RSS Feed for This Post

Ölüm’ün Işığında Zaman Kavramı (5)

Oldukça tuhaftır, Monet, Rembrandt, Oudry, Sicurezza gibi ressamların “natürmort” (=ölü doğa) denilen eserlerine, meselâ ölmüş hayvan tasvirlerine bakarken hayvan ölülerinde görünmeyen bir şeyi görürüz. Merleau-Ponty’nin isabetle teşhis ettiği gibi “Sanat eseri objektif bir bakışın görülemez zannettiği şeylere görüLebilir bir varoluş sağlar” . Nedir bu görülemez olup da Sanat sayesinde görülebilen?

 Basit bir matematiksel işlem yapacağız şimdi, bildiğiniz çıkarma işlemi. Gözlerimiz ile Hakikat arasındaki perdelerden birini tarif edeceğiz ki tenzih yoluyla “ötekinin” yani görüLmesi gerekenin ne olduğunu anlayalım. (Bu yöntem hakkında daha fazla bilgi için bkz. Tenzîh ve Teşbîh: Sanat’ta Ayrıntı -3-)

 Nedir bu perde? Eğer her an her şeyi görseydik güneşe dürbünle bakmış gibi olurduk. Yani kör olurduk. Hakikat’i sürekli görmeye tahammülü olmayan biz sıradan insanlar etrafımızdaki şeyleri bir filtre veya bir perde arkasından görürüz. Bu perdenin dokunduğu iplerinden biri FAYDA ipidir. Hayvan ölülerine de bu filtrenin arkasından yani fayda / tehdit gözüyle, et-Göz ile bakarız:

  • Bu etin kilosu kaça?
  • Balık seviyoruz ama kızartınca ev kokuyor!
  • Ay! Kurbağa bacağı da yenir mi? Ne iğrenç!
  • Bu dana neden ölmüş acaba? Ne pis kokuyor.
  • Dokunma evladım o hayvana, mikrop bulaşır.

 

 

Evet… Ölü hayvan ya bir yiyecektir, ya da bir tehdit, bir pislik. Oysa Ölü hayvanları konu alan tablolar (ve çiçek, meyva…) başka şeyler sunar nazarlarımıza:

” Bir natürmorta bakarken açlıkla bakmıyoruz. Tersine ressam “yiyecek-gıda” elmayı silmiş, elmanın elmalığı ortaya çıkmış. Gerçek bir elmaya bakarken göremeyeceğimiz bir şeyi gösteriyor bize sanatçı. İlk harfi büyük yazılmak üzere Elma’yı keşfediyoruz bütün orijinalliği, tekilliği ile. “( Ayıp sanat olur mu?)

Ölü ama hâlâ yaşıyor!

Sanatçı bize “bakın bu ölü tavşan bedeninde bir hayatiyet saklı” der. O tavşanın hayatı artık yok ama bedenindeki HaYatiyet dipdiri. Baş harfi büyük yazılmak üzere ölümsüz bu HaYatiyet. Bütün insanlar, hayvanlar ve bitkiler ölse bile HaYatiyet diri kalır. Bütün canlılar canlanmadan önce de diriliğinden şüphe edilemeyen HaYatiyet elbette yansıma perdesi, tecelligâhı olan canlıların ölümünden etkilenmez. Aynanın kırılması aynaya bakana zarar verir mi? Canlılar ölebilir ama HaYatiyet ölmekten münezzehtir.

Yoksa sanat şekilleri kopyalamaktan ibaret olurdu. Sanat doğanın kopyası değildir. Bu sebeple natürmort tablolarla insan-ressam biyolojik olarak ölmüş hayvan VüCuDlarındaki hayatiyeti ortaya koyar. Ölü bir balık, ölü bir elma, ölü bir insan, ölü bir otomobil bir başka dirilik, HaYatiyet ifade eder. Nedir o dirilik?

O anda gözlerimizle (=aklımızla) bakmakta olduğumuz ölü beden ölene kadar geçmiş olan, geride bıraktığı zamanların izlerini taşır. Hatta öldükten sonra başına toplanmış olan sineklere, kurtlara bakın. Hayvanın canlı olduğu zaman bitmiştir, hayvanın hayatı sona ermiştir ama Hayat bütün diriliğiyle sürmektedir. Çürümeye başlayan beden parçaları da Hegel’in bahsettiği iki türlü varoluşu nazarlarımıza verir: Biyolojik, edilgen varoluş ve varlığının farkında olan, bilinçli varoluş:

“Neden MuRaD üzerinde bu kadar ısrarla duruyoruz? İnsan’ın insanlığının başladığı yer burasıdır da ondan. İnsan’ın kendi varoluşunu anlama noktası  MuRaD‘ı anlama, kavrama noktasıdır. Hegel’in deyimiyle eşyanın, hayvanatın EDİLGEN varoluşu (an sich) ile İnsan’ın şuurlu, AKTİF varoluşu (für sich) arasındaki farkın berraklaştığı kavşaktır MuRaD. Bu sebeple Sanat’ın bir ihtiyaç olduğunu söylemek Sanat’a yapılmış bir hakaret gibidir. İnsan’ın  kendi EVVEL’ine ve kendi AHÎR’ine âgâh olabilmesi için vardır Sanat ve Sanat’a dair ne varsa; kültür, zihniyet, eşyayı anlamlandırma:

Neden bir nefes alma kültürü geliştirmedik bu güne kadar?

  • Lütfen, önce siz nefes alın. İstirham ederim.
  • Ah! Dünyada olmaz. Siz misafirsiniz. Önce siz nefes alacaksınız.
  • Beni mahçup ediyorsunuz ama…” (Bkz. Ölüm’ün Işığında Zaman Kavramı-1)

Edilgen varoluşun ölümü bir sondur. Ama bilinçli varoluş HaFıZa (=şuur) sahibidir, ölü bedende MuHaFaZa edilen şeyi görür. Eski fotoğraf makinelerinde “uzun pozda” çekilmiş resimler gibidir ölü bedenler. Yaşanmışlığın izlerini taşırlar. Eski giysiler, ayakkabılar gibi. Hatıralarla doludur bu cisimler. Bu sebeple İnsan’ın aynasında yine İnsan’a dair şeyler yansır ölülerden: Kendi varlığının şuurunda olan varoluş, Zaman’ı MuHaFaZa eden Bellek.

 Zaman’ın geçmesine rağmen MuHaFaZa edilen bu aynı kalma, ölen bedene rağmen ölMeyecek olan bir “ben” midir? (Bkz. Zaman ışığında Ben’lik meselesi için Varlık bir harftir, sen onun anlamısın)

Not: Gelecek bölümde İnsan’ın Ölü’sünden ve ölümün tasvirinden bahsetmeden önce aşağıdaki “ölü doğa” resimlerini gözlerinize teklif ediyorum.

 

 

 

 

 

 

 

Trackback URL

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin