RSS Feed for This Post

Dindarların Laiklerle İmtihanı

Batı özelinde laiklik, Kilise’nin dini kullanarak, insanlara yaptığı zulüm, haksızlık ve baskıya haklı bir tepki olarak ortaya çıkar. Bu noktadan baktığımızda Batılı insanın kendini kurtarmak adına laikliğin temellerini atması oldukça anlaşılabilir bir durum. Ancak Türkiye’de laikliğin serüvenine baktığımızda durum aynı değil…

  Türkiye’deki laikliğe gerekçe olarak gösterilen, klişeleşmiş “şeriat-din tehlikesi” ve laikliğin taraftar edinebilmesi için yaratılan suni gerekçeler; laiklik uygulanırken tercih edilen jakoben yöntem, baskı ve dayatma göz önünde bulundurulduğunda; Batı’da Kilise’nin baskısını gören birey, Türkiye’de ise laikliğin baskısını gören ve altında ezilen dindar kesimdir. Bu tavır sonucunda, belirlenen “ideal insan” prototipine uymayan dindarların, tercih ettiği yaşamı yaşamasını engellenir, dindarlar düşünemeyen varlıklar olarak tanımlanır… Ve hatta dindarları yorumlarken toptancılık ve zihin okuyuculuğu yapılmasında bir beis görülmez.

  Dindarların imtihanlarına son örnekler Gündüz Vassaf ve Balçiçek İlter… Vassaf’ın Türk-İslam sentezi, Bach, Metallica başlıklı yazısını ve İlter’in, Başlarındaki bezi savundunuz diye size kimse sahip çıkmaz!” başlıklı yazısını okuduktan sonra iki kalemin de eleştiri yaparken dindar kesimi, başörtülü kadınları merkeze alıp, tepeden bakan bir üslup ile hakir görüşüne şahit olmak mümkün. Üsluplardaki “Sen ne bilirsin?” edasını görmek mümkün.

 Balçiçek İlter yazısında, kendisinin lütfederek defalarca başörtüsüne destek vermesi karşısında, bir konferans sırasında kendisini “bir” başörtülü eleştirdiği için, münferit bir örnekten yola çıkarak, tüm başörtülüleri genellediği, zihin okuduğu ve dahi Murat Belge’nin insani bir beklentisinin sarkastik bir üslupla eleştirişi var ki, takdire şayan! Gündüz Vassaf’ın bu sanattan anlamayan, konsere gitmeyen başörtülüleri bir tasvir edişi var ki, dikkate değer! Tüm bunları okurken acaba “ölçemeyen, tartamayan, yorumlayamayan, ayıramayan” kim diye soruyorsunuz? Dindarları, başörtülüleri yeren ve hakir gören,  toptancı üsluplarla imtihanının ne zaman biteceğini merak ediyorsunuz.

  Bir entelektüel(?) ve bir gazeteci(?) düşünün, kusurlu parametreler ile(konsere gidip, gitmeme durumu) başörtülüleri, entelektüel metraja vuran. Bir gazeteci, bir entelektüel düşünün, münferit bir örnekten yola çıkarak, dindarları, başörtülü kadınları, toptancılık yaparak eleştiren… Maalesef durum bu iken, biat kültüründen beslenen, düşünemeyen ilan edilenler dindarlar ve başörtülüler olsun?

  Geleneksel Türk tipi laiklerin, dindarları ve başörtülüleri “yok etme” idealleri gerçekleşmeyince “yok sayma” niyetiyle “düşünebilme yetisinden yoksun” ilan etme tavrına biat edenler, “biat kültürü” başlığı altında “düşünemez” ilan ettikleri dindarlardan çok daha gerçek bir şekilde “düşünemez” olduklarını kalemlerine sirayet eden vasatlıkla ispatlıyorlar. Bunu yaparken aslında dindarları ve başörtülüleri “yok etme” niyetindeki, muhatabını “var” olarak kabul etme durumundan daha vahim bir şey yapıp, “yok sayma, düşünemeyen ilan etme” gibi bir tavır benimsiyorlar. Dindarların imtihanlarının bitmesine izin vermiyorlar.

  Geleneksel Türk tipi laiklere biat eden, onlara öykünen ve onların kaynağından beslenen, İlter ve Vassaf’ın kusurlu parametreleri ise dindarların notundan çok kendilerinin zayıf notlarını ortaya koyuyor.

  Balçiçek İlter’e yeni bir düşünme biçimi, bir bakış açısı edinebilmesi için kitaplığımdaki Zygmunt Bauman‘ın kitaplarını gönderebilirim. Başörtülülere dair kusurlu önyargılarını kırmak için yazılarımdan birkaçını okumasını tavsiye ederim. Vassaf’a ise Bach külliyatımdan içerisinden bir albüm hediye etmek isterim. Yolu Samsun’a düşerse operaya davet etmek isterim. Böylelikle tüm sorunlar hallolmuş olur(!) zira Balçiçek İlter, tekil örneklerden, genelleme yapabilen bir gazeteci. Gündüz Vassaf ise sanata aşinalığın bir üst mertebe olacağına inanan bir kalem. Belki bu şekilde, dindarlar da, başörtülüler de ve hatta ben de imtihanın biteceğine dair bir ümit edinebilirim, diyeceğim ama zor… Zira Vassaf ve İlter’in beslendiği kaynak, taşıdıkları “biat kültürü” onların “başka bir dünyanın” mümkün olacağına dair inançlarını çoktan yıkmış. Gerçi bir başörtülü dindar olarak, “ben ne anlarım ki?”

 … Bu konu ilginizi çekiyorsa…

 

Kadın hakları ve Kemalizm

 “Kemalizm Türk kadınına özgürlük verdi” gibi sloganlarla düşünmeye daha doğrusu ezberlemeye itildiği için sık sık  şaşırmaya mahkûm bir kuşak bizimki. Tarihi, belgeleri, siyasî söylemleri ve sloganları aklın imtihanına tabi tutan herkes hayretler içinde kalıyor. “İyi de biz bunu bunca sene nasıl yuttuk?” diye sormaktan alamıyoruz kendimizi.  Kemalist düşüncenin, çağdaşlığın ve Atatürk devrimlerinin yılmaz bekçisi “çağdaş Türk kadını’nın sesi” Cumhuriyet Gazetesi’nin başyazarı olan Yunus Nadi kadınların siyasete atılmasına nasıl tepki vermiş meselâ?  “Havva’nın kızları, Meclis’e girip yılın manto modasını tartışacak”  Kadınlar Halk Fırkası kapatılınca yerine Türk Kadınlar Birliği kurulmuş. O da kapatılınca Cumhuriyet Gazetesi’nde şu başlık atılmış:  “Türk Kadınlar Birliği kapatıldı, fesat çıkaran hatun kişilere haddi bildirildi.” Derin Düşünce Fikir Platformu yakasını resmî tarihten kurtarmak isteyen okurlarına ezber bozan bir kitap öneriyor : Kadın hakları ve Kemalizm ilişkisine alternatif bir bakış

 

 Gazetecilik Neden Dibe Vurdu?

Gazeteciler bizi bilgilendiriyor mu yoksa aldatıyor mu?  Gazetecilik galiba dürüstçe yapılmasına imkân olmayan bir meslek. Çünkü birbirine zıt işlerin aynı anda icra edilmeleri gerekiyor: Habercilik, savcılık, komiklik, amigoluk…  Gazeteci kendisine bilgi verebilecek herkesle iyi geçinmek için biraz politik davranmak daha doğrusu yalan söylemek zorunda. Ama aynı zamanda ondan gözü kara bir savcı gibi olayların üzerine gitmesi, iyi bir hâkim gibi dürüst olması da bekleniyor. Bir bilim adamı gibi konuları derinlemesine irdelemesi ama sıkıcı olmadan toplumun her kesimini eğlendirebilmesi… Gazetecilerden halkı aydınlatmaları isteniyor ama aynı zamanda da halka benzemeleri. Yoksa gazeteleri satılmıyor, TV kanalları izlenmiyor. Bu koşullarda “gazeteci gibi” gazetecilik yapılabilir mi? Derin Düşünce yazarları sorguluyor…

Buradan indirebilirsiniz.

 Alaturka Laiklik: “Beni bir bir sen anladın, sen de yanlış anladın!”

Türkiye Cumhuriyeti’nde Alevîlere zorla Sünnî İslâm öğretilirken Sünnîlerin başörtüsü devlet dairelerinde yasak. Türk Ordusu’nun istihbaratı camileri ve namaz kılanları fişliyor. Hristiyan Ermenilerin ne kiliseleri, ne yetimhaneleri ne de cemaat lideri seçimleri özgürce yapılamıyor. Rumların ruhban okulları özgür değil. Yahudiler diğer gayrı Müslimler gibi askerde ayrımcılığa uğruyor. Ateistlerin kitapları, internet siteleri yasaklanabiliyor, kapatılabiliyor. Gayrı Müslimlerin alın teriyle biriktirdikleri vakıf malları 1970′lerde gasp edildi, hâlâ geri verilmiyor. Sahi Laiklik neye yarıyor? Bu kitap son yıllarda Türkiye’nin gündemine gelen, birbirinden ayrı gibi duran ama çekirdeğinde Yobaz Laiklik Meselesini barındıran konuları ele alıyor.Buradan indirebilirsiniz.

Trackback URL

  1. 22 Yorum

  2. Yazan:1234 Tarih: Tem 6, 2011 | Reply

    Laiklik konusunu niye kadın erkek eşitliği üzerinden almıyorsunuz. Laiklik tanzimatla başlayan müslüm-gayrimüslüm eşitiliğinin devamı değil mi? Burdan bakınca eşitlikçi bir toplum istemek suç mu? Hâlâ hiyerarşik dindar bakışın sıkıntılarını Sivaslarda yaşamıyor muyuz?

    Balçiçek hn’a kızmışsınız ama geçenlerde bir akvaryum, açılışını yapmaya geleni dinlemeye gelen partililerce talan edildi. Bir sürü gariplik yaşandı. Sonra göbeğini kaşıyan adam diyenlere kızıyorsunuz ama bunlarında önüne geçin bir zahmet. Bu tarz olaylar bir algı ve genelleme oluşturuyor, demedi demeyin.

  3. Yazan:Orhan Kınık Tarih: Tem 6, 2011 | Reply

    Kendinizi ispatlamak gibi bir zorunluluğunuz olmamalı.Bu kompleksten Müslumanların sıyrılması lazım. Hem operaya gitmek çok matah bir şey olmasa gerek.Özgüvensizlik var yazınızda.Refaransınız Bach olmamalıydı.VARSIN ONLAR NE DÜŞÜNÜRSE DÜŞÜNSÜN.

  4. Yazan:MY Tarih: Tem 7, 2011 | Reply

    “Sonra göbeğini kaşıyan adam diyenlere kızıyorsunuz ama bunlarında önüne geçin bir zahmet. Bu tarz olaylar bir algı ve genelleme oluşturuyor”(1234)

    kanaatimce genelleme yapan suçludur, genelleme kurbani olan degil.

    Kadinlar, zenciler, escinseller, isçiler, Hristiyanlar veya Müslümanlar elbette irkçiliga, ayrimciliga ve türlü genellemelere hedef oldugunda ne YAPMAK GEREK?

    a) Genelleme yapana “bu haksizlik” diyecek medenî cesareti göstermek,
    b) Tanik oldugunuz haksizlik karsisinda susup sonra “bu Müslümanlar da biraz kendilerine çekin düzen versin caniiim” diye millete sitem etmek.

    Biz 25 milyon “göbek kasiyan” her gece bir yerde toplanmiyoruz ki birbirimize türlü tenbihlerde bulunalim. Esas olan sizin irkçi vb sözler duydugunuzda medenî tepki vererek insanlari iyilige sevk etmeniz.

    Selam ve dua ile

  5. Yazan:parrhes Tarih: Tem 7, 2011 | Reply

    Sosyal kabul veya birilerinin tahammül edilebilirlik sınırında kalabilmek için “entelektüel girişimsellik” gerekli mi?
    Kanaatimce bu sorudan yola çıkarak bir yazı kaleme alınabilecek kadar büyük bir HAYIR..

    Ve Orhan beyin dediği gibi Bach dinlemek zorunda değiliz, Sufi müziği ile Bach’in götürdüğü alemlerden daha alalarına gitmek mümkün.. Zaten Bach’e de sorsanız amacım dinleyicileri bir an olsun dünyanın kalıplarından kurtarmaktı diyecekmiş gibime geliyor..

  6. Yazan:1234 Tarih: Tem 7, 2011 | Reply

    MY ye

    Kimse mükemmel değil, kimseden mükemmellikte beklemiyoruz. Eliniz kalem tutuyor. En azından yeni açılan mağazalara yağmalanır tarzda ilgi gösterilmesine “bu yalıştır kardeşler, yapmayalım” diye yazsanız yeter. Yavaş yavaş düzelecek, birgünde birisi yazdı diye düzelmiyecek. Birileri yazacak ortak bir düşünce oluşacak zamanla oturacak.

  7. Yazan:Orhan Kınık Tarih: Tem 7, 2011 | Reply

    Gerek satışlarda gerekse yapılan anketlerde klasik batı müziği dinleyicisi %1 civarında görünüyor. Klasik Batı müziği temelde kilise müziğidir zamanla kıta Avrupasının Burjuva müziği şeklinde tezahür etmiştir.Batı müziği bizde resmi ideolojinin dayatması şeklinde dönüşürcü bir ailah olarak kullanılmıştır.Ve tutmamıştır. Tutması için Batı tipi Burjuva sınıfının oluşması gerekiyordu. ”Bayburt Bayburt olalı bu kadar zulüm görmedi” ifadesi de bu dayatmadan neşet etmiştir. Sonuç olarak biz de Vassaf gibi oryantalistleri sufi müziği dinlerken göremiyoruz. Neşet Ertaş konserleirnde göremiyoruz.Kültürel zenginliğin ölçüsü Batı kültürünü özümsemekten geçmiyor. İmam Hatip’e giderken ”İmam,ölü yıkayıcısı” diyerek bizleri komplekse sokanlara ne kadar modern olduğumuzu ispatlamak için kompleks yapardık.Çocukluk hastalığı işte. Bu hastalıktan kurtulmamız gerekir.Köklerimizde var olan zengin kültürel mirası özümsemek dahi çok şey kazandıracaktır bize.

  8. Yazan:parrhes Tarih: Tem 7, 2011 | Reply

    yeni açılan mağazaları yağmalayanlar “göbeklerini kaşıyan adamlar” mıymış??!!
    ah şu kaşıntısı olan göbekliler…

  9. Yazan:1234 Tarih: Tem 7, 2011 | Reply

    MY ye

    Genellermelerden şikayetçisiniz ama CHPliler Kemalistler, Laikler hakkında olmadık genellemeleride yapabiliryorsunuz. “Kadinlar, zenciler, escinseller, isçiler, Hristiyanlar veya Müslümanlar” diye saymışsın ama bunların içinde saydıklarımı göremedim. CHP lilerin, Kemalistlerin hakları helal mı oluyor şimdi. Yukardaki yazıda bile şikeytçi olduğunuz genellemelerden bir dolu var. Sırça köşkte oturuyorsan etrafa taş atmıyacaksın.

  10. Yazan:MY Tarih: Tem 7, 2011 | Reply

    Selam 1234,

    kismen haklisiniz ama “Kadinlar, zenciler, escinseller, isçiler, Hristiyanlar veya Müslümanlar” ile “CHPliler Kemalistler, Laikler” arasinda önemli bir fark var:

    Kadin olmak erkeklerden nefret etmeyi gerektirmiyor, Kürt olmak diger etnik gruplari ezmeyi gerektirmiyor…

    Oysa Kemalistler kendileri gibi olMAyanlara dar ettiler bu ülkeyi: Dersim’de Alevî Kürtleri öldürerek, istiklâl mahkemelerinde önlerine geleni asarak… Bugün bile 1930’larin fasist Türkiyesine geri dönmek isteyen kemalci irtica tayfasi ayni seyi yapmakta: Basörtüsü yasaklari, hristofobi, ermeni düsmanligi…

    Atatatürkist ve kemalci irticanin Müslümanlara reva gördügü eziyete bakarak dahi iki “tarafin” mukayese kabul etMEyecegini görebilirsiniz:

    “1942′de Kayseri’de okuyordum. Bizi silah altına alıp Çukur Cami’ye sevk ettiler. O camide tam 7 gece yattık. Oradan İstanbul’a sevk ettiler. İstanbul’da nerede kaldık, biliyor musun? Sultanahmet Camii’nde. Camileri at ahırı, ambar, depo dahi yaptılar. Hepsi askeriyenin işgali altındaydı. Diyarbakır’da bir Ulucami vardır. İnönü devriydi, Ramazan’dan önce içerisine beş on tane sandık attılar, ambar diye kapattılar. Millet çok müracaat etti, “Nerede namaz kılalım?” dediler. Gelen cevap, “Evlerinde kılsınlar.” oldu.

    Hangi birini söyleyeyim evladım, hangi birini söyleyeyim! Diyarbakır’da bir gün kalkıyor ki halk, Dağkapısı’ndan Mardinkapısı’na kadar hep idam sehpaları kurulmuş. O insanlar Diyarbakır ve havalisinin ilim adamları, şeyhleri, alimleri…

    Böyle bir sahneyi ben gözlerimle gördüm. Biz Haniliyiz, bir gün dellal çağırdı: 14 eşkıya yakalanmış, başları kesilmiş, jandarmaların süngülerinde getirilip Ulucami’nin cağlarına (demirlerine) asacaklar. Hani halkı toplandı. Caminin önünde bekliyoruz. O zamanlar 8-10 yaşlarında bir çocuğum. Hakikaten 14 jandarma geldi. Süngülerinde kesilmiş birer insan başı. Getirdiler, caminin cağlarına taktılar. Millet dehşet içinde seyrediyor. Yanımda da iki kişi konuşuyor. Birisi “Ne eşkıyası yahu?” dedi, “Şu baş filan alimin, şu baş filan şeyhin, şu filan memleketin ağası, şu filan diyarın meşhur insanı…” Meğer hepsini tanıyorlarmış.”

    Bkz. Atatürk’ün partisi, ne yaptin bize?

  11. Yazan:cb Tarih: Tem 7, 2011 | Reply

    orhan kınık,

    yazıdaki göndermeyi anlamamış olmakla birlikte, bu anlamamanın altından balçiçek ilter gibi davranıp(bilmeden) “kendine güvensizlik” yaftasını uygun görmüşsünüz, okur yorumu baş üstüne ama “anlamayan” okura tavsiyem bir kez daha dikkatle okuması yahut yeni bir açıklama yapmak… son paragrafın içindeki “bach dinleyip, balçiçek ilter’e muhalafet etmemek tüm sorunları çözecek ya” onların “kusurlu” ölçüm parametreleriyle kendilerine cevap vermektir.

    söylemeden geçemeyeceğim, neden klasik müzik ile tasavvuf müziğini kıyaslamaya geçtiniz ki? sanatın doğusu ve batısı olmamalı? sakın batı kompleksi sizi böyle bir “senin ki-benim ki” kıyasına sokmuş olmasın?

  12. Yazan:cb Tarih: Tem 7, 2011 | Reply

    1234,

    tam da yazının eleştirdiği kitleye, yazı altında bariz örnek olmuşsunuz, bu bir yazar için çok güzel, teşekkür ederim…

    bahsettiğiniz yeni açılan mağazaya hücum edenler demek “göbeğini kaşıyanlarmış” öyle mi? neye göre ölçüp biçtiniz?

  13. Yazan:parrhes Tarih: Tem 8, 2011 | Reply

    sayın cb,
    Bach ve sufi kıyasına başvurmamın sebebi herhangi birini dinlemenin diğerini dinlemekten daha entellektüel yada daha gelişkin kılmayacağını anlatmaktı yoksa Bach’e veya diğer Batı müziğine atıp tutmak için değil.
    insan gönlüne ne hoş geliyorsa onu dinler, belki çoklarımız gibi hepsini bir arada dinler..

  14. Yazan:bsm Tarih: Tem 8, 2011 | Reply

    Asıl sorun laiklik’ten ne anlaşıldığıdır.Türkiye’de konunun”laik/antilaik”gibi tanımlara indirgendiği yaygın bir kanaat var.Dolayısıyla laisizmin tam olarak neyin karşılığı olduğu/olamayacağı yönündeki fikri zemin bu karşıtlık psikolojisine endeksi kutuplaşma nedeniyle iğdiş edilmekte ve laiklik kavramının içi doldurulamaktadır.
    Biraz açayım.Bugün kendilerine laik diyenler,bu tanımlama şeklini,kendileri gibi düşünmeyen,yaşam tercihlerinde kendilerinden farklı yönelimlere sahip olan bütün farklılıkları antilaik/laiklik karşıtı olarak tasavvur etmekteler.Kısacası laiklik olarak sahiplendikleri ve her koşulda kendilerine özel bir tanım olarak atfettikleri “laiklikliği”aslında bu “kendilerinden olmadıklarını”düşündükleri kesimleri ötekileştirme üzerine kurarlar.Örneğin Metalika(her nasıl yazılıyorsa)dinlemeyen,balolara katılmayan,vals bilmeyen,opera ve baleye gitmeyen kesimler antilaiktir bu mantığa göre.Aynı şekilde bu kafa yapısına sahip kesimlerce çağdaşlık,aydınlanma,Cumhuriyetin kazanımları,Anayasal değerler ve daha bir yığın retoriği papağan gibi tekrarlamayanlar da laik değildir!Zira laik olmanın kanıtı,bu kutsal(!) tanımı haketmenin biricik ve tek yolu: robot türü bir insan prototipine dönüşmekten geçiyor.Bu vasıflara sahip değilseniz ya da kendinizi gerçekleştirme adına yaşama başka pencerelerden bakıyorsanız peşinen laik olmamak ya da gerici olmakla suçlanmanız işten değil.
    Bu kısmı kendilerini laik olarak tanımlayan oksimoronların laiklik’ten ne anladıklarıyla ilgilidir.Fakat laiklik olgusunun kafaları karıştıran bu yanıltıcı belirsizliği sadece kendini laik zanneden bu jakobenlerin garabet tutumuyla sınırlı kalmıyor.İşin daha ilginç yanı,ötekileştirme üzerine kurulan bu garebet tutumun laikliklik olarak tanımlanması,bu faşizan eğilimden muzdarip kesimlerin kendilerine zulm eden bu faşist güruhu laik olarak zihinde imgelemesidir.
    Oysa kendi yaşam tercihleri dışında başkalarına yaşam hakkı tanımayan,bu anlayışı kendinde bir hak gören zihniyet laik değil olsa olsa faşist olabilir.
    Kısaca her türlü farklılığa tahammülsüzlük derecesinde oluşan bu keyfiyet laisizm değil faşizmdir.Ne var ki dünyayı kendilerine dar eden,her sözlerinden nefret ve ötekileştirici dille karşılaşılan bu yozluk nedeniyle zalimlere,despotlara,kibirli cahillere laik deme alışkanlığı doğmuş.
    Bu anlamda yazı, laiklik kisvesi altında kendinden olmadıklarını düşündükleri kesimi küçümseyen/düşmanca bir tavır içine düşenlere anlamlı bir cevap olmuş.Ancak doyurucu bir sosyolojik analiz olmasına karşın,laiklikleriyle iftihar eden bu dinazor takımına laik dememeyi yeğlerim gene de.İnsanların din,inanç ve yaşam tercihi karşısında nöbet geçiren tiplerler tek kelimeyle yobaz ve halk düşmanı yani namı değer faşist olabilirler.

  15. Yazan:Mert Nuhoğlu Tarih: Tem 11, 2011 | Reply

    Balçiçek Pamir’in yazısını okudum; dindar kesimle ilgili bir genellemeden farklı bir duygu hissettim, Pamir’in yazısında. Pamir’in başından yakın zaman önce üzücü bir olay geçmiş. Toplumla ilgili olumlu duygularında bir kırılma yaşamış. Bu menfi bir önyargıdan ziyade, samimi bir hayalkırıklığı üzüntüsü gibi hissettim.

    Her insan takdir edilmek ister. Haksızlığa uğradığında, yanında birisini görmek ister. Pamir’in konferansta yaşadığı önyargılı yadırgayıcı saldırı, Pamir’de haksızlığa uğrama durumunda yalnız kaldığını hissettirmiş.

    İyi ahlaklı insanlar, hangi dünya görüşünden olursa olsun, birbirine destek olmalı. Yoksa hepimiz bundan zarar ediyoruz.

  16. Yazan:Orhan Kınık Tarih: Tem 12, 2011 | Reply

    Cemile hanım , Sanatın Doğusu ve Batısı olur. ÇÜNKÜ DOĞUNUN VE BATI’NIN KÜLTÜRLERİ ARSINDA BARİZ FARK VARDIR. Sanatın evrenselliği tartışma götürür bir saptamadır.Musiki doğanaın ve yaşamın ahenkli terennümü ise ”Kekliği düz ovada avlarlar” Türküsü Karadenizli birisine çok şey ifade etmez. Öyle olduğu içindir ki Karadeniz yöresinin müziği oldukça hareketlidir.Çok hızlıdır. Oysa Yozgatlının acelesi yoktur. Türküsünü(Bozlak havası) uzatabildiği kadar uzatır.Doğunun türkülerinde acı ve hüzün vardır. 5.senfoni bende hiç bir çağrışım yapmaz. Benim anam oğlunun cenazesini bağrını, dizlerini döverek , kendini yerden yere atarak karşılamış ve uğurlamıştı. 5.senfoni bana sıkıntı veriri sadece.Ruhuma hitap etmez. Köyde yaşayan birisine Türk sanat müziği dinletemezsiniz. Bebekte oturan birisi için kaval sesi ona tesek kokusunu hatırlatır.

  17. Yazan:Orhan Kınık Tarih: Tem 13, 2011 | Reply

    ”ama “anlamayan” okura tavsiyem bir kez daha dikkatle okumas” Siz okunaklı yazmadıysanız okurun suçu ne?

    Kaldıki benim yaptığım tesbitleri iki gün önce size atfen Cihan Aktaş hanım da taraf’ta yapmıştı.

    Ben ayrıca kıyaslama yapmadım. Yabancısı olduğumuz kültürlerin müziğinden haz etmemekden doğal bir şey olamaz. Yarıştırma yok, anlama ve anlamaya dayalı haz söz konusu .Birileri ben bu kültürün yabancısı değilim diyorsa sorun yok.

    Açık ve net , yabani(yabancı ) müzik dinlemek olsa olsa özenti olabilir. Yabancı kolejlerde okumuşların yabani müzik dinlemesi anlaşılır bir tutumdur.O kültüre aşinalar.

  18. Yazan:Ekrem Senai Tarih: Tem 13, 2011 | Reply

    Balçiçek İlter’in yazısını haklı buldum. Evet, başörtüsü, birçok insanın sinir sistemini bozacak kadar, tüm hayatının akışını etkileyecek kadar önemli bir problem oldu hep ama bazı kadınların başörtüsünü “kafaya taktığını” düşünüyorum. Çevremde böyle çok insan var. Hayatı kıyafet üzerinden değerlendiriyorlar.
    Ayrıca Gündüz vassaf gibi adamları da fazla dikkate almamak lazım. Böyle şarabın iyisinden anlamayı, Bach’tan bahsetmeyi, dinletiye katılmayı önemli bir şey zanneden “tonlarca” adam var. Bakın bugün Amerika’da zenciler arasında en çok satan kozmetik ürünü ten beyazlatma ürünleri. Böyle adamlara karşı “ben de yapabilirim, hem senden daha iyi yaparım” triplerine girmeye gerek yok. Bizlerin medeniyet telakkisi farklı, öyle de olmalı.
    Bir sufi büyüğü şöyle demiş: “Onların müziği tabiattaki seslerin taklididir, bize yağmurun şıpıltısını, gök gürlemesini, güneşin açmasını hissettirir müziğinde. Bizim müziğimiz ise lahutu, öteki alemi, başka boyutlardaki tecelliyatı hissettirir”. Tabi zevkler ve renkler tartışılmaz ama bu kültüre ait birinin de bu kaynaktan beslenmesi daha doğrudur diye düşünüyorum. Zekai Dede’nin Suz-i Dil ayininden zevk almıyor da Bach’tan zevk alıyorsan mesela bu, o kültüre daha yakın olduğunu gösterir, başka bir şeyi göstermez. Bu, muhafazakarlık değil. Ama şunu bilmek lazım. Biz müslümanız, önümüze örnek olarak sunulan her şeyi kabul etmek zorunda değiliz. Biz alternatif sunarız, dünya telakkimiz, hayat görüşümüz farklıdır. Bizim Metallica konserinde görünmemiz bir anormalliğe işaret eder zaten. Metal müziğin isyan kültürüyle bizim ne işimiz olur? Veya fındıkkıran balesinde ne işimiz olur? Çapkın bir adamın kırdığı fındıkları izlemek neden ve nasıl bir müslümana hoş gelir?
    Bırakınız onlar konserlerde kelle saymaya devam etsinler. Bizler bunların peşinde değil, alternatif yaratma, kendimizi anlatma peşinde koşalım.

  19. Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Tem 13, 2011 | Reply

    Yazıda kendilerini laik olarak tanımlayanların dindarlara bakışı irdelenmiş ağırlıklı olarak. Zira Türkiye’de laikliği yaşam tercihlerine göre yorumluyan bir zihniyet var.Oysa laiklik, bireylerin tercih ve beğenilerinden çok, başlı başına bir sistem bütünüdür. Daha doğrusu farklı inanç ve değer yargıları bağlamında farklı unsurların insan hak ve özgürlükleri temelinde bir arada-sorunsuz bir şekilde- yaşamlarını öngören ilkeler bütünüdür.Devletin bu noktada görevi, devlet-toplum/birey -toplum ilişkilerinin hukuk ve adalet çerçevesinde işlemesini sağlamak, din ve inanç özgürlüğünü güvence altına almaktır. Tabi ileri demokrasilerdeki laiklik tanımına karşılık gelmektedir bu. Türkiye’de ise, yukarıda yer verilen bağlayıcı ilkeleri törpülenerek sadece “din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması” şeklinde anlamı daraltılmıştır.Zira, ileri demokrasilerde de benzer bir tanımlama olmakla bereber, bundan kasıt(din ve devlet işlerinin birbirine karışmaması ilkesi)devletin; toplumun ahlaki değerlerine,inançlarına karışması değil,aksine yukarıda da değinildiği gibi inanç hürriyetinin sağlanmasıdır. Ne yazık ki halıhazırda Türkiye’de, toplumun inanç ve tercihlerinin, kılık kıyafetlerinin, değer yargılarının, ahlaki normlarının vb’nin devlet tarafından tanzim ve tasnif edilmesi topluma laiklik şeklinde empoze edilmektedir. Bir başka ifadeyle bir avuç egemen jakobenin keyfiteyle topluma dikte edilen kurallara laiklik denmekte ve dolayısıyla “din ve devletin ayrılması” tanımı,dinin sosyal hayatın tamamen dışına itilmesi olarak sistemleşmektedir.

    Bu garabet laiklik anlayışı bugün kendileri gibi düşünmeyen, aynı müzüği dinlemeyen, aynı giysileri giymeyen, aynı ezberleri tekrarlamayan her kesimi laiklik karşıtı görmekte; kendilerinin bu faşizan tutumlarına laiklik diyerek övünmekteler.

    Dolayısıyla öncelikle bu akıl tutulmasının tekrar gözden geçirilmesinde yarar var. Zira bu ilkel anlayış, bu ötekileştirici/dışlayıcı tutum bir kere laiklik değildir.Niyet okuyucu nikiyle bu duruma yeterince değimdiğim için tekrarlamayacağım. Ancak bu kafa yapısına sahip milyonlar var bu ülkede. Bu zihniyet evet, dayatmacı olduğu kadar, sınaycıdır da.Sınayıcıdır çünkü kendilerine göre dindarların samimiyetlerini ispatlamaları için Metalika dinlemeleri, pop konserinde kendilerinden geçmelerini, bale ve opera sanatının icra edildiği mekanlarda görünmeleri gerekmektedir! Bu gerici zihniyete kalsa utanmadan müslümanların neden üstsüz plajlarda görünmediklerini,neden şarap içmediklerini de sorgulayacaklar!

    İşte Vassaf gibileri bu zihniyetin temsilcileridirler.Bu zatı ciddiye almıyorum ve tartışmaya değer görmüyorum.

    Ancak Palçiçek İlter de bu zihniyetin demokratlık kılıfıyla gizleyen utangaç laik kategorisindedir. Murat Belge’nin sözlerinden yola çıkarak dindarlar için mealen “ne mal olduklarını bilmiyorsunuz” demeye getirmiştir.

    Dolayıyla öyle başötüsü yasağına karşıyım demeyle kimse dekokratlığını ispatlamaya kalkmasın. Özgürlüklerden yana olmak duruma göre rota değiştirmek değildir.Sayın İlter, başörtüsü özgürlüğünü gerçekten savunma iddiasındaysa bunun samimiyetini sorgulamamalı. Zira eğer Balçiçek İlter kendince bir ötekileştirmeyle karşılaşmışsa-ki muhtemeldir ve kabul edilebilir durum değildir- bunu başörtüsüyle, kişinin tercihiyle ilişkilendirmesi kabul edilebilir bir itiraz gerekçesi değildir. Sözünün ve davranışının nereye varacağını kestiremeyen densizi her kesimden çıkabilir ama bu “bunların alayı böyledir” demeye gelecek toptancı yaklaşımlarla olmamalı. P.İlter’in bahse konu yazısında ziyadesiyle bu genellemeci yaklaşım vardır. Bu bakımdan Cemile hanımın eleştirilerinde haklı olduğunu düşünüyorum.

    Bir de değerli yorumcuların “kanıtlama” üzerinden Cemile hanıma yöneltiği eleştirler var. Ever bir dindarın kendisini laiklere kanıtlama derdi olmamalı, lakin yobaz laiklerin dindarlar üzerinde estirdiği düşünce terörünün de dikkate alınması gerektiğini düşünüyorum. Düşünün,bu her şeyin doğrusunu ben bilirimci buyurgan laikler gün geçmiyor ki dindarları hedef alan bir taaruza geçmesinler. Tabiatıyla,yaşam ve düşünce alanlarına bu denli mudahale yapıldığı bir ortamda ister istemez ithamları savuşturacak savunmalar oluyor. Ayrıca islamda neyin haram neyin helal olduğu Kur’an’da yeterince belirtilmiştir. Sanırım bir müslüman dindarın klasik batı müziği dinlemesi inanca aykırık oluşturmaz. Bunun da islam kıstası şeklinde bir tartışma mecrasına taşınması bana göre doğru değil. Sanat evrenseldir ve bu tür tartışmaların konusu yapılmamalıdır diye düşünüyorum.Açıkçası sayın Kınık’ın eleştilerini isabetli bulmuyorum. Bir müslüman dindar,evet,laik geçinen zihniyete kendini anlatma zorunda değildir ama kusura bakılmazsa, kimsenin müslümanlığını kanıtlamak adına belirli dindarlık kalıplarına riayet etme gibi zorunluluğu da yoktur ve olmamalıdır.İman ve takva; müzik beğenisi,evrensel/yerel,Doğu/Batı kültürü vb ikilemlere sıkıştırlacak bir olgudan çok daha fazlasıdır. Kısacası hımm caz dinliyorsun, o halde dindarlığın biraz sorunlu demeye getirilmesini isabetli bulmuyorum. Bulmuyorum, çünkü böyle bir yaklaşım laiklerin dindarlar üzerindeki baskısından hiç de farklı değildir.

  20. Yazan:Orhan Kınık Tarih: Tem 13, 2011 | Reply

    Aziz bey, yorumlarımda ”İslam” ve ”Günah” kavramları geçmemektedir. ”Caz dinleyen günaha girer ‘ anlamına gelebilecek bir imada da bulunmuş değilim. Ben konuya tamamen sosyolojik ve kültürel açıdan yaklaşmaya gayret ettim.

    Müziğin insanlığın ortak bir dili olmadığını ve sanatın da evrensel olmadığını dile getirdim. Konuyu biraz daha açmakta fayda var.

    Evren, fizikcilerin en basit tanımına göre sonsuz alana verilen addır.Dünya bu sonsuz alanda bir toplu iğne başı kadar yer tutmaktadır.Hal böyleyken insanoğlu yaptıklarını diğer varlıklara aldırmadan tüm evrene mal etme peşindedir. Mesela 3-5 kişi bir jüri oluşturuyor, seçtiği güzellere ”Kainat güzeli ”diyor. Gerçek böyle midir? Oysa biliyoruz ki estetik değerler toplumdan topluma değişmektedir. Güzellik ölçülere zamana ve mekana göre değişebilmekte.

    Sanat evrensel olsaydı bir sanat dalını biribimize kabul ettirmek için çaba sarfetmezdik. Operaya gitmeyenleri, Vassaf, aşağılama gereği duymazdı . EVRENSEL KABUL GÖRMEYEN BİR ŞEYİ EVRENSEL TANIMINA SOKMAK BİR BAKIMA DAYATMADIR.

    Müziğin ortak bir dil olduğu savı da gerçekte karşılığı olmayan bir savdır. Etomolojik olarak Müzik, Musa’nın esin perilerinden birinin adından, Muse’den, geliyor. Müzik çoğu yerde tek başına bir etkinlik değildir.Bir etkinliğe eşlik eden bir öğedir. Farklı kültürlerden ve farklı yaşanmışlıklardan ortaya çıkan müzik herkeste aynı etkiyi göstermez.

    Yaşamının hiç bir döneminde dağ görmemiş step insanı için Dağ, sadece çoğrafi bir yükseltidir. Oysa dağ insanı için Dağ; güçtür, dağ gibi adam deriz mesela. Eşkiyayı içinde barındıran kucaktır . Dadaloğlu için ferman padişahınsa Dağlar onundur. Ferhat için Şirin’e ulaşmaya engelleyen bariyerdir. Dolayısıyla Klasik Batı müziğinin bende bir etki göstermemesi gayet doğaldır.

    Muharrem Ertaş nota bilmezdi. Kayda bilirdi, kaydaya uygun söylerdi. Nota dahi ortak malzeme olmaktan uzaktır.

    Özelde Türkiye Müslumanlarının Klasik Batı müziğine olan tepkisi farklı bir kültürün ürünü olmasının dışında bu müziğin kültürel kırımın ve dönüşümün bir aracı olarak kullanılmasından kaynaklanmaktadır. Ve haklı bir nedeni vardır.

    Ruslar hala Alman askerleri tarafından Rusya toprakalrında yaptırdıkları Kiliselere boykotunu sürdürmektedir. O kiliseler işgali hatırlatmaktdır. Klasik Batı müziğinin bizdeki politik karşılığı nerdeyse aynıdır. Kültürel işgalin simgesidir.

  21. Yazan:Mert Nuhoğlu Tarih: Tem 14, 2011 | Reply

    Balçiçek İlter’in yazısını yine okudum. Aziz Yılmaz’ın belirttiği “‘bunların alayı böyledir’ demeye gelecek toptancı yaklaşımlara” dair bir emare göremedim.

    Balçiçek İlter, bu olayda haksızlığa uğramış. İnsan haksızlığa uğrayınca ve yalnız kalınca, bazen karamsarlaşabilir. Karamsarlıkla, yalnız kaldığını veya kalacağını düşünebilir. Bunlar normal şeylerdir. Sonra birisi ona destek olunca, morali yerine gelir ve insanlara olan güvenini yeniden kazanır.

    Haksızlığa uğramış bir insanın, topluma karşı kırıldığını ifade eden sözlerini, buyurgan, toptancı, yargılayıcı yaklaşımlarla bir tutmak doğru olmaz.

    Yazıda anlatılan olayda mazlum durumunda olan Balçiçek İlter. Bu yüzden, bence daha fazla üzerine gitmemek daha hayırlı olur.

  22. Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Tem 14, 2011 | Reply

    Sayın Nuhoğlu,

    Bakın şöyle ifade edeyim, yazıda, eleştiri konusu yaptığım “toptancı yaklaşıma” dair bir emare bul(a)mamış olabilirsiniz, bunu anlarım. Muhtemelen bahse konu sözleri, ifade eden kişinin karşılaştığı olumsuz bir durumla karşılaşmanın verebileceği tepkiye bağlayarak iyimser ve yapıcı bakmaktasınız, bunu da gayet iyi anlıyorum ve kurduğunuz empatiyi haklı bularak destekliyorum.

    Yalnız siz iyimser yaklaşsanız dahi önemli bir ayrıntı göz ardı edilmemeli. Bir insan “mahalle baskısı” olarak konuşma dilimize geçen nahoş bir olayla karşılaşabilir. Nitekim bunun pek çok örnekleri yaşanmış ve yaşanıyor. Muhafazakarlar, dindarlar kendilerini laik olarak tanımlayanlar tarafından dışlanabiliyor ya da tersi yaşanabiliyor. Ki bu baskıyla çoğunluk müslüman dindar kesimler karşılaşıyor. Ben İzmir’de yaşıyorum, başörtüsünden ötürü aracın şoförü tarafından otobüsten indirilen kız öğrenciler, mezuniyet törenlerinde yine başörtüsüne duyulan allerjiyle salona alınmayan aileler, ev bakmaya gelen insanların keza başörtüleri nedeniyle apartman kapısından çevrildiğine tanıklık etmiş biriyim. Tatil beldelerinde, restoranlarda veya kamusal olsun olmasın tüm alanlarda dindar insanların ne tür sataşmalara maruz kaldıklarını burada uzun uzadıya yazmak istemiyorum. Tabi tersi durumlar da yaşanmıyor değil ve buna da karşı olmak gerekiyor. Dolayısıyla şunu söylemeye çalışıyorum:Balçiçek İlter kendince hakketmediği bir mahalle baskısıyla karşılaşmışsa bunun sorumlusu M.Belge’nin “50 bininin içinde umutvar olduğu 30 binlik kitle” değildir. Böyle düşünülmemelidir. Çünkü hiçbirimizin karşılaştığı olumsuz bir olay nedeniyle tepkimizi bir kitleyle ilişkilendirmek gibi bir hoyrat tepkiye hakkımız yoktur. Bu bağlamda, sizce ötekileştirme veya toptancılığa dair emare bulunmuyor ama bana göre var.

    Yazıya beraber tekarar gözden geçirelim.

    Murat Belge şöyle diyor:

    “Ya bu kız başına bez bağladı diye nasıl almazsınız üniversiteye diye bağırdımsa, o kızlardan da 50 bin tane varsa,onların bir 30 binin, başıma bir şey geldiğinde “Bu iyi adamdı, niye böyle davranıyorsunuz” diyeceğine dair ümidim var!”

    Benim de ümidim var…Pek çok dindar tanıdığım tarafından Komünist olarak bilindiğim halde bu umudumu hâlâ koruyorum. Çünkü dünya görüşlerimiz ve inançlarımız farklı olsa da birbirimizi anlayacak yolların henüz tamamen kapalı olmadığını ve bir gün beni savunabileceklerine olan inanç ve ümidim var. Ve bu umut sadece bir sezgiden kaynaklı değil, zira o dindar insanların fikren bana daha yakın görünen solcu/sosyalist/liberal vs daha çok adalet ve hakkaniyet yanlısı olduğuna, bu temayüllerinde daha samimi olduklarına dair tecrübelerim var. Neyse konu dağımayayım.

    P.İlter’in M.Belge’nin sözlerine karşılık yazdıklarına bakalım.Ne demiş, kısa bir bölüm aktaralım.

    Gazeteci, yazar, entelektüel Murat Belge’nin benim dünyamda yeri ayrı… yazdıkları, duruşu ve tavrı her zaman etkilemiştir beni… Ama bu sözler büyük hayal kırıklığı yarattı… Öncelikle “Artık benim muhafazakar olma hakkım var!” diyen AKP’nin yanında olmayacağın düşündüğü o kitle yorumu… Dünyaya böylesine pembe bakabilme yetisi, beni ne yalan söyleyeyim gülümsetti… Bunca tecrübeye, onca siyasi analiz kabiliyetine rağmen, o kitlenin büyük bir bölümünün biat kültüründen beslendiğini nasıl göz ardı etti ki Murat Belge…
    Gelelim ben onların hakkını savundum başıma bir şey gelirse onların en az yarısı bana sahip çıkar anlayışına… Ne bileyim dilim tutuldu, yazacak kelime bulamıyorum. Ne benim aydın sorumluluğu anlayışımla bağdaşıyor, ne de “Kibir insan güdüsüdür işte!” deyip geçiştirebiliyorum.

    devamla şöyle bitiyor:

    “Başlarındaki bezi savundunuz” diye kimse size sahip çıkmıyor, inanın, bir güne, bir yazıya bakar, örneğin “Ateistim!” dediğiniz an bitersiniz!

    Dikkat buyurun neden “bunların alayı böyle” anlamına vardığımı bir daha değerlendirin. Zira çok bariz şekilde “düşündüğünüz gibi değil” demeye getirilmiş.Özellikle de “başlarındaki bezi savundunuz diye” ve “kimse” kısmı oldukça manidardır…Açıkçası “meseleye çok naif yaklaşıyorsunuz,bunların ne yapacağı hiç de belli olmaz” demeye getirilmiş ki,sizi kimse savunmayacak yöndeki bu serzeniş,evet bir niyet okumadır ve genellemecidir. Kimse kusura bakmasın, Balçiçek hanımın başından geçen acı tecrübe sadece muhatap olduğu kişiyi bağlar,”kimse” diye ifade edilen kesimlerin suçlanmasına gerekçe teşkil etmez.

    İkinci bir husus, yine Belge’nin sözlerine karşılık duyulan şaşkınlık ve hayrettir. Bir kere herkesin dindarlar/başörtülüler vd hakkında Balçiçek hanım gibi düşünme zorunluluğu yoktur. Kaldı ki Belge’nin sözlerinde bu denli tepki duyulacak bir anlam da bulunmuyor.

    Dolayısıyla yaşanılan her hangi olumsuz bir olay/durum karşısında geel olarak bir kesimin suçlama kapsamına alınmasını doğru bulmuyorum. P.İlterin sözlerine, yaşamış olduğu acı tecrübe nedeniyle dindarları-özelinde başörtülüleri-zan altında bırakan peşin hükümlü yargılar sinmiştir. Dikkatinizden kaçmış olması bu gerçeği değiştirmiyor, üzgünüm.

  23. Yazan:Mert Nuhoğlu Tarih: Tem 15, 2011 | Reply

    Evet, bahsettiğiniz cümlelerde dindar insanlarla ilgili bir genelleme var. Balçiçek İlter, başına bir şey geldiğinde, daha önce haklarını savunduğu dindarların onun hakkını savunacağına ümidinin olmadığını belirtiyor.

    Ne var ki, bu genellemenin arkasında buyurgan, küçümseyici, üsten bakan bir tutum yok. Bu genellemenin altında, bir kırgınlık duygusu yatıyor. Bu yüzden, Balçiçek İlter’i, kendinden farklı olan insanlara tepeden bakan kibirli insanlarla bir tutmak doğru olmaz.

    Daha önce Cemile Bayraktar’ın Filistinli intihar bombacılarıyla ilgili güzel bir yazısı çıkmıştı bu sitede. Çoğu insan, bu intihar bombacılarını sert bir şekilde eleştiriyordu; fakat yanlış hatırlamıyorsam Cemile Hanım orada, bu insanları bu yanlışa iten koşulları anlamayı öneriyordu: Mazlum müslümanlar nasıl oluyor da, masum insanları öldürebilecek şekilde intihar bombacıları olabiliyordu, önce bunu anlamayı öneriyordu.

    İki yanlış bir doğru etmez. Bir kişinin mazlum olması, o kişiye başkalarına zulmetme hakkı vermez. Fakat bulunduğumuz harici konumdan, o kişileri yargılamak da çok hakikatli olmuyor. Zor ve gri alanları olan meseleler bunlar.

    İnsanları yargılamak, onları anlamamızı ve onlarla bağlantı kurmamızı önlüyor.

    Belki de yargılama fiilinin kendisinde genelleme hatası vardır. Nasıl ki, birkaç başörtülünün hatasından dolayı, Balçiçek İlter’in tüm dindarlara genelleme yapması yanlışsa; Balçiçek İlter’in yaptığı bir yanlıştan, onun kişiliği hakkında yargıda bulunmak ve bu arada onun içinde bulunduğu duygusal durumu da dikkate almamak, bir genelleme sayılabilir mi?

    Burada yazılanları birer fikir jimnastiği olarak görüyorum. Aradabir çıkarımlarımızda hatalar yapabiliriz. Fakat bazı hatalarımızın bulunması, bizi tümüyle kötülükten zevk alan, zalim, kibirli insanlarla bir tutmaz.

    Sevdiğimiz ve tanıdığımız bir kişi hata yaptığında, onu hoşgörülü bir şekilde eleştiririz. Hüsnü zan toprağı elmas eder. İnsanlar hata yapabilir. Çoğu zaman o hatalar o kişinin özünden kaynaklanmaz, arızi şeylerdir. Kötü olan, o hatadır; o hata ise bir davranıştır, bir yanlış çıkarımdır. Bir davranış ise o kişinin kendisi değildir.

  1. 2 Trackback(s)

  2. Tem 24, 2011: Son 30 günde en çok paylaşılanlar : Derin Düşünce
  3. Ağu 19, 2011: Son 90 günde en çok paylaşılanlar : Derin Düşünce

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin