmaması gibi.

Meriç’in kulaçları onu Avrupa’ya taşıdığında da şiirsel anlatımdan vazgeçmeyerek hakikati kurcalamaya devam eder ve bir yerde Hugo’ya, Sefiller’e, Jan Valjan’a rastlar:
* “Zavallı dostum! Büyüklere yalnız acılarınla mı benzeyeceksin? Düşünce dikenli bir taç. İsa’dan Gandhi’ye kadar Tanrı’ya nispeti olan her ulu Tanrı’nın hışmına uğradı. Tanrı’ya nispeti olmadan Tanrı’ların hışmına uğramak, hazin…” Syf.281.
Bu sözleri Jan Valjan’a mı, kendine mi, -bir ümit- okura mı söylediğini kestirmek güç…

Meriç’in solcularımızı ya da Kemalistlerimizi kızdıracak hükümleri gelir sonra üst üste…

* “Bence Türk şiiri Nazım’la biter. Avrupai düşünce Nazım’la başlar.” Syf.239

* “Batan imparatorluk… aydınla halkın el ele vererek kazandıkları zafer: Yunan’ın harim-i ismetimizden (girmesi yasak temiz yer: vatan) defedilişi. ‘Sonra yeni inkılâplar başladı. Halkla münevver kati olarak birbirlerinden ayrıldılar. Millete mal olmuş telakkiler ve inanışlar kak addedildi. Teşkilat-ı Esasiye kanunundaki değişikliklerle uğraşıldı. İsmi anayasa oldu ve bütün maddeleri yeni ‘tilcikler’e uyduruldu. Moğolca ‘tay’larla Şurayı devlet ‘Danıştay’, Muhasebat ‘Sayıştay’, Mahkeme-i Temyiz ‘Yargıtay’, Meclis ‘Kamutay’ yapıldı. Kurultaylar, Kamutaylar, Şarbaylar, Kamunaylar birbirini kovaladı… 1950’de yeniden 1924 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun lisanına dönüldü.’
Evet, bir tımarhane tutanağı değil, siyasi ve içtimai tarihimizden bir sayfa.”

* “27 Mayıs’tan alınacak der-i ibret: ‘Son elli senelik nizamın bütün zaaflarını ve kati olarak yürümediğini, yürümeyeceğini göstermesi.” Syf.260

Cezmi Ertuğrul: “Diller birlik ve saflıklarını kaybederek gelişir.” Syf.264.

* “Türk düşüncesinin en büyük düşmanı dildeki istikrarsızlık. Türkçe Tanzimat’a kadar sabit kurallara kavuşamamıştır. Kelimeler müphemdir, düşüncenin değil zevkin emrindedir. Herkesçe kabul edilen hiçbir kural yoktur.” Syf.265

“Arap harflerini müdafaaya yeltenen bir tek hoca çıkar: Yahudi Avram Galenti… hiçbir ülkenin eşine rastlamadığı bir vandalizme inkılâp adı verilir: Dil inkılabı.”syf.266.

* “Dilde inkılâp olmaz. İhtiyar tarih, dünyanın hiçbir ülkesinde böyle bir çılgınlığa şahit olmamıştır. Toplum geliştikçe dil de gelişir. Osmanlıca diye bir dil yoktur. Osmanlıca, Anadolu’ya yerleşen ve İslamiyet’i benimseyen Türklerin dilidir. Yani halis Türkçe’dir. Batı Türkçe’si.”  Syf.267.

* “Dünyanın iki büyük inkılâbı yani 1789 ile 1917. Ne kadar sınırlı, ne kadar korkakmış. Bütün müesseseleri yerle bir etmiş ama dile dokunmamış ikisi de.” Syf.269.

İnkılâp demişken; Meriç’in ihtilâller ve inkılâplar hakkındaki yorumlarına bu ülkenin yıllardır nasıl da aç bırakıldığını görmek de fayda var:

“Amerikan Devriminin iki hususiyeti vardır, a) Bir aydınlar kadrosu tarafından yönetilmemiştir. b) Bir sınıf hâkimiyetiyle sona ermemiştir. Yani bir sınıfın hareketinden çok milli bir hareket mahiyeti taşır.” (syf.133)

Burke: “İdareciler ihtiraslarını dizginlemeye alışkın, vazifelerini bilen seçkin bir zümre olmalıdırlar. Bir nevi tabii aristokrasi.”

Mallet du Pan:”Özü bakımından ihtilâl, iktidarın el değiştirmesidir.”

Taures:” Fransız Devrimi,  dolaylı olarak proletaryanın iktidara geçişini hazırlamış, sosyalizmin iki temel şartını hazırlamıştır: Demokrasi ve kapitalizm. Ama asıl hüviyeti, burjuva sınıfının iktidarını hazırlamış olmaktır.”

Lenin:”Devrim ekonomik düzeyde baş gösteren çelişkilerin yardımıyla politik düzeyde gerçekleşir.”

“İhtilal nitel, Reformsa nicel bir değişimdir. Birincisi bir atlayış ikincisi ise devam ediştir.”(syf.123)

“Révolution, (Türkçede) ilk kez Hançeri tarafından inkılâpla karşılanmıştır.” (syf.124)

“M.Kemal inkılâp kelimesini kullanır ama tarif ettiği inkılâp, ihtilâlden başka bir şey değildir. İnkılâp: Mevcut köhne müesseseleri zorla değiştirmek.” (syf.129)

“Kan ile yapılan inkılâplar daha muhkem olur… Paşaya göre…”kansız inkılâp ebedileştirilemez (Söylev.c.II 1923) (syf.129)

İnkılâp kelimesi yanlıştır (M.Esat) Bozkurt’a göre: “İhtilal bir şeyin esasından değiştirilerek yerine yepyenisinin konmasıdır… İnkılâp ise bir şeyin aslını muhafaza ederek başka bir kalıba girmesi, başka bir hale geçmesidir.” (syf.130)

Mahmut Esat Bozkurt: “Kurtuluş Savaşları olmasaydı bile hilafet ve onun gereği bütün kurumlar ekonomik, sosyal, siyasal bir ihtilâl unsuruyla yerle bir edilecekti. Nitekim Rus İhtilaliyle de Cihan Savaşının bir ilgisi yoktur, ihtilâlin sebebi ve etkeni kendisidir tesadüfî olaylar değil.” (Atatürk İhtilali. Syf-21. 1967)

Bozkurt’un tespiti derinlikli olarak incelenmeyi ve Cumhuriyet devrimlerinin (?) Kurtuluş Savaşı diye anılan süreçle alakası ciddi bir sorgulanmayı gerektiriyor hâlâ…

“Devrimin reformlarla yerine oturtulması güçlenmesidir. Kıyafet değişikliği vs. teferruatlara ait ıslahatı devrim diye adlandırmak yanlıştır… bir kelimeyle devrimler yoktur, devrim vardır.” (syf.141)

* “Ayaklanmalar… geri kalmış kavimlerde sık sık görülürler, katılanlar namuslu kimselerden çok ayaktakımıdır. İhtilâller ileri ülkelerde görülürle, daima çok ciddi sebepler ve yüksek idealler uğruna yapılırlar. İhtilal düşünen sınıfların esridir” (syf.156)

“Suavi de bütün psikopatlar gibi kendi kendine hayrandı” (syf.159)

Tanpınar, Suavi için der ki: “… bir megaloman, bir ‘persecute maniaque’tır (Herkesi kendine düşman addetme hastalığı). İyi ama entelektüelin başka bir tarifi var mı?”

“Herhangi bir davayı müdafaa eden, felsefi bir sorumluluk yüklenir, cezai bir sorumluluk değil.” (syf.163)

Kitabı okuduğum dönemde bunu DGM savcılarına tavsiye eden bir not almışım. Ne acı ki DGM’lerin yerini Özel Yetkili Mahkemeler aldı, evvelce de İstiklal Mahkemeleri vardı…

Garraud:”Düşüncenin hakları toplumun korunmasından önce gelir çünkü fikirler arasındaki çarpışma ve çatışma ilerlemenin vazgeçilmez şartıdır.”

“Sosyalizm kurulu düzen eleştirisi, anarşizm sosyalizmin de eleştirisidir, yani eleştirinin eleştirisidir.” (syf.165)

* “Roussau’nun tabiatta iyi ve hür insan inancından yola çıkan anarşizm tarih içinde üç akıma ayrılır: Hıristiyan anarşizmi Tolstoy öncülüğünde Çarlık Rusya’sında gelişir, ferdiyetçi anarşizmin piri Maks Stirner, komünist anarşizm, Proudhon amaçlarını açıkça belirttiği için bugün de en büyük nazariyecisidir.” (syf.167)

* “Anarşist kredo otoriteye karşı gelenleri büyülese de, doktrinin bütünüyle karşılaştıktan sonra pek az kimse bağlı kalabilir anarşizme.” (syf.169)

(Anarşizm için) “…devlet adaletsizliğin, baskının, tekelin somutlaşmasından başka ne?”(syf.170)

* “Anarşi düzenin kendisidir!”

* “Stirner’e göre demokrasi bir aldatmacadır… halk temsilcilerini seçtiği için hürdür diyorlar, bu öküzün istediği kasabı seçmesi gibi bir şeydir.”

* “İktidarını devretmek onu kaybetmektir.” (syf.175)

* “İslamiyet, ilmi beşikten mezara kadar arayın diyor ama bu emr-i celil (ulu emir) unutulmuş. Kanaati, bir lokmayla bir hırka tekerlemesine irca etmişiz.” (syf.194)

* “Hürriyet fetihtir, başkalarından dilenilmez.”syf.197.

* “Vatandaşların bütününe ait olmayan hürriyet, hürriyet değil imtiyazdır” (syf.202)
Hürriyet-imtiyaz çatışması… Sıradan, alelâdeymiş gibi duran güzel bir yaklaşım. Evet, basit. Bunun da farkındayım ama burada sözü ben doğrudan demokrasiye getirmek niyetindeyim, yani bildiğimiz ve yaşadığımız anlamda demokrasinin insanı ne kadar özgürleştirebileceğine. Bunu yaparken kastım monarşik rejimlerin demokratik rejimlerden iyi olduğunu falan savunmak değil aksine ulaşılmış bir zirve yaşam biçiminde daha ileriyi görme amacıyla yükselmeye çalışmaktır o kadar.

Demokrasi öncelikle yığınlar için bir özgürleşme sürecidir. Bu özgürleşme liberal anlamdaki her tohumun kendi dallarına ayrılması biçiminde değil; bir başkasının veya toplumun sınırsız olabilecek hak ve özgürlüklerini kısıtlamadan veya sakatlamadan yaşanacak bir özgürlüktür. Mesela Türkiye’de özgürleşme ve demokrasi süreçlerinin durumu için Kürtlerin şartlarına bir göz atmak yeterlidir.

Bana kalırsa demokrasinin denenmiş ve uygulanmış tüm disiplinlerden üstün tarafı budur. Ancak günümüz demokrasilerinin eksik kalan tarafı ekonomi-politik açıdan tutarsızlıklarıdır. Çünkü demokratikleşmiş bir sistemin liberal-ekonomik bir rejimle bütünleşmesi ne yazık ki zorunluluk taşıyor gibi görünse de çok ciddi sosyo-ekonomik sorunlara yol açmakta ve insanın insan olarak varlık şeklini zora sokmaktadır. Öyleyse toplumun bu başkalaşma/evrime (ya da gerici hayvani, vahşi evrime diyelim) uğramaması için sosyal yapının temeli olan ekonomik ilişkilerini çok iyi dengelemesi ve demokrasinin soyut (üstyapısal) etkisinin yanında somut (altyapısal) etkisinin de oluşturulması gerekir.

Dün bir sınıfın diğerinin toprak ağalığını yok etmesi ne kadar meşruuysa, birilerinin de başka birilerine ait endüstriyel ağalığını yıkmak o kadar meşrudur. Aksi takdirde yazdığın “hiçbir zümre veya sınıfa imtiyaz yoktur” lafı anayasanda şirin bir inci olarak kalacaktır. Neyse sözüm belki sosyalizm savunması gibi gelebilir, kısmen de öyledir ama temelde sosyalizmin de savunulacak pek bir tarafı yoktur.  Bunu da ilerde yazacağım elbette. Son olarak buradaki taarruz minvali liberal düşünce sistemine doğru değil, liberal ekonomik düşünceyedir. Ne kadar ayrışabilirse tabi…

*”Hıristiyan dünya görüşü: Hıristiyanlık kölelerin isyan çığlığıydı, adalete susamış insanların çığlığı. Kilise, ezilenler adına konuşuyordu. Sonra Sezar’ın emrine girdi. Yığınları uyuşturmak, ayaklanmaları önlemek, imtiyazları meşrulaştırmak için yalan söyletti Tanrı’ya. O cihanşümul din ortaçağda bir avuç derebeyinin fetvacısıdır.  Bir dünya görüşünden çok, miskin bir ideoloji: Varlıklar, ameller, değerler, biçim ve kişiler, değişmez bir mertebeler dizisi içinde donduruldu. Zirvede Tanrı, sonra Sezar, sonra kilise. İlmin tarihi, zeka ile kilisenin çatışması tarihi.
Burjuva dünya görüşü: İncil, barbar Avrupa’nın kanlı dişlerini, yırtıcı tırnaklarını sökemez. Eski köleler toprak kölesidir şimdi, sonra üçüncü sınıf olurlar: Çalışan, vergi veren adsız ve haysiyetsiz kalabalık. Sınıftan çok yamalı bohça. İktisaden gelişen bu sınıf, ezilen insanlığın, ezeli aklın, cihanşümul adaletin sözcüsüdür. Şatoyu yıkmak için kiliseyi de devirmek zorunda. Reform, Rönesans, Aydınlıklar çağı. Büyük kavganın belli başlı durakları. Nihayet devrim… İnsanlık tarihi 1789’a kadar bir sınıf kavgası tarihidir. Yeni bir çağ açılmıştır 89’la. Sınıf yoktur artık, milletler, daha doğrusu insanlık vardır. İnsan ve vatandaş hakları beyannamesine göre,’insanlar hür ve hakça eşit doğarlar.’ Kendi çıkarlarının insanlığın çıkarları olduğuna inanan üçüncü sınıf, dünya görüşünü parça parça kurar. Liberalizm veya ferdiyetçilik yüzyıllarının eseri ve üç sütun üstünde yükselir: Hürriyet, akıl, fert devrimden sonra üçüncü sınıf parçalanır. Burjuvazi kavga arkadaşlarını ziyafet sofrasından kovar. Servet de, bilgi de onun tekelindedir. İnsanlar eşittirler, doğru ama kanun karşısında. Kanunu yapan burjuvazidir. Yeni sınıf bir yandan eski imtiyazlılarla savaşmak bir yandan yoksul yığınların uyanmasını önlemek zorundadır. Vaatler kâğıt üzerinde kalmış, sınıflar ortadan kalkmamıştır. Soyluların yerini burjuvazi, burjuvazinin yerini proletarya almıştır, insanın insanla savaşı daha kıyıcılaşmıştır. Bir kelimeyle liberalizmin göklere çıkardığı hürriyet, hür bir kümeste hür bir tilki hürriyeti…Ne var ki burjuvazi şatoyu devirirken kiliseyi de yıkmıştı.  Kitleler,  Rabb’in  melekütu  ile  oyalanamazdı  artık.
Sömürü nasıl gizlenecekti? Filozoflar yetişti imdada. Onlar da -rahipler gibi- çelişkileri gizlemeye, iç ve dış talanı kutsallaştırmaya çalıştı. Dünyaca geçerli bir hakikat diye sunulan liberalizm bir sınıf yalanına, yani bir ideolojiye dönüştü.
Sosyalist dünya görüşü: Hıristiyanlık eski çağların kölelik düzenlerine kıyasla bir ilerleyişti; insanlar Tanrı önünde eşittiler. On yedinci yüz yıl bir adım daha atarak insanların akıl karşısında eşitliğini haykırdı. 1789 Devrimi siyasi eşitliği gerçekleştirdi. Fethedilmeyen tek eşitlik kalmıştı: İktisadi eşitlik.Sosyalizm bencil ve maddeci bir dünyada, bir ıstırap çığlığı, bir fetih rüyası… Adaletsizlikler ortadan kalkacak, eşek arılarının yerini bal arıları alacaktır.
Her üç ideolojinin ortak yönü: Toplumdaki çelişkileri belirtmek ve onları ortadan kaldıracağını ileri sürmek. Başka bir deyişle, Batıdaki dünya görüşleri arasında bir kopuş yoktur. Her yeni sınıf eski hâkim sınıfın ideolojisinden yararlanır. Sosyalizmin iyi yürekli kâhinleri de insanlığa rahiplerin ve filozofların müjdesini tekrarlar: Yeni devrim bütün imtiyazların ölüm çanı olacak.” Syf.226-227

* “Biz de ne sanayi vardı ne burjuvazi. Avrupa’nın ‘Batılaşınız’ teklifi tek anlam taşıyordu: ‘Kapitalizme teslim olunuz!”syf.229

* “Harf devrimi kütüphanelerimizi dilsizleştirmişti. Tek parti çelik bir korse giydirmişti şuura.”

*” (Marksizm ile)…ilk defa batılılaşıyorduk. Marks, bütün eserleri dilimize çevrilen ilk ve son Batılı yazar.” Syf.230

“… Türk insanı papağan Batıcılıktan gerçek Batıcılığa Marksizm sayesinde geçebilmiştir. Descartes’ın XVII’nci yy.da Avrupa’da başlattığı düşünce devrimine benzer bir düşünce devrimi yaratmıştır biz de Marksizm.” Syf.232

Şahsi kanaatim şudur ki Batılılaşma (burada benim kastım düşünce olarak Batıyı anlama yani rasyonalist- analizci düşünce tarzına sahip olma çabalarının tamamı) devrim (inkılâp) zırvalarıyla değil sosyalist düşünceyle geldi…

Bu “cumhuriyet”in sol düşmanlığının, CHP’nin soldaki Truva atı rolünün bir işareti…

 

… Bu makale ilginizi çektiyse…

 

 Kitap Tanıtan Kitap (1)

Kitap okumak… Jean Paul Sartre, Nazan Bekiroğlu, Toshihiko Izutsu, Henri Bergson, Mustafa Kutlu, Dostoyevski, Elif Şafak, Clausewitz, Sadık Yalsızuçanlar, Alber Camus ile sohbet etmek… Suyun resmine bakmakla yetinmeyen, su içmek isteyenler için var kitaplar. Mesnevî var, El-Munkızü Min-ad-dalâl, Kitab Keşf al Mânâ, Er-Risâletü’t-tevhîd var.  Elinizdeki bu kitap Derin Düşünce yazarlarının seçtiği kitapların tanıtımlarını içeriyor. Bizdeki yansımalarını, eserlerin ve yazarların bıraktığı izleri. Farklı konularda 44 kitap, 170 sayfa. Zaman’a ayıracak vakti olanlar için… Buradan indirebilirsiniz.

 

Sanat karanlıkta çakılmış bir kibrittir…

 ”…Neden bir natürmorta iştahla bakmıyoruz? Tersine ressam “yiyecek-gıda” elmayı silmiş, elmanın elmalığı ortaya çıkmış. Gerçek bir elmaya bakarken göremeyeceğimiz bir şeyi gösteriyor bize sanatçı. İlk harfi büyük yazılmak üzere Elma’yı keşfediyoruz bütün orjinalliği, tekilliği ile…” 

Bu kitapta Derin Düşünce yazarları sanatı ve sanat eserlerini sorguluyor. Toplumdaki yeri, siyasî, etik ve felsefî yönüyle… Denemelerin yanı sıra son dönemde öne çıkan, ekranları, kitap raflarını dolduran eserlere (veya ürünlere?) dair eleştiriler de bulacaksınız. Buradan indirin.

Baudolino (Umberto Eco)  Suzan Başarslan

Yazınsal bir yapıt, “basit bir obje değil, çok yönlü anlam ve ilişkilerle tabakalaşmış bir niteliğin çok yönlü organizasyonudur.”* Bu organizasyonun incelemesi de kendisi kadar zor bir organizasyonu gerektirir ki, bu yüzden bir yapıtın incelemesi adına günümüze değin, birçok kuram ve inceleme yöntemi geliştirilmiştir. Bu makalede Umberto Eco’nun yazdığı Baudolino adlı romanın incelemesi Gerard Genette’nin “Yapısal Metin İnceleme” yöntemine göre yapılacak ve yapıt, üç düzlemde incelenecektir. Bakış açısı, anlatıcı türü, ana düşünce, eserin yazılış tekniği, dil… gibi sorunlara da değinilecektir. İncelemede Şemsa Gezgin tarafından İtalyancadan Türkçeye 2003′te çevrilen Baudolino esas alınacak, tespit ve yorumlar çeviri yapıttan yola çıkılarak belirlenecek ve ifade edilecektir.  İncelemeyi kitap halinde indirmek için buraya tıklayın

Derin Göz

 Sanat’a bakmak için çeşitli yapıtlardan, ressamlardan istifade ettik: Cézanne, Degas, Morisot,  Monet, Pissarro, Sisley, Renoir, Guillaumin, Manet, Caillebotte, Edward Hopper, William Turner,Francisco Goya, Paul Delaroche, Rogier van der Weyden, Andrea Mantegna , Cornelis Escher , William Degouve de Nuncques.

Peki ya baktığımızı görmek, gördüğümüzü anlamak? Güzel’i sorgulamak için çağ ve coğrafya ayırmadık, aklımızı uyaracak hikmetli sözlere açtık kapımızı: Mevlânâ Hazretleri, Gazalî Hazretleri, Lao-Tzû, Albert Camus, Guy de Maupassant, Seneca,  Kant, Hegel, Eflatun, Plotinus, Bergson, Maslow, …

Trackback URL

  1. 1 Yorum

  2. Yazan:suzannur Tarih: Tem 7, 2011 | Reply

    “Hristiyan Sosyalizmi rahibin aristokratın kinini kutsayan kutsal suyundan başka bir şey değildir.” [Komünist Manifesto] Aslında bu cümle özetidir Avrupa entelijensiyasının ve fikirlerinin. Avrupa aydınının Aşil topuğu Hristiyan ilahiyatıdır ve onu aşmak için yıkım şarttır. Kaçınılmaz bir yıkım. Olimpus dağında oturan tanrılar da dünyaya ve insana karışıyorlardı, Ortaçağ’da da. Yıkım kaçınılmazdı. Bu yıkımın en büyük hatası şu: İnsan’a odaklı yaratım:fikir, din, görüş, Tanrı… Bu Descartes’te de aynı, Sartre’da da, Spinoza’da da. Tüm bu çıkmazın sonucu ise, kendimize uyarlamaya çalıştığımız biryığın izm, görüş, akım.Avrupa’da dinin yapamadığını felsefe yaptı. Meriç çoğu noktada haklı, özellikle de “Soyluların yerini burjuvazi, burjuvazinin yerini proletarya almıştır, insanın insanla savaşı daha kıyıcılaşmıştır. “derken.Son iki yüzyıla bakmak yeterli ne dediğini anlamak için. Daha konformist bir hayat için kıyımın normalleştiği, çirkinliklere, haksızlıklara sessiz kalınan bir dünya.

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin