RSS Feed for This Post

Yıldönümünde, Röportajlarla, Referandum Gölgesinde 12 Eylül Darbesi(2):Mehmet Nazım Öztürk

“… İnsanları gözlerini bağlayarak alıp sorguya götürüyorlar. Getirdiklerinde, insanlığınızdan çıkmış halde geliyorsunuz. Sorguya götürülüp günlerce sonra getirilenler var. Bir aya yakın süre, lağımın içinde tutulan insanlar gördüm. Vücutları yara içinde idi. Tek yöntemleri, işkence ile suçu kabul ettirmek, hatta yapmadıklarını bile üstlenmeni sağlamak. Ellerinde ne bilgi var, ne dedektiflik kabiliyeti. Kemik kırarak, en zalim işkenceleri yaparak kabul ettirmek, ve insanların çok ama çok insan ismini vererek, o insanlarında oraya getirilmesini sağlamak. …”

C.B: Sizi kısaca tanıyabilir miyiz? 12 Eylül dönemi ve bugüne dair kendinizi tanıtabilir misiniz?

N.Ö: Adım Mehmet Nazım Öztürk. 56 yaşındayım. Elektrik mühendisiyim.Üç erkek evladım var. Solcuyum, Ateistim. Eşitlik ve Demokrasi Partisi İstanbul il Y.K. üyesiyim.

12 Eylül darbesi olduğunda, Tüm Sağlık Elemanları Derneği yöneticisi idim. Aynı zamanda İlerici Gençler Derneği üyesi ve illegal T.K.P taraftarı idim. (lütfen şu anki milliyetçi sahte T.K.P ile karıştırmayın)

C.B: 12 Eylül dönemini o zamanlar nasıl okuyordunuz, ideolojiniz, fikirleriniz daha çok hangi tarafa yakındı?

N.Ö: O zamanlar, toplu halk ayaklanması ve işçi sınıfının önderliğinde yapılacak bir devrim’e inanıyorduk. Sovyet tipi bir ülke kurulmasını istiyorduk.

  Tüm sömürünün ortadan kalktığı ve halkın yönetimde olduğu bir ülke. Bireysel şiddete karşıydık. TKP’nin yasala çıkmasını, yasal parti olarak çalışmasını istiyorduk. Parti, silahlı eylemlere karşı idi. Fabrikalarda ve gençlik içinde örgütleniyorduk. Kadın, Barış, Sanatçılar, Kırsal kesim örgütlenmeleri de yoğundu.

 Ancak sol güçlü olmasına rağmen çok parçalı ve birbirleri ile anlaşamayan yapılar halinde idiler.

 Bu günkü sol ile karşılaştırılamayacak kadar güçlü idiler aynı zamanda.

 CHP dışı sol, 500.000 kişilik mitingler yapabiliyordu. 12 Eylül’ün arifesinde, öldürülen Kemal Türkler’in cenazesi milyon kişi ile kaldırılmıştı.

 Darbeyi Amerikancı generaller ve onun işbirlikçileri, yani ülkenin kaymağını yiyen Oligarşik gurubun yaptığını biliyoruz. O günde, bu günde aynı şeyi düşünüyorum.

C.B: Bugüne geldiğimizde siyasi düşüncelerinizde herhangi bir değişiklik oldu mu?

N.Ö: Elbette, bu gün geldiğim noktada görüşlerimizde değişiklikler oldu. O zamanlar, sol kendi içine kapanıktı. Daha çok birbiri ile rekabet halinde ve karşıt sağ çetelerin saldırılarına karşı koymak üzerine konuşlanmıştı. Gençliğimiz, cenaze kaldırmak, silahlı, bombalı saldırılara karşı koymakla geçiyordu.

 Okula gidip gelmek, bir mahalleden diğerine gidip gelmek, ölüm riskleri içeriyordu. Ki ben gündüz Cerrahpaşa tıp fakültesinde, elektrikçi olarak çalışıyordum, gece de Yıldız Üniversitesine devam ediyordum..

 Nerede ise tüm sağ görüşlüleri düşmanımız ve bize saldırabilecekler olarak görüyorduk. Ortalık toz duman idi. Bu gün oynanan derin devlet operasyonlarının, çok daha fazlası, tüm şiddeti ile tepemizde idi.

C.B: O günden bugüne zihinsel değişimler yaşadık, bunu neye bağlıyorsunuz? Ya da değişim olduysa bu değişimi nasıl yorumluyorsunuz?

N.Ö: Geçen otuz sene içinde ne değişimler olmadı ki.

  Sovyetler ve diğer Sosyalist ülkeler birden bire çöküverdi. Bu çöküşü, Amerikanın oyunlarına bağlamak, sığ tahlilinin yanında, Çöküşün hangi tarihsel hatalardan kaynaklandığını, sorgulamaya başladık.

 Birer tabu halinde olan katı dogmatik ideolojiler, ve İsimler, tartışılabilir oldu. Tamamı ile olmasa da tabu olmaktan çıktı.

 Tabulardan kurtulmayı becerebilenler, sorgulamaya başladı. Kendi ülkesini araştırmaya ve kendi halkını tanımaya başladı. Daha objektif bir bakışla, tarihimizi, kültürümüzü, irdelemeye, yeniden öğrenmeye başladık.

  Benim gerçekten ezberlerim bozulmaya başladı. Ve bu ezberlerin bozulması süreci halen de devam ediyor.

C. B: O günlere dönmek istiyorum, bize 12 eylül öncesi ve sonrası Türkiye’de mevcut siyasi ve sosyal şartlardan bahsedebilir misiniz?

N.Ö: Yukarıda da bahsettim. Sağ Demirel’in başkanlığında, M.C. idi, Sol legal- illegal sol gurup ve partilerin yanında, Ecevit önderliğindeki C.H.P idi. Bu günkü CHP’nin konumunda olan CGP vardı ve MC içinde idi. DİSK, TÖB-DER gibi örgütler çok güçlü idi.

  Ülke, geniş gümrük duvarları ile çevrilmiş, sosyal hakların kıt olduğu, yüksek karların ve ülke kaynaklarının, Bir avuç sanayici, bankacı, ve asker-sivil bürokrasi tarafından talan edildiği bir dönemdi. Bir general emekli olduğunda, bir sanayi kuruluşu ya da bir bankanın yönetim kurulunda yeri hazırdı.

 Yükselen bir sosyal hareketlilik, buna karşıda, derin devletin örgütlediği çeteler ve onların katliamları vardı. Bu süreç, ister istemez, birçok kişiyi ve örgütlenmeyi, bu çatışma sürecinin içine çekmişti.

 12 Eylül’den önceki yaklaşık iki yıl ülkede sıkıyönetim vardı. Ancak günde 10-20 kişi ölmeye devam ediyordu. Bakın burası önemli bir nokta. Sanki birileri, çatışmaların son sürat devam etmesini arzuluyor ve teşvik ediyordu. Çatışan yada çatışmaya hazır kesimler arasında hiç bir diyalog ortamı yoktu. Sol-sağ ile, Sol-sol ile, derin devletin çeteleri, tüm kesimler ile çatışma ve katliamlara varacak eylemler içinde idi.

 Biz silaha tapan bir yapılanma içinde değildik. Ancak silah bulmak o kadar kolaydı ki.

 Çok geniş ve güçlü grevler yapılıyordu.

 12 Eylül’de, bu silahlar birden susuverdi. Aslında işin önemli noktası bu.

  Darbeden sonra, bir insan avı başladı. Yıllarca kışkırtılan çatışma ortamından ve akan kandan bıkan, geniş halk kitleleri suskundu. İstanbul’daki grev çadırları boşalmıştı, ancak darbeciler, ne olur ne olmaz diye, bir hafta dokunamadılar. Belki de bir tepki bekliyorlardı. Halk tepki göstermedi.

  Legal ve kendini illegal sanan sol örgütlerin üzerine balyoz tüm şiddeti ile indi. Dile kolay, 650.000 kişi tutuklandı, işkence gördü, asıldı, öldürüldü.

 Birçok sol gurup illegaliteye çekildi. Ancak bu her zaman çok kolayca olamıyor. Bazıları dağa çıktı, bir kısım insan şu ya da bu şekilde ülke dışına çıktı.

C.B: Bu günden 12 Eylül’e baktığımızda yorumlamalarınız değişti mi?

N.Ö: Bugünde 12 Eylül üzerine olan düşünce ve kanaatlerim değişmedi. Amerikan devlet adamları demeç vermişlerdi. Bizim çocuklar iyi iş başardı diye. Yıllar boyu, senaryolar yazıp uyguladılar, 1 Mayıs 77’yi, tam göbeğinde yaşadım. Çorum, K.Maraş vb. katliamlar bir türlü ortaya çıkartılamadı. Bu provakasyonların, Amerika’nın ve kontrgerillanın birlikte düzenlediklerine o günde , bu günde inanıyorum.

  Ancak, bugün şunu da görebiliyorum, sağa inanmış, Müslüman, milliyetçi, ve sol da olan birçok oluşumu bu oyunun ve provakasyonun içine çekebilmişler, ve bu büyük senaryonun figüranları haline getirebilmişler.

C.B: Biraz çekinerek soracağım, malum bazı yaşadıklarımız geçmiştedir ancak ağırlıkları gelece yansımıştır. Siz o dönem yargılandınız mı, tutuklandınız mı? Bu süreci paylaşabilir misiniz?

N.Ö: Darbeden sonra, ekim sonu gibi gözaltına alındım. Gayrettepe ve Selimiye’de 68 gün kaldım. Tutuklanmadım, çünkü tutuklanacak delil ve kendi ifadem yoktu.

 Gayrettepe (ki orası ana işkence merkezlerine göre daha hafifti) belki de tam bir kıyım yeri idi.

 Eski bir özel okul binasıdır o bina. Mahallelerin ortasında. Üç metrekarelik hücrelere ayırmışlar, eski okulun alt iki katını. Eskiden kantin olarak kullanılan katta idik. Üç metrekarede altı kişi, Işık yok, yatacak oturacak yer yok. Sadece bir tepsi büyüklüğünde bir tahta parçası var yerde. onun üzerinde sırayla oturuyoruz. Bizlerden para topluyorlar, süt, yoğurt, bisküvi, ekmek, zeytin, helva alıyorlar. Bu malzemelerin kağıt ambalajlarını biriktiriyoruz yerde üzerine oturmak için. Soğuk ve nemli.24 saat işkence sesleri geliyor. Hele de kadınların çığlıkları. Hala geceleri kulağıma o sesler gelir. İnsanları gözlerini bağlayarak alıp sorguya götürüyorlar. Getirdiklerinde, insanlığınızdan çıkmış halde geliyorsunuz. Sorguya götürülüp günlerce sonra getirilenler var. Bir aya yakın süre, lağımın içinde tutulan insanlar gördüm. Vücutları yara içinde idi. Tek yöntemleri, işkence ile suçu kabul ettirmek, hatta yapmadıklarını bile üstlenmeni sağlamak. Ellerinde ne bilgi var, ne dedektiflik kabiliyeti. Kemik kırarak, en zalim işkenceleri yaparak kabul ettirmek, ve insanların çok ama çok insan ismini vererek, o insanlarında oraya getirilmesini sağlamak. Tek amaçları bu idi. Ve hepsi aptal, acımasız polislerdi. Benden bir iki hafta evvel babam orada kalmış ve çıkmıştı. Babamla benim aramdaki akrabalık bağını dahi kuramadı salaklar. Ben kendi örgütümün soruşturması için değil, başka bir gurubun ” işlediği ” suç için alınmıştım. Bütün eziyetleri, üstlenmem doğrultusundaydı.

 Çok yazıldı, çizildi söylendi o günler için.

 Ben farklı bir şey söyleyeyim. Çıktıktan kısa bir süre sonra Gayrettepe’nin tüm etrafını gittim, dolandım. Apartmanlarla çevrili bir bölge, Emniyet binasına 8-10 metre yakın apartmanlar var. Aileler yaşıyor, çocuklar oynuyor sokaklarda. Ve bir kaç metre yakınlarında, bir işkence merkezi çalışıyor. Tüm feryatları ile ve çocuklar büyüdü o apartmanlarda. Duyulsun, korkulsun istendi çünkü.

 Birde BİT konusu var. Hayatımda ilk kez bit ile tanıştım. Aman ne kadar çok bit. Her yer bit, çığlıklar, yürüyemeyen insanlar.

  Alacakları ifadelerde, hayatınızı yazmanızı istiyorlar. İlkokul öğretmeniniz kim. Size ilk kitabı kim verdi. İş arkadaşlarınızın ismi, okul arkadaşlarınız, akrabalarınız, samimi olduğunuz komşularınız. Yanılıp ya da dayanamayıp bu isimleri yazdığınızda, o insanlarda, ertesinde getiriliyor buraya. Suç aramak falan yok.

  Bir anektot daha, gözlerinizi bir çaputla bağlıyorlar, sorguya götürülürken. Ve sakın bu bağı çözmeyin diye hatırlatıyorlar. Gözleriniz bağlı işkence görüyorsunuz. Gözünüzün bağını ola ki çözdüğünüzde, tüm polisler, masaların arkasına tam siper atıyorlar kendilerini. Tanınmayacaklar ya. Peşinden de gelsin yeni metodlar. Gözümü çözüp onların saklandıklarını gördükten sonra, bir tanesi beni duvarlara vurdu. Nefessiz kaldım. Nefes alamıyorum… 

C.B: Çok özür dileyerek soruyorum, işkence desem…

N.Ö: Yukarıda da anlattım. İşkence ikiye ayrılıyor.

Gözaltı süresindeki, konuşturmak, üstlendirmek, yeni insanların ismini almak için yapılanlar, ilki bu.

 Gözaltı süresi 90 gün idi. Bu süre içinde, kimse ile görüşemezsiniz. Sizin orada olduğunuzu bile söylemezler, sizi arayan eşinize, ananıza, babanıza. Ya sorguda, işkencedesinizdir. Ya da hücrede. Gece mi, gündüz mü bilemeyebilirsiniz. Günde bir kez tuvalet izni çıkar, 2 dakika. O iki dakikada da, hem ihtiyaç giderirsiniz, hem de içtiğiniz süt, yoğurt kabına su doldurursunuz heladan. 90 günün sonunda sizi askeri savcıya çıkartmak zorundadırlar. Ancak, gidip, savcılıkta bırakıldı gösterilip, tekrar getirilip bir 90 gün daha kalabilen insanlara şahit oldum.

 Her türlü işkence var orada, sıralamayayım şimdi. Falaka, kaba dayak, su, elektrik benim şahit olduklarımdı. Ama hücrede bir arkadaş, kedi ile birlikte bir çuvala konulduklarını, ve çuvala sopalarla vurduklarını, çılgına dönen kedinin arkadaşı kan revan içinde bıraktığını anlatmıştı.

 Benim işkenceyi anlatmam, en ağır işkenceleri gören, paramparça olan, orada son nefesini verenlerin yanında haksızlık olur kanısındayım.

  Bu gözaltı sürecinden sonra askeri binalara gidiyorsunuz. Askeri savcı sizleri bir kez daha sorguluyor ve ya tutuklanıp askeri ceza evine gidiyorsunuz, ya da tahliye oluyorsunuz. Selimiye’de de diğer yerler gibi, oh işte işkencehaneden kurtuldum derken, hoş geldin dayağı ile karşılanıyorsunuz. Bu dayak başka bir şey, İşkenceden farklı, Allah ne verdi ise, kırıp geçiriyorlar. Ayrıca savcı sırası beklerken, her an dayak yiyebilirsiniz.

 

 İşkencenin diğer bir safhası askeri ceza evinde tutuklu ya da hükümlü olarak yatarkenkidir. Diyarbakır, Mamak, Metris bunlara en acı örnektir. Yıllarca, ve her dakika süren bu işkence, sizi insanlığınızdan çıkartmak, robotlaştırmak, itaatkar insan yada itirafçı yapmak içindir. Buralarda yüzlerce insan öldü, bu uygulamalarda, yüzlercesi de, çıkınca, dağa çıktı.

  Yani işkence ikiye ayrılıyor. Sorgu sırasındaki konuşturmak, itiraf ettirmek, üstlenilmesini sağlamak, dışarıdan yeni isimlerin getirtilmesini sağlamak için.

  Ve cezaevinde, robotlaştırmak, yıldırmak, itirafçı olmaya zorlamak için yapılanlar.

  Tabii ki, birde, bu yatan insanların ailelerinin yaşadığı işkenceler var…

  Ben içerden çıktığımda, 3-4 tırnağım yoktu. Oğlum daha 3-4 yaşlarında idi. Görmüş ve hafızasına kazımış. 1988 de tekrar gözaltına alındım, 9-10 gün sonra salındım. Eve geldiğimde, oğlum koşarak geldi ve hemen parmaklarıma, tırnaklarıma baktı.Yerinde duruyorlar mı, bilmek istedi.

 

 Son bir, not daha; insana elektriği cinsel organından ve kulağı ya da parmağından kabloları bağlayarak veriyorlar. Benimle dalga geçmişlerdi, ”Artık bir daha çocuğun olmayacak, i.ne oldun” demişlerdi. Yaşları 13 olan ikiz oğullarıma bakınca, hep hatırlarım bu lafı. Gözlerinin önünde karısına tecavüz edilenler mi desem, ya o kadınların çığlıkları…

C.B: 12 Eylül sonrası malum birden kargaşa ve şiddet ortamı duruldu, neredeyse darbe ile sona erdi, bunu nasıl yorumluyorsunuz?

N.Ö: Yine yukarıda bahsettim. Derin devlet, vesayet rejimi, Amerikancı oligarşi, ne derseniz deyin, bu ülkeyi 100 yıldır zulümle ve birbirine düşürerek, halkları, birbirine düşman ederek, ve kanlı senaryolarını, uygulamaya, tüm kesimleri de figüran olarak olaya katarak sürdürdü. Hepsi, kendi yağma düzenlerinin sürdürülmesi için. İşlerine geldiğinde dozajı arttırarak ortalığı kana verdiler, Darbe ile başa geçtiklerinde, ortalık sütliman oldu.

 Burada bir şey anlatmalıyım. Gözaltında iken, bir sol örgütü olduğu gibi toplayıp getirmişlerdi.

 Hepsi hepsi 30-35 kişilik bir örgüt. Küçük ama ismi büyük. Ciddi suikastlara adları karışmıştı, ciddi de soygunlara. Bu örgütün 3 numaralı ismi ile aynı hücrede kaldım; Tuncay. Adam bir yüksek rütbelinin oğlu, karısı da Gayrettepe’de. Örgütün kasası. Paralar onda duruyor. ”Örgüt” şüpheleniyor, adamın evini basıyor, ve hepsi orada toparlanıp geliyorlar. Adam ajan çıktı. 3. numaralı adam. O örgütün nerede ise yarısı idam cezasına çarptırıldı. Tuncay nerede, hangi ülkede, hangi isimle yaşadığını, devlet açıklasın.

C.B: Peki, darbe döneminden sonra hayatınız hem içsel olarak hem de sosyal olarak normale döndü mü?

N.Ö: Darbeden sonra, çoğu insan karamsarlığa kapıldı. Bir kısmı her şeyden elini eteğini çekti. Ya iş adamı olmaya çalıştı, ya da alkole sığındı. Ben hala inandığım değerleri savunuyorum. Aynı ideolojik çizgide değil belki, ama zulmün, yoksulluğun, ortadan kalkması, gerçek adaletin sağlanması vb. konularda mücadelem farklılaşarak sürüyor.

  Sosyal yaşamımız, çok etkilendi tabii ki, bizlerdeki ani parlamalar, zaman zaman agresifleşmeler, bu dönemin ürünü.

  İş yaşamımızda, hep ötekileştirmenin acılarını yaşadık…

  İlginç bir yaşantımı paylaşayım. Ben elektrik-elektronik sistemler kuruyorum. Tabii ki, devletle, hükümetle, belediyelerle, ve kapitalistlerle bağlarımız olmadığından, işi ihalede alanın işini, taşeron olarak yapıyoruz. İşi biz yapıyoruz, parayı ihaleyi alanlar kazanıyor. Bizde çorbamızı içiyoruz sadece.

 90’lı yılları başı idi, Bir mimarlık şirketi, İstanbul Levent’teki Harp Akademilerinden bir iş almış.

 Kurmaylık imtihanında, 3 salon olacak, kırmızı ve mavi kuvvetlerin salonları, ortada da jüri odası. Elektronik ortamda savaş yapacaklar. Bu üç salonun tüm elektrik ve elektronik sistemlerini kurma işini taşeron olarak aldık, mimarlık firmasından.

 Araç giriş ve eleman giriş belgelerimiz verildi, 15 gün çalıştık, yüzlerce kablo çektik, binlerce kablo ucunu kodladım. Artık, montaja geçeceğiz. Bir sabah, girişte, sertçe azarlandım, belgelerim elimden alındı ve kovuldum.

 Mimar bana telefon etti, beni yaktınız, mahvettiniz diye. Adam, 2 saat sonra tekrar aradı, Makine taşeronu mühendis de seninle aynı komünist çıktı, mahvettiniz beni dedi.

  Kodlamaları ben yapmışım, kimse müdahale edemiyor, sürede azalıyor. Bir hafta sonra geri çağırıldım. Yanıma bir yarbay verdiler, adam bana karşı çok kibar, ama tuvalete bile yanımda geliyor. Neyse sistemi çalıştırdık, teslim ettik daha sonra.

  Darbe sonrasını, kendimi işime vererek, yoldaşlarımla bağlarımı koparmayarak, ülkemi tanıyacak çok ama çok kitap okuyarak, en az psikolojik zararla atlattım diyebilirim…

  Ancak, 5-6 yıl yarı illegal olarak yaşamak, askerliğimi 33 yaşımda yapmak gibi çok zorluklar yaşadım.

  Askerde, 20 gün sonra, beni uyduruk bir göreve çektiler, ağaç dipçikli 1000 yıllık Kırıkkale tüfekle bir kez ateş edebildim. Halbuki, ben istihtamcı idim. Hiç bir şey göstermediler bana. Yinede ben diğer arkadaşların yanında en şanslısıyım.

C.B: Sizce darbe nedir? Şartlara göre gereklidir, diyebilir misiniz?

N.Ö: Darbe, bir sınıfın yada çıkar gurubunun, iktidara ve iktidarın nimetlerine, şiddet yolu ile kaba olarak, hile ile el koymasıdır.

Asla gereklidir diyemeyiz. Gereklidir diyenler, korkutulmuş insanlardır. Ya da, ” hırsız çalsın, kaçsın, dökülenler bana yeter” diyen zavallılardır.

Ne yazık ki, ülkemizde, yüzyılların getirdiği ötekileştirmeler, suni yaratılan korkular, darbecilerin değirmenine su taşıyor.

C.B: Bugün malum Ergenekon yapılanmasına dair itiraflara şahit oluyoruz, halen süren bir dava var, 12 Eylül ve Ergenekon ya da derin devlet siyaseti arasında bağlantı kuruyor musunuz? Ya da 12 Eylül’ün mimari sizce kimlerdi?

N.Ö: Bu gün, değil 12 Eylül’ü, 12 Mart’ı, 27 Mayıs’ı yapanlarla, Ergenekon’un arasında bağ kurmak, ” 31 mart gerici ayaklanmasını” tezgahlayanlarla bile bağ kuruyorum. Bu 100 yıllık bir sürecin günümüz versiyonu. Ergenekon’un kökü, 31 Mart ”ayaklanmasını ”tezgahlayanlara kadar gidiyor bence.

 Burada, Amerika’nın rolünü de unutmamak lazım. Değişen dünya şartlarında, bugün niçin darbeleri rahatça yapamıyorlar. Amerika’nın, şu an işine gelmemesi de bir nedeni olmasın sakın?

C.B: Türkiye malum militer bir yapıya sahip, hatta birçoğumuz için ‘ her Türk asker doğar ‘. Darbe yıllarını yaşamış biri olarak, TSK algınız nedir?

N.Ö: İmparatorluk artığı bu topraklarda, onlarca ulusu harmanlayıp, o çağın kapitalist dünyasının ihtiyacı olan ULUS DEVLETİ yaratmak pek kolay olmamış, hatta başarısız olmuş günümüzde gelinen nokta itibariyle.

 TSK derhal, asli görevine dönmeli, elini siyasetten ve ekonomik ilişkilerden çekmelidir. Dünyada, ülke içindeki 5. büyük holdingin sahibi, başka bir ordu var mı, Allah aşkına?

 1.000.000’na yaklaşan bir ordunun, içinde 150.000 asker, emir eri olarak görev yapıyormuş, 70.000 kadar da, orduevinde hizmetçilik yapan asker varmış. Tayland ordusunda, böyle bir şey yok ya…

C.B: Biraz da gündeme dönmek istiyorum. Önümüzde bir Referandum süreci var, özel değilse Referandum oyunuz nedir ve oyunuzun gerekçeleri nelerdir?

N.Ö: Oyumun rengini, değil saklamak, sokaklarda haykırıyorum. BUGÜN EVET, YARIN YENİ BİR ANAYASA, DEMOKRASİ İÇİN EVET, YETMEZ, AMA EVET.

 Ülkemin, en az Avrupa’da olduğu kadar demokrasiye kavuşmasını istiyorum. 12 Eylül darbecilerinin, ördüğü, kalın duvarda, bir delik açılmasını arzuluyorum. Oradan içeri güneş ışıklarının gireceğini, bir sonraki hamlede, askeri vesayet rejiminin anayasasının değişebileceğini umuyorum… Bizlerin, Alevi, Sünni, Kürt, Türk, inanan, inanmayan, kadın, erkek, gidecek başka bir ülkemiz var mı? Bu ülke sınırlarında doğduk, yaşadık yüzyıllarca, ve yaşıyoruz. Bizleri ötekileştirenler, bu ülkenin kaymağını yalayıp yutanların, onlarca ülkeleri var, gidecek…Bizleri bir arada, huzur içinde yaşatacak, suni karşıtlıkları ortadan kaldıracak olanda adaletli demokratik bir sistemin yerleşmesidir. Bu değişiklikler, ufak, az, korkarak yapılmış değişikliklerdir, Ama  bir sivil başlangıçtır.

 Çocukluğumdaki bir anı geldi aklıma. 12 Mart günleri, 15-16 yaşındayım. Babam, amcalarım, ağabeyim tutsak. Kartal Maltepe askeri ceza evindeler. O gün amcamın duruşması var, avukatla beraber, dinleyici olarak gittim Selimiye ye. Amcam söz istedi, ilk duruşması. Ayağa kalktı, ve işkencede makatına nasıl cop sokulduğunu anlatmaya başladı. Hakim bağırmaya başladı, amcamı azarladı, iki asker geldi ve sertçe amcamı oturtup susturdular.

 Amcam yayınevi sahibi idi, suçu kitap. Yargılayanlar, askeri üniformalı kişiler.

 Sivillerin bu değişiklikden sonra askeri mahkemelerde yargılanmayacak olması, devlete karşı suç işleyen, çete oluşturan askerlerinde sivil mahkemelerde yargılanacak olması, yeterli neden değil mi?

C.B: Toparlayacak olursak 12 Eylül darbe yıllarını yaşadıklarınızdan yola çıkarak nasıl yorumluyorsunuz?

N.Ö: Ülkemde yapılan bütün darbeler, yaşanan süreç, Ergenekon gerçeklerinin su yüzüne çıkması, hemen herkese göstermeli ki, bu ülkede en başta eksik olan ADALET, DEMOKRASİ, ve REFAH’ın ADİLCE PAYLAŞILMAMASI. Tüm, namuslu insanlar, insanlığından nasibini almış tüm kişiler, bu ülkenin sivilleşmesi, demokrasinin tüm kurumları ile oluşması için mücadele etmeliler.

 Darbeciler, 650.000 kişiyi tezgahlarından geçirdiler, hayatlarını kararttılar, bitti mi?

 30 yıllık savaşta 40-50.000 kişi öldü, 17.000 faili meçhul var. Milyonlarca insan yerinden yurdundan oldu. Aileler hala kayıplarını arıyorlar. Bir bölgenin halkı ağır travmalar yaşadı, bedenlerinde, ruhlarında…

 5.000.000 gencimiz askerliğini, savaşın en yoğun olduğu bölgede geçirdi. Bunların büyük kısmı, şu anda yoğun psikolojik tedaviye muhtaç. Her gün aramızda yaşıyorlar, dolaşıyorlar…

 Çok anlattım belki. İsteğim ve amacım, tüm mazlumların, tüm vicdan sahibi olanların, tüm insanım diyenlerin, birlik olması. Ötekileştirme planları ile ayrıştırılanların, birbirlerini tanımaları, anlamaları. Mahalleler arasına örülen duvarların yıkılması.

 Demokrasinin tüm kuralları ile gerçek yaşamda yer bulması. Sivil bir anayasa, sivillerin yönettiği bir ülke. Tabii ki, en başta refahın adaletli bölüşümü…

C.B: Vakit ayırdığınız için çok teşekkürler.

Trackback URL

  1. 4 Yorum

  2. Yazan:Hüseyin Kılınç Tarih: Eyl 8, 2010 | Reply

    “Yıldönümünde Röportajlarla Referandum Gölgesinde 12 Eylül Darbesi” konulu araştırma / röportaj dizisini büyük bir ilgi ile okudum. Okurken o dönemler bir film şeridi gibi geçti gözümün önünden. Çocukluktan gençliğe geçiş sürecimde çok kötü bir iz bırakan o süreçten bu günlere nasıl geldiğimize dair bir sorgulama da yaptım yada yaptığım sorgulamayı tazeledim… Bu güzel yazı için Başta Cemile Bayraktar kardeşimiz olmak üzere, hem site site yetkililerine ve çalışanalrına, hemde yaşadıkalrı acı deneyimleri anlatanlara şükranlarımı sunuyorum…

  3. Yazan:ali duman Tarih: Eyl 8, 2010 | Reply

    100 yüzyıllık ittihatçı faşizmi en nihayet tarihin çöplüğüne gönderilecek, “evet” te çıksa gönderilecek, “hayır”da çıkca gönderilecek, “hayır” sadece bu eli kanlı faşistlere zaman kazandıracak, başka bir şey değil.

    selam olsun yolundan ve mücadelesinden dönmeyen mehmet nazım öztürk’lere.

    not:
    1. ödp, -sahte- tkp, emep, halkevleri gibi düzenin besleme “solcuları” “yetmez ama evet” diyen, hakiki ve namuslu demokrat solculara saldırmaktalar, işte onlara biçilen görev tamda budur, onlara biçilen görev gerçek demokrat ve solcuların sindirilmesi, onlara bekçilik yapılmasıdır, kendilerine biçilen rolü dün olduğu gibi bugünde yerine getirmekteler ancak ne varki yarın onlar için çok zor olacak, zira maskeler düşmekte, ergenekon derinliklerinde bu beslemeleri göreceğiz, gizli ve derin dehlizlerde iş tutmuşlukları bir bir dökülecek orta yere, burnunuzu kapatın ve bekleyin, yakında yayılması çok muhtemel pis kokular süpriz olmayacaktır. –

    2. Demokratik özerkliği silahlı mücadeleye ve katilliğine kılıf yapan, ancak demokratlığın d’sinden bile nasibini alamamış pkk ve bdp’de bu pislikten azade değildir. 1990’lı yıllarda ergenekoncu sosyal-faşist doğu perinçek ile bölücübaşının yaptığı antlaşmaların neler olduğunu öğrenebileceğimiz günler elbet gelecektir, ergenekonun ideologu küçük yalçın’ın “imralıdaki apo”yu işaret ederek “benim eserimdir” demesinin de ne manaya geldiği elbette delilleriyle ortaya çıkacaktır, yani demem o ki 100 yıldır iktidarda bulunan türk ittihatçılığı en nihayet tarihin çöplüğüne gönderilirken, onun yerine ikame edilmek üzere kürt ittihatçılığını yaratmaya çalışanların da maskeleri düşecek, onların da pis kokuları burnumuzun kemiğini kıracaktır.

  4. Yazan:MY Tarih: Eyl 8, 2010 | Reply

    Özellikle bu bölümün altina, “solcularla” ilgili bir sey yazmak istedim. 12 Eylül’e giden ve 1 mayis olaylariyla baslayan 1977-1980 terör sürecinde solcularin ÖCÜLESTiRiLMESi bir gerçekti. En azindan benim yasadigim istanbul kadiköy yakasinda, bagdat caddesi civarinda söyle bir “tekerleme” söylenirdi:

    “…Sagci kim? Solcuya saldiran.
    Solcu kim? Halka saldiran!…”

    Solculara, komünist, sosyalist vb etiketlenmis bir insana acimak söz konusu olamazdi. Iskencelerin duyuldugu nadir zamanlarda bile herkes “OH iYi OLMUS” diyordu yine bu semtlerde.

    Komünizmden korkmak gerekiyordu çünkü onlar devleti ele geçirirse oturdugumuz evlerden bizi atacaklar, kendileri gelip oturacaklardi!

    empati kapasitemizi, hemhal olma vasfimizi körelten bu beyin yikama süreci nasil yönetildi?

    Duvarlara “Kahrolsun Fasizm, kahrolsun Kapitalizm, Emperyalizm” yazan gençleri polis vurabiliyordu ya da karakolda iskence edebiliyordu. Bugün bu sloganlarin yine bu semtlerde bu kadar sevilmesi ve AKP’ye karsi kullanilmasi ne kadar düsündürücü…

    Ve bugün ayni yerler yani Kadiköy, Suadiye, Moda vs nasil oluyor da “solcu” oluyor? Türkiye isçi partisine, solcu(!) CHP’ye ve daha nice hareketlere en büyük destek buradan geliyor?

    Bu da ayri bir düsünme alanidir sanirim. Eski ve yeni solculara(?) duyurulur.

  5. Yazan:cb Tarih: Eyl 12, 2010 | Reply

    benim babam da 12 eylül mağdurudur, bir islamcı olarak, aslında bu yazıya onun yaşadıklarını da eklemeyi düşündüm ama bu yazıyı belki babam, belki de bir akrabam okur endişesiyle hiç yazmadım, yazmayacağım çünkü bu öyle bir acıdır ki biz de, hiçkimse birbiriyle bu konuda konuşmaz, yüzleşmez, öyle mahrem bir acıdır, o nedenle röportajlar için soru seçerken alnımdan terler süzüldü desem sanırım yalan olmaz, konuşsak da, konuşmasak da bu acıların bitmesi dileğiyle, vesile ile referandum sonucuna vardığımız şu zamanlarda, evren’in ‘paşa paşa ‘ yargılandığını görmek isterim.

  1. 3 Trackback(s)

  2. Eyl 16, 2010: Referanduma “Hayır” diyenler, rahat uyuyabiliyor musunuz? : Derin Düşünce
  3. Eki 6, 2010: Son 30 günde en çok okunan makaleler : Derin Düşünce
  4. Eki 20, 2010: Kendi ülkesini işgal eden ordunun öyküsü : Derin Düşünce

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin