RSS Feed for This Post

Tehlikenin farkında mısınız?

Karar verdim artık gazetelerin üçüncü sayfa haberlerini hatta ikinci sayfa haberlerinin dahi ekserisini okumuyorum. Çünkü zaten habercilik denilen şeyin gerçekliğine inanmıyorum.

 Geçen sene bu zamanlar öldürülen Ceylan için yaptığımız kampanyada bir parça isyan etmiştim. “Yahu arkadaşlar Obama’nın kızına almak istediği köpeğin haberine neredeyse yarım sayfa ayıran basın en çok güvendiklerimiz dahil Ceylan için yaptığımız kampanyayı görmedi bile. Üstelik hepsine basın bildirisi yolladık.” diye. Fazlaca üsteleyip dertlenince bir zamanlar uzun zaman bir haber ajansında çalışmış arkadaşım şöyle demişti: Çok safsın. Sen bu sağa sola canhıraş yolladığınız bildirileri kaale alacaklarını mı sanıyorsun. Gazeteye haber hazırlayan ortalama bir muhabirin yaptığı şey şudur. Sabah bilgisayarının başına geçer falanca , filanca haber ajansının önünde beliren yüzlerce haberinden gözüne kestirdiklerini seçer. Takriben saat 11.00 e kadar da bu işi bitirmek durumundadır. Senin yolladığın metni şunu bunu görmez bile!

 Dikkat ediyor musunuz. Hemen hemen hangi gazeteyi açarsanız açın karşınızda üç aşağı beş yukarı aynı cümleler ile belirir haberler. İster yurt içi haberler deyin ister Toplum ve Yaşam sayfaları her gün belli bir otomatiğe bağlanmışçasına önünüze gelecek haberler bellidir. Birkaç tane trafik kazası haberi, onun iki üç katı gasp, silahlı soygun, dolandırıcılık haberi ve gazete editörlerinin ilgi katsayısı ile orantılı olarak taciz, tecavüz ve cinsel sosu bol baharatlı haberler. Peki insan dediğimiz canlı bir gün mutlaka ölecekse ve 70 milyonluk ülkede her gün belli sayıda insan da trafik, cinayet gibi sebeplerle bu taktiri ilahi dediğimiz olayı gerçekleştirmek durumundaysa ve yine 70 milyonluk ülkede herkes bir melaike olmadığına göre, her gün belli miktarda adli vaka gerçekleşmesi akla mantığa aykırı olmadığına da göre, her biri manda boku kadar irilikte bu kaza ve ölüm haberlerini her Allah’ın günü bizler için bu kadar çekici, vazgeçilmez ve mutlaka okunulası kılan nedir? Üstelik tıklım tıkış gazete sayfalarını dolduran bu haberler arasına çoğu zaman küçücük de olsa insanlığa, umuda dair bir iki habercik de sıkışmaksızın! Biz “çılgın Türkler” bir gün gazete sayfalarını açtığımızda ağzı salyalı tecavüz haberleri, gasp, soygun haberleri yerine ağırlıklı olarak umut veren güzel haberleri görsek manik atak mı geçiririz? Acaba yaşadığı kurak toprakları dişiyle tırnağıyla cennete çevirmeye çalışan bir emekli öğretmenin hikayesi, Afrika’da on binlerce insanı katarakt ameliyatı ile ışığa kavuşturan bir STK ile ilgili gelişmeler ya da tek kolu ile çok başarılı bir meslek hayatını devam ettiren efsane bir doktorun son çalışmaları bizim için Konya, Ankara karayolunda yol kenarlarına saçılmış kanlı cesetlerden daha önemsiz, anlamsız, ilgiye değmez bir şey midir?

 Gitgide üçüncü sayfalardan ikinci sayfalara terfi eden bu otomatiğe bağlanmış trajedi haberciliğinin tamamıyla hayal mahsulu bir ilgi alanı olduğunu da iddia edemeyiz öte yandan: Sokağımızda çıkan bir kavgada, acı bir fren sesiyle tüm mahalle sakinleri pencereye koşarız.  Üstelik fren sesi ne kadar acı, sokakta feryat eden kadının çığlığı ne kadar canhıraş, çıkan kavgada yükselen küfür ve kan kokusu ne kadar fazla ise daha büyük bir endişe ve merakla uzanır pencereden kafalar.  Uzanan başlar içeri girdiğinde bizlerde kalan halimize şükür etmek ile karışık bir iç sıkıntısı ve şiddetli bir güvensizlik duygusu olsa da sonuçta “gerçeğin” bu yüzünü görmeyi istemek son derece insani bir haldir. Ama böylesi bir insanlık halinin getirdiği ciddi bir handikap da var. Son derece bıktırıcı ve hep daha fazlasını görmeyi arzulatan bir gerçeklik istemi bu.

 Bir süre sonra böylesi bir gerçekliği burundan çekmek yetmez damardan almak gerekir. Bu yüzdendir ki mesela aradan bir yıldan fazla zaman geçmesine rağmen Münevver Karabulut cinayeti hala gazeteciler için büyük bir cazibe konusu. Onun hayatının tüm ayrıntılarını, ölümünün en trajik yanlarını defalarca döne döne trajına meze yapmış medya ordusu hala bu cinayetin yeni yeni detaylarını sunuyor sabah kahvaltı sofralarımıza. Kanlı çamaşırlar, cinayet aletine zoomlanmış görüntüler, Münevver’in yazdığı son duygu dolu mektuplar… Ellerinde olsa canlı yayında cinayet anını verecek hatta kesilen başın boyun damarlarına bile odaklayacaklar kameralarını! Çünkü trajedi müptelası olmuş ya da olduğu varsayılan bizlere 17 yaşında bir kızın öldürüldüğü haberi yetmiyor. Onun ölüm anında en son dakikada yaşadığı acıları, katiliyle yazışmalarını, kanlı tişörtlerini görmek istiyoruz. Bizlere gerçeği sunmakla görevli olduğu iddiasındaki medyanın çılgın hipergerçeklik fantezileri ile yok ediliyor olayların gerçekliği hakikat arayışımızın yanı sıra.

 Trajedinin varlığı yadsınamasa da hayatlarımızda genellikle ne bu yoğunlukta yer alır ne de böylesine “saf” trajedidir yaşananlar oysa. Hüzün dolu pek çok hikayenin yanında umuda dair, insan olmaya dair bir küçük hikayecik daha buluruz. Sokağa çıktığımızda bir okulun bodrum katına layık görülmüş özürlüler sınıfında olanca şefkati ile çalışan bir tecrübeli öğretmenin hikayesi ile karşılaşırız mesela .Yardım alan fakirlerin kendilerine gelen yiyecekleri kendisi gibi diğer fakirlerle bölüştüğüne şahit oluruz. Izdırap ile umut, kahpelikle insanlık, korku ile kahramanlık yan yana yürür çoğu zaman. Kötülük ve trajedi ise hayatın merkezi değil olsa olsa kenarıdır. Ne kadar gazetelerin üçüncü sayfaları silme bu haberlerle dolarsa dolsun istisnadır tüm o yazılanlar, adım başı yaşadığımız hakikat değil!

 Öte yandan gecenin geç bir vakti şöyle bir nefes almak için gittiğimiz bir kafenin sahibine bizim halkımız bu saatte yüksek volümlü tekno müzik dinlemeyi tercih eder ısrarcılığı ile eziyet ettiren, bizleri güzelim Anadolu işi konaklar yerine beton tımarhanelerde yaşamayı istediğimize ikna eden, ninemizin kilimlerini üç kuruşa sattırıp sentetik kokmuş halıflekslerle evlerimizi döşettiren, deniz kenarı yerine alışveriş merkezlerinde, çay yerine kola içerek, kadınbudu köfte yerine hamburger, aşure yerine donut yiyerek, top yerine play station oynayarak mutlu olabileceğimize inandıran modern  vesvese şeytanı habercilik denilen şeyin de trajedi pazarlamacılığı olduğuna ikna etmiş görünüyor insanlığı.

 Bilinçli ya da bilinçsiz pek de masumane bir oyun değil haberciliğin bu türlüsü aslında. Sabah gözümüzü açar açmaz evlerimize hücum eden bunca acı, bunca kan, ölüm, tecavüz ve gasp haberi ister istemez yıkılması güç bir duvar örüyor etrafımıza: Taşlarını umutsuzluk, korku, umursamazlık ve güvenlik kaygısının oluşturduğu muhkem bir duvar. Avuç avuç tüketilen anksiyete ilaçlarına rağmen hepimizin zihni aynı tehlike çanlarını çalıyor. Hiç birimiz güvende değiliz diyor o çanlar bize daha çok korunmaya, daha çok güvenlik sistemlerine, daha çok kolluk gücüne, daha modern silahlara, daha fazla ve katı yasaya, daha çok kontrol edilmeye daha çok eğitime (devlet menşeli düşünce kontrolüne) ihtiyacımız var.  Sokak kameraları ile gözlenmeli, ihbar hatları kurmalı, kimlik bilgileri devletçe kaydedilmemiş hiçbir insan kalmamalı. Okul koridorları online internette görüntülenmeli, ivedilikle özel kuvvetler oluşturmalı…

 Fransızların modern devlet polisleşmiş devlettir sözüne nazire yaparcasına Orwell’in Büyük Biraderine doğru koşar adım ilerliyoruz. Ali’nin topu Agop’a atmaması için daha fazla kasmaya da gerek yok artık. Ali, Agop, Berivan falan kalmayacak bu gidişle. Vatandaş 15748635 olmaya doğru giden yolları kolektif güvenlik kaygılarımızla döşüyoruz.

 Tehlikenin farkında mısınız?

 

…Bu makale ilginizi çekti ise…

Gazetecilik Neden Dibe Vurdu?

Gazeteciler bizi bilgilendiriyor mu yoksa aldatıyor mu?  Gazetecilik galiba dürüstçe yapılmasına imkân olmayan bir meslek. Çünkü birbirine zıt işlerin aynı anda icra edilmeleri gerekiyor: Öğretmenlik, savcılık, soytarılık, amigoluk…  Gazeteci kendisine bilgi verebilecek herkesle iyi geçinmek için biraz politik davranmak daha doğrusu yalan söylemek zorunda. Ama aynı zamanda ondan gözü kara bir savcı gibi olayların üzerine gitmesi, iyi bir hâkim gibi dürüst olması da bekleniyor. Bir bilim adamı gibi konuları derinlemesine irdelemesi ama sıkıcı olmadan toplumun her kesimini eğlendirebilmesi… Gazetecilerden halkı aydınlatmaları isteniyor ama aynı zamanda da halka benzemeleri. Yoksa gazeteleri satılmıyor, TV kanalları izlenmiyor. Bu koşullarda “gazeteci gibi” gazetecilik yapılabilir mi? Derin Düşünce yazarları sorguluyor…

Buradan indirebilirsiniz.

 

Gazeteci içeri, insanlık dışarı »

[… Ölen parti başkanının yeğeni ile röportaj yap şimdi de muhabir bozuntusu. Ama hemen verme acı haberi. Biraz konuşsun sonra tek tesellimiz hala hayatta olması derken yeğen mikrofona pat diye maalesef şimdi haber aldım ölmüş dayınız de. Genç adam ağlasın, sen kamerayı suratına zumla. Görüyorsunuz yıkıldı yeğeni, burada insanların hali çok kötü falan diye zirvala dur […]

Müptezel Basın Dibe Vurmuş Dediler, Şaşırrrdım! »

 Zira o kadar derindi ki saygıdeğer basınımızın yıllardır inmekte olduğu derinlikler ve bu derunumuza dalışlar sırasında bize reva gördüğü travmatik şoklar bir türlü inilmez, bu inişlerin sonu gelmez sanırdım.
 Ben ol da gör demiş Seyit Göktepe bir türlü başlamaya fırsat bulamadığım[…]

Trackback URL

  1. 4 Yorum

  2. Yazan:Tayfun Tarih: Eyl 24, 2010 | Reply

    Derin devletin kontrollü gerilim politikası. Toplumu kontrol altında tutup, derin iktidarlarını koruma düşüncesi.

  3. Yazan:serdar Tarih: Eyl 25, 2010 | Reply

    bu durum populer alt kulturden kaynaklanıyor ki feci bir sorun aynı sekilde tv deki diziler vizyondaki filmler ,sabah-aksam haberleri kose yazarları bile aynı yemegi ısıtıp ısıtıp onumuze koyuyorlar. acaba diyorum insanlık yoruldu mu? yaratıcılık yetisini ortaya koymaktan yoruldu mu gercekten?
    diyalektik olarak bundan 200yıl oncesini dusunursek o zamanlar da tv-gazete vs aracların yerine insanların toplumda yaptıgı sohbetler vardı ve o sohbetlerde de hala bile devam eden surekli kotu haberleri yayma,kotucul olayları aktarma vardı.bunun boyle devam etmesinin sebebi insanların olan olaylardan ders cıkarması pekala olabilir.fakat bir yere kadar devam edebilir,surekli monotonlasan algoritmik haberlerin ve yazıların devam etmesi neden?insanlık bir veya iki tecavuz cinayet haberiyle ders alabilir hergun hergun bu haberlerin ısıtılması modifiye edilip tekrar servis edilmesi sacma degil mi?cozum yok gibi gorunsede umut var,belki bir gun populer alt kultur yenilir de insanlar insan oldugunu hatırlayabilir

  4. Yazan:kerem Tarih: Eyl 26, 2010 | Reply

    Yazıyı beğenerek okumakla birlikte birkaç noktaya dikkat çekmek istedim. Sanırım aynı yazarımızın, “kötülüğün sıradanlığı” gibi bir ifadesi vardı. Bence, iyilik sıradan birşeydir, öyle de olmalı. Bu durum tüm zamanlarda da aynı cereyan etmiştir. Özlem Hanım’ın çok güzel betimlediği üçünçü sayfa haberlerinin bu kadar ilgi çekmesinin nedeni de kötünün pornografik ve afişe olmasıdır. Toplumda yüz tane iyilik yanında on tane kötülük yaşanmışsa anlatılmaya ve seyretmeye değer olanlar kötü olanlardır. Ahlaki veya etik değeri olmayan bazı haber sunucularının bazı kötülükleri sanki kötülükmüş gibi salyaları akarak sunmaları da bir aldatmacadan ibarettir. Dizilerde de sıkca rastlandığı gibi aslında olay kötülügün pazarlanması ve daha sıradanlaştırılmasıdır. Aldatma olaylarını bile artık, ‘ama birbirlerini sevmişleeer!’ diyerek son derece hoşgörü ile karşılayacak bir seviyeye geldiysek, kötülüğün bu denli sıkca servis edilmesinin de istenilen sonuçları aldığını görebiliriz.
    Ahlaksızlığın ve şiddetin reklam amaçlı sunulmasının dışında kalan trafik kazalarının ibretlik, sağlık skandalları gibi haberlerin hak arama mücadelelerine örneklik teşkil etmesi açısından yaygınlaştırılmasına karşı değilim. Bunlar hayatın ta içinden ve merkezinden akan şeyler. Bu tür haberleri sevmeyenler için de tıka basa siyaset, spor, magazin haberleri zaten vardır.
    Ama asıl rahatsızlık veren Özlem Hanım’ın da vurgulamak istediği gibi kötülüğün özendirici ve teşvik edici şekilde yoğun bir şekilde servis edilmesidir.

  5. Yazan:Ücretli Öğretmen Tarih: Eki 25, 2010 | Reply

    Bu yazıyı “Gazetecilik Naden Dibe Vurdu” kitabında okudum ve hemen buruya bağlanıp yorum yapayım dedim. Açıkçası dedim ki yorumcular yüzlerce yorumla yazının kalıtesiyle ilgili üç beş kelam etmiştir… Ama baktım sadece üç yorum… Bu sitenin takipçileri beni üzdu… Bir sosoyal bil. öğretmeni olarak tam benim yankısız çıglıklarıma tercüman olan bir yazı.. öğderçilerimin selamı var…

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin