RSS Feed for This Post

Ali Bulaç’ı taşlamadan önce

 Bir yanda tek kıstas olarak “başörtüsü” konusunu bayraklaştıran mümin kadınlar, diğer yanda onlarca kitabın müellifi, Türkiye’deki İslami hareketin yetiştirdiği sayılı verimli Yazarlardan Ali Bulaç.

“Rüyamda görsem hayra yormazdım” falan diye şaşkınlık cümleleri kurmak işin kolayına kaçmak olacağından anlamaya çalışmayı tercih ettim. Hiç üşenmedim kütüphanemden Ali Bulaç kitaplarını tek tek indirdim; Nuh’un gemisine binmek, Çağdaş Kavramlar ve Düzenler, İslam ve Fanatizm, Kutsala, Tarihe ve Hayata Dönüş” kitaplarına şöyle bir göz gezdirdim. Kalemle altını çizdiğim pasajları bir daha okudum, doksanlı yıllarda yüceltilen Batı’ya karşı İslam’ın entelektüel düzeyde bayraktarlığını yapan bu adamın saptamalarına karşı bir daha hayran kaldım. Doksanlı yıllarda, Orta Çağın cadı avına çıkan engizisyonistlerin Türkiye ayağını oluşturan Laikçi Cepheyi, o günden kara günlerin beklediğini muştulamakta Üstat(bkz. Kutsala, Tarihe ve Hayata Dönüş, sayfa 82). Meseleyi Abdülhamit Döneminden doksanlı yıllara kadar getirdikten sonra öyle bir gelecek tarifi yapmış ki bir tek Ak Partinin adını vermiyor ve “görünen köy kılavuz istemez” diyerek paragrafı sonlandırıyor.

Duruşunu hiç değiştirmemiş, samimiyetinden zerre miskal taviz vermemiş, bilenlerin konuşmaktan imtina ettiği dönemde lâl kesilmemiş, her devirde muteber bir insan Ali Bulaç.

Çocukluğum materyalizme karşı dini ve dindarları savunan Said Nursi’yi okumakla geçtiyse, gençliğim de Batı’ya karşı her alanda geri düştüğümüz gerçeğini bize dillendiren Ali Bulaç’ı anlamakla geçti. Tüm bu okuduklarımdan anladığım da yaklaşık elli senede bir yeni dertler sarmalına girip, buradan nasıl çıkacağımızı tartışmakla geçiyor. Türkiye’de İslam devamlı netameli bir meseledir ve sorun yaratmada çevrenin katkısı inkâr edilemese de kendinin de bu konuda iyi bir potansiyeli vardır.

Bu tespiti yapmak için Ali Bulaç olmaya gerek yok; Doksanlı yıllarda Ali Bulaç’ın dillendirdiği bir gerçek vardı: “Kişi düştüğü yerden kalkar” derdi Ali Bulaç. Bilimde, sanatta, politikada, her alanda düşmüş bir İslam Enteljansiyasının, bu alanlarda belini doğrultamadıktan sonra kendi arz-ı mev’udunu oluşturamayacağını söylüyordu. Muhafazakâr aileler bu uyarıya kulak mı astılar, yoksa tamamen tesadüf müdür bilinmez, bu kesimde yaklaşık çeyrek asırdır ilim irfana yönelmek gibi benim için sağlıklı bir gelişme var. Başörtüsü sorununun On İki eylül sonrasında ağırlıklı olarak Ülke gündemine oturması da bu yüzdendir. Kendine biçilen figüranlığa yüksek sesle itiraz eden, muktedir olamasa da iktidardan pay talep eden Muhafazakârlarla tanıştı o yıllarda Türkiye.

Belki de 80-90 arasındaki dilimde “mürteci” damgası yemek o kesim için önemliydi. Bu yüzden olsa gerek bir utangaçlık, bir çekingenlik vardı. Kendi kadrolarını daha tam olarak oluşturamamış bir hareket için rakibinin iltifatlarına mazhar olabilmek önemliydi, hatırlayın. “Alayına isyan” parolasıyla yola çıkan Şevki Yılmaz, Hasan Mezarcı, Hasan Hüseyin Ceylan gibi karakterlerin olağan şüpheli sayılmadığı yıllardı o yıllar.

Büyük kentlere taşınan taşra kökenli ailelerin hayalleri de büyümüştü artık. Kız çocuklarını okula göndererek “mürteci” yaftasını bir utanç vesilesi olarak değil, bir onur madalyası olarak taşımaya başladılar. Bugünleri hayal edebilmek hala çok uzak olsa da yıllardır aradıkları siyasi liman da artık emirlerindeydi: Refah Partisi!

İktidardan haklı olarak pay isteyen Muhafazakârlar için süklüm püklüm geçen yıllar artık geride kalmıştı. “Kişi düştüğü yerden kalkar” düsturunun müellifi Ali Bulaç’ı haklı çıkarırcasına okulların önünde başörtülü kızlar Türkiye’nin geleceğini inşa etmek için sırada bekliyorlardı. Yalnız da değillerdi; halen azınlık statüsüne reva görülseler de arkalarında bir siyasi partileri, yavaş yavaş serpilmeye başlayan kendi burjuvazileri oluşmaya başlamıştı. Cemaat dahi Şualar’ı, Lemalar’ı şimdilik kaydıyla bir kenara bırakmış Ali Bulaç’ın müjdelediği ‘Yeni Türkiye’nin kadrolarını oluşturmak için harıl harıl çalışmaya başlamıştı.

Belki de rahmetli Hoca’nı işaret ettiği “ağır sanayi hamlesi” bu ülkede gerçekleşemedi ama o yıllardan bu yıllara kendiliğinden uzanan “ağır eğitim hamlesi” bizi bugünlere getirdi. Fakat dediğim gibi, belirli periyotlarda girdiğimiz dertler sarmalı var ki yine onlardan birinin içinden geçiyoruz. “İktidarı Hazmetme” problemiyle karşı karşıyayız ve ilk defa karşılaştığımız bu problemin başımızı ağrıtacağı aşikâr.

Tamamen Muhafazakâr Siyasetin başarısı sayesinde Kışlasına çekilmiş Askerin, memur olduğunu hatırlayan Bürokrasinin, dişleri sökülmüş, tüm kaleleri zapt edilmiş bir medyanın boşalttığı alanda bizim mahallenin mağdurelerinin “intikam” çığlıkları yankılanmakta artık. Ali Bulaç gibi bir ekolün dahi kendilerini uygun bir dille uyarmalarına tahammülü olmayan bu kardeşlerimin durumu biraz da ‘uç bir örnek olmakla birlikte’ Reşat Halife’nin Kur’an’ı test etmesine benziyor; Mısır asıllı Amerikan vatandaşı Reşat Halife 19 sayısını esas alarak Kur’an’ı test etmeye kalkar ve ‘19′ kriterine uymadığı için tevbe Suresinin son iki ayetini atmaya kadar gider iş.

Sadece “Başörtüsü” kriterine uymadığı için Ali Bulaç’ı pazartesi günü “Yobaz Laik” ilan eden günümüz Reşat Halife’lerinin durumudur beni endişeye sevk eden. Samimi davası uğruna onlarca kitap, binlerce yazı yazmış bir mütefekkiri dahi kendine tekzip ettirdiğinin farkındadır umarım bu Kardeşlerimiz. Başörtüsüne karşı yıllarca “simge” muamelesi yapan bir güruha karşı, “hayır, inançtır” diye göğüs germiş bir Ali Bulaç’a bu kadar ağır ithamlarda bulunmak bir vicdan muamelesini gerektirmektedir. Keşke bu Kardeşlerimiz soyutlaştırdıkları, içini boşaltıp bir kumaş parçasına döndürdükleri başörtüsünü bir kriter olarak almayıp kavramı zenginleştirmek yoluna gitselerdi. Mesela bir rol model üzerinde çalışsalardı. Gerçekten yeterliliği üst seviyede olan bir bayanın, bu çağda saçma sapan bir yasak olan başörtüsü yasağı yüzünden Meclis’e giremediğini bize anlatsalardı da yanlarında olabilseydik. O zaman çıtayı daha da yükseltip Meclis Başkanlığı talep ederdik emin olun. Fakat inançlarım yaptığınız “kayıtsız, şartsız biat çağrısına” bigane kalmamı emrediyor.

Çünkü şundan eminim ki muhafazakârların sahip olduğu en güçlü kurum olan siyaset dahi bugün bu ülkede, büyük oranda devşirmeler eliyle yürümekte. Niteliğin değil, niceliğin önem kazandığı günlerden geçiyoruz. Tayyip Erdoğan’ın iki dudağının arasında olan bu yasağı sonlandırmaktaki ağırdan alışı da bu yüzdendir. Normalde karşı cenahın söylemi olması gereken “başörtülü aday yoksa, oy da yok” söylemine soğuk durulması da bu sebeptendir. Bir aforizmadan öteye gitmeyecek olan bu paradoksun ilk büyük kurbanı bugün Ali Bulaç olarak görülse de sahiplerine bumerang etkisi yapması an meselesidir.

Umarım gün gelip aslımıza rücu etmek gerektiğinde, kırdığımız büyüklerimizden helallik dilemek zorunda kalmayız…

… Bu konu ilginizi çektiyse …

 Müslüman’ın Zaman’la imtihanı

Sunuş: Müslümanlar dünyanın toplam nüfusunun %20’sini teşkil ediyorlar ama gerçek anlamda bir birlik yok. Askerî  tehditler karşısında birleşmek şöyle dursun birbiriyle savaş halinde olan Müslüman ülkeler var. Dünya ekonomisinin sadece %2-%3′lük bir kısmını üretebilen İslâm ülkeleri Avrupa Birliği gibi tek bir devlet olsalardı Gayrı Safi Millî Hasıla bakımından SADECE Almanya kadar bir ekonomik güç oluşturacaklardı. Bu bölünmüşlüğü ve en sonda, en altta kalmayı tevekkülle(!) kabul etmenin bedeli çok ağır: Bosna’da, Filistin’de, Çeçenistan’da, Doğu Türkistan’da ve daha bir çok yerde zulüm kol geziyor. Müslümanlar ağır bir imtihan geçiyorlar. Yaşamlarını şekillendiren şeylerle ilişkilerini gözden geçirmekle başlıyor bu imtihan. Teknolojiyle, lüks tüketimle, savaşla, kapitalizmle, demokrasiyle , “ötekiler” ile ve İslâm ile olan ilişkilerini daha sağlıklı bir zemine oturtabilecekler mi? Müslüman’ın Zaman’la imtihanı adındaki 204 sayfalık bu kitap işte bütün bu konuları sorgulayan ve çözümler öneren makalelerden oluşuyor.

 İslâmcılık, Devrim ile Demokrasi Kavşağında

Müslümanca yaşamak için devletin de “Müslüman” olması mı gerekiyor? Bu o kadar net değil. Çünkü İslâm’ın gereği olan “kısıtlamaları” insan en başta kendi nefsine uygulamalı. Aksi takdirde dinî mecburiyet ve yasakların kanun gücüyle dayatılması vatandaşı çocuklaştırıyor ister istemez. İyi-kötü ayrımı yapmak, iyiden yana tercih kullanacak cesareti bulmak gibi insanî güzellikler devletin elinde bürokratik malzeme haline geliyor. 21ci asırda Müslümanca yaşamak kolay değil. Yani İslâm’ın özüne dair olanı, değişmezleri korumak ama son kullanma tarihi geçmiş geleneklerden kurtulmak. AKP’yi iktidara taşıyan fikrî yapıyı, Demokrasi-İslâm ilişkisini, İran’ı ve Milli Görüş’ü  sorguladığımız bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

Trackback URL

  1. 22 Yorum

  2. Yazan:MY Tarih: Nis 10, 2011 | Reply

    Islamci hareket içinde Bulaç’in yerini ve tarihi süreci ortaya koyan güzel bir yazi, tesekkürler Ibrahim Bey kardesim.

    Ancaaaak… “muhafazakarlik” kelimesi artik ciddi bir anlam kaymasina ugradi ve statükonun muHaFaZasini savunan kemalist HaFiZlara daha çok yakisiyor bu terim.

    Normal Müslümanlar ise degisen dünyada kalplerinde muhafaza ettikleri Islâm’a uygun yasamaya devam ediyor.

    Bulaç gibi “emektar / duayen” vs ilân edilen, biyolojik olarak DEGiL ama zihnen ve fikren yaslanmis insanlar bir zamanlar gösterdikleri entelektüel cesareti gösteremiyorlar.

    Bu korkaklik ise onlari savunmaya itiyor. Anlamadiklari yeni bir dünyayi kesfetmek ve GEREKENi YAPMAK yerine ESKi GÜZEL GÜNLERiN hasretiyle yasiyorlar. “Ali Agabey” olduklari güzel günleri özlüyorlar.

    Kadinlarin arkamizdan geldigi, biz “mücahiderin” kiliç salladigi, hemsire rolüne münasip görülen kadinlarin ise yaralarimizi sardigi o güzel(?) günler geride kaldi. Cemile Bayraktar, Özlem Yagiz, Hilal Kaplan, Yildiz Ramazanoglu, Cihan Aktas ve ismi su an hatirima gelmeyen yüzlerce hatta binlerce hanim kardesimiz sipsivri kalemleriyle bizim yanimizda. Hatta önümüzde. Kadinlar yeri geliyor erkeklere yardim degil öncülük ediyorlar. Dogrusu da budur. Eski köye yeni adet geldigini ZANNEDENLER Hz Aise validemiz basta olmak üzere bütün Islam büyüklerinin hayatlarini incelesinler.

    Bu asagidaki sözlerine de itirazim var:

    “Tamamen Muhafazakâr Siyasetin başarısı sayesinde Kışlasına çekilmiş Askerin, memur olduğunu hatırlayan Bürokrasinin, dişleri sökülmüş, tüm kaleleri zapt edilmiş bir medyanın boşalttığı alanda bizim mahallenin mağdurelerinin “intikam” çığlıkları yankılanmakta artık. Ali Bulaç gibi bir ekolün dahi kendilerini uygun bir dille uyarmalarına tahammülü olmayan bu kardeşlerimin durumu biraz da ‘uç bir örnek olmakla birlikte’ Reşat Halife’nin Kur’an’ı test etmesine benziyor; Mısır asıllı Amerikan vatandaşı Reşat Halife 19 sayısını esas alarak Kur’an’ı test etmeye kalkar ve ‘19′ kriterine uymadığı için tevbe Suresinin son iki ayetini atmaya kadar gider iş.”

    Askerlere hadlerinin bildirilmesi muhafazakârlarin degil degisim yanlilarinin sayesinde oldu. Anayasa degisikligine EVET diyen %60’in içinde solcusu, liberali bir sürü insan var. Ermeni var, Kürt var, isçi var ve patron var. Bunlar hakiki devrimciler. Ellerine molotof kokteyli alMadan da devrim yapilabilecegini ispat ettiler. ediyorlar ve edecekler.

    “bizim mahallenin mağdurelerinin “intikam” çığlıkları” demissin. Ne zamandan beri hakkini aramak intikam oldu? Gazzeliler intikam pesinde mi? Toplu mezarlarda çocuklarini arayan JITEM magdurlari, OHAL magdurlari intikam pesinde mi? Bulaç’i sevmek ile bulaçizm arasina bir çizgi çekmek bu kadar mi zordu?

    Bulaç… Evet, yobaz laik agiziyla konusuyor. Ancak ALLAH’in yapabilecegi bir seye yelteniyor, kalplerin içini okuyor, niyet okuyor.”Türkiye’yi iran gipi yapacaksiniz” diye korku içinde titreyen kemalistler gibi, AKP’ye oy kaybettirmelerinden korkuyor. “Basörtülü aday mi istiyorsunuz? demek ki siz ergenekoncusunuz, sizi gidi siziiii” diyor. Hani Orhan Veli’nin bir siiri vardir:

    “Uyuşamayız, yollarımız ayrı;

    Sen ciğercinin kedisi, ben sokak kedisi;

    Senin yiyeceğin, kalaylı kapta;

    Benimki aslan ağzında;

    Sen aşk rüyaları görürsün, ben kemik.

    x x x x

    Ama seninki de kolay değil, kardeşim;

    Kolay değil hani;

    Böyle kuyruk sallamak Tanrının günü.

    x x x x

    ciğercinin kedisi cevap verir:

    Açlıktan bahsediyorsun;

    Demek ki sen komünistsin.

    Demek bütün binaları yakan sensin.

    İstanbul’dakileri sen

    Ankara’dakileri sen…

    Sen ne domuzsun, sen”

    ne hakki ariyon

    19 katsayisini bulamadigi için sureleri UPDATE etmeye çalisan akil fakirlerinden bahsetmissin. Korkarim Bulaç’i savunma arzun o temiz ve sipsivri kaleminin ucunu kirmis. Özgürce düsünen bir Ibrahim Becer yerine REFLEKS veren bir yazar var burada. “Dokunmayin Bulaç’ima” diye göz yaslari içinde haykiran. Savunurken zarar veriyorsun Bulaç’a. Kanaatim budur.

    Ama zarari yok, Bulaç’in bir peygamber olmadigini sen de ben de biliyoruz. Fikirlerin zitliginin bizler için rahmet oldugunu da biliyoruz.

    Bulaç’in emekli olma vakti geldi. 2011 dünyasini anlamiyor, korkuyor ve “sniper” gibi fildisi kösesinden tesettürlü kadinlara casus, vs gibi laflar firlatiyor. Kendine yazik ediyor. Onu savunmaya gerek var mi? bence yok. Mümkünse kendisini uyandirmak lazim.

  3. Yazan:hadsiz çömez Tarih: Nis 10, 2011 | Reply

    Mehmet bey, bu yorumunuzu kalbimin sağ ve sol kapakcıklarını birbirlerine vurarak alkışlıyorum. Bulaç’a karşı olmakla onun ifade edip savunduğu ve savunmak için de başvurduğu yönteme itiraz etmenin arasındaki Aradaki farkı görmek bu kadar mı zor gerçekten …

  4. Yazan:cb Tarih: Nis 10, 2011 | Reply

    vallahi muhafazakar kitlenin “kol kırılsın yen içinde kalsın” yahut “pek emektardı rahmetli” tutumunu islamın özüne ters, hak, adalet ve Allah adına ikaz emrine ters olduğunu düşünüyorum, bu geleneksel sünni iktidara itaat ve onu hoşlaştırma hasleti maalesef Muaviye ile başlayıp, ibrahim becer’in kalemine kadar sirayet etmiş.

    kimse “ali bulaç’ı taşlamadı” ali bulaç herkesi taşladı ve insanlar kendini savunmak zorunda kaldı. olayı çarpıtmayalım, o göle maya çalmayalım, bu muhafazakar akıllardan kurtulalım inş.

    vesile ile yazara armağanımıdır; http://www.derindusunce.org/2011/01/20/isim-ile-islam-arasinda-muhafazakarlik/

  5. Yazan:ç-z Tarih: Nis 10, 2011 | Reply

    Türkiye’de İslam devamlı netameli bir meseledir ve sorun yaratmada çevrenin katkısı inkâr edilemese de kendinin de bu konuda iyi bir potansiyeli vardır.(İ.B)

    Bu tespit cümlenizdeki “islam’ın..kendinin de sorun yaratmada iyi bir potansiyeli vardır” kısmında ne demek istediğinizi biraz daha açık yazabilir misiniz?
    Cümlenizden çıkarabildiğim kadarıyla İslam’ın bir Vatikanı olaydı sorun yaratma potansiyeli olmaz mıydı?

  6. Yazan:ali yardım Tarih: Nis 10, 2011 | Reply

    İbrahim beyin yazısına katılıyorum. Ali bulaç’la bir çok konuda farklı düşünsem dahi, çok mühim bir müslüman entelektüeldir. karşı çıktığı şeyin, “başörtüsüne özgürlük” teması olmadığını anlamak için fazla zeki olmak gerekmiyor. dini bir kavramın, feminist bir dille ifadesine karşı çıktığı kanısındayım. fazla duygusal davranıp, Ali bulaç’ı laik yapmak izan dışı.
    başörtülü hanımlar elbette meclise girebilmek için kampanya yapabilirler, lakin bu kadar eleştiri kaldırmaz bir vaziyette olmaları nedendir? bu mesele muhafazakar erkeklerin ataerkil reflekslerinden kaynaklanmışa benzemiyor,bu hanımlar olgun bir İslamcı düşünürün mütaalarından neden bu kadar rahatsızlık duymuştur?
    kullanılan yanlış bir dil, haklı bir davayı haksız konuma düşürür. ayrıca meclise yönelik arzu, bir iktidar arzusu mudur? bunu bilemiyorum. çünkü bugün kamu kuruluşlarında insanlar örtülü çalışamazken, meclis meselesi seçkin muhafazakar bayanların, şahsi arzuları gibi kalıyor. öncelikli olan bu değil. meclis meselesinin bu kadar vurgulanması kanımca rövanşist bir tavrı andırıyor. bazı üniversitelerde ve kamu kuruluşlarında yasak hala devam ediyor, vahim olan nokta bu.

  7. Yazan:MY Tarih: Nis 10, 2011 | Reply

    Bir çok gazetecinin ciddi bir empati kurma sorunu var. Kendilerini baskalarinin yerine koyamadiklari için farkinda olmadan çok saldirgan seyler yazabiliyorlar. Bakin ne demistik YOBAZ LAiKLiK konusundaki bir baska yazimizda:

    “Bugün 20 Temmuz 2009, Pazartesi, yobaz laikler iyi günler diler.

    İnsan psikolojisi kadar hayvanların toplumsal yaşamları üzerinde de önemli çalışmaları bulunan Boris Cyrulnik Dünyanın Tılsımı (L’ensorcellement du monde) isimli ilginç kitabında empatiden bahsederken bir şebek sürüsünden örnek verir:

    “Üzeri meyvelerle dolu bir ağaca yaklaşırken dişiler tam ters yöne bakarak büyük bir gürültü koparırlar. Fiziksel olarak daha üstün olan erkekler yiyecek bulunduğunu sanarak o yöne atılınca dişiler meyve ağacına hızla koşar ve erkekler gelmeden yiyebildikleri kadar yerler.”

    Kendini başkasının yerine koyma, davranışlarını önceden tahmin etme yetisi hayvanlarda da var. Üstelik sadece merhamet değil avlanma gibi ihtiyaçlar için de gerekli empati. İşte yobaz laiklerin en akıllısı Ayşe Arman da geçen hafta empati kabiliyetini gösterdi… Ama Boris Cyrulnik’in anlattığı dişi şebeklerle aynı seviyede kaldı kanaatimizce. Empati geldi randevuya ama vicdan ekti bizi…

    Çünkü kadın olmak için önce adam olmak gerekir, gazeteci olmak için ise insan olmak.

    Peki hem insan hem gazeteci olunmaz mı? Olunur tabi. Meselâ Alman gazeteci Günter Wallraff 21 Ekim 1985′te de Türk işçisi Ali Levent Sığırlıoğlu’nun kılığına girerek kiralık işçi olarak çalışmıştı. O dönemi anlatan “En Alttakiler” kitabı yayınlandığında
    kıyamet koptu”

    TAMAMI

  8. Yazan:nail Tarih: Nis 11, 2011 | Reply

    MY:

    ..ESKi GÜZEL GÜNLERiN hasretiyle yasiyorlar. “Ali Agabey” olduklari güzel günleri özlüyorlar.

    Kadinlarin arkamizdan geldigi, biz “mücahiderin” kiliç salladigi, hemsire rolüne münasip görülen kadinlarin ise yaralarimizi sardigi o güzel(?) günler geride kaldi…
    Bulaç… Evet, yobaz laik agiziyla konusuyor. Ancak ALLAH’in yapabilecegi bir seye yelteniyor, kalplerin içini okuyor, niyet okuyor…

    Ben de Ali bulaç’ın çok haksız yere ve çirkince taşlandığını düşünenlerdenim.
    Gördüğüm kadarıyla Bulaç şimşekleri üzerine çekme pahasına bir alim sorumluluğu içinde, Fethullah Gülenvari bir çıkış yaparak birilerinin tuzağını berheva etmeye çalıştı.

    Gel gör ki Bulaç niyet okumakla itham edilirken(ki kendisi iki yazısında da platformdakilerin hemen hepsinin iyi niyetlerini tasdik etti) Bulaç’ın kendisi yani niyeti feminizm ve kadın hakları penceresinden bir bakışla okunarak mahkum edilmeye çalışılıyor burada.

    Hatırlayalım laik yobaz ağzıyla konuşan! Ali Bulaç ne demişti:


    Soru şu:
    12 Haziran 2011 seçimleri öncesinde “başörtülü aday” konusunun gündeme gelmiş olmasında ‘iyi saatte olsunlar’ın payı var mı? Elbette bu platform içinde yer alanların tamamına yakını iyi niyetli insanlar ve artık başörtülülerin de diğerleri gibi siyasi haklarını kullanmaları mücadelesini veriyorlar. Bu hanımları istisna ediyorum. Ama içlerinde öyleleri var ki, başından beri ilişki ve sıkı dostluk içinde oldukları bazıları, kendilerine İslamî çevreleri ve İslamî hareketleri içeriden çökertmek, zihinsel haritayı değiştirmeyi görev yapmışlardır. Birer ‘beyaz casus’ gibi beşinci kol faaliyeti yürüten bu kimseler devşirme ve zihin haritasını değiştirme işinde bir miktar başarılı da oldular. Bunların bazıları son olaylar dolayısıyla deşifre oldular.

    Daha birkaç sene önce başörtüsü konusu neredeyse AK Parti’yi kapattırıyordu. Para cezasıyla kurtuldu. Bana öyle geliyor ki ‘iyi saatte olsunlar’ bu sefer iyi niyetli bayanlar üzerinden AK Parti’ye yeni bir tuzak kuruyorlar. Ne değişti ki, AK Parti yeni bir kapatma davasıyla karşı karşıya gelmesin!

    Çözüm:

    Bana sorarsanız bu seçimde de başörtülü milletvekili olmayıversin, seçimden sonra yeni ve sivil bir anayasa çıksın, herkesle beraber başörtülüler de rahatlasın.

    İlaveten Bulaç şunları da söylemişti:

    12 Haziran’dan sonra hepimiz yani İslamcılar, Kürtler, Aleviler, azınlıklar, başörtülüler, yoksullar, esnaf, çiftçiler, kısaca sorun yaşayan herkes AK Parti’ye ve Erdoğan’a yüklenelim, yeni ve sivil bir anayasanın önünü açmasını isteyelim. 2002 ve 2007 seçimlerinden sonraki gibi davranacak olursa, artık mazeretinin kalmayacağından herkes kendine yeni bir hattı hareket çizsin. Ama tam bu noktada yeni bir kapatmaya kapı aralamak bana makul ve maslahata uygun gelmiyor.

    Konuya salt seçim açısından da bakmak hatalı olur. Bölgemizde toplumsal patlamalar domino etkisi yaratarak sürüyor. Olayların duracağı kanaatinde değilim ve benim değerlendirmelerime göre, Türkiye de bu kapsamın içindedir. Türkiye, başarılı bir “kamu diplomasi”siyle bölgede yüksek beklentiler oluşturdu, ama beklentilerin neredeyse tamamının altının boş olduğu görülüyor; içeride de “bize bir şey olmaz, biz farklıyız” havası estiriliyor. Hayır, ciddi zaaflarımız var. Bir gün hepimiz çok üzülebiliriz. 12 Haziran’ı herkes iyi değerlendirmeli ve artık kangrenleşen sorunlarımızın kökten çözümü için bir fırsat olarak kullanmalı.

  9. Yazan:MY Tarih: Nis 11, 2011 | Reply

    @Nail,

    Bulaç’in sözlerine biraz daha yakindan bakalim:

    “Ama içlerinde öyleleri var ki, başından beri ilişki ve sıkı dostluk içinde oldukları bazıları, kendilerine İslamî çevreleri ve İslamî hareketleri içeriden çökertmek”

    Simdi sunlari diyebiliriz:
    1) Zaman yazarlari genelde Türkiye’nin toprak bütünlügünü muhafaza etmek isterler ama içlerinde öyleleri var ki….
    2) Kürtçe egitim isteyenler genelde samimi ama içlerinde öyleleri var ki…
    3) Namaza gidenler genelde iyi Müslümanlar ama içlerinde öyleleri var ki…
    4) AKP’ye oy verenler genelde dürüst insanlar ama içlerinde öyleleri var ki…

    Böyle bir dille her kesimi, her siyasi inisyatifi, her dernegi, partiyi zan altinda birakabilirsiniz. Bu paranoya üretme dilidir.

    Bu tepeden bakan, ilkokul ögretmeni edasiyla “içinizde yaramazlar var, isimlerini simdi vermiyorum ama onlar kendilerini biliyorlar” havasini sevmiyorum. Bulaç’i tanimam, etmem. Belki komsularina karsi naziktir, büyük ihtimal fakir fukarayi gözetiyordur. ALLAH daha da iyilikler versin kendisine. Ama her KONUDA bir KANIDA olmasi sart mi?

    “bu konuyu bilmiyorum / anlamiyorum” diyemiyor mu? Ha varsa bir bildigi, kanunen suç olabilecek bir seyler, açikça söylemek zaten görevi. Yok, bir beyin yikama varsa üretirsin antidotunu, verirsin. “Alim sorumlulugu” budur. Yoksa ortaya pis bir laf atip nifak çikarmak degildir. (beyaz casus vs)

    umud edelim ki bir dil sürçmesi olsun. Ama bir ara Bulaç degil miydi “kadinlar çalistigi için issizlik artiyor” gibi bir laf eden?

    Bütün bunlar kafasindaki bir tasavvuru bize dayatma egilimi varmis gibi düsünmeme sebep oluyor.

    Zaten sonradan yarim agizla özür diler gibi birseyler yazdi, “yanlis anlasildim” mealinde. Bu bile “ben dogru söyledim ama siz yanlis anladiniz” gibi oluyor. Mertçe dese, hata ettigini kabul etse ya. Yok hatali degilse söylesin beyaz casuslarin kim oldugunu, bilelim. Eskiden samimi görünüp desifre olanlar kimdi mesela? Merve Hanim mi?

  10. Yazan:Mehmet Ali Tarih: Nis 11, 2011 | Reply

    Ali BULAÇ’a haksızlık yapılıyor. Ali Bulaç bu ülkede Cemil Meriç gibi bir entelektüelimizin talebesidir. Yani fikirleri uğruna, inançları uğrunda ıstırap çekenlerdendir. Başörtülü kardeşlerimizin yaygara koparmasına gelince, doğru yaptığını zanneden ama yanlışı gösterilince gürültü çıkaran çocuklara benziyorlar. Ali BULAÇ ne diyor, onlar meseleyi hangi tarafından anlıyor!.. Samimiyetle bu işin peşinde olanlara saygımız var ama bu işin cılkını çıkaran, içni boşaltanlara da karşıyız. Ali Bulaç’ın dediği ve karşı olduğu gibi…

  11. Yazan:MY Tarih: Nis 11, 2011 | Reply

    “Başörtülü kardeşlerimizin yaygara koparmasına gelince, […] cılkını çıkaran, içni boşaltanlara.. “

    Türkçesi, elinizin hamuruyla erkek isine karismayin. kadinlarin haklari savunulacaksa bunu da erkekler yapar. Yapmiyorsa bir sebeb-i hikmeti vardir.

    Not: Bulaç bir yazardir. Nokta. Ne Ibrahim Becer’in dedigi gibi bir ekoldür ne de bir Cemil Meriç’tir. Abartmayalim. Kendi okuyucu kitlesi kadar bir çapi vardir.

  12. Yazan:beytullah emrah Tarih: Nis 11, 2011 | Reply

    bu arada ali bulaç “saldırılara cevap” başlıklı bir yazı yazmış, ilgilenenler olursa:

    http://dunyabulteni.net/?aType=yazarHaber&ArticleID=15891

  13. Yazan:sq Tarih: Nis 11, 2011 | Reply

    Bir yanda tek kıstas olarak “başörtüsü” konusunu bayraklaştıran mümin kadınlar, diğer yanda onlarca kitabın müellifi, Türkiye’deki İslami hareketin yetiştirdiği sayılı verimli Yazarlardan Ali Bulaç.

    “Bir yanda tek kıstas olarak başörtüsü konusun bayraklaştırmak” daha baştan bir yargılama içeriyor. Pek hoş bir kıyaslama değil bence.

  14. Yazan:özlem Tarih: Nis 11, 2011 | Reply

    Ali Bulaç çok kötü ve zan dolu bir üslupla bir yazı yazdı. Ve herkes kendi meşrebince bir şekilde tepki verdi. Tokata insanların tepkisi farklı olur. durup dururken bir tokat yediğinizde kimi acımadı kiii diye alay eder, kimi nasihat eder, kimi tokat atar kimi silah sıkar. Kur an da bir ayet vardır. bir”kötülüğün” karşılığı ona denk bir kötülüktür diye, güzelce nasihat etmek en iyisidir. ya da siz de aynı ölçüde bir polemiğe girebilirsiniz. Ali Bulaç’ın cevap mahiyetinde yazdığı yazıdaki soros vs. gibi ithamlar aşırı gitmek çok çirkin. Buluşan kadınlardan kimse de bu arkadaşın kaleme aldığı yazıdaki bu saçmalıkların dillendirilmesini istemedi. O arkadaşın kendi ayıbıdır.
    Ali Bulaç kücadelesini entelektüel seviyesini taktir ettiğim bir insan. Yaklaşık kitaplarıyla da 23 yıl önce tanışmaya başladım. Yalnız kadınlara karşı üslubunun ve bakış açısının hiç de hoş olduğunu söyleyemem. 20 küsür yıl önce de böyleydi halen böyle. O zamanlarda panellerde dönüp parmağını kadınların olduğu yerlere sallayarak “o böşörtülerin altında feminist kafalar yatıyor” diye azarlardı kadınları. Bu azarlardan sonra da erkekler tarafından feci alkış alırdı. Polemik üslubuna yatkın yazarlar bunu gayet iyi bilirler. Bir “hasım” belirlersiniz ve olabildiğince şiddetle çakarsınız. Bu size belli ölçüde bir popularite sağlar ve taraf toplarsınız. Tepkiler çok artınca da yanlış anlaşıldım gibi bir şeyledr söylersiniz. Mehmet’e katılmıyorum. Ali Bulaç bunu yaşlandığı için ya da popularitesini kaybettiği için yapmıyor. Aksine çok populer. Fatih’te yürürken kendi yaşındaki adamların ellerini öpmeye davrandığını gördüm. İzin vermedi tabi ama böylesi bir saygı ve abartılı iltifatlar bence bir enetelektüeli öldüren şeyler. Çok yanlış geliyor bana.
    Ali Bulaç bunu
    1. Gerçekten kendi zihin yapısı bu yönde olduğu için yapıyor. İslamın bu tür bir geleneksel yorumunu da olmaması gerektiği konusunda bir telaşım yok. Her ailenin her dini grubun tarikatın, kendi doğrularını belirleme hakkı var. Yoksa aynı modernizm gibi insanları tek tipleştirmeye geleneksel tüm inanç pratiklerine savaş açamaya kadar gideriz.
    2. Ancak hata şuradaki bazı kadınlar (belki de artık çoğu) değişen dünyada bu geleneksel role sığmıyorlar boğuluyorlar. Şöyle kötüdür böyle eksiktir. Modernizmin sunusudur falan. Şunu söyleyeyim bir çok insan gayet iyi biliyor ki yüksek teknoloji doğayı öldüren havayı suyu zehirleyen bir şey. Ama kimse modern hayattan da vaz geçemiyor. Bunu dillendirenler de evlerinde bulaşık makinesi kullanıyor işe arabayla gidip geliyor vs. vs. Kullandığınız cep telefonları hurda olduğu zaman Hindistan gibi ülkelerde çocukların elleriyle sökülüp geri dönüştürülüyor. açikça çocuklar zehirleniyor içindeki maddelerden. Kimse cep telefonlarından vaz geçmiyor. Kimse asrı saadette ki gibi bir lokma bir hırka yaşamıyor. Zannetmiyorum ki çoğu erkek en başta kendisi pederşahi aile sistemini istiyor olsun. İstemiyorlar. yani kültürel ya da teknolojik olarak modernizmin tüm nimetlerine her şeye rağmen pratikte buyur derken söz konusu kadın olunca onun bir takım talepleri ağır geliyor ve otoriter bir zihin yapısıyla bu kadınlar modernizmin çürümenin ajanları olarak görülmeye başlıyor. İşte o zaman bizatihi en büyük kötülüğü yapmış oluyorlar. doğal seyrinde bir uzlaşmaya varabilecek aileler bir anda aman kadınlarınıza sahip çıkın çanlarıyla bitmez tükenmez çatışmalara kim kavvamdır kim zalimdir moduna girmeye başlıyor.
    İslamın farklı yaşam biçimleri de olabileceği ve geleneksellik kadar modern hayat ile barışık olan ailelerinde bir tür fitne fesat unsuru değil bir tercih ve yaşam tarzı olabileceğini görebileceğimiz bir bakış açısına sahip olmak bence daha doğru bir pozisyon olacak. Mutlak doğruyu belirleyip dayatmaktansa farklı doğruların farklı hayat tarzılarının kucaklanabileceği yaşama alanları bizlere nefes aldıracaktır.
    Bazı insanlar gerçekten geleneksel model içerisinde mutlu olabilirler. Annelik ve ev kadınlığı vasfı kendilerini mutlu ve değerli hissetmeleri için yeterli olabilir. Fark şuradadır ki Feminizm bunu kabullenmez ve çoğu zaman aşağılar, halbuki müslüman kadınların en çok hak özgürlük mücadelesi verenleri dahi bu hayat modeli ile barışıktır bir tercih olarak görür.Ama bazı kadınlar için sadece bunu dayatmak zulümdür. Ve bir çok aile de çalışan karı koca ve hiyerarşi kurmayan bir aile modeli ile pek ala gayet ahlaklı saygılı ve mutlu yaşıyabiliyor. Bence değişimden o kadar korkmak çok muhafazakar bir pozisyon.
    Son olarak gerçekten bu abartılı saygı ve bir insan ömrü boyunca iyi bir şeyler yapmışsa kötü bir şey yapmaz ya da yaptığında da bir hikmet vardı o kötü değildir psikolojisine şairin bir dizesi ile seslenmek istiyorum:

    ne denilebilir ki Vedha biz seni sevdiğimiz zaman sen öldün diyordu şair.
    Dikkat edin ali bulaç tan önce de epeyce yazar bu kampanya aleyhine yazdı. Hiçbiri tepki almadı.
    Yine aklıma gelen bir şey Ali Bulaç’ın bu kampanyayı kimlerin desteklediği bir fikir veriyor tarzı sözleri. bu kampanyayı herşeyden önce bir çok müslüman yazar destekledi. Müslüman olmadığı halde aklı başında bir çok insan da destekledi. ve Oray eğin gibi hiç de hoş olmayan insanlar da hakkında iyi yazdı. bence hiç de iyi bir niyetle yazmadılar.
    Eğer bize gelen her sese sadece müslüman olmadığı için baştan kulak tıkıyacaksak aydınlarımız yıllardır takip ettikleri bir çok post modernist yazarın eserlerini de terk etsinler bi zahmet. O yazarlar olmasa bence bu günh bu ülkede Ali Bulaç da bu kadar populer olamazdı. Akıl ve Kültür sadece müslümanlara has bir şey değil. ve bir eylemi müslüman olmayan insanların beğenmesi başlı başına onu değersiz de kılmaz.
    Ayrıca şu yumurta olayı bence komik derece de abartılmış. cidden çok komik oluyor. Kendini bilmezin biri bir iki yere yumurtayla saldırıcam ulen diye bir şeyler yazdı diye bunu iyi sıhatte olsunlara delil saymak komik geliyor bana. Hem yumurta atacak adam ben sana yumurta atıcam geliyom bak demez sessizce gelir atar. bu kadar basit:)

  15. Yazan:MY Tarih: Nis 11, 2011 | Reply

    savunma yazisinin özeti:

    “bana saldiranlar komplo teorisi üretmis, “sorosçu” vb demisler. ben baskalari hakkinda suizanda bulunurum, bu benim hakkim, ama siz benim hakkimda öyle atip tutmayin, ayip oluyor. “

  16. Yazan:cb Tarih: Nis 11, 2011 | Reply

    koyunun olmadığı yerde keçiye abdurrahman çelebi derlermiş…

    islam’a hizmet eden, emek veren fikir üreten ali bulaç gibi isimleri takip etmek, ehemmiyet göstermek makul ancak onları dokunulmaz saymak yanlış, adaletsiz, hakkaniyete ters, sünnete uygunsuz, kayırıcı tutumlardır. hata varsa uyaracaksın benim değil Allah’ın emridir, akrabalıklarınıza değil, Allah’ın emrine itaat edin, nokta.

  17. Yazan:özlem Tarih: Nis 11, 2011 | Reply

    Mehmet bey, burada şöyle ince bir ayırım var:
    Ali Bulaç bir takım zanlar ve aşırı ithamlar kullandı ama bunu açıkça bir isim üzerinden yapmadı. Kötüydü: beyaz casuslar devşirmeler vs. ama işte bazıları. Bu bile yeterince kötü zaten. Ama bu arkadaş sorostan para almak gibi ithamları ismi cismi açık bir kişiye yöneltiyor. üstelik rahatlıkla cevap verilebilecek belaltı vurmaksa hiçbir cinliği olamayan ithamlar. Kişi ismi kullahndığınızda o yapılanın etkisi ve boyutu kat kat büyür. O yüzden bunu da eleştirmekten imtina etmeyelim.

  18. Yazan:MY Tarih: Nis 11, 2011 | Reply

    Özlem Hanim haklisiniz, sorosçu vb suçlamalar afedersiniz aptallik ötesi olmus. Elbette, zaten iftira atmak kadar kolay ne var? Haydi ispat et bakalim, filanca yerden para aliyorsunudur sen…

    ama adi geçen site ALEXA’da 700binlerde. Yani okunMAyan bir site. Bulaç bir de onlarin reklamini yapti.

    Üstelik “saldirilara cevap” yazdi, en saçma saldirilara cevap vermis ama hakiki, akli basinda elestirilere dogru dürüst bir cevap yok. Yani kolaya kaçmis, kaçak güresiyor. Bence kadinlarin siyasete karismasindan hoslanmiyor. bu bir suç degil. Pasif kadinlari seviyorsan öyle bir kadinla evlenirsin. is hayatinda ya da siyasette aktif olan kadinlari evine çagirmazsin… Senin bilecegin is. Ama bütün kadinlarin yasam tarzi hakkinda ahkam kesmek… Hem de bunu Islam / Islamcilik adina yapmak…. iste burada Bulaç’in çok ciddi elestiriye ihtiyaç duydugu yer burasi.

    Üstelik “Basörtülü aday yoksa oy da yok” diyen kadinlar çok seviyeli bir biçimde çesitli elestiriler yönelttiler Bulaç’a. Ama Bulaç gitii, içlerinden en saçma olani, anilmasina bile gerek olmayan bir iki zirvayi seçti, cevapladi.

    Yani MIT ajani olmaya lüzum yok elbette Bulaç’in Soros veya bir baska szyle ilgisi olmadigini görmek için. bu suçlamaya cevap bile vermeye gerek yoktu. Helsinki bilmemnesine üye olmasi filan. Ne geregi var?

    Ama savunma yazisinda devam ediyor: “%99’unun iyi niyetli oldugunu biliyorum” gibilerinden. Yani ne saçma bir laf bu. Bakin iste devam ediyor. Kim o %1?

    Yarin bize kizip “DD okurlari genelde iyidir ama %1’i PKK’lidir” dese ayni o sorosçu iftirasini atan insanin durumuna düsmez mi?

  19. Yazan:özlem Tarih: Nis 11, 2011 | Reply

    Bu arada Ali Bulaç’ın oğlu AKP den aday olmuş. herhangi bir yorum yapmıyorum. Yalnız şunu söylüyorum. Liyakati ile ilgili hiçbir bilgimizin olmadığı muhtemelen siyasete yeni atılan bir insan aday oldu. Ama yıllardır bu parti içinde çalışan, kuruculuğunu yapan bir sürü kadın başörtülü oldukları için olamadı. bu onların içine siniyor demek ki eyvallah. Benim sinmiyor. Mecusi bir erkekte olsam böyle ayrıcalıklı bir yurttaşlık sinmezdi. Hayırlısı olsun vesselam.

  20. Yazan:MY Tarih: Nis 11, 2011 | Reply

    Bulaç: “bir sivil anayasa yapilsin, simdi basörtüsünün SIRASI degil”

    Türkçe altyazi: “Oglum bir seçilsin, simdi basörtüsünün SIRASI degil”

    ah bu Zaman gazetesindeki “iyi saatte olsunlar” yok mu? Ne biçim komplo üretiyorlar. Ama biz biliyoruz ki %99’u iyi niyetli. Yanliz bir %1’lik dilim var kiiii…

    neyse… isimlerini vermiyorum, onlar kendilerini biliyorlar 🙂

  21. Yazan:ç-z Tarih: Nis 11, 2011 | Reply

    Ali Bulaç özelinde tartışılan konuda nedense hep Suzan Başarslanın aydınlar üzerine yazdığı makaleyi ve altındaki yorumlaşmaları hatırladım(Aziz bey sevgi ve selamlar :))

    “Ali Bulaç’ın kitabında bahsettiği gibi, bizim aydınımız birinci elden yerli kaynakları okuyamaz, Osmanlıca bilmez ve kendisini Batılı-Oryantalist merkezlerin tercümeleri ile tanır, bununla yetinir. Bu hâl halk ile aydın arasındaki mesafeyi her geçen gün çoğaltmıştır. Türkiye’de aydın, halkın sivil, demokratik tercihlerine yönelik yapılan darbelerde ya darbecilerden yana olmak ya da sesiz kalmak gibi trajik bir tavrı üstlenmiştir bu yüzden. Bulaç, “Türk aydınının köklü bir cuntacılık geleneğinden beslendiğini biliyoruz.” diyerek bir bakıma güncel olaylara da göndermede bulunuyor.
    ………
    “Bu kafa büsbütün başka işler becerebilir… Madem ki herkes gibi değilsin… onlardan daha akıllı, daha üstünsün, onlara hükmetmek hakkını hatta vazifendir. Yalnız bunu istemen lazım. Her şeyi feda edebilecek kadar şiddetle istemen ve bütün arzularını tek bir gayeye: İnsanlara hükmetmek, onların başına geçmek gayesine hasretmen lazım… Dünyaya bizim gibi insanlar kendi kafalarında tasavvur ettikleri şekli vermeli ve koyun sürüsünden farkı olmayan halk ise sadece tabi olmalıdır.”[8] Yani aydın kimliğinden jakobenizme kayış. Bu; aydını, Suç ve Ceza’nın, -içinde deha taşıdığına inanan- meşhur karakteri Raskolnikov’a yaklaştırır; insanları sıradan ve sıra dışı olarak ayırma, sıradan insanları edilgen, güdülmesi gereken ve cahil olarak algılama yönleriyle.
    ……….
    Son olarak bilinmelidir ki, aydınlar üzerine kurgulanan bu makalede, aydın’lanamayan aydınların karakteristik özelliklerinin vurgulandığı ve aydına ait fikri yapının, edimin ne olduğunu, ne olmaması üzerinden bir yolla anlatıldığıdır; tıpkı Wellek-Varren’in “Edebiyat nedir”i ne değildir üzerinden açıklamaları gibi. Aydın’mış gibi davrananların gösterimi, “gerçek” aydını vurgulamak için tercih edilmiş ve aslında salt aydın’ın vurgulanması gerekirken, kavramların iki-başlılığı sorunuyla yeniden karşılaşılarak, tırnak içinde “gerçek” kelimesi kullanılmak zorunda kalınmıştır.
    Burada “Gerçek aydın kimdir?”, sorusu devreye girer ki okuyucunun karar vermesi gereken yer de burasıdır:
    Kendi aydınını seçmek ya da “gerçek” aydını seçmek…
    Öğütücünün dişlilerinden biri olmak ya da seçimiyle öğütücüyü, kendisiyle hesaplaşmaya zorlamak…

    http://www.derindusunce.org/2008/09/15/aydinlanamayan-aydinlar-ulkesi/

    Ve aydın, kadının, kadına dair olanın ne zaman ve nasıl zaman söylenmesi gerektiğine karar verdi!

    Kadına dair söylenmesi gereken ne kadar söz varsa erkeğin söylediği ve erkeğin bu sözün ne kadarının söylenmesine dair sınırları belirlediği günümüzde aydınlarımızın kadına bakışı nasıldır?
    ………..
    Özgürlük alanının içini dolduran aydınlarımız kadını dün sokağa çıkmaması gereken ve evinden uzaklaşmaması gereken varlıklar olarak addederken bugün de sokağa nasıl çıkması ve sokağın kamu adı verilen bölümlerinde hangi kıyafetlerle arz-ı endam edeceğini belirlemeye çalışmakta ve bunu bir yığın argümanın ardına gizleyerek, Virginia Woolf‘un da belirttiği gibi, başkasının güçsüzlüğü üzerinden kendi gücünü ispat etmeye çalışmaktadır.
    http://www.derindusunce.org/2008/06/30/kadinlar-gunumuzun-don-kisotlari/

    Suzannur ilk anda hatırlayabildiğim zihnimde yer eden bu yazılar için tekrar teşekkürler.

  22. Yazan:bahadır demir Tarih: May 22, 2013 | Reply

    sayın mehmet yılmaz bey ben sizin yorumlarınızı hep çok dikkatle okudum.gerçekten nev-i şahsınıza münhasır düşünceleriniz var.hep taktir ettim.hep bir muvazene ,hep bir itidal, hep bir feraset sezinledim duygu ve düşüncelerinizde.bu konu başlığı altında yapmış olduğunuz yorumlarda sayın ali bulaç bey gibi kıymetli bir şahsiyeti (hatasız kul olmaz)gözden düşürme gibi bir uslup hissettim.bu ülke henüz tam olarak düze çıkmadı.bu ülkenin siz ve ali bulaç bey gibi önenmli şahsiyetlere daha çoookk ihtiyacı var.elestirilerimizde bile dengeyi elden bırakmamak lazım diye düşünüyorum.

    son olarak şunu söylemek isterim ki..herkes bir kaneviçe örmekte..günü gelince ortaya çok güzel bir şekil çıkacak..sabredenleri müjdele..

  23. Yazan:my Tarih: May 22, 2013 | Reply

    eyv. Bahadir Bey haklisiniz, ancak “alim” namzetleri de haddini bilmeli degil mi? Ali Bulaç ne yazik ki hiç bilmedi konulara yeterince arastirmadan giriyor. Sadece iyi bildigi konularda yazsa Ümmet için daha hayirli olur diye düsünüyorum.
    O’na emanet olunuz

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin