RSS Feed for This Post

“Tek” milletin bölünme korkusu: Siyasetin Ters Yüzü

Sunuş : Jiyan Bawer İHD, Türkiye barış meclisi ve cumartesi annelerine destek olan bir yazar. Aynı zamanda Kürt dili ve edebiyatı öğretmenliği yapıyor. Okuyacağınız makale siyasetin şiddet dilini eleştiren, sorunlara akılcı çareler arayan bir Kürt gencinin samimi fikirlerini sunuyor.

Jiyan’ın makalesi bir kaç bakımdan dikkate değer. Daha önce defalarca dile getirdiğimiz gibi Kürtler, özellikle de aydın Kürt gençleri milliyetçi ve şiddet yanlısı Kürtlere alternatif söylemler üretebilmeliler. Zira Kürt usulü bir Kemalizm alternatif değil, ne Türk usulü ne de Kürt usulü faşizm ile bölgeye (ve Türkiye’ye) barış gelemez. MHP ya da CHP’nin Kürt versiyonu dışında yeni bir siyasî harekete ihtiyacı var Kürtlerin… ve Türkiye’nin.

Bu akılcı arayışın ifade bulduğu makale aynı zamanda yetenekli bir yazarın doğuşunu da müjdeliyor sanki. Jiyan kelimeleri sorguluyor. Kelimelere yüklenen anlamlara ve bu anlamların tetiklediği toplu reflekslere, geçmişin geçMEmiş travmalarına işaret ediyor. Genç yazarın stilinin çok kısa zamanda oluşacağını ve kendisinden zengin içerikli yeni makaleler okuyabileceğimizi ümid ediyoruz. Aramıza hoş geldin Jiyan.(MY)

Siyasetin Ters Yüzü – Jiyan Bawer

Siyaset  kurumu Türkiye için adaletin sağlanmasında aciz kalan bir mercidir. İstenilen adaletin sağlanmasıysa kutuplaşmanın yaratılmaması gerekir. Bir sorun varsa ancak ve ancak kişinin vicdan hürriyeti ile algılanabileceğini unutmamak gerekir. Türkiye de yaşayan halklar nesnel verileri kendi vicdanlarının süzgecinden geçirebilirse,  kin öfke ve nefret olgusunu ortadan kaldırabilirse,   her birey akil bir adam oluverir. İşte bu şekilde davranmaya çalışan  bir yurttaşın da barışın inşaası için söyleyeceği bir sözü olacaktır. Burada asıl sorun kutupları tehlikeli bir politizasyondan geçiren ve giderek milliyetçi akımlara bağlı kılan siyasal yapıların söylemlerini halkın bilinç altına yerleştirmesidir. Ölüler üzerinden siyaset yapmak her siyasinin hakkı olmaktan çıkarılmalıdır. Tam da bu hususta yeni kayıpların ortaya çıkmaması için var gücüyle çalışmalıdırlar. Yaklaşık 300 haftadır adalet için ve yeni kayıpların oluşmaması için her cumartesi adalet arayan,   bu savaşta yakınlarını kaybetmiş kişilerin büyük bir özveri göstermesi takdire şayan bir durumdur. Diğer kesimlerin ise düşüncenin süzgecinden geçirmeden ortaya attıkları yazılar ve söylemler olumsuz etki yaratmaktadır. Bu yüzden ne konuştuğunun farkında olmak da barışa bir katkıdır.

Malûm savaşın dili silah olunca,   barışın dilini de silah haline getirip toplumsal tahrikleri yaratmakta hiç tereddüt etmeyen siyasiler kendilerini kısıtlamadan cüretkar konuşmalar sergilemekte. Örnek verecek olursak iki kesim için çok hassas olan terminolojilerden bir kaçı; “bölgesel yönetim“,   bölgesel yönetim bölmekten gelen bir kök yapısına sahip olan bir kelime.  Anayasası,  siyasi rejimi ve sosyal rejimi boyunca bir sosyal fobi haline getirilmiş bölünme sendromu bu ülkedeki milliyetçi kesimin ruhsal buhranlarından biri olmuştur. Ve  ne zaman bu durumu anımsatacak bir kavram kullanılırsa hemen bir telaş başlıyor. Mesela bölgesel yönetim yerine AB standartlarında,   belediyelerin  yetkilendirilmesi veya bürokrasiyi ortadan kaldırmak için “yerinden çözüm” içeren yönetim,  halkın sosyal devlet anlayışını oluşturmak için devletin bileşeni olan bir yetki mercii. Bir diğer söylem “Tek millet” vurgusu,   bu söylem tarihi ve kimliği yok sayılmış bir halkın tarihten gelen bellek oluşumuyla bu devletin yapısına olan güvensizliğini teyit eder niteliktedir. Yani halk bu vurguyla tarihin kanlı sayfalarına derin bir yolculuk yaparak geçmişte yitirilmiş olanları anımsamaktadır. Halbûkî dünyada hiçbir yer yoktur ki tek ve homojenize edilmiş olsun. Ya da bu politikada başarıya ulaşılmış olsun. Dünyada veya Türkiye de “tekliğe muhtaç olmuş bir insanlığın gelişmesi” ancak siyasilerin kendi aralarındaki çekişmelerin harlanmasıyla olacaksa bir arpa  boyu bile yol alınmayacağı bilinmelidir.

12 eylülde Diyarbakır’daki sivil toplum kuruluşlarını dikkate aldığını her durumda belirten ve BDP’nin bu kuruluşları tehdit ettiğini deklare eden Başbakan meclisteki bütçe görüşmelerinde ki konuşmasında DTK’yı maşa olmakla suçlamıştır. Bu ne perhiz bu ne lahana. Dün kahraman olarak ilan edilen kuruluşlar bu gün istenildiği gibi konuşulmadığında boş konuşan,   maşa olarak hareket eden örgütler olarak gösterilmiştir. Nasıl olabilir ki bu ülkede savaşmaya gerek yok deyip konuşulduğu anda linç ve hain ilan edilmeye çalışılıyor.

 Bölgeye gidip halka şirin görünmeye çalışan vekiller her seferinde o bölge halkının diline ne kadar önem verdiğini belirtmek için Kürtçe dilini konuşup duyarlılığını medya aracılığıyla herkese göstermeye çalışıyor. O zaman bu ülkede hiçbir şey bölünmüyor çünkü onlar bu konuşmaları bu dili kontrollü deneyler yaptıktan sonra kendi ağızlarında ve halkın zihinlerinde hapsediyorlar. Bu güne kadar “Tek dili öğrenemeyenler daha da öğrenemez” diyen başbakan ve “bu ülkenin bir dili vardır” açıklamasında bulunurken tek çözüm yolunu da kendi göstererek,   “beğenmeyen buyursun nereye giderse gitsin” söylemini doğrular nitelikte teyit ediyor. Sağlık bakanlığının 2006 yılında oluşturmuş olduğu Türkiye’yi sağlık taramaları bakımından 26 farklı bölgeye ayırarak bölgelerin özel koşullarına göre değerlendirmesine,   başbakan neden  çıkıp da; bu ülkenin hastalığı tektir,   bunun dışında bir hastalığa sahip olanın buyursun nerde ölürse ölsün demiyor. Ya da  2004 yılında yapmış olduğu yerel yönetimleri güçlendirme ve merkezi otoritenin yükünü hafifletmeye yönelik belediyelerin yetkilerinin artırılması için sunduğu yasa tasarısının eski Cumhurbaşkanı A. Necdet Sezer tarafından veto edilmesiyle birlikte neden,   bu ülkede bütün sorunların çözüm yolu merkezdir ve onun dışında başka bir yetki yoktur,   bunun tersini söyleyen gitsin başka bir yerde nasıl yönetilirse yönetilsin dememiştir.  “Kendine Müslüman olmak” bu olsa gerek. Benim dışımda kimden gelirse gelsin çözüm yanlış,   eğer ben öneriyorsam doğrudur mantığı  padişah dışında hiç kimsenin söz hakkının olmadığının kanıtı gibi ama bir farklılık Türkiye Cumhuriyeti’nin Anayasasında padişahın yetkileri veya Erk’in dediği dışında ki her şey yalan yanlıştır anlamına gelen bir yasa/anayasa bulunmamaktadır. Bütçe görüşmelerinde 2023 yılından bahseden Başbakan,  önerilen anayasa çalışmasını ve benzeri birçok çalışmayı seçim sonrasına bırakması ne kadar ileri görüşlü bir yapıda olduğunu göstermekte.

Bütün suçu başbakana da atmanın bir anlamı yok aslında biraz da Kürt halkı ve onların temsilcilerinin de kabahati bulunmaktadır.  Şu şekilde birkaç örnekle açıklayacak olursak; özel okulların açılmasında yeni formüller oluşturulabilinir.  Örneğin İstanbul Bilgi ve Sabancı üniversitelerinde sürdürülen Kürt dili ve edebiyatı  programına benzer daha kapsamlı üniversiteler açabilir,  yahut resmi dil statüsünde Irak devletinin resmi dillerinden biri olan Kürtçeyi özel ilköğretim ve  liseler açarak bu okullarda kendi dillerinde eğitim görmesini sağlaya bilirler veya sağlanması için çaba sarf edebilirler. Okul projesi geliştirebilirler. Yerel yönetimlere kalmaksızın bunu sivil toplum kuruluşlarıyla geliştirebilirler. Yani yeni bir merkezi otoritenin bir alt kurumu bir merkezi otorite daha kurmanın anlamı yoktur. Bir diğeri ise her belediyenin kendi belirlemiş olduğu ve belediyelerin meclislerinden geçerek onaylatılan kendine özgü amblemleri olan flamaları kendi belirledikleri biçim de zaten düzenleye bilme yetkisine sahipler neden bunu Türk halkının “vay demek ayrı bir bayrağa sahip olacaklar ha,   ülkeyi bölmek istiyorlar” sendromunun açığa çıkarmada somut bir nesne haline getiriyorlar bunu da anlamış değilim.

 Dünyada ki her birey kendi ana dilini öğrenme hakkına sahiptir. Bu söze itiraz edebilecek kimse yoktur. Bu durumun gelişmesi için de siyasetçilerin birbirini kıstırmak yerine kendi çözümlerini geliştirmeli bu çözümler üzerine yoğunlaşmalıdırlar. Gündemi oluşturmak değil kalıcı gündemler oluşturmak daha etkili sonuç sağlayacaktır. Mesela Başbakan Erdoğan tıpkı 13 yıllık ekonomik hedeflerini açıkladığı gibi,  ülkedeki milli birlik projesinin içindekileri meclisin gündemine getirerek açıklaması,  diğer taraftan Kürt halkının kendi dillerinde eğitim görebilecek seviyeye gelmesi ve dokümanlar oluşturarak eğitim eksenli bir gelişim sağlaması  öncelikli yapılması gerekendir. Oksijeni direk verirsen hastayı boğarsın bu yüzden ölçüsünü iyi ayarlayıp azar azar  vermek en doğrusu. Çünkü zihinleri birden şok etmemek gerekir.  İki kesiminde omuzlarının üstünde 87 yılda yapılmış olan yanlışlıkların yükü var. Bu yükü sağa sola savurmak yerine zorda olsa toplumsal kaygılardan arındırılmış bir dil yaratmak uygulanabilecek ilk adım olmalı.

    Hadi o zaman ilk olarak “böl” ve “tek” kelimelerini literatürümüzden çıkaralım…

 

… Bu makale ilginizi çektiyse…

 

Türkiye bölünür mü?

“Bebek katili! Vatan haini!…” PKK terörünü lanetliyoruz ama devlet eliyle işlenen suçlara karşı daha bir toleranslıyız.  “Kürtler ve Türkler kardeştir” diyenlerin kaçı “sen benim kardeşimsin”  demeyi biliyor Zaza, Sorani, Kurmanci dillerinde? Ülkemizin terör sorunu ne PKK ne de Kürt kimliğiyle sınırlanamayacak kadar dallandı, budaklandı. Bazı temel soruları yeniden masaya yatırmak gerekiyor: (*) Kürtler ne istiyor? (*)  İspanya ve Kanada etnik ayrılıkçılıkla nasıl mücadele etti? (*) PKK ile mücadelede ne gibi hatalar yapıldı? (*) İslâm ne kadar birleştirici olabilir? Töre cinayetlerinden Kuzey Irak’a terörle ilgili bir çok konuyu ele aldığımız 267 sayfalık bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirin.

 

 Türkiye’nin Ulus-Devlet Sorunu

Devlet gibi soğuk ve katı bir yapı bizimle olan ilişkisini hukuk yerine ırkımıza ya da inançlarımıza göre düzenleyebilir mi? GERÇEK hayatı son derecede dinamik ve renkli biz “insanların”. Birden fazla şehre, mahalleye, gruba, klübe, cemaate, etnik köke, şirkete, mesleğe, gelir grubuna ait olabiliriz ve bu aidiyet hayatımız boyunca değişebilir. Oysa devletimiz hâlâ başörtüsüyle uğraşıyor, kimi devlet memurları “ne mutlu Türk’üm” demeyenleri iç düşman ilân ediyor, Sünnî İslâm derslerini zorla herkese okutuyor… Bizim paramızla, bizim iyiliğimiz için(!) bize rağmen… Kürt sorunu, başörtüsü sorunu, Hıristiyan azınlıklar sorunu… Bizleri sadece “insan” olarak göremeyen devletimizin halkıyla bir sorunu var. Türkiye’nin “sorunlarının” kaynağı sakın ulus-devlet modeli olmasın? 80 sayfalık bu kitap Kurtuluş savaşı’ndan sonra Türkiye’ye giydirilmiş olan deli gömleğine işaret ediyor.  Ne mutlu “insanım” diyene! Kitabı buradan indirin.

Türk milliyetçiliği birleştirir mi yoksa parçalar mı?

 İllâ ki bir tutkal/çimento mu gerekiyor? Milliyetçilik tutkalı adil ve müreffeh bir düzene alternatif olabilir mi? Adaletin, hukukun hâkim olmadığı ortamlarda Türklerin kardeşliği ne işe yarar? Belki de Türk Milliyetçiliği diğer milliyetçilikler gibi yok olmaya mahkûm bir söylem. Çünkü var olmak için “ötekine” ihtiyacı var. Ötekileştireceği bir grup bulamazsa kendi içinden “zayıf” bir zümreyi günah keçisi olarak seçiyor. Kürtler, Hıristiyanlar, Eşcinseller, solcular…150 sayfalık bu kitapta Türk Milliyetçiliğini sorguluyoruz. Müslüman ve milliyetçi olunabilir mi? Türkiye’ye faydaları ve zararları nelerdir? Milliyetçiliğin geçmişi ve geleceği, siyasete, barışa, adalete etkisiyle. Buradan indirin.

Trackback URL

  1. 14 Yorum

  2. Yazan:Zeynep Altun Tarih: Oca 4, 2011 | Reply

    Merhaba Jiyan arkadaşımızın kalemine sağlık.Gerçekten çözüm içeren bir yazı en azından kimileri gibi sadece eleştiriden ibaret değil bu konuda kendisini tebrik ediyorum.Düşünce akışı çok güzel.Ama unuttuğu bir şey var o da eğitim sosyal devlet anlayışı olarak devlet tarafından sağlanması gereken bir zorunluluktur.

  3. Yazan:ufuk tan Tarih: Oca 4, 2011 | Reply

    Bu ülkedeki bütün partiler ulusalcıdır.ister laik-kemalist olsun,ister liberal-İslamcı,isterse milliyetçi.Anlaştıkları tek ortak nokta asimilasyondur.

  4. Yazan:Türk Oğlu Türk Tarih: Oca 5, 2011 | Reply

    Ne mutlu Türk oğlu Türk olana..Saf ve ari Türk olana..Türk dışında hiç kimse insan değildir bu da böyle biline…

  5. Yazan:MY Tarih: Oca 5, 2011 | Reply

    Türk dışında hiç kimse insan değildir bu da böyle biline…

    “Türk dışında hiç kimse insan değildir” denmesini yadirgamadim, Hitler de söyle diyordu: “Yahudiler bir irktir ama insan degildir”

    yukaridaki yorumda en çok dikkat edilmesi gereken, en tehlikeli olan su:

    “bu da böyle biline…”

    çünkü Türkler disindakileri insan sayan ve sayMAyan olabilir. Ama neyin nasil bilinecegini emreden bu lâf totalitarizmin çekirdegini teskil ediyor. Bir baska ifade ile zulmeden bir rejim altinda en azindan kalben itiraz edebilirsiniz. “Gücüm yetmiyor, ALLAH’im yardim et” diyebilirsiniz. Ama BU BÖYLE BiLiNE noktasindan sonra insanin robotlastirilma süreci tamamlanmis demektir. O “Türk” tecavüz de eder, bebekleri de öldürür, köyleri de yakar. çünkü artik Türk fizikî varligini vermekle yetinmemis, aklini bile rejime armagan etmistir. vicdan, suur, itiraz hakki, sivil itaatsizlik bitmistir.

    “varligim Türk varligina armagan olsun… Ne Mutlu Türk’üm diyene”

    Ulus-Devlet’in mekanizmlari olan Millî egitim, Diyanet ve zorunlu askerlik sorgulanmali.

    “bu da böyle biline” 🙂

  6. Yazan:ali yardım Tarih: Oca 5, 2011 | Reply

    “Türk dışında hiç kimse insan değildir” demek psikolojik bir bozukluk ifadesidir. şuna dikkatinizi çekerim yukarıdaki kişi aslında milliyetçilik yapmıyor, kendini “en saf ve öz Türk” olarak gördüğünden, narsizmini milliyetçi ifadeler üzerinden pekiştiriyor. milliyetçilik “fena fil millet” olmayı gerektirir, aşırıcı sloganlar ile ortaya çıkanlar ise narsizmin, egolarının köle haline getirdiği kişilerdir. Türk’ün üslubu bu değildir, Alparslan böyle yapmamıştır Fatih böyle yapmamıştır. “kayser-i rum” unvanını kullanacak kadar komplekssiz ve emperyal vizyona sahip Fatih’in, internet slogancılarından daha az Türk olmadığı aşikardır.
    ezcümle, millet üzerinden nefsini pazarlamak, “fenafil millet” duruşuna aykırıdır. Türklüğünüz sloganlardan değil, milli kültür-Türkçe-İslam-tarih telakkinizden belli olur.

  7. Yazan:Tayfun Korkut Tarih: Oca 5, 2011 | Reply

    Ulus-Devlet’in mekanizmlari olan Millî egitim, Diyanet ve zorunlu askerlik sorgulanmali.

    Burada daha ziyade milli egitim (eritim de diyebiliriz) ve zorunlu askerlik sorgulandi ama diyanet de bu ulus devlet sisteminin surdurulmesinde buyuk rol oynuyor tabi ki. Tek tip, devletine kayitsiz sartsiz itaat eden, hicbir seyi sorgulamayan, evinden camisine, camisinden evine gidip gelen sessiz, sakin, aptal, alik, koyun gibi gudulmeye musait musluman yetistirmenin derdinde; devletin din islerine karismamasi anlamindaki laiklik ilkesine temelden aykiri cok tehlikeli bir kurum.

  8. Yazan:MB Tarih: Oca 5, 2011 | Reply

    Peygamber efendimiz (şikayet üzerine) ırkçılık konusunda tüm dünyaya karşı şu tarihi konuşmayı yapar:

    -Ey insanlar! Sizin Rabb’iniz birdir. Babanız, ananız da birdir!. Araplık ne ananızda vardır, ne de babanızda. O sadece sonradan meydana gelen dil farkından ibarettir. Arap’ın Arap olmayan ırklardan üstünlüğü yoktur. Üstünlük, Allah’a iman ve itaattedir. Bunu herkes böyle bilmeli, aranıza ırk ayrımcılığı sokmamalısınız! Şunu da bilmelisiniz ki, ırkçılığa çağıran bizden değildir!

    Bunun üzerine Peygamber Efendimize sorarlar :

    -Ya Resulullah, dedi, öyle ise ne yapayım aramıza ırkçılık fitnesi sokmak isteyen bu adama?

    Efendimiz bu soruya kimseye kullanmadığı ağır bir azarlama cümlesiyle cevap verdi. Ne dedi biliyor musunuz?

    Da’hü ilennar!.. Bırak o ırkçı adamı, Cehenneme kadar yolu var!..

    @Türk oğlu Türk
    Gittiğin yol, yol değil. Yine de sen bilirsin…

  9. Yazan:logic Tarih: Oca 5, 2011 | Reply

    bu türk oğlu türk nasıl oluyor merak ediyorum ben aslında. 7 ceddinin listesini mi tutuyor bunlar ? evlenirken türk kızı türk mü aranıyor mesela ? kız mesela ben türk kızı türküm dedi. bu yeterli mi? yoksa nüfus kütüklerinde araştırma mı yapılıyor ?

  10. Yazan:aziz yılmaz Tarih: Oca 5, 2011 | Reply

    Yazının en önemli özelliği bence tarafsız bir gözlemle kaleme alınmış olmasıdır.”Taraf”derken kasdettiğim,kayıtsız şartsız ideolojilere itibar edilmesi durumudur.Yani ait olma duygusunun yaratığı tarafgirlikten sözediyorum.Yazar bu hissiyattan özelikle kaçınmış.Ve ayrıca eleştiri kadar özeleştiride de bulunmuş.

    Kanaatim odur ki,bugün yaşadığımız tüm sorunların temelinde aidiyet duygusunun vicdanın önüne geçmesi durumu var.Bu duygunun hangi ideolojiden,hangi inançtan ya da hangi aidiyet biçiminden beslendiğinin pek de bir önemi yok.Sonuçta dünyaya,yaşama bu gözlüklerle baktğımız sürece değişen bir şey olmayacak;bu algı, biçimde farklı olsa da özde pek değişmez.Yani insan olarak bizleri sürükleyeceği yer de,karşılaşacağımız sonuçlar da aynıdır.
    Nitekim de öyle oluyor.Taasup ağır bastıkça,sisli bir havanın içinde buluyoruz kendimizi.Nasıl ki ağır sisli bir ortam gerçekte varolduğu halde pek çok manzarayla aramıza bir perde koyuyorsa,bizleri teslim alan tutucu yanımız da o denli zihinlerimizi bulandırıp gerçeklikle aramıza bir set çekiyor.

    Maalesef bizler toplum olarak böyle bir süreçten geçiyoruz.Çözüm ve uzlaşma yerine sadece suçlamayı seçiyoruz.Empati kuramıyoruz.Geçtim empatiyi,anlama ve anlaşılmayı…dünyayı, bizi kuşatan o sis perdesinin izin verdiği ölçüde oluşan algılarımızın dışında okuyamıyoruz.

    Oysa suçlu ararken ilk kendimizden başlasak;değiştirmek isteyip de değiştiremediğimiz her bir tıkanıklığın birinci derceden sorumlu olma ihtimalimizin olabileceğini hesaba katsak belki de pek çok sorun bu denli kangrenlenmiş olmayacaktı.

    Lakin düşünce konforumuz böyle bir idrake geçit vermiyor…Yaslandığımız aidiyet duygusu hayattan kopararak bir afyona dönüşüyor bizler için.Çektikçe teselli buluyoruz.Sonuçta gerçek ağrılarımızla yüzleşmekten kaçındıkça,sorunları çözmek şöyle dursun yenisini üretiyoruz.Çünkü sorunu üreten kaynakları kurutmak yerine bizatihi bu kaynaklara sığınıyoruz…Kurumlara,ideolojilere ya da bağımlısı olduğumuz aidiyetlere havale ederek,kendi dışımızda ne varsa onun üzerinden varolmaya çalışıyor,onun üzerinden tanımlıyoruz kendimizi.

    İşte bu alışkanlık kalıplarını yıkamadığımız için de ilk başta kendimize zarar veriyoruz farkında olmayarak.Kendimizle bereaber başkalarına verdiğimiz zarar da cabası.
    Bu kısır döngüyü,araç tariği yoğun bir kavşağa benzetiyorum.Bizim İzmir’de böyle bir kavşak var.Trafik lambaları yok,trafiği düzenleyen bir görevli de yok bu kavşakta.Bu nedenle bazen saatlerce felç olup tıkanıyor.İşin ilginç tarafı “bir an önce geçeyim diye”güya açıkgözlük yapan sürücüler sayesinde oluyor bu keşmekeş.Oysa koca kavşağı felç ettiği gibi kendisini de o kaosa teslim ediyor ama farkında değil.
    Nerden aklıma geldi bilmiyorum.O kavşaktan geçmekte olan sabırsız ve hatalı sürücüler sayesinde saatlerce araç konvoyunda her beklediğimde Türkiye’nin toplumsal profili düşer aklıma.Bindiğimiz dalı kesiyoruz da farkında değiliz galiba:)

  11. Yazan:çuvaldız Tarih: Haz 19, 2011 | Reply

    Yazan:“> Ekrem Senai Tarih: Haz 9, 2011 | Reply

    İnsan muamelesi görmek, adaletle muamele görmek neden yeterli gelmiyor da “Kürt” olarak anılmak istiyorsunuz?

    Ekrem Senai’nin sorduğu sorunun cevabını ben de çok merak ediyorum. Ve Kürt kimliğinin altı çizilerek kaleme alınmış yazılarda bu sorunun cevabını bulabilmek için mümkün olabildiğince dikkatle okumaya çalışıyorum.

    Zor soruları yalan/yanlış/kolay/ezberci =vasat cevaplarla yanıtlayarak ikna etmeye çalışmak ve bu cevaplarla ikna olmuş gibi yapmak, birilerini sorumlu-suçlu ilan ederek soruların soruna dönüşmesine göz yummak, sorumsuzluğun konforunu tercih etmek, kolaya kaçmak olur…

    Kanaatim odur ki bugün yaşadığımız tüm sorunların temelinde aidiyet duygusunun vicdanın önüne geçmesi durumu var.(Aziz Yılmaz)

    Aziz beyin yukarıda yazdığı bu tespit cümlesine katıldığım için “Kürt kimliği ile var olmanın neden önemsendiğini” anlamaya çalışıyorum.
    İnsan olmak, kalmak, “siyaset”. İnsanın öncelikli amacı da “insanca yaşamak”. İnsani bir gayretle de insanca yaşayabileceği ortamı inşa etmeye ve varlığının gereği olarak da muhafaza etmeye çalışır. Bu çabanın neresinde nasıl oluyor da insan, insan olmanın önüne ondan daha çok değer atfettiği bir kimliği koyup, yeri ve zamanının geldiğine inandığı anda da bu uğurda insanlığını/canını bile feda edebilir hale gelebiliyor?

    Yazı başlığı ”siyasetin ters yüzü”nden ilhamla; İnsan olma/kalma siyaseti öncelik ve kutsiyet atfedilen bir kimlik uğruna ters yüz edilmiş olmuyor mu? Önce İnsan sonra Bişavtin!

    Ad arayışı=Adamak!

    İnsanın kendi kendini bir kimliğe ve o kimliğin gereklerini yerine getirmeye adaması; aidiyet!

    Çoğul üçüncü şahıs zamiri ile ifade edilen “Onlar”ın zihinlerinde, bir değere, ayrıcalıklı ve makbul bir anlama karşılık gelen üçüncü tekil şahsın “O”su olmaya duyulan insani ihtiyaç; işte “o”, ben’im!
    Kürt kimliği ile var olmayı önemsemek; “O” Kürt!

    Birileri, Kürtlerin “özne” olma talebinden bahsediyor. Ama bu bir demokratik, sosyal hukuk devletinde temel insan hakları açısından tüm yurttaşların eşitliği anlamında değil, bir “federasyon içerisinde özerklik” şeklinde yorumlanıyor. Bu da yeni bir toplum sözleşmesi (anayasa) ile Türklerden ve Kürtlerden meydana gelen bir ulus tanımını zorunlu kılıyor. “Yeni bir ‘biz’ inşa edilmeli”, deniliyor. Böylece, “Kürt olarak yaşamak” diye tasavvur edilen şeyin paradigması hakkında fikir sahibi oluyoruz biz de.

    http://www.haber7.com/haber/20110609/Etnik-kimlik-bilinci-ve-tek-vatan-tercihi.php

    İnsan kendisi için değer ifade edenlere sahip olarak bir “ değer” olmaya çalışırken zamanla farkına bile varmadan kendisi için değer ifade edenin/edenlerin sayısal değer’i oluveriyor; dönüşüm!

    Bir vekâleten tercih sistemi yerleştirilmeye çalışılıyor. Bildiğinden dolayı değil, kendi bireysel kanaati öyle olduğu için de değil, sırf tuttuğu tarafın tercihi ve söylemi öyle gerektirdiği için inatla bir savı ve ona uygun düşen davranışı üstlenenlerin sayısını çoğaltmaktır amaç.

    http://www.haber7.com/haber/20110526/Yeni-bir-biz-insa-etmek-mi-Hangi-biz.php

    Sevan Nişanyan hazırladığı sözlükte “ait” kelimesini aşağıdaki gibi açıklamış:
    Ait: ~ Ar ˁāˀid عائد [#ˁwd fa.] 1. dönen, geri gelen, gelir, 2. taalluk eden, ilgisi olan → avdet
    İlişkili olma → özümseme(asimilasyon!) → dönme → dönüşüm. Çok yönlü, renkli ve olabildiğince derinlikli bir insanken ait olma ihtiyacıyla tek boyutlu, tek renkli, sığ tanımı olan üç beş harfle karşılık bulan bir kelimeye dönüşüvermek! Bu kısırlaştıran bir döngü. Bir insan Kürt kelimesini bünyesinde harmanlayıp zenginleşebilecekken, Kürt kelimesinin karşılığı “o”lma amacıyla gayret ederken yitirdiklerinin farkına varamıyor ne yazık ki.
    Hakkı yenen,
    Mazlum,
    Ezilen,
    Katledilen,
    İşkence gören,
    Anadili yasaklanan,
    Terörist,
    Kürt tanımını anlamlı kılacak olan, birbirinden farklı renk ve tonlarda “onlar”ın birlikteliğiyken anayasa denilen kitapta tanımlanmış bir özne “o”, olmak adına yapılıp edilenlerle farkına bile varılamadan yukarıdaki kelimelerden birine hapsolunuyor. Ve bunu kendi kendine yapan da ait olma ihtiyacı duyan İnsan.

    Pek çok kelimeyi üretebilen İnsan bir kelimeye ait değil. Ancak insanın bilinçli bir şekilde farkına varabileceği aidiyet ihtiyacı, insan kalabilmenin alarm zili olan vicdana sağır kalındığı zaman kontrolsüz kalan güç gibi insanlıkla olan tüm bağları tek tek imha ederek iktidarda kalmaya ve sayısal değer ifade eden bir et yığınına hükmederek sınırsızca tatmin olmaya çalışıyor.

    Aidiyet hissinin galebe çalmasıyla vicdan sesine kulak tıkayarak bir ideolojiye, amaca, inanca, yoluna yöntemine bakmaksızın hayatlarını hiç tereddüt etmeksizin feda edenler insanlıklarından intihar ediyorlar ne yazık ki; Bişavtin!

    http://www.haberciniz.biz/beyaz-turk-kavrami-nedir-kimlere-denir-914685h.htm

    http://www.milliyetciler.de/frmp61420/

    Sorun burada: Karşımızda çeşitlenemeyen, reel ideolojiler üretemeyen, kendisini o ideolojilerin çoğulcu, özgürlükçü dokusuyla bütünleştirip ifade edemeyen bir toplum var. Bu demektir ki, bizim toplum siyaset üretemiyor. Siyaseten özürlü. O zaman en ucuz, en kolay ve ister istemez en tehlikeli olan sosyolojik formasyonları kendisine ortak payda ediniyor. Bu da milliyetçilik ve onun çeşitleri. Kendisini demokrat, liberal, sol diye tanımlayamayan siyaset tükenerek buralara sıkışıyor. Eski bir reklamda ‘yok birbirimizden farkımız ama biz falanca bankayız’ denirdi. Bugün Türk siyasetinin anlamı tam da bu: Cehenneme mahkumiyet. Kimileri de bunu görmeyip mahşerin üç atlısından birisini diğerine tercih edebilir miyiz diye soruyor.
    http://www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=r2&haberno=6805

  12. Yazan:aziz yılmaz Tarih: Haz 20, 2011 | Reply

    Selam Çuvaldız hanım,

    İsmimi anmışken bir selam vereyim dedim.Nasılsınız iyi misiniz bu arada?Takip ettiğim kadarıyla siz de eski sıklıkla yazmıyorsunuz.Gerçi ara sıra mola vermenizin nedenini az çok tahmin edebiliyorum.Bu makalenin konusuyla benzerlik taşıyan bir başka yazıdaki tartışmalar sanırım sizi üzdü biraz.Üzdü derken anlaşılamama proleninden bahsediyorum.Sizinle biaz mizac benzerliğimiz olduğundan sizi anlıyorum.Çünkü ifade etmek istendiğinden farklı algıların çıkması insana hakikaten derin bir ızdırap veriyor.Sizin adınıza konuşmuş gibi olmayayaım ama ben şahsen bu noktada çok hassasım.Hem de biraz hastalık derecesinde:)

    Hazır hal hatır etmişken son zamanlarda DD’de bir hayli tartışılan şu kimlik sendromuna dair bir iki satır yazayım.

    Zaman zaman yeni bir probleme kapı aralar gibi olsa da bu yeni tartışma süreci bence çok sağlıklı işliyor.Daha doğrusu olması gerektiği gibi nihayet tartışılmaya başlandı.Zira Kürtlerden kendi “dışındakilerden” hep tek yanlı bir destek beklentisi yaygın hale gelmişti.Kürtler devlet tarfından ayrımcılığa uğradılar,hakları çiğnendi,zulme uğradılar… o halde hep haklılar gibi algıydı bu.Bu hissiyattan olsa gerek maalesef bir özeleştiri zemini pek yeşermedi.Bazen hafiften Kürt milliyetçiliğine kaymış dostlarımla mevzuyu konuşurken şaka yollu takılırım:”Haklısınız”demeye o kadar alıştık ki biz Kürtler,handiyse eskiden dükkanlara asılan “müşteri her zaman haklıdır”yazısının bir benzerini evlerimize iş yerlerimize asacak hale geldik.
    Sanırım Kürt kimliğine bu denli kutsiyet atfedilmesinin altında biraz da dışlanmışlık hissi yatıyor.Yanliş olsa dahi geçmişle hesabın kapanmamasının sonucudur bu.Oysa bu şekilde bir algı rehavetine kapıldıkça o yakınılan bir diğer egemen/baskın kimliğin maalesef prototipi yaratılmış oldu.Yani hakim ve egemen kimlik aslında karşıtını üretmiş oldu.Lakin kimlikler üzerine inşa edilen bu zıtlığın iki halkı(ya da tüm Türkiye insanını) bugün nasıl karşı karşıya getirdiğini(bendeniz de dahil)bir çok Kürt farkına varamaz oldu.Ötekileştirici dil ve hissiyat böyle bir şeydir.O kadar tahrip edicidir ki,sinsice ruhları teslim aldığnda bile pek farkına varılmaz.
    Bu bakımdan önemsiyorum bu yeni tartışmaları.En azından bir yerinden başlanmış oldu.Dost acı söyler misali,farkında olmayarak,bu etnik aidiyet dalgasının İnsan kimliğinin önüne geçişi biraz kavga döğüş,biraz da ufak tefek kırgınlıklarla sonuçlansa da sanırım Kürtleri biraz daha içten sorgulamaya itecek gibi görünüyor.Kürtlerin artık mağduriyet ve şikayetten öte bir silkinişe ihtiyaçları vardı ve bu tartışmalar(veya hatırlatmalar)buna vesile olacak.Ya da öyle olmasını umalım.
    İşte bu tartışmalarla bence ihmal edilen parçaları yavaş yavaş birleştirmeye başlamış oluyoruz.Sıkıntıları olacak mı?Evet olacak ve oluyor.Hassas mevzulara dokunulduğunda sıkıntıların,alınganlıkların olması kaçınılmazdır.Ancak yine de bir zarurettir de.Zira kutsallık dozu yükseltilmiş mevzuları deşmeyi ertelemekle,kollektif zihin kodlarının dayanılmaz çekiciliğiyle düşünce konforuna teslim olmakla hiçbir soruna çözüm bulunmamıştır.
    Açıkçası Kürt sorunuyla çerçeveli tartışmaları bu önemli eşiğe taşımakta geç bile kaldık.Artık karşıdakini incitmeyeyim diye “kol kırılır yen içinde kalır”deme lüksümüz yok.Gerekirse icinme ve incitme riskini göze almak zorundayız.Yoksa birbirimizden beklediğimiz/duymak istediğimiz sözlerin gönül okşayılığına kapılmamak işten olmaz.Ki bu da düşünce tembelliğinden,insanı garip bir şekilde acılarından zevk alarak melankoliye tutsak etmekten öte geçmez.
    Hayır,artık gerçeklerimizle cesurca yüzleşmenin zamanıdır ve Kürtler de bu kervana katılmak zorundadır.İşte Kimlik dediğimiz bu soyut kavram da acilen yüzleşilmesi gerkenler arasında ilk sıradadır.
    Gerçi bu konulara yorum bazında çok da katılmıyorum.Gurur bencilliği,sorumluluktan kaçış diyebilirsiniz.Sonuçta beşeri bir kusur.Ama ne yalan söyleyeyim vicdanımdan ödün vermediğimden emin olduğum doğrularımı dile getirirken bile ne Kürtler ne de Türkler(ayrıştırıcı manada anlaşılmasın)anlaşılamadım maalesef.Biraz yoruldum diyeyim.Kısacası bu aralar sükut altındır ilkesine sığınıyorum.Bazı şeyleri sanırım zamana bırakmak en doğrusu.Her şey zamanla düzelir inşallah.Umutsuz değilim.Her zamankinden çok iyi bir sonuca yakınız bence.Dilerim gelecekte çocuklarımız ve tounlarımız için bu kimlik takıntıları sadece nizah konusu olur.
    ************
    Neyse,epeydir bir dost sohbeti tütüyordu gönlümde,vesile oldunuz bu özlemi gidermeye.
    Saygı ve hürmetler.

  13. Yazan:Mehmet Kaya Tarih: Haz 20, 2011 | Reply

    İnsan muamelesi görmek, adaletle muamele görmek neden yeterli gelmiyor da “Kürt” olarak anılmak istiyorsunuz?

    Ekrem Senai’nin sorduğu sorunun cevabını ben de çok merak ediyorum. Ve Kürt kimliğinin altı çizilerek kaleme alınmış yazılarda bu sorunun cevabını bulabilmek için mümkün olabildiğince dikkatle okumaya çalışıyorum.(Çuvaldız)

    Peki sizce sorunun soruş şekli hatalı değil mi?
    Sorun burada kimlik veya aidiyet duygusunun insan aklı,zekası,idrak kabiliyeti veya vicdanının önüne geçmesiyse ve bu hâl sorgulanmak isteniyorsa neden doğrudan Kürtler’e soruluyor bu soru?

    Bakın,etnik ayrımcılığın yarattığı kimlik taasubundan Kürtler münezzehtir demiyorum.Kuşkusuz bu sorunun öznesi olabilecek/soruyu haketmiş kimlik takıntısından malul pek çok Kürt de olabilir ve vardır.Ancak yine de,bir şekilde kuşatıldığımız kimlik saplantısından sadece Kürtler sorumluymuş gibi bir sorgulama yerine,”kimlik”denen sendromun İnsan denen varlığın derinlerine işleyen bu tahripkâr etkisi sorgulanmalı.

    Soruya gelince,eğer soyut algılar(burdada KİMLİK/özelinde “Kürt Kimliği”)insan bilincine sızarak bireyi, yaşamı anlamlandırma(insanî/adil muamele)değerlere yabancılaştıracak ve asli/öncelikli taleplerinden uzaklaştıracak denli baskın geliyorsa,sanırım sorunun cevabı tam da buradadır.

    Dilim döndüğünce soru’nun muhatabı olarak bu gerçekliğe dikkat çekmeye çalıştım alıntı yaptığınız diğer yazıda.Kimliklerin ölümcül ve bölücü olduğunu,insanlığa derin tahribatlar dışında bir getirisinin olamayacağını,ancak buna karşın bu hissin, toplumun çeşitli katmanları(veya farklılıkları)arasında kapanmayacak uçurumlar yaratabilecek bir zemin,bir toplumsal iklim oluşturdunu anlatmaya çalıştım.
    Dolayısıyla eğer bilinçlerimizi işgal edenen,ruhlarımızı tutsak alan bu kimlik saplantısından kurtulmak istiyorsak,bunun yolu Kürtleri azar yollu telkinler olmamalıdır.Asıl mesele bu hissiyatı güçlendiren “zeminin”varlığındadır.Yani hem bu zemini doğru okumak hem de iyileştirmek durumundayız.Ancak üzülerek söylemeliyim ki böylesi bir tahlil bile ya Kürt milliyetçiliğine ya da “mağdur edebiyatı”a yoruldu.Artık öyle bir noktaya gelmişiz ki Kürt milliyetçisi olarak anılmamak,ağlaşma ve eziklik edebiyatıyla suçlanmamak adına sözcüklerimi adeta imbikten geçirircesine tartma gereği duyuyorum.Neyse.

    Bu arada size de biraz sitemliyim sevgili Çuvaldız.Madem Ekrem beyin sorduğu sorunun karşılığını merak ediyordunuz neden size cevaben yazdığım yorumu yanıtlama gereği bile duymadınız?Neden?
    Oysa belki de yanıtını aradıklarınızın bir kısmıyla karşılaşabilirdiniz.Evet,kırılgan bir toplum olduk,tepkisel ve duygusal davrandığımız anlar oluyor.Kabul bunda benim de payım var. Ancak inanın biraz daha üstünü açarsanız, bu krılganlığın altında-haklı olarak dile getirilen şu yersiz kimlik talebi ve vurgulama isteği altındaki psikolojiyi göreceksiniz.Lakin anlam veremediğim bir iletimşizlik duvarının araya girmesiyle maalesef pek çok tartışma daha başlamadan noktalanıyor.
    Yanlış anlamayın şu anda sadece dertleşiyorum sizinle.Amacım sizi eleştirmek değil.Bizleri biraz anlayın diyorum…Tek bayrak,tek dil,tek milllet!Teklik adeta bir kutsal metin gibi çınlıyor meydanlarda,basında,sokakta,okul kitaplarında!Peki tekçiliğe adeta dini bir ritüel payesi verildiği böylesi bir kollektif düşünce ikliminde sizce karşıtının türemesi kaçınılmaz olmaz mı?

    Saygılar.

  14. Yazan:çuvaldız Tarih: Haz 20, 2011 | Reply

    Mehmet bey,

    Bu arada size de biraz sitemliyim sevgili Çuvaldız.Madem Ekrem beyin sorduğu sorunun karşılığını merak ediyordunuz neden size cevaben yazdığım yorumu yanıtlama gereği bile duymadınız?Neden?

    Haklısınız.Fakat yanıtsız bırakmamın sebebi “gerek duymamak değil”di.Şu sıralar yoğun bir çalışma söz konusu bu nedenle yazılanları geç bir vakitte sadece okuyabiliyorum.O yorgunlukla yanıt yazmak hata olurdu.Sn.sKaya’ya teşekkür etmem gerek kendisi iştirak ederek verebileceğim cevapların çoğunu yazdı.

    Şimdi yazdıklarınıza da bu gece yanıt verebilmeyi umuyorum.Lütfen kusuruma bakmayın.

  15. Yazan:Serkan Tarih: Oca 8, 2012 | Reply

    Kürt denilen masalin bizzat üreticisiyim. Kürt kelimesinin k sini bilmeyen insanlara tam 35 sene boyunda bir cok alan calismasi ile ve disardan aldigimiz destek ile bu günlere tasidik.

    Mahabad Cumhuriyeti masallarindan tutun Xoybun ivir zivir tantanalarina kadar.

    Oturup kafadan sallama damara atlama siirleri bilmedigmiz kurmanci,sorani,bahdini,lori dillerine cevirdik.

    Fransiz,Ingiliz,Ermeni,Yunan,Alman,italya,ispanya,Belcika,Hollanda,Isvec,Sudi Arabistan,Lüban,Israyil ve Amerika devletlerinin gizli servisleri ile calismalarin koordinasonunu yilarca bizzat kendim yürüttüm.

    Tüm disk ve diger dökümanlar halen elimizde.

    En gerzek siradan biri dahi konusulanlarin birer Irani lehce oldugunu bilir cünki alin bir dilbilimsel olarak bile degil kurdugnuz cünleleri mukayese edin gercek tüm ciplakligi ile size nanik yapar ama isin icinda sizin kafanizin alamiyacagi döngüler ve kacak dövüsler var.

    Konusursak sadece yer yerinden degil dünya yörüngesinden oynar.

    Bu isin icinde kimler yokki.

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin